| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 21.12.2011 |
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de bugün Diyarbakır'da trafik kazasında hayatını kaybeden 25 vatandaşımıza Allah'tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum ve diğer taraftan Fransa Hükûmetini, Fransa yetkililerini akıl dışı bu adım ve çalışma nedeniyle telin ediyorum, kınıyorum.
Evet, değerli arkadaşlar, bugün 2012 yılı merkezî bütçesinin son görüşmeleri yapılıyor. Gerçekten uzun bir süreç. Hazırlanışı itibarıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve Komisyonda, Genel Kuruldaki görüşmeleri itibarıyla gerçekten çok emek sarf edildi. Birçok arkadaşımız kanaatlerini, düşüncelerini ortaya koydular, ifade ettiler. Tabii, bu noktaya gelinmesinde başta Maliye Bakanlığı yetkilileri olmak üzere bütün katkı sağlayan arkadaşlarımıza, elbette Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan tüm siyasi partilere, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarımıza ve Genel Kurulda katkı veren tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, -arkadaşlarımız da aslında ifade ettiler- bütçe görüşmeleri önemli arenalardır, sadece iktidar açısından, Hükûmet açısından değil aynı zamanda muhalefet açısından da son derece önemlidir. Yani bütçe görüşmeleri yapılırken elbette Hükûmetin çalışmaları eleştirilir, yaptıkları yapamadıkları ortaya konulur, bu konudaki kanaatlerini paylaşırlar ama aynı zamanda muhalefet açısından da milletimize karşı görücüye çıkılan bir yerdir burası, öyle olmalıdır. Elbette muhalefeti eleştirirken, kendi açılarından var ise eksiklerini ortaya koyarken, diğer taraftan da kendileriyle ilgili olarak gelecek projeksiyonlarını kamuoyuyla paylaşmak, vizyonlarını, vitrinlerini ortaya koymak açısından da son derece önemli alanlardır, arenalardır, tartışma zeminidir, tabii, kullanıldığı takdirde.
Şimdi, tabii, değerli arkadaşlar, bütçe görüşmelerinde çok şey anlatılır, çok rakamlar ortalıkta dolaşır. Yöntem olarak, buradan yola çıkarak değerlendirmeler de yapılabilir, biz de yaptık bugüne kadar. Yani daha mikro bazda bir yöntem tespit ederek, buradan yola çıkarak uygulamaları, ekonomideki sonuçları değerlendirmeye çalıştık. Esasında, yine benzer bir yöntem uygulayacaktım bugün ama özellikle Sayın Şandır'ın açıklamasından ve talebinden sonra, en azından değiştirmek durumunda kaldım. Sayın Şandır'ın talebi şu: "Hep geçmişi, 2002'yi alıyorsunuz, karşılaştırıyorsunuz, yıllardan beri bunu yapıyorsunuz; hep geçmişle karşılaştırıyorsunuz, kendi içimizde bu değerlendirmeyi yapıyorsunuz."
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Gelecekle?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - "Öyle yapmayın, başka ülkelerle karşılaştırın Türkiye'yi. Mesela AB ülkeleriyle karşılaştırın, Amerika'yla karşılaştırın." Hatta "Buna gücünüz yeter mi bilemiyorum." diye bir ifadesi de oldu. Yani Sayın Şandır'ı kıracak değiliz şimdi. Madem Sayın Şandır'ın öyle bir talebi oldu, memnuniyetle, başlangıç olarak biraz değişiklik yaptım. Elbette diğer karşılaştırmaları, diğer değerlendirmeleri yapacağız ama önce, Türkiye'yi AB ülkeleriyle karşılaştıracağım Sayın Şandır yani sizin talebiniz çerçevesinde. Ondan sonra, diğer, içeriğiyle ilgili, kısmen belki geçmişimize, tarihe kısa bir yolculuk yapmak, elbette ekonomi kulvarında kalarak, elbette bugünkü tartışmaların özünden de sapmayarak, gerekebilir.
Şimdi, tabii değerli arkadaşlar, 10'uncu bütçeyi bugün görüşüyoruz ve öyle görülüyor ki inşallah, AK PARTİ hükûmetleri 13'üncü bütçeyi de tamamlayacak. Tabii, öncelikle bize 10'uncu bütçeyi art arda görüşme imkânı ve onuru sağlayan, bu görevi bize veren, güvenen milletimize, yüce milletimize buradan şükranlarımızı arz ediyoruz çünkü bu, Türk siyasi tarihinde çok sık karşılaşılan bir durum değildir. Yani bir hükûmetin ya da bir siyasi partinin arka arkaya on yıl -inşallah on üç yıl- bütçe yapması ve buralarda tartışılması çok görülen bir şey değil. Dolayısıyla, bu onuru bize yaşatan milletimize şükranlarımızı buradan arz ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, biraz önce söylediğim gibi, tabii şimdi, Türkiye nasıl yönetiliyor, ekonomi nasıl yönetiliyor? Esas tartıştığımız konu bu yani birinci bölümü; iktidarı ilgilendiren, hükûmetleri ilgilendiren, Hükûmetimizi ilgilendiren boyutu bu. Muhalefet, bizler bu soruya doğru cevap vermeye çalışıyoruz. Yani gerçekten Türkiye ekonomik anlamda nasıl yönetiliyor? Birçok yöntem bu soruya cevap vermek için ortaya konulabilir, mikro tartışmalardan, mikro rakamlardan yola çıkarak kanaatler edinilebilir ve kamuoyuyla paylaşılabilir. Ben biraz daha -biraz önce söylediğim de gerekçeyle- bütüncül bir yaklaşımla görüşlerimi sizlerle paylaşacağım ama bütün bu tartışmalar yapılırken vazgeçilemez bir mekanizma, bir yöntem var, o da nedir? Karşılaştırma yapmak. Rakamları söylersiniz "Şu şudur, şu böyledir, şu şöyle olmuştur." falan yani "İşsizlik böyledir, ihracat budur, ithalat budur." bunları söylersiniz ama başlı başına bunlar çok fazla bir anlam ifade etmez. Evet "İhracat şu kadardır, işsizlik 8,8'dir." ne demektir bu? Bir fikir edinebilmek için bir şeylerle karşılaştırmak gerekir. Yani ortada başarı var mı ya da başarısızlık mı var, bunu ortaya koyabilmek için mutlaka bu rakamların, bu gelişmelerin dinamik bir değerlendirme yöntemiyle karşılaştırılması gerekir. Eğer bu karşılaştırma yapılamazsa ya da? Karşılaştırma içermeyen bir değerlendirmenin sağlıklı bir sonuç vereceğine ben ihtimal vermiyorum. Dolayısıyla, dünyayla karşılaştıracağız Türkiye'yi, dünyanın gelişmiş ekonomileriyle kıyaslayacağız ve bu değerlendirmeyi karşılaştırarak yapacağız doğal olarak. Yani "Hep içeriyle, hep geçmişle, hep 2002'yle bugüne kadar yapageldiniz; bunlar çok fazla katkı sağlayıcı değil, biraz da dışarıya çıkın, onlarla karşılaştırın." Evet, öyle yapacağız.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, 2008'in sonlarında ve 2009 yılında başlayan bir küresel kriz var, global kriz, dünyayı etkileyen bir kriz, hâlen de etkileri devam ediyor. Şimdi, Türkiye libere ekonomilerle kıyaslandığında bu krize maruz kalma potansiyeli açısından eşit şartlara sahip. Neden? Çünkü bizde de korumacılık yok, libere bir ekonomi. Dolayısıyla, doğal olarak dünyanın herhangi bir yerinde bir sıkıntı, bir gelişme olduğu takdirde Türkiye ekonomisi de bundan etkileniyor, tıpkı Almanya ekonomisi gibi, İngiltere ekonomisi gibi libere edilmiş, serbest piyasa ekonomisi uygulayan bütün ülkeler gibi, bu kanallar açık. Bu yönüyle bakıldığında Türkiye, libere ekonomilerin tamamı gibi, ülkelerin tamamı gibi bu krize maruz kalma açısından eşit konumdalar, aralarında bu anlamda bir fark yok. Yani Türkiye bu kriz nedeniyle özel bir koruma tedbiri, bir güvenlik mekanizması oluşturmadı, libere ekonomi kuralları neyi gerektiriyorsa onu muhafaza etti ve o çizgide yürümeye devam etti. Dolayısıyla, bu karşılaştırma anlamlı olacaktır bu yönüyle bakıldığında. Onlar da, o ülkeler de bu krize maruz kaldılar, muhatap oldular, Türkiye de muhatap oldu, bu yönüyle eşitiz.
Şimdi bakın, tabii, bu krizin neticesinde ya da gelinen bu nokta itibarıyla birçok ülke bazı tedbirler aldı, bütün ekonomiler hatta. Avrupa Birliği ekonomileri de, Amerika da, diğer gelişmekte olan piyasalar da ve Türkiye de birtakım tedbirler aldı.
Şimdi, bazen sonuçtan yola çıkarak karşılaştırma yapmak daha anlamlı olabilir. Eşit şartlarda ve eşit kulvarda yarıştığımıza göre, sonuçlar üzerinden bir değerlendirme yapmak mantıklıdır, kalıcı olur ve sağlıklı bir değerlendirme yapma imkânı ortaya çıkarır.
Şimdi, dolayısıyla, bu değerlendirmeyi yapmadan önce, AB ekonomilerinin kriz nedeniyle aldıkları tedbirleri -almak zorunda kaldıkları tedbirleri demek daha doğru olur- ve Türkiye'nin almak durumunda olduğu tedbirlerle karşılaştırma yapacağız.
Önce, Almanya'dan başlıyoruz. AB'nin motoru, Avrupa Birliğinin en güçlü ekonomisi, hatta dünyanın en güçlü ekonomilerinden bir tanesi. Bu kriz nedeniyle 2011 yılında aldığı tedbirler: Almanya, devlet memurlarının maaşlarında yüzde 2,5 indirime gidiyor. Devlet memurlarına her yıl ödenen primler donduruluyor. 2014'e kadar kamuda çalışanların yani memurların sayısını 14 bin azaltıyor yani 14 bin memurun işine son veriyor. Yeni ailelere yapılan yardımlar kesiliyor, işsizlik sigortası için devletin katkısı sıfıra indiriliyor. Biliyorsunuz, bu tür yapılanmalarda devlet de katkı sağlar, işçiler de katkı sağlar. Maaşa bağlı asker sayısı 190 binden 150 bine düşürülüyor. Doğum izni yardımı azaltılıyor. Almanya Ulusal Servisi için askerî okullarda yetiştirilen 60 bin kişinin eğitimine kademeli olarak son veriliyor ve nükleer enerji için özel bir vergi getiriliyor. Almanya'nın aldığı tedbirler bunlar.
İngiltere: Katma değer vergisi oranı yüzde 17,5'tan yüzde 20'ye çıkarılıyor. Kazanç vergisi, gelir vergisi, yüzde 18'den yüzde 28'e yükseltildi. Kamu kurumlarının, tüm kamu kurumlarının bütçe ödenekleri yüzde 25 oranında kesildi. Kraliçe II. Elizabeth'in maaşı 2015 yılına kadar donduruldu. 300 bin memurun işine kademeli olarak son verilecek. Evet, yanlış duymadınız, İngiltere'de 300 bin kamu çalışanının işine kademeli olarak son verilecek.
Gelelim Avusturya'ya: Yüksekokul okuyan çocukların aile yardımı süresi yirmi altı yaştan yirmi dört yaşa indiriliyor. On sekiz-yirmi bir yaş arasındaki iş arayan çocukların aile yardımı tamamen kesiliyor. 3 çocuktan itibaren çok çocuklu ailelere ödenen ek aile yardımı tamamen ortadan kaldırılıyor. Akaryakıt üzerinden alınan vergiler artırılıyor. Yurt dışındaki birçok Avusturya konsolosluğu kapatılıyor. Askerî harcamalar azaltılıyor. Emekli olabilme şartları ağırlaştırılıyor Avusturya'da. Emekli olabilmek için geriye borçlanma imkânları zorlaştırılıyor. Engelli bakım parası için yapılan başvuruların onayı ve kabulü ve uygulaması zorlaştırılıyor. Yargı harçları artırılıyor. Memur sayısı azaltılıyor. Kamudaki, diğer, aşağı yukarı Almanya ve İngiltere'ye paralel bir biçimde, Avusturya'da da memurların bir kısmının işine son veriliyor. Eğitim harcamalarında çok ciddi kesintiler yapılıyor. Bazı yatırım projeleri askıya alınıyor, bunlar arasında otoyol projeleri de var. Sigaraya zam yapılıyor. Banka vergileri artırılıyor. Hava taşımacılığına, biletlere ilave vergi getiriliyor. Çok ilginçtir bu da, vakıfların faiz gelirlerinden alınan yüzde 12,5'luk vergi, 2'ye katlanarak, yüzde 25'e çıkarılıyor. Avusturya'da da kriz nedeniyle alınan tedbirler bunlar.
Fransa: Sağlık harcamaları azaltılıyor. Dar gelirlilere yapılan kira yardımı ciddi oranda düşürülüyor. Bakanlıkların ödeneklerinde çok önemli kesintilere gidiliyor, bütün bakanlıkların ödeneklerinde. Yani geçen yıl verilen paradan daha az para gönderiliyor bakanlıklara. Hükûmetin haberleşme harcamaları kısıtlanıyor. Kamu personel sayısında önemli bir biçimde azalma yapılması için çalışmalar yapılıyor, planlanıyor yani aşağı yukarı kabul edildi bile diyebiliriz, Fransa için de geçerli. Tam emeklilik maaş alma yaşı altmış beşten altmış yediye yükseltiliyor. Memurlar için emeklilik aylıklarındaki ayrıcalıklar aşamalı olarak? Yani işçilerle memurlar arasındaki, memurlar lehine olan emeklilik ayrıcalıkları tamamen ortadan kaldırılıyor yani azaltılıyor. Bütçedeki cari harcamalar, üç yıl içerisinde, her yıl kesintisiz yüzde 10 olarak azaltılacak. Yerel yönetimlere -belediyelere ve mahalli idarelere- bütçeden aktarılan paylar azaltılıyor, nominal olarak azaltılıyor hem de. Alkol, tütün ve içecekler üzerindeki vergiler artırılıyor. Emlak üzerinden alınan vergiler artırılıyor; yüzde 16'dan 19'a yükseltildi. Menkul değerler üzerinden alınan sermaye kazancı ve kâr payı vergileri artırılıyor. Fransa'da da bu tedbirler alınıyor.
Portekiz: Katma değer vergisi, gelir vergisi, kurumlar vergisinin oranları artırılıyor. Merkezi bütçeden belediyelere, mahallî idarelere aktarılan kaynaklar azaltılıyor. Devlet memurlarının yıl sonu ve tatil ikramiyeleri ortadan kaldırılıyor. Özel sektördeki çalışma saatleri günlük yarım saat artırılıyor. Bu da çok ilginç tedbirlerden bir tanesi. Tüm işçilere ödenen ikramiyeler yüzde 50 oranında azaltılıyor. Elektrik ve gaz faturalarındaki vergi yüzde 6'dan yüzde 23'e yükseltildi değerli arkadaşlar, Portekiz'de. Toplu taşıma araçlarına -bilet fiyatlarına- ciddi zam yapıldı. Emekli memurlara yapılan ekstra ödemelerin tamamı kaldırıldı. Bazı hızlı tren projeleri ve otoyol projeleri erteleniyor.
İspanya: Emekli maaşları belirsiz bir tarihe kadar donduruldu yani emekli maaşlarına zam yapılmayacak, yapılmıyor İspanya'da. Çocuğu olanlara verilen 2.500 euroluk yardım kaldırıldı. Yatırım ödenekleri düşürüldü. Kamu çalışanlarının maaşlarında yüzde 5 indirim yapıldı. Sağlık harcamaları azaltıldı. Eğitim alanında ciddi kesintiler yapıldı. Öğretmenlerin haftalık çalışma saatleri on sekiz saatten yirmi saate çıkarıldı. Ayrıca, alınacak olan tedbirlerle öğretmenlerin yarısının İspanya'da işini kaybedeceği konuşuluyor ve tartışılıyor İspanyol basınında, yoğun bir şekilde.
İrlanda: Memur maaşları azaltıldı. Kamu çalışanlarının bir kısmı işten çıkarılıyor. Çok çocuklu ailelere verilen yardımlar kesiliyor. İşsizlik yardımı azaltılıyor. Üniversite harçları artırılıyor. Sağlık harcamaları azaltılıyor. Tarım, Ulaştırma ve Çevre Bakanlıklarının ödenekleri azaltılıyor. Eğitim harcamaları azaltılıyor.
Son iki ülke kaldı, İtalya ve Yunanistan, onları da izninizle paylaşacağım sizinle:
İtalya: 2013 yılına kadar kamu sektöründeki ücretleri dondurdu, tüm ücretleri dondurdu. Emeklilik yaşı yükseldi. Katma değer vergisi oranı yüzde 20'den yüzde 23'e çıkartıldı. Zorunlu tüketim vergisi gıdada yüzde 4'ten yüzde 6'ya, diğer alanlarda yüzde 10'dan 12'ye çıkartıldı. Araç üzerinden alınan vergiler artırıldı. Emlak vergileri kısa bir süre önce kaldırılmıştı, tekrar yürürlüğe konuldu. Bütçe harcamalarında ciddi kesintiler yapıldı. İtalya'da alınan tedbirler bunlar.
Bunları iyi dinlememiz lazım arkadaşlar çünkü biraz sonra bunlar üzerinden yorum yapacağız.
Son olarak Yunanistan, Yunanistan'da kriz nedeniyle alınmak zorunda olunan tedbirler şunlar: Katma değer vergisi yüzde 19'dan yüzde 23'e çıkartıldı. Emekli maaşlarında yüzde 20 civarında kesinti yapılıyor, azaltılıyor, düşürülüyor. Gelir vergisi oranı yükseltildi. 300 bin devlet memurundan 180 bin tanesi yedeğe alınıyor -işine son vermek üzere kademeli bir şekilde yapılıyor- ilk planda da, ilk aşamada da 14 bin tanesinin işine son verildi. Hane halkı gelirlerinden yüzde 1 ile yüzde 5, olağanüstü bir vergi alınıyor -iki yıl alınacak- hem 2011'de hem de 2012 yılında. Emlak vergileri yükseltiliyor. Benzin, sigara ve alkolden alınan dolaylı vergiler üçte 1 oranında artırıldı. Memur maaşları yüzde 20 oranında düşürüldü. KİT'lerde çalışanların maaşları yüzde 30 oranında düşürüldü. Tüm geçici kamu sektörü işçilerinin sözleşmeleri feshediliyor yani bizde 4/C'ye ve 4/B'ye tekabül ediyor arkadaşlar. Yunanistan'da 4/C'lilerin ve 4/B'lilerin tamamının sözleşmeleri feshediliyor yani kapı dışarı ediliyorlar. Kamu yatırımları azaltılıyor, sağlık harcamaları azaltılıyor, sosyal güvenlik harcamaları azaltılıyor.
Evet, şimdi bakın, Avrupa'nın aldığı, dünyanın diyelim, aşağı yukarı birçok ülkede, hemen hemen tamamında benzer tedbirler öngörülüyor. Bunları kategorize ettiğinizde ortak noktaları şunlar:
Bir: Bir kere sosyal ödeneklerde çok ciddi olarak bir azalma söz konusu, bütün sosyal harcamalarda. Sosyal harcama olarak nitelendirebileceğimiz bütün aşamalarda, bütün boyutlarda çok ciddi bir kesinti söz konusu.
İki: Emekli maaşları ya donduruluyor ya da azaltılıyor. Ayrıca kamu çalışanlarının maaşları donduruluyor ve çok ciddi sayıda memurun işine son veriliyor yani emeklilerin, memurların, işsizlerin, dar gelirlilerin, tümünün gelirleri azaltılıyor; kamu çalışanlarının maaşları donduruluyor veya düşürülüyor, bazı sosyal haklar geriye alınıyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Canikli, Türkiye'ye geleceksiniz, değil mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla ) - Biraz önce ifade etmeye çalıştım, çalışma saatleri yani herhâlde çalışanlar açısından en önemli, en hassas alanlardan bir tanesi, Avrupa'da şu anda özel sektörde çalışma saatleri artırılıyor. Kamu ürünlerine zam yapılıyor, ciddi oranlarda zam yapılıyor, elektriğe, doğal gaz gibi. Yine ortak özellikleri bütün bu tedbirlerin, kamu yatırımları ve diğer harcamalar, yatırım azaltılıyor, yatırım projeleri askıya alınıyor. Bir de büyüme oranları revize edilerek aşağı çekiliyor yani yüzde 1'lere, ortalama olarak yüzde 1'lere, 2'lere, o civarda, ciddi anlamda revize ediliyor. Bir de bugüne kadar hiç IMF'den kaynak kullanmayan, IMF'yle bir düzenleme yapmak durumunda kalmayan bu ülkelerin önemli bir bölümü IMF'den şu anda kaynak kullanmak için sıraya girmiş durumdalar. Biraz sonra da ayrıntılı bir şekilde onları şey yapacağız.
Evet, Sayın Şandır, Avrupa bunları yapıyor.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Biz ne yapıyoruz, Türkiye ne yapıyor?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani siz öyle dediğiniz için ben bu karşılaştırmayı yapacağım.
Peki, Türkiye'de neler oluyor değerli arkadaşlar? Aynı dönemdeyiz, aynı ortamdayız, aynı şekilde krize muhatabız yani bu anlamda bakıldığında aramızda herhangi bir fark yok. Evet, Avrupa'da sosyal harcamalar azaltılırken, insanlar çıkartılırken, emekli maaşları dondurulur ve azaltılırken, biz, değerli arkadaşlar, emeklilerimize enflasyonun üzerinde zammın yanında intibak meselesinin çözülmesini tartışıyoruz. Öyle değil mi değerli arkadaşlar?
Avrupa emeklilerin maaşlarını azaltırken, dondururken, biz emeklilere enflasyonun üzerinde ciddi anlamda reel artış veriyoruz. Ayrıca yılların sorunu olan intibak sorununun çözümü için de şu anda Bakanlığımız çalışıyor. İnşallah, önümüzdeki günlerde, önümüzdeki aylarda da Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuyu konuşacağız. Bunun not edilmesi gerekiyor. Avrupa onları yapıyor, biz bunları yapıyoruz.
Avrupa memur maaşlarını dondurur ve azaltırken, biz enflasyonun üzerinde memurlara ek zam vermeye devam ediyoruz. Avrupa on binlerce memuru, işçiyi işten çıkarırken, Türkiye, biz, 2012 yılında kaç bin kişiyi işe alalım ya da kaç bin kişi alınacak onu konuşuyoruz. Yani 90 bin, 100 bin kişinin 2012'de kamuya alınmasını konuşuyoruz. Avrupa 100 binlerce insanı, memuru, işçiyi sokağa atarken Türkiye, Hükûmetimiz, biz bunu konuşuyoruz. 2012 yılında alınacak 90 bin, 100 bin memuru konuşuyoruz değerli arkadaşlar. Bunların sizce hiçbir anlamı yok mu? Yani bunlar önemsiz şeyler mi? Karşılaştırıldığımız ülkeler dünyanın en güçlü ülkeleri, Avrupa'nın en güçlü ekonomileri hemen hemen hepsi bu pozisyondalar şu anda. Gerçekten çok sıkıntılı konumdalar ve hepimiz aynı yerde yaşıyoruz, aynı dünyada yaşıyoruz, Almanya da aynı yerde yaşıyor, Türkiye'de aynı yerde yaşıyor, onlar uzayda yaşamıyor. Dolayısıyla, bunu görmemezlikten gelmek mümkün değil değerli arkadaşlar.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Oradaki asgari ücret ne, buradaki asgari ücret ne?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bunun da takdir edilmesi gerekir yani zor olabilir. Avrupa, yüz binlerce memurun işine son verirken Avrupa'nın en gelişmiş ekonomileri Türkiye on binlerce memur alımını konuşuyorsa bu ekonomi yönetimine teşekkür edilmesi gerekir değerli arkadaşlar. Bu haktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu haktır ve bu hakkın teslim edilmesi gerekir.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Avrupa'da işten çıkarılanları da alırsınız siz işe!
BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri? Rica edeceğim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın Avrupa -biraz önce tek tek ayrıntılı bir şekilde aktardım- otoyol projelerini, hızlı tren projelerini askıya alırken, Ulaştırma Bakanımız buradan müteaddit kereler ayrıntılı bir şekilde bilgilendirdi ve açıkladı, biz Türkiye'yi otoyollarla ve hızlı tren ağlarıyla örmeye devem ediyoruz değerli arkadaşlar. Aradaki fark bu işte. Avrupa'nın hemen hemen tamamı bu tür önemli projeleri askıya almış durumda, biz artan oranda büyütmeye devam ediyoruz. Hepsinde sağlık harcamaları azaltılıyor, Avrupa'nın hepsinde. Bugüne kadar sağlanan o imkânlar büyük oranda ortadan kalkıyor ama biz sağlık harcamalarını hem de çok ciddi oranlarda artırmaya devam ediyoruz. Dönüşümün inanılmaz bir reform mahiyetinde olduğunu herkes kabul ediyor.
İlk Almanya'ya göçün ellinci yıl görüşmeleri ya da çalışmaları nedeniyle o görüşmelerde bulunmak üzere ben de Almanya'ya gitmiştim. Orada görüştüğümüz vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın, işçilerimizin, işçi olarak giden vatandaşlarımızın hemen hemen tamamının ortak bir dileği var değerli arkadaşlar; belki sizlere de, bütün arkadaşlarımıza da aktarma imkânı bulmuşlardır; hepsi Türkiye'ye kesin dönüş yapmak istiyor. Neden? Bunun için işte. Yani durup dururken on yıl önce, yirmi yıl önce, otuz yıl önce böyle bir şey var mıydı arkadaşlar? Almanya'da çalışan bir işçiye, yirmi yıl önce, Türkiye'ye dönmesi gerektiğini söyleseniz herhâlde bunu hakaret olarak algılardı. Neden? Çünkü sosyal açıdan, verilen sosyal imkânlar, sağlanan hizmetler, sağlık, eğitim, hangi alana bakarsanız bakın artık Türkiye parlıyor, yıldız gibi parlıyor, herkesin dikkatini çekiyor, onların da dikkatini çekiyor. Bakın, geçen yıl Almanya'dan 36 bin kardeşimiz Türkiye'ye kesin dönüş yapmış. Rakam hızla artıyor, rakam geometrik olarak büyüyor. Yani çorak topraklara, ümit vadetmeyen yerlere insanlar gelir mi? Cazibe merkezi değil ise böyle bir şey olabilir mi değerli arkadaşlar? Şu anda bu gerçekleşiyor. Yani bundan hepimizin memnun olması gerekir. Türkiye, Türkiye ekonomisi büyüyen bir yıldızsa, cazibe merkezi olmuş ise ve bu çok net bir şekilde rakamlara, gelişmelere yansımış ise bundan Türk milletinin bütün vatandaşlarının memnun olması gerekir, öyle değil mi değerli arkadaşlar? Tamam, muhalefetinizi yapın, bir şey demiyorum, eleştirinizi yapın ama lütfen şunu takdir edin, şunu görün, herkes görüyor zaten.
Yani, bakın, bu çerçevede, yeri gelmişken? Tabii, biz söylüyoruz, inanmıyor arkadaşlar. Hatta diyorlar ki: "Efendim, siz işte, size yandaş medyanın da etkisiyle bir ekonomide başarı hikâyesi sunuyorsunuz." gibi benzer, bu anlama gelecek şeyler söyleniyor, biraz önce de dinledik. Tamam, bize inanmıyorsunuz. Diyelim ki hadi biz taraflı yorumlar yapıyoruz, bizim söylediklerimize inanmıyorsunuz. Bakın, sizden biri, Sayın Kemal Derviş, ne diyor biliyor musunuz? Yeni daha, 2 Aralık 2011 Cuma. Sorunun yani şu krizin, global krizin özellikle Avrupa Birliğinin yaşadığı, Avrupa Birliğine yansıması itibarıyla "Bu krizin çözülmesinde IMF kilit rol oynar ancak bu kurumun daha etkin bir yapıda olması gerekir. Belli ki Avrupa Birliği bunu tek başına yapamıyor. Amerika'nın durumu AB'ye göre daha iyi ama ortada bir liderlik göremiyoruz." Yani AB'de bu işi götürecek bir liderlik yok. "Ciddi bir krizle karşı karşıyayız. Türkiye'deki finansal yapı krizin odak noktası ülkelere göre çok daha sağlam." Şimdi, bakın, esas bence ilginç olan önerisi şu: "Liderlik problemi var Avrupa Birliğinde." diyor. "IMF katkı sağlayabilir, çözebilir ama bu yapısıyla olmaz." diyor. "Bu açıdan IMF'nin başında bir Türk olmalı." diyor Sayın Kemal Derviş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, yani bundan hepimiz, mutlu olmamız gerekmez mi? "Böyle bir krizi -Avrupa'ya katkı anlamında, Avrupa'ya destek anlamında- Avrupa çözemez yani IMF'ye rağmen çözemez, çözülebilmesi için IMF'nin finansal desteğine ihtiyacı var ama bu hâliyle değil, başına ancak bir Türk'ü geçirirseniz, ancak IMF bu şekilde Avrupa Birliğinin bu sıkıntısını giderebilir." diyor. Söyleyen Sayın Kemal Derviş değerli arkadaşlar. Buna benzer o kadar çok var ki, yabancı basında, ekonomistler, yazarlar, gazeteler? Yani, ben ayrıntılarına girmek istemiyorum, ismin ilginç olması nedeniyle, hem bu işlerin içinde olan bir tanesi hem de sizden birisi olması nedeniyle değer buldum.
Değerli arkadaşlar, bakın, onlar eğitim harcamalarında çok ciddi azaltma yapıyorlar ve kesintiye gidiyorlar. Onlar bunu yaparken biz Fatih Projesi gibi projelerle eğitimde çağ atlamaya doğru gidiyoruz, aramızdaki fark bu. Onlar geriye gidiyorlar bizi çağın ötesine geçmeye çalışıyoruz FATİH Projesi'yle değerli arkadaşlar, evet, aynen öyle.
Bu ülkelerde büyüme hızı iyice yavaşlayıp hatta resesyon (durgunluk) tartışmaları yaşanırken Türkiye 2011'in tamamında, birinci çeyreğinde, ikinci çeyreğinde ve üçüncü çeyreğinde büyüme rekorları kırıyor değerli arkadaşlar. Bunu küçümsüyorsunuz ama nasıl büyümenin somuta yansıdığını da biraz sonra rakamlarla koyacağız.
Bakın, birinci çeyrek yüzde 12; dünyada 1 numara, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi. Gerçekten çok büyük olay oldu, bu ilk rakamlar yayınlandığında uluslararası ekonomi çevrelerinin yayınlarına baktığınız zaman ya da görüşlerine baktığınız zaman hepsinin ne kadar hayretler içerisinde ama aynı zamanda bir hayranlık içerisinde bu gelişmeleri takip ettiğini ve düşüncelerini, yani bizim muhalefetteki arkadaşlarımızdan farklı olarak, takdirlerini aynı zamanda dünya kamuoyuyla paylaştıklarını görürsünüz, onlar bunu yapıyorlar. İkinci çeyrek yüzde 8,8; dünya 2'ncisi. Üçüncüsü 8,2; yine dünya 2'ncisi büyüme söz konusu. Dolayısıyla, biraz sonra bu büyümenin ayrıntılarına, gerçekten fiktif bir büyüme mi, bir balon büyüme mi olduğunu rakamlarla ortaya koymaya çalışacağız.
Bankalar batıyor, bakın, bu ülkelerde bankalar batıyor ve kamudan, bütçeden çok ciddi rakamlar aktarılıyor. Yüz milyarca euro Avrupa'da bankaları kurtarmak için paralar aktarılıyor. Biz bugüne kadar bir kuruş para aktarmadık hiçbir banka için, ihtiyacı yok. Neden? Çünkü bankaları AK PARTİ kadroları yönetiyor değerli arkadaşlar. Bu farkın ortaya konulması gerekiyor. Yani biraz sonra yine kamu bankalarıyla ilgili bölümde bu değerlendirmeyi yapacağız. Onlar uluslararası alanda güç ve itibar kaybederken Türkiye, ekonomisiyle, siyasetiyle, dış politikasıyla bir yıldız hâline geliyor. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Bakın, yine Alman Die Welt gazetesinin bu konuda çok ilginç bir yorumu var. Tabii biz öyle bir hâletiruhiye içerisinde değiliz yani öyle bir şımarma anlamına gelebilecek bir yaklaşımımız, tavrımız olamaz hiçbir zaman, kesinlikle ayaklarımız her zaman yere basıyor, "Türkler Avrupa Birliğindeki finans krizine kıs kıs gülüyorlar." diyor. Yani tabii, belki bir benzetme yani oradaki havanın ne olduğunu ve buradan bu rakamlar çerçevesinde ancak bu şekilde bakılabileceğini, böyle söylüyor, böyle düşünüyor, böyle görüyor, ancak bu şekilde bakılabilir herhâlde diyor. Çünkü hatırlayın değerli arkadaşlar, bundan on yıl önce, yirmi yıl önce oralardan bize kıs kıs gülüyorlardı. Allah aşkına yani paramızın o bol sıfırlarıyla hemen hemen her gün alay ediyorlardı, etmiyorlar mıydı, dalga geçiyorlardı. Enflasyon oranımızla dalga geçiyorlardı. Rekorlar kırıyorduk yani dünyada rekorlar kırıyorduk. Bunlar unutulmadı.
Avrupa Birliğinin ve bütün bu tartışmalar neticesinde, sonucunda Avrupa Birliğinin dağılma senaryolarının tartışıldığı bir dönemde, öyle, şu anda o dönemdeyiz, gerçekten çok ciddi olarak kendileri de dâhil olmak üzere dünyanın belli başlı ekonomi çevrelerinde, bugün, Euro bölgesinin ve Avrupa Birliğinin dağılma ihtimallerinden söz ediliyor, ciddi ciddi bunlar konuşuluyor ve tartışılıyor. Bunlar tartışılırken biz Türkiye olarak Avrupa Birliğine tam üyelik noktasında ekonomik olarak bize katkı sağlayabilir mi, bu konuyu yeniden masaya yatırmamız gerekir, bunların değerlendirmesini yapıyoruz, bunların tartışmasını yapıyoruz değerli arkadaşlar.
Dolayısıyla, tüm yatırım harcamalarının azaltıldığı, önemli yatırımların askıya alındığı, sağlık hizmetlerine ulaşımın zorlaştırıldığı; özürlülere, fakir fukaraya, eğitime ayrılan kaynakların azaltıldığı, işsizliğin arttığı; gelir, kurumlar ve katma değer vergisi oranlarının yükseltildiği bir Avrupa'yı bir an Türkiye'de hayal edin yani bir an bunların Türkiye'de yapıldığını düşünün değerli arkadaşlar. Allah korusun. Gelir, kurumlar, katma değer vergisi oranlarının yaşanan kriz nedeniyle Avrupa'da olduğu gibi, tüm dünyada olduğu gibi artırmak zorunda kaldığımızı bir düşünün, bir hayal edin. Sağlık hizmetlerine ulaşımda zorlaşmanın olduğunu düşünün ya da emekli maaşlarının azaltıldığını düşünün. Memur maaşlarının dondurulduğunu düşünün. On binlerce memurun işine, 4/C'lilerin işine son verildiğini düşünün arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz? Bizi çiğ çiğ yemezler mi değerli arkadaşlar?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Memur maaşlarını kıyaslayın, ona göre söyleyin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Düşünebiliyor musunuz? Hayal edin yani hayat etmesi bile çok acı. Avrupa Birliğine üzülüyoruz. Allah kimseyi o duruma düşürmesin. Ancak elimizden bu geliyor Avrupa Birliği için. Eğer IMF'nin başına bir Türk geçirirlerse o başka ama şu an itibarıyla en azından ancak bunu diyebiliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın, herkes elini vicdanına koysun değerli arkadaşlar. Avrupa'yı, Sayın Şandır'ın söylediği gibi, Avrupa Birliği ülkelerini koyduk, Türkiye'yle karşılaştırdık. Türkiye'de ne yaptık? Türkiye'de bu döneme yönelik olarak taşıt vergilerini, lüks taşıtların ÖTV'lerini artırdık; bir de sigara ve içeceklerde ÖTV artırdık; bütün tedbirimiz bu, aldığımız tüm tedbir bu, bu anlamda başka bir tedbir yok.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Doğal gaz artmadı mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hayır, onlar genel çerçevede yapılan zamlardır, o ayrı bir şey yani her yıl enflasyon çerçevesinde yapılan zamlardır. Tedbir çerçevesinde yani krizin sonucu olarak, onun olumsuz sonuçlarını minimize etmeyi amaçlayan tedbirler çerçevesinde aldığımız iki tane tedbirdir.
Şimdi, bu iki tablo karşısında, Allah aşkına, elinizi vicdanınıza koyun. Şu dalgalı okyanusta gemisini ustaca yürüten bir kaptan ve kadrosu var değerli arkadaşlar (CHP sıralarından "Ooo" sesleri) Tablo bu. Şimdi, bu kaptana ve onun ekonomi yönetimine, kadrosuna bir teşekkür gerekmez mi? Hak etmiyorlar mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Dünyada durum bu. Tabii, biraz da bu soruya tam, doğru cevap verebilmek için? Yani Türkiye nasıl yönetiliyor? Şu anda dünyanın belli başlı ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye ekonomisi son derece başarılı, son derece iyi yönetiliyor. Rakamlarla biraz önce ifade ettik, ortaya koyduk.
Bu soruya cevap verebilmek için biraz daha belki Türkiye'ye dönmemiz gerekir, biraz da tarihe kısa bir yolculuk yapmak gerekir. Bu değerlendirmeyi de IMF ile Türkiye ilişkileri üzerinden yapmak istiyorum izniniz olursa.
IMF ile ilişkilerimiz 1961 yılında başladı. İlk, birinci stand-by düzenlemesi 1961 yılında gerçekleştirildi. Tam kırk yedi yıl, yani gönderilene kadar, 2008 yılı Mayıs ayına kadar kırk yedi yıl geçti ve biz kırk yedi yıl IMF ile haşır neşir olduk, olmak zorunda kaldık. Bu süre zarfında Türkiye, tam 19 tane anlaşma yaptı IMF ile, 19 stand-by düzenlemesi. İlki 1961 yılında, sonuncusu da 2005 yılında. Bunun 18 tanesini biz yapmadık yani AK PARTİ hükûmetlerinden önce yapıldı, 1 tanesini biz düzenledik, 19'uncu stand-by.
18 tane stand-by düzenlenmesinin temel nedeni ya da hükûmetlerin böyle bir çağrı yapmasının o dönem nedeni, ekonomilerin o dönemde krize girmeleri. Yani ödeme darboğazına girmesi ekonominin, en temel ihtiyaçları karşılayacak döviz bulamamaları ve IMF'den kredi alabilmek için can havliyle IMF'nin kapısına gitmelerinden kaynaklanıyor istisnasız. 19 stand-by düzenlemesinin 18 tanesi böyle yapıldı değerli arkadaşlar. Ekonomi duvara tosladı, acilen dövize ihtiyaç var; hükûmetler de IMF'nin kapısına gitmek zorunda kaldılar 1961'den 2005 yılına kadar. 19'uncusu hariç 18'inde kriz oldu IMF'nin kapısına gittiler. 18'inde biz yokuz yani AK PARTİ hükûmetleri yok, 19'uncusunda biz varız. 19'uncusunda kriz nedeniyle gidilmedi değerli arkadaşlar, sadece 19'uncusunda gidilmedi çünkü onda biz varız, onda AK PARTİ var, onda AK PARTİ yönetiyor ekonomiyi. Sadece borç yapılarının iyileştirilmesi, daha düşük, ucuz kredi kullanmak amacıyla 2005 ve son stand-by düzenlemesi yapıldı.
Dolayısıyla, şimdi tabii, bu dönem içerisinde IMF çok egemen. IMF, Türkiye'nin her noktasına çok derin nüfuz eden bir konumda. Hatta hatırlarsanız, IMF'nin Türkiye masası şeflerinin isimleri Türkiye kamuoyu tarafından bir sanatçıdan çok daha fazla biliniyordu, çok daha meşhurlardı; öyle aynen. Yediği yemekten tutun gittiği yerlere kadar basın günü gününe takip ediyordu, bütün basın. Hatta ben hiç unutmuyorum, Carlo Cottarelli ismi aklımda kalmış. Yani belki o dönemde birlikte, kamuoyuna mal olan sanatçılarımızın isimleri yok ama -sadece benim değil, sanıyorum bütün kamuoyunun- Carlo Cottarelli, o kadar önemli ki IMF, IMF'nin Türkiye Masası Şefi yani sonuç itibarıyla bu şahıs. Ama, basın öyle bir gösteriyor ki? Neden? Çünkü Türkiye ona muhtaç, kaynak kullanması gerekiyor, kaynak IMF'de. Dolayısıyla, Türkiye masası şefinin sözleri önemli, değerlendirmeleri önemli. Onun için, bütün basın takip ediyor, Türk kamuoyu takip ediyor; o kadar etkili.
Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, bu süre zarfında -biraz önce söyledim- tam 19 tane stand-by düzenlemesi yapıldı. 18'ini başkaları yaptı -hepsi kriz üzerinden gidildi- 19'uncuyu biz yaptık fakat 18'i ve 19'u biz uyguladık. 18'i biz yapmadık ama -2002 yılında yapıldı, Şubat ayında- uygulamasını biz gerçekleştirdik.
Şimdi, 19 stand-by'dan 17 tanesi hedefine ulaşamıyor değerli arkadaşlar, 17 tanesi hedefine ulaşamıyor. Bakın, ben örnek vereceğim. Özellikle 2002 değerlendirmesinden kaçınıyorum hassasiyet nedeniyle yani amacımız o değil zaten, amacımız belli bir döneme hapsolup oradan bir çıkış yapmak falan değil. Sadece, biz o dönemde iktidara geldiğimiz için bunu yapmaya çalışıyoruz, yapıyoruz. Bugüne kadarki değerlendirmeleri o çerçevede algılamak gerekiyor ama buna rağmen ısrarla kaçınıyoruz. Bakın, ta 1970'li yıllardan başlatacağım. 17 stand-by düzenlemesinin tamamı fiyaskoyla sonuçlanıyor yani düzenlemenin, anlaşmanın amaçlarından hiçbir tanesi gerçekleşmiyor. Şimdi, buradan, başka bir yere geleceğim. 10'uncusuyla başlayalım. Bakın, 10'uncu stand-by düzenlemesi Sayın Demirel Hükûmeti tarafından gerçekleştiriliyor, Ağustos 1970 yılında. Amaç nedir? Amaç, ekonomik durgunluğa son vermek. Sonuç: Büyüme hızlanıyor ancak enflasyon iki haneli rakamlara çıkıyor. 11'inci stand-by düzenlemesi, rahmetli Bülent Ecevit, Mart 1978. Amaç: İhracatı artırmak, büyümeyi hızlandırmak; bu amaçla yapılıyor.
Çok net bir şekilde, biliyorsunuz, IMF'yle bir anlaşma yapılacağı zaman yöntem şöyle: Önce, perde arkasında görüşmeler yapılıyor. IMF diyor ki: "Sen şunları, şunları, şunları, bana, uygulayacağını kabul edeceksin, yazı yazacaksın." Bir de stand-by düzenlemesi gönderiliyor. Yani sanki ülke kendisi gönderiyormuş gibi ama arkasında, esasında, tüm şartları IMF dikte ettiriyor; noktasına, virgülüne kadar dikte ettiriyor değerli arkadaşlar çünkü başka çaresi yok. Borç almak zorundasınız, paranız kalmamış, döviziniz kalmamış, başka çareniz yok, para da orada, gittiğiniz zaman her türlü şartı, şablonu size dayatıyor. Amaç: İhracatı artırmak, büyümeyi hızlandırmak. Sonuç: Sorunlar daha da ağırlaşıyor, durgunluk krize dönüşüyor.
12'nci stand-by düzenlenmesi, Mart 1979, Rahmetli Ecevit. Amaç: Ekonomik krizi sona erdirmek yani bir yıl önce kriz oldu, onu sona erdirmek. Sonuç: Enflasyon yükselişini sürdürüyor, üç haneli enflasyon rakamlarına ulaşılıyor ve ekonomi durgunluğa giriyor, 1979, 12'nci stand-by düzenlemesinin sonucunda.
13'üncü stand-by düzenlemesi, Ocak 1980, yine Sayın Demirel. Amaç: Ekonomiyi dışa açmak, bu amaçla yapılıyor ve krize son vermek. Sonuç: Ekonomi dışa açılıyor, ancak enflasyon üç haneli rakamlarda seyretmeye devam ediyor.
Nisan 1994, Sayın Çiller Hükûmeti. Amaç: İç ve dış açıklardaki tırmanışı durdurmak yani hem bütçe açığını hem de döviz açığını, cari açığı durdurmak. Sonuç: Enflasyon patladı ve 1994 krizini doğurdu.
17'nci stand-by düzenlemesi yapılıyor. Ne zaman? Aralık 99, rahmetli Bülent Ecevit. Amaç: Enflasyonu tek haneli rakama indirmek, aynen bu şekilde hedef, esas hedef konuluyor. Sonuç: Büyük bir devalüasyonla tamamlanıyor dönem ve 2001 krizi patlıyor.
Evet, geliyoruz, şu ana kadarki stand-by düzenlemelerinin tamamını bizden önceki başka hükümetler uyguladı, şimdi, 18'incisini biz uyguladık, biz imzalamadık ama biz uyguladık. Ocak 2002 tarihinde imzalar düzenleniyor; rahmetli Ecevit. Amaç: Birinci amaç, enflasyonu tek haneye indirmek. İki: Reel faizin düşürülmesi ve sağlıklı borç pozisyonuna ulaşılması. Üç: Sürdürülebilir büyümenin sağlanması. Sonuç: Enflasyon tek haneye indi. Değil mi? Yüzde 10'un altında. Reel faiz yüzde 30'dan -yani devraldığımızda yüzde 30'du, hatta Sayın Derviş'in IMF'ye gönderdiği niyet mektubunda da yüzde 33 olarak çok net bir şekilde zikrediliyor- yüzde 5'lere düştü, şu anda yüzde 2-3 civarında reel faiz çünkü amaçlardan bir tanesi de bu, ve yüksek büyüme oranları sağlandı. Üç tane amacı var, üç tane hedefi var 18'inci stand-by düzenlemesinin; üçü de gerçekleştiriliyor, üçü de yerine getiriliyor. Diğer on yedi tanesinin hiçbir tanesinde amaca, hedefe ulaşılamıyor değerli arkadaşlar. 17'sinde biz yokuz. 18'inciyi AK PARTİ hükûmetleri, AK PARTİ'nin ekonomi yönetimi gerçekleştiriyor; aradaki fark bu, onun için amaca ulaşılıyor değerli arkadaşlar. Başka türlü yorum yapmak mümkün mü? Mümkün değil. Yani bu tesadüf mü? 17 tanesinin 17'si de başarısız oluyor, rakamlar ortada. Hepsi yeni bir kriz nedeniyle tekrar IMF'nin kapısına gidiyorlar kredi almak için, hiçbir tanesinde hedefe ulaşılamıyor; 18'incisinde ulaşılıyor çünkü AK PARTİ kadroları yetişiyor, çünkü AK PARTİ kadroları tarafından uygulanıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, böyle bir sonucu başka türlü yorumlama imkânı var mı? Yani haydi 1'incisi tesadüf, 2'ncisi tesadüf, 3'üncü, 4'üncü, 5'inci, 16, 17? Hepsi tesadüf olabilir mi, bu kadar olabilir mi? Olamaz, ve 18'inci stand-by düzenlemesinden yani AK PARTİ kadrolarının, AK PARTİ ekonomi yönetiminin uyguladığı ve sonuçlandırdığı bu düzenlemeden sonra hem enflasyon düşüyor hem borç ödeme sorunu ortadan kalkıyor hem yüksek oranlı büyüme sağlanıyor hem gelir dağılımı iyileştiriliyor hem reel ücretler ciddi olarak yükseliyor, yoğun bir sosyal program uygulamaya konuluyor, işsizlik azalıyor. Değerli arkadaşlar, şimdi, bütün bu gelişmeler, değerlendirmeler, biraz önce ifade etmeye çalıştığım gibi hiçbir şekilde tesadüf olarak değerlendirilemez.
Biraz önceki yapılan konuşmalarda bir arkadaşımızın "Bu 2002 programı dizayn edilirken, yani 18'inci stand-by düzenlemesi dizayn edilirken ben de görevdeydim, benim de katkım oldu." şeklinde bir ifadesi oldu. Arkadaşlar, kendi kendimizi kandırmayalım. Bakın, 19'uncusu hariç bütün düzenlemeler IMF'in standart şablonudur, bütün çatı IMF tarafından verilir ve Türkiye onu dizayn eder. Yani bunları söylemek zorunda kaldığım için kusura bakmayın ama söylemek mecburiyetindeyiz. Yoksa, öyle arkadaşlarımız tarafından dizayn edilmiş falan değil. Ana parametreler, ana hedef IMF tarafından verilir ve yetkililer de bunu uygulamak zorunda kalır. Yani, bunlar da zaten standart şablon programlardır. Öyle, hakikaten bizim kurmayların -geçmiş dönemlerde, onu söylüyorum- öyle bir ortam içerisinde zaten insanların böyle bir IMF'ye öneride bulunacak hâlleri kalmamış ki. Çok acil paraya ihtiyaçları var, bir an önce döviz bulmaları gerekiyor, bir an önce en ihtiyaç olunan malzemelerin ithalatı için acilen dövize ihtiyaç var. Böyle bir ortam içerisinde hangi hükûmet yetkilisi, hangi bürokrat IMF'e kendi şartlarını dikte ettirebilir ya da önerebilir ya da kabul ettirebilir, gerçekçi olmak lazım değerli arkadaşlar. Hatta öyle bir noktaya gelmişti ki, IMF'in uzmanları, bütün ekonomiyle ilgili bakanlıklarda en ücra köşelerde detaya nüfuz ediyorlardı ve müdahale ediyorlardı. Bunlar gerçeklerimiz bizim ve tam kırk yedi yıl boyunca böyle devam etti; kırk yedi yıl boyunca, kırk yedi yıl.
OKTAY VURAL (İzmir) - Sizin gerçeğiniz!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Türkiye'nin gerçeği.
OKTAY VURAL (İzmir) - Tecrübelerine binaen söylüyorsun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani, siz, o IMF uzmanları, gidin, o eski bakanlıklara bakın? Hatta bürokratlar bize gelip şikâyet ediyorlardı, hakikaten insanın ağrına gider arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz, geliyor bir uzman, diyor ki, bunu böyle yapacaksın, yönlendiriyor. Tabii, borç almak durumunda kalırsanız yapacağınız bir şey yok. İhtiyacınız varsa? "Borç alan emir alır." Bunu biz söylemiyoruz, atalarımız ne güzel söylemiş. Borç alan emir alır.
OKTAY VURAL (İzmir) - Aynen sizin yaptığınız gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Borcu, bakın biz aldığımızda -dönemi söylemiyorum- 23,5 milyar dolardı, şu anda herhâlde 5'in altına indi, 2013'te de inşallah tamamen kapatıyoruz. Yani, bizim emir almadığımızın en önemli göstergelerinden bir tanesi de budur. Biz emir almadık. Neden? Çünkü biz borç almadık arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Tabii, IMF'in ekonomik bir boyutu var, bir de siyasi boyutu var. Kırk yedi yıl boyunca, özellikle Türkiye'de sosyalistler, protest kesimler, hatta İslamcılar, milliyetçiler IMF'i hep protesto etti. IMF'i uluslararası sömürünün bir aracı olarak gördüler. 1980'li yıllarda, 70'li yıllarda "IMF defol" demeyen aramızda belki çok azdır, bilemiyorum yani.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - "Ücretleri dondurun" diyor, tabii diyecekler.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Özellikle sol cenahtan gelen arkadaşlarımız daha da yoğun bir şekilde "IMF defol, seni istemiyoruz, sen uluslararası sermayenin organısın" vesaire, buna benzer o kadar çok konuşuldu, o kadar döviz taşındı, sloganlar atıldı, protestolar yapıldı, kırk yedi yıl boyunca IMF'ye "Defol." denildi ama IMF gitmedi. Zaten IMF'yi çağıran hükûmetler yani IMF'yi çağıran hükûmetler. IMF, zorla "Gel, ben sana kredi vereyim, karşılığında şu şartları dayatayım." demiyor, ekonomiler kötü yönetildiği için IMF'ye gidilmek zorunda kalınıyor para bulmak için, biraz önce ifade ettim. Dolayısıyla, kırk yedi yıl boyunca IMF'ye "Defol." dediler, dedik. Defolmadı, gitmedi, kimse kurtulamadı IMF'den. 2008 yılının Mayıs ayında sessiz sedasız gittiler değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Allah aşkına, bakın, özellikle protest özelliği olan arkadaşlara söylüyorum, kırk yedi yıl boyunca IMF'yi Türkiye'den göndermek için geçmişte meydanlarda slogan atan arkadaşlara sesleniyorum: Kimse gönderemedi, hiçbir hükûmet gönderemedi?
MUHARREM İNCE (Yalova) - "Numan Kardeşim, IMF'yle konuşmamak gaflettir." Bu sözü hatırladın mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - ?yani onu gönderen ve ihtiyaç kalmadığı için gönderen Hükûmetin liderine bir teşekkürü çok mu görüyorsunuz? Hak etmiyor mu değerli arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buna üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum.
Şimdi, bu noktada?
MUHARREM İNCE (Yalova) - Başkanım, ağır tahrik var.
OKTAY VURAL (İzmir) - Yani sosyalizme?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hepsi için, hepsi için yani bugüne kadar "IMF defol." diyen ya da IMF'ye karşı içinde çok sıcak duygular beslemeyen herkes için söylüyorum, her siyasi parti için söylüyorum, her milletvekili arkadaşımız için söylüyorum, herkes için söylüyorum. Yani kırk yedi yıl kimsenin gönderemediği, gönderecek mantıklı, akılcı ekonomik politikaları uygulayamayan hükûmetlerden sonra, ihtiyacımız kalmadığı için gönderdiğimiz böyle bir tabloda yani bu tablonun ortaya çıkmasını sağlayan bu kadroya, elbette lideriyle birlikte bir teşekkür edilmesi gerekiyor. Buna gerçekten çok üzüldüm, bugüne kadar da hiç duymadım ama en azından bundan sonra yapabilirler.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, yokluk var ya! Yani hakikaten bu IMF'le ilişkiler, çok enteresan olaylar da yaşanıyor o dönemlerde. Yine, biraz önce bahsettim, 11'inci ve 12'nci stand-by düzenlemeleri rahmetli Ecevit döneminde yapılıyor. Şimdi, 11'inci stand-by düzenlemesi için dönemin ekonomi yetkilileri imzalayıp IMF'ye bir mektup gönderiyorlar, stand-by düzenlemesini gönderiyorlar, orada birkaç ifade var, onlar son derece önemli çünkü sonuç itibarıyla rahmetli Bülent Ecevit'in CHP'si sosyal demokrat, o söylemlerle hep öne çıkan, köylünün, işçinin, memurun yanında olduğunu söyleyen -hâlen de öyle- bir siyasi parti, bir organizasyon. Onunla ilişkili olduğu için son derece önemli görüyorum. Bakın, 1978 yılında IMF'ye gönderilen 11'inci niyet mektubunda ne diyorlar biliyor musunuz? Başka şeylerde yazıyorlar tabii. Ben önemli bulduğum iki tanesini söylüyorum 11'inci stand-by için. Orada diyor ki: "Ücret ve maaş artışları enflasyonun altında kalacaktır."
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Şimdiki gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Taahhütte bulunuyor hükûmet. Dönemin hükûmeti IMF'ye yazdığı mektupta taahhütte bulunuyor, diyor ki: "Ücret ve maaş artışları enflasyonun altında kalacaktır."
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Şimdiki gibi, şimdiki gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - İkincisi: "Tarım ihraç ürünlerinin destek fiyatları dünya fiyatlarına göre ayarlanacaktır." Bu kadarla da değil bakın arkadaşlar. Bir sonraki yıl yapılan 12'nci stand-by düzenlemesinde gönderilen mektupta da şunlar taahhüt ediliyor: "Buğday tarımına verilen sübvansiyonlar kaldırılacaktır?" Bunu söyleyen kim? Rahmetli Bülent Ecevit'in hükûmetinin ekonomi kurmayları. "?ve ayrıca kamu personel giderleri disiplin altına alınacaktır." Gerçekten bütün samimiyetimle söylüyorum: Allah hiçbir hükûmeti böyle bir noktaya getirmesin, böyle bir duruma düşürmesin. Düşünün, bakın, sosyal demokratsınız, işçiden yana olduğunuzu söylüyorsunuz, emekçiden yana, köylüden yana olduğunuzu söylüyorsunuz ama memurun, işçinin ücretini, çiftçinin parasını IMF'yle müzakere ediyorsunuz değerli arkadaşlar. Kolay bir durum mu? Zor bir durum. Allah yardım etsin, yani kimsenin başına da vermesin. (CHP sıralarından gürültüler)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya Canikli, nasıl bir cehalettir bu ya!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) - Açlık sınırının altında 600 bin liraya çalıştırdığın vatandaşa ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani ne diyeyim arkadaşlar, bu duadan başka elimden bir şey gelmiyor. Bırakın da samimiyetle bu duayı da edeyim. Yani, ondan yana herhangi bir problem yok.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Bugün senin yaptığın ne?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müzakerelerin sonuna yaklaşıyoruz. Gayet güzel tartışma yapıyoruz. Lütfen müdahale etmeyin, lütfen.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, AK PARTİ Grubu gayet uhuletle suhuletle bütün grupların konuşmacılarını dinledi, tek bir söz bile atılmadı değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Lütfen AK PARTİ Grubu gibi davranmaya sizi davet ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, arkadaşlar, bakın, sonunda IMF gitti. Bir ilginç nokta daha var. IMF giderken -isim vermeyeceğim, yani spekülasyon yapmak istemiyorum- bazıları dedi ki: "Ya ne yapıyorsunuz siz, IMF'yi gönderemezsiniz, aman yeni bir anlaşma yapın, acele 40 milyar dolar para bulun. IMF'yle yapılacak olan anlaşmanın gecikmesinden dolayı ortaya çıkacak muhtemel sıkıntıların sorumlusu siz olursunuz." diye eleştiriler geldi. Hiçbir şey olmadı ve krizin tam ortasında, dünyanın yaşadığı yüzyılın en büyük krizlerinden bir tanesinin tam ortasında gitti IMF ve o tarihten beri bir kuruş kaynak kullanmadık IMF'den değerli arkadaşlar. IMF'nin danışmanları Türkiye'ye gelip akıl vermiyorlar; Türkiye ekonomisini, Türk milletinin evlatları yönetiyor, Türk milletinin kaynakları yönetiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu borcu kimle yaptık o zaman biz? Borcun kaynağı değil miktarı önemli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, bakın, tabii çok şey söyleniyor ayrıntılı olarak ama bugün, ben özellikle daha global, daha genel şeylerden yola çıkarak bu değerlendirmeyi yapmaya çalışıyorum. Bunlardan bir tanesi, yine konuşuluyor, yolsuzluktan bahsediliyor vesaire. Şimdi, arkadaşlar, münferit tek tek olayların çok fazla bir anlamı yok, yani onları ifade etmek, oradan yola çıkarak değerlendirmeler yapmak bilimsel bir yaklaşım değil. Onun yerine, değerlendirme, rakamlarla bu işi ortaya koymak gerekir ve karşılaştırma yapmak gerekir.
Şimdi, bakın, Türkiye'de geçmişte ya da genel olarak her zaman diyelim, suistimallerin önemli alanlarından bir tanesi de kamu bankaları olmuştur, yani kamu bankaları üzerinden yapılmıştır. Nedir kamu bankaları? İşte, Halk Bankası, Vakıflar Bankası ve Ziraat Bankası, yani Vakıflar Bankasını biz bu çerçevede şeyden sayıyoruz, kamu bankası tanımına sokuyoruz.
Şimdi, bu açıdan da bir karşılaştırma yapmamız lazım, yani biraz önce dünyayla yaptık, Türkiye ekonomi tarihinde kısa bir gezinti yaptık, şimdi de bankalar üzerinden "Türkiye nasıl yönetiliyor?" sorusuna cevap bulmak için bir değerlendirme yapmamız gerekiyor.
Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, biz ekonomiyi devraldığımızda, Halk Bankasının toplam kredi miktarı 1 katrilyon 365 milyon lira, toplam o andaki kredi hacmi, toplam kredi rakamı. "Batak kredi." olarak nitelendirebileceğimiz takibe alınmış kredilerin miktarı da 1 katrilyon 300 milyon lira. Toplam kredi 1,3 katrilyon, 1 milyar 365 milyon lira; takibe dönüşen krediler 1 milyar 300 milyon lira, yani toplam kredilerin yüzde 95'i batak. Aynen böyle, resmî rakam. Halk Bankasının durumu bu.
Ha, buradan hemen şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yani böyle bir batak olabilir mi? Hiç mi bir bankacı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aynen öyle, bu rakamlar resmî rakamlar.
Buradan şu yanlış anlaşılmasın: Yani "Biz devraldığımızda 57'nci Hükûmet görevdeydi, bütün kabahat?" Öyle bir şey demiyorum, "Onlarındır." demiyorum. Bakın, Halk Bankasının takipteki kredilerinin yıllar itibarıyla artış oranlarını ben vermek istiyorum. Yani bunun, ta geçmişten gelen bir problem olarak, sadece bir Hükûmete mal edilemeyecek bir sorun olduğunu ifade etmek için söylüyorum. 1978 yılında Halk Bankasının takipteki kredilerindeki artış oranı yüzde 293; 1999'da yüzde 183; 2000'de yüzde 151; 2001'de 286. Evet, devam edeyim. Yüzde 95'i batak.
Şimdi, bu oran, dokuz yıllık AK PARTİ hükûmetleri sonucunda ne olmuş biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yüzde 2,9; evet, aynen öyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şu anda Halk Bankasının toplam verdiği kredilerin geriye dönüşü zorlaşanların -ya da kısaca "batak krediler" diyelim- toplam kredilere oranı yüzde 2,9 değerli arkadaşlar; yüzde 95'ten 2,9'a gelmiş. Sadece Halk Bankası değil, diğerleri için de geçerli.
Bakın, aynı şekilde Ziraat Bankası. 2002 yılında yine batak oranı yüzde 24 imiş.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Canikli, o Halk Bankası Genel Müdürüne sorun?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şu anda ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 1,25; yüzde 1,25'e kadar düşürülmüş. Aynı şekilde Vakıflar Bankasının yüzde 24,25'ten yüzde 3,69'a düşürülmüş değerli arkadaşlar ve AK PARTİ geldikten sonra verilen kredilerin yani 2003 başından itibaren verilen kredilerin geriye dönmeyenlerinin oranı da yüzde 2'nin altında değerli arkadaşlar; sektörün ortalamasının da bir hayli altında bu rakam.
Ne demek bu? Bu ne anlama geliyor, nasıl yorumlamak gerekir?
Önce AK PARTİ dönemine ilişkin olarak yorumlamak gerekir. Demek ki kesinlikle siyasi amaçlı, bankalara, kamu bankalarına kredi vermeleri için baskı yapılmıyor. Bu anlama geliyor.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - O kanunu biz çıkarttık.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, arkadaşlar, dizayn önemli yani karar önemli çünkü zaman zaman deniliyor ki: "2001 yılında, 2002 yılında, efendim, uyguladığınız programı biz dizayn ettik."
Arkadaşlar, örneklerini verdim 17 defa. Yani elbette alınan kararların doğru olması gerekir ama alınan karalardan önce uygulama son derece önemli. Yani 17 kez alınmış kararlar? Bunların hepsi doğru kararlardı baktığınız zaman, hepsi de IMF'nin aldığı kararlardı, 2002 yılındaki 18'inci stand-by düzenlemesi dâhil. Dolayısıyla, demek ki AK PARTİ döneminde kamu bankaları üzerinden en ufak bir suistimal, bir yanlışlık, bir yolsuzluk söz konusu değil. Bu tablonun gösterdiği, bu rakamların gösterdiği gerçek bu. (MHP sıralarından gürültüler) Ne söylerseniz söyleyin bunu inkâr edemezsiniz arkadaşlar. Öyle bir şey olsa bu kredi batar yani eğer eş, ahbap, dost işi olsa, tıpkı geçmişte olduğu gibi? Geçmişte niye battı? Çünkü açıyordu siyasetçi ve talimatla kredi verdiriyordu? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, rica edeceğim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - ?eşine, dostuna.
BAŞKAN - Sayın Canikli, bir dakikanızı rica edeceğim.
Sayın Hatibin konuşmasını vatandaş dinliyor ama laf atanın ne söylediğini vatandaş dinlemiyor. Onun için bu laf atmaların pratikte size de faydası yok, hiçbir şeye faydası yok. Müzakerelerin?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Biz doğruyu söylüyoruz.
BAŞKAN - Sayın Valim, siz valilik yaptınız, öyle oturduğunuz yerden konuşmak var mı?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Biz doğruyu söylüyoruz. Tüm esnafa verilen kredi kadar bir gruba kredi verdiniz niye söylemiyorsunuz?
BAŞKAN - Bak, rica edeceğim. Sayın Serindağ, bakınız, isminizi telaffuz ederek ikaz etmek mecburiyetini duyuyorum.
ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Sayın Başkan, hoş geldiniz?
BAŞKAN - Ön sıraya oturup laf atmak yok. Doğru bir şey de değil, yakışmıyor da bize. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Arka sırada atılabilir mi o zaman?
BAŞKAN - Onun için, lütfen, Hatibin sözünü kesmeyin, müzakerelerin sonuna geldik. Eğer sizi ilgilendiren bir yanı varsa Grup Başkan Vekilleriniz zaten konuşur, onun için lütfen, iyi götürüyoruz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, arkadaşlar, yani tekraren söylemekte fayda var: AK PARTİ döneminde kamu bankalarında en ufak bir ayrımcılık, özel bir kredi kullanımı, talimatla kredi kullanımı, suistimal, yolsuzluk kesinlikle olmamıştır. Olsaydı bu tablo böyle olmazdı, olsaydı devraldığımız tablo gibi olurdu değerli arkadaşlar. Bunu herkesin görmesi ve kabul etmesi gerekiyor.
Şimdi, bakın fakir fukaradan herkes söz ediyor. Herkes ne kadar fakir fukara dostu olduğunu, fakir fukarayı ne kadar çok sevdiğini söylüyor, ifade ediyor. Şimdi, tabii, lafla olmuyor arkadaşlar yani hükûmetler icraatlarını bütçe uygulamalarıyla ortaya koyarlar. Yani bütçe yoluyla millî gelirin aşağı yukarı yüzde 25'e yakın kesimi toplanır tekrar dağıtılır. Dolayısıyla, politikaları gerçekleştirmek için çok önemli araçlardan bir tanesidir bütçe bu yönüyle. Dolayısıyla, istediğiniz kadar konuşun: "Ben, şöyle fakir dostuyum. Ben, şöyle, işte, fakirleri seviyorum?" Arada bir fakir ailelerine danışıklı dövüş olarak gitmek falan? Bunların çok fazla bir önemi yok. Ha, bunlar da güzel şeyler ama başka icraatla desteklenmesi gerekir. İcraatla desteklenmediği takdirde sadece bu söylemler siyasi söylemlerin malzemesi olmaktan öteye gidemez.
Şimdi, peki, nasıl anlayacağız? Gerçekten, siyasi iktidarların, hükûmetlerin, fakir fukaranın dostu olup olmadığını ya da toplumun hangi kesimini daha çok sevdiğini, hangi kesimine daha çok önem verdiğini anlamamızın tek bir yolu var: Bütçe rakamlarına bakacağız değerli arkadaşlar, bütçe rakamlarına bakacağız. Eğer bütçeden hangi kesime daha çok pay aktarmışsa, o kesimi seviyor, öyle değil mi? Hangi kesime az aktarmışsa, o kesimi sevmiyor. Onun için, bütçe rakamlarına bakacağım ve yine, o hassasiyet nedeniyle 1998 bütçesinden başlayacağım yani 2002'ye takılıp kalmamak açısından.
Bakın, 100 liralık bütçe düşünün. Toplam 100 liralık bir harcama söz konusu 1998 bütçesinde. Yaklaşık 25 lirası personel harcamalarına gidiyor, 40 lirası faize aktarılıyor -100 liralık bütçenin, toplam- yatırıma 6,4 lira gidiyor, tarıma 1,2, diğerlerine de 28 gidiyor, 1998? Aşağı yukarı 2002 bütçesine baktığımızda benzer bir tablo ortada yani personel harcaması yüzde 20, yatırım harcamaları yüzde 6 diyelim, tarıma destek 1,62, faiz ödemeleri 44,7 -yüzde 45- sosyal güvenlik yüzde 9,7.
Şimdi, biraz önce söylediğimiz çerçevede bu rakamları değerlendirdiğimizde şu görülüyor: Yani bu bütçeyi uygulayan Hükûmet faizcileri yüzde 40 oranında seviyor veya yüzde 50 oranında seviyor. Efendim, sosyal güvenliği, sosyal güvenlikten pay alan kesimleri yüzde 9,7 oranında seviyor. Öyle arkadaşlar yani kusura bakmayın. Lafın çok fazla bir anlamı yok, icraata bakacağız; laf değil, icraat.
Şimdi, baktığınız zaman 2002'ye, yaklaşık, 98 de öyle, aşağı yukarı öncekiler de öyle. Yalnız, bir hakkı teslim etmek gerekiyor. 90'lı yıllardan itibaren bütçe içerisindeki faiz oranı sürekli artmaya başlamış, bir yıl hariç, 1997 yılı. 1997 yılında Hükûmet faiz harcamalarında çok ciddi düşüş sağlayabilmiş, ondan sonra tekrar artmaya devam etmiş. Bunu, burada belirtmekte fayda var. 115 milyar liralık bütçenin 52 milyar lirası faize gidiyor.
Şimdi, faiz kime aktarılıyor? Faiz sermaye sahibine aktarılıyor, parası olana aktarılıyor. Düşünün bir bütçenin, 100 liralık bütçenin? Faiz geliri elde edenlerin önemli bir bölümü de 100 bin kişi değerli arkadaşlar, toplam sayısı 100 bin kişi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Evet, ek sürenizi veriyorum Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bu tablo şudur değerli arkadaşlar: Bütçenin aşağı yukarı yarısı 100 bin kişiye, yarısı da 74 milyon insana. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Yani böyle bir taksimi kurt bile yapmaz değerli arkadaşlar.
Şimdi siz söyleyebilir misiniz yani biz fakirin fukaranın dostuyuz, biz memurun, işçinin dostuyuz demenin anlamı var mı yani ya da bu rakamlar karşısında çok geçerli bir iddia mı değerli arkadaşlar? Kim inanır buna, kim inanır? Hiç kimse inanmaz.
Yani buradan şunu anlıyoruz ki, bizden önceki hükûmetlerin ortak özelliği, sermaye sahiplerini seviyorlar, faiz geliri elde edenleri seviyorlar ama işçiyi sevmiyor, köylüyü sevmiyor, memuru sevmiyor, fakiri sevmiyor. Rakam bu. Yani bunu söylediğimiz zaman da arkadaşlarımızın bundan rahatsız olmamaları gerekiyor çünkü tamamen rakamları gösteriyoruz.
Şimdi, bakın, biraz önce 100 liralık bütçenin 2002'deki dağılımını verdim. Bir de 2011'deki gerçekleşen rakamlar itibarıyla söylüyorum: Personel giderleri -rakamlar revize edildi- 18'den 27,6'ya çıkmış, sosyal güvenliğe bütçeden aktarılan -100 lira üzerinden- oran 9,3'ten 16,8'e çıkmış, mahallî idarelere aktarılan para 6,6'dan 7,8'e çıkmış, yatırıma aktarılan oran 6,6'dan 11,3'e çıkmış, tarıma aktarılan oran 2,5'tan -geniş tanımıyla,dolaylı rakamlar dâhil- 3,3'e çıkmış, faize aktarılan rakam 44,7'den 13,6'ya düşmüş. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Bu tablonun gösterdiği gerçek şu: Biz memurlarımızı seviyoruz. Gerçekten seviyoruz. Yüreğimizle seviyoruz. Sadece siyasi malzeme konusu yapmak için değil. Neden? Çünkü bütçeden aktardığımız payı, bunlara verdiğimiz payı artırmışız. Seven öyle yapar değerli arkadaşlar. Seven daha çok kaynak aktarır bütçeden. Öyle değil mi? Öyle. Biz de öyle yapıyoruz.
Bakın, emeklilerimizi de biz seviyoruz. Neden? Daha önce bütçeden emeklilere verilen pay 9,3'ten 16,8'e çıkmış. En az 2 kat. Bizden öncekilerden en az 2 kat daha fazla seviyoruz emeklilerimizi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Keza mahalli idarelere yatırımları da seviyoruz. 6,6'dan? Oran, bakın rakam değil, bu oran, miktar, yani 100 liralık bütçeden verilen pay. 6,6'dan 11,3'e çıkarmışız. Biz çiftçimizi de seviyoruz.
Değerli arkadaşlar, bütçedeki payı yüzde 2,5'ken 3,3'e çıkarmışız, yüzde 50'den fazla artırmışız. Çiftçimizin bütçeden aldığı payı yüzde 50'den fazla artırmışız. Yani siz mi daha çok seviyorsunuz, biz mi daha çok seviyoruz? Elbette biz seviyoruz çünkü biz daha çok kaynak aktarmışız. Yani hem kaynak aktarmayacaksın hem paraları faiz geliri elde edenlere aktaracaksınız, ondan sonra diyeceksiniz ben çiftçiyi seviyorum, ben emekliyi seviyorum, ben memurun dostuyum. Kusura bakmayın, buna ben de inanmıyorum, hiç kimse de inanmaz.
Peki, kimi sevmiyoruz değerli arkadaşlar? Faiz geliri elde edenleri sevmiyoruz biz. Neden? 2002 bütçesinin yarısı aktarılıyordu. 13,6'ya kadar düşürmüşüz arkadaşlar, 13,6'ya kadar düşürmüşüz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Dünyada faiz düştü. Böyle bir şey yok ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, dünyada artıyor. Yüzde 80'den aşağı olan yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Dünyada faizde yüzde 0'dır, libor.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Borç itibarıyla ve elbette faiz ödemeleri de buna göre sürekli yükseliyor Avrupa'da. Aynen onlarda yükseliyor. Rahat olun o yüzden.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ali Babacan'a sorun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, dolayısıyla arkadaşlar, yani buradaki dostu düşmanı -düşman derken tabii mecazi anlamda söylüyorum- vatandaşlarımız, gerçek anlamda hangi iktidarın, hangi hükûmetin kendilerinin yürekten dostu olduğunu sanıyorum zaten hissediyor, yaşıyor, Emeklimiz onu hastaneye gittiği zaman görüyor, genç kardeşlerimiz okula gittiği zaman yaşıyorlar. Annelere aktarılan para?
Özürlüler, bakın, özürlüler?Çok ilginçtir mesela, bizim 2003 ya da 2004'ten önce? İlk uygulaması 2004'te başladı yanlış hatırlamıyorsam. Özürlü vatandaşlarımıza 2004'ten önce aktarılan bir kuruş para yok arkadaşlar, bir kuruş. Ya ondan önce hiç özürlü yok muydu bu memlekette, özürlü vatandaşımız yok muydu? Biz aktarmışız.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - "Engelli" Sayın Canikli.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Canikli "engelli" diye kullanırsanız kavramı daha iyi olur.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - 2011 yılında 3,2 katrilyon lira para aktarmışız arkadaşlar. Yani bunlara da baktığınız zaman bunların ayrıntılı hesapları da var.
Şimdi, bir an şöyle düşünün: 2002 bütçesi, devraldığımız bütçe itibarıyla söylüyorum. Aynı faiz oranı, yüzde 44'lük oran veya yüzde 45'lik oran, 2011 bütçesinde aynen muhafaza edilmiş olsaydı yani bu oranı ne kötüleştirip ne iyileştirmiş olsaydık ödememiz gereken faiz miktarı ne kadardı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yani aynı oran korunmuş olsaydı tam 140 katrilyon lira 2011 bütçesinde faiz ödememiz gerekecekti. Bizim ödediğimiz faiz de 42,6 milyar lira. Yani sadece faizden tasarruf edilen, bir yılda tasarruf edilen rakam 97,4 milyar lira. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bazı arkadaşlar soruyorlar, diyorlar ki: "Efendim, özelleştirmeden şu kadar gelir elde ettiniz, şuradan şu kadar elde ettiniz, faizden bu kadar tasarruf?" Dokuz yılda 313 milyar lira faizden elde ettiğimiz tasarruf bu yolla, 313 katrilyon lira. "Bunları nerede kullanıyorsunuz?" diyorlar. Hemen söyleyelim, bakın değerli arkadaşlar: Dokuz yılda yatırıma 173 milyar lira aktarmışız, tarıma 56 milyar lira yani katrilyon aktarmışız, sosyal güvenliğe 310 katrilyon lira aktarmışız, sağlık harcamalarına 253 katrilyon lira aktarmışız, eğitim harcamalarına 269, personel harcamalarına 470, sosyal yardımlara 77 milyar lira aktarmışız. Sosyal yardımlara bir yılda 16 milyar lira. 2002 bütçesinde ayrılan rakam sadece 1 milyar lira, tam 16 kat neredeyse değerli arkadaşlar, 16 kat. Yani biz fakir fukarayı, garip gurabayı sizden en az 16 kat daha fazla seviyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu nasıl bir mantık ya?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aynen öyle yani hakikaten hayret. Ben söylemiyorum bunu. Rakamlar yalan söylemez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Canikli, verdiğim ek süreniz de doldu.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür etmek için?
BAŞKAN - Sadece Genel Kurulu selamlamak için mikrofonu açacağım. Nasıl olsa Grup Başkan Vekili olarak kalan görüşlerinizi bu kürsüden sıkça ifade etme imkânınız olacaktır. Sadece selamlamak üzere?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin inşallah ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.