GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİNİN SU İHTİYACININ KARŞILANMASINA İLİŞKİN HÜKÜMETLERARASI ÇERÇEVE ANDLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:47
Tarih:04.01.2012

MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle grubumuz ve şahsım adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konuya geçmeden önce önemli bir hususun altını çizmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin kalbidir. Burası esip gürlemek, saçıp savurmak için uygun bir yer değildir. Herkesin her düşüncesini özgürce dile getirebildiği bir yerde gerilim gereksiz bir metadır. Eskilerin "Muktezayı hâle mutabakat sağlamak." dedikleri bir üslup vardır. Bu kürsüye o üslup yakışır. Bu kürsü ucuz kahramanlık, meydan okuma, tehdit, şantaj kürsüsü değil, milletin sorunlarına çözüm bulma kürsüsüdür. Siyaset ile ahlak iki ayrı kavramdır ama bu iki kavram da birbiriyle bütünüyle ilgisiz değildir. İdeal olanı siyaseti ahlakileştirmektir. Unutulmamalıdır ki siyaseti ahlakileştiremeyenler sonunda ahlakını siyasallaştırmak zorunda kalırlar. İktidar hiçbir eleştiriyi kabul etmemek, muhalefet her şeyi eleştirmek değildir elbet. Türkiye Büyük Millet Meclisi de söz yemek, söz yedirmek ya da söz gezdirmek yeri hiç değildir. Hepimiz büyük Türk milletine karşı sorumlulukları olan insanlarız. İktidarı ve muhalefetiyle halkın karşı karşıya olduğu yoksulluğu, haksızlığı, hastalığı, işsizliği, çaresizliği gömmek için el birliği, fikir birliği ve güç birliği etmemiz gerekir. Büyük bir kültürün evladı olmanın zorunlu sonucudur bu. Alkış şaşırtır, övgü unutturur, kutsamak mahveder. Üçünden de kaçınmak gerekir. Asıl olan birliktir, beraberliktir, el birliğidir, güç birliği yapmaktır, afra tafra yapıp saçıp savurmak değildir.

Değerli milletvekilleri, unutmayalım ki, yalnız milletin değil, tarihin de gözleri bu yüce Meclisin üstündedir. Sorumluluğumuz büyük, sorunlarımız da zorludur. Bu vesileyle, bu kürsüden Türk milletini küçümseyen, "Siz kimsiniz?" gibi haddini aşan sözler edilmektedir. Bu sözleri söyleyenlerin hem varlıklarını hem de bu sözleri söyleyebilme özgürlüklerini borçlu oldukları Türk milletini ve "Türk" kavramını bu vesileyle açıklamak istiyorum: Türk, Ötüken'de Kültigin Anıtı, Edirne'de Selimiye mabedi, Konya'da Mevlânâ Mesnevi'si, Türkistan'da Yesevi'nin Hikmet'i, Balasagunlu Yusuf'ta Kutadgubilig, Altay'da yere çakılmış balbal, Uluğ Bey'de uzaya gözünü dikmiş rasathane, Kaşgar'da Mahmut'un yazdığı lügattir. Türk, Malazgirt'te Alparslan'ın giydiği kıyamet gömleği, Eskişehir'de Yunus'un söylediği ilahi, Siriderya kenarında Korkut Ata'nın çaldığı kopuz, Bayburt'ta Genç Osman'ın, Viyana'da Kara Mustafa Paşa'nın duyduğu hırstır. Türk, İstanbul'un burçlarında dalgalanan Ulubatlı Hasan ihtirası, Diyarbakır'da ise Ziya Gökalp'tır. Hülasa Türk, Karaman'da Mehmet Bey'in yayınladığı "Türkçe konuş!" fermanı, Haliç önlerinde "Ya o beni, ya ben onu alacağım." diyen Sultan Mehmet kararlılığı, Sarıkamış'ta donan 90 bin şehit, Maraş'ta Sütçü İmam'ın namusu, Antep'te Şahin Bey'in "Cesedimi çiğnetmeden Antep'i çiğnetmem!" andı, Erzurum'da Nene Hatun'un cüreti, İzmir'de düşmana Hasan Tahsin'in sıktığı kurşun, Çanakkale'de Atatürk'ün "Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!", Kocatepe'de ise "İlk hedefiniz Akdeniz'dir." emrini veren iradenin adıdır ve Türk, nerede ezilen, itilen, örselenen, hırpalanan, horlanan halk varsa, ona kucağını açan ve bağrına basan bir milletin de adıdır. Daha öz bir deyişle, Türk milleti Anadolu'ya kovulan, sürülen ve saldırıya uğrayan halklar için Anadolu'yu ana rahmine çeviren bir kültürün adıdır. Bu milletin merhametini kimse zaaf olarak görmesin, ağır başlılığını da hantallık zannetmesin.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bütün ülkeler gibi kendi fırsat, imkân, tehdit ve risk eksenine oturmuş, özgün, istikrarlı, ısrarlı ve tutarlı bir stratejisinin olması gerekir. Millete ve çıkarlarına özgü tehdit ve fırsat algılamaları ancak millî stratejiler ekseninde düşünülebilir. Eğer bir ülkenin millî stratejisinin ne olduğu belli değilse millî çıkarlarının ne olduğu da belli değildir.

Kıbrıs, Türkiye'nin millî, siyasi, stratejik konseptinin mihverinde olan bir coğrafyayı temsil etmektedir. Kıbrıs, Türk dış politikasının en stratejik ve en hassas yanıdır. Kıbrıs, Türkiye açısından orada yaşayan 250 bin Türk'ün varlığının korunması, Türkiye'nin güneyden kuşatılmaması, Kazakistan, Hazar, Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak petrollerinin İskenderun Körfezi çıkışını kapatarak tehdit etmemesi ve Yunan Megalo İdeası'nın durdurulması gibi bir yığın ilave sebepten dolayı hayati bir öneme sahiptir. Kıbrıs, Türk milletinin uzun yıllardır süren içe büzülme, manevi ve tarihî olarak geri çekilme duygusuna karşı çıkışın simgesel de adıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle Türkiye arasında anlaşmayı bu bağlamda irdelemek ve ele almak gerekir. Diğer yandan, Kıbrıs, yalnız Türkiye için değil İsrail ve diğer Orta Doğu ülkeleri için de hayati önemi haiz bir coğrafyadır.

Bu bağlamda, Kıbrıs'ın stratejik önemini vurgulayan tarihî bir olayı burada hatırlatmak yararlı olacaktır. Zamanın İngiltere Başbakanı Anthony Eden, 1956 Süveyş operasyonunda İngiltere'nin başarısız olma nedenlerinden birisini, Kıbrıs yerine Süveyş'e bin mil uzaklıktaki Malta'dan deniz desteği sağlamak zorunda kalınması olarak ifade etmiş ve açıklamıştır. Küresel güçler için Orta Doğu'ya etkinlik ve nüfuz aktarmanın önemli bir merkezidir Kıbrıs. Enerji yollarının güvenliği, Orta Doğu petrolünün dünya üzerinde düzenli akışı Kıbrıs'la yakından alakalıdır. Kıbrıs Türkiye açısından bir güvenlik sorunu olmanın da ötesinde, aynı zamanda stratejik ve jeopolitik bir sorundur. Kıbrıs'tan bahsederken bir yandan Doğu Akdeniz'den, diğer yandan Orta Doğu ve öbür yandan da Türkiye-AB ve Yunanistan ilişkilerinden de bahsediyoruz demektir. Orta Doğu'da potansiyel olarak tek bir jeostratejik kuşağın parçası olan Kıbrıs, Arap-Müslüman bölgesinin de hemen yanı başında, stratejik anlamda ileri karakol olarak dünyanın ana karasının merkezinde bir uçak gemisi niteliğindedir. Kıbrıs'ı kontrol eden güç, Türkiye'den Mısır'a, Suriye'den İran'a uzanan bölgeyi kontrol edecek imkâna sahip demektir. Kıbrıs Türkiye'ye 65 kilometre, İsrail'e 267 kilometre, Yunanistan'a 965 kilometre mesafededir. Kendisine 965 kilometre uzaklıkta olan bir adaya Yunanistan'ın gösterdiği ilgi bu bağlamda dikkate değerdir. Bunun nedeni olarak, Yunanistan'ın tarihî hedef ve yönelişlerine bir göz atmak zaruri oluyor. Bilindiği gibi, Yunanistan Megalo İdea'sını gerçekleştirmek için geçmişte Kırım Savaşı'ndan, Balkan Savaşı'ndan, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'ndan yararlanmıştır. Bugün de sık sık Yunanlı liderler Kıbrıs'ı "Yunan adası" Ege'yi de "Yunan gölü" olarak niteleyen konuşma ve değerlendirmeler yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan 1974 yılına gelinceye kadar, Yunanistan Türkiye ile çıkardığı her ihtilaftan kazançlı çıkmıştır. Yunanistan Türkiye'ye karşı ne kadar uzlaşmaz, anlaşmaz, hırçın, asi ve saldırgan olmuşsa o ölçüde Batılılar tarafından değerlendirilmiş ve ödüllendirilmiştir. Bu nedenle, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi tarihî bir milattır. Anlaşmazlıkların derinliğinde de biraz bu olgu vardır.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti genç bir devlettir. Kıbrıs Rumlarının ortak devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluş sözleşmesine uygun davranmamaları sonrasında, Türkiye'nin uluslararası anlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanmasının sonucunda bu devlet ilan edilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildikten sonra, Rumlar Kıbrıs'ın tek yasal devleti olarak kendilerini Avrupa Birliğine ve dünya kamuoyuna kabul ettirmişlerdir. Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum yönetimini her şeye rağmen tam üye olarak almış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne de yasa dışı bir oluşum muamelesi yapmıştır ve yapmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uzun yıllardır Rum ve müttefikleri tarafından haksız ve insafsız bir ambargo altında tutulmuş ve hâlâ tutulmakta, ekonomik, ticari, siyasi ve sosyal baskıya muhatap kılınmaktadır.

Türkiye kaynak yönünden Yunanistan'dan 6 defa daha büyük, ekonomik ve askerî güç olarak da yaklaşık Yunanistan'ın 2,5 katıdır. Yunanistan coğrafi bakımdan dağınık olmasına karşın Türkiye coğrafi bakımdan da derli topludur. Yunanistan bugün ekonomik yönden kriz ve sosyal yönden de kaos içinde bulunmaktadır. Buna rağmen Kıbrıslı Rumlar Yunanistan ile iş birliği yaparak, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle gerilim içinde bulunmasından yararlanarak, Kıbrıs'ın güneyinde doğal gaz arama ve çıkarma faaliyetlerine başlamışlardır. Kıbrıs Türk tarafı da karşılıklılık temelinde ana vatan Türkiye ile benzer bir anlaşma yapmıştır. Rum yönetimi tarafından atılan adımları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Türkiye'yle birlikte eşdeğer adımlar atarak cevaplandırmak durumunda kalmıştır. Piri Reis ve ardından da diğer bazı Türk gemilerinin bölgede sismik araştırmaları simgesel de olsa bir biçimde devam ediyor. Rumların tek yanlı provokasyonları bölgede alabildiğine sürmektedir. Bu arada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Güney Kıbrıs Rum Lideri arasında Kıbrıs sorununun çözümü için sonu gelmez görüşmeler de sürüyor.

Değerli milletvekilleri, Türk dış politikasında Kıbrıs, turnusol kâğıdı rolü oynayan bir kavramdır. Bir zamanlar Londra ve Zürih anlaşmalarıyla garantör ülke Türkiye'ydi. Bu anlaşmalara göre, Türkiye'nin onayı olmadan Kıbrıs uluslararası bir kuruluşa üye olamazdı. Bugün, Kıbrıs Rum kesiminin onayı olmadan Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği söz konusu olamıyor. Rumlar bugün Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini veto eder, bloke eder hâle gelmiştir. Millî bir dava olan Kıbrıs konusunda izlenen yanlış politikanın bundan daha açık bir göstergesi olamaz. Bu aşamaya nasıl gelindiği de üzerinde durulması gereken bir husustur.

Bilindiği gibi, Kıbrıs'ın kendisi ilgili taraflar arasında başlı başına bir sorundur. Böyle bir sorunun Türkiye'yle Yunanistan ilişkilerinin, Türkiye-AB ilişkilerinin, gümrük birliği anlaşmalarının, Türkiye'nin AB'ye aday ülke ilan edilmesinin ya da Türkiye'nin AB'yle imzaladığı Katılım Ortaklığı Belgesi'nin aracı olmaması gerekirdi. Bilindiği gibi, Zürih ve Londra anlaşmalarında Kıbrıs'ta üç garantör ülke vardı; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan. Avrupa Birliği, sorunun çözümlenmesi süreci bağlamında aşama aşama konuya müdahale ederek âdeta dördüncü garantör ülke konumuna gelmiştir. 1995 yılında Türkiye'yle Avrupa Birliği arasında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması da bu anlaşmalardan birisidir. Nitekim zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Cook "Türkiye Kıbrıs ile müzakerelerin açılmasını 1995'te kabullendi, Gümrük Birliği de bu bağlamda gerçekleşti." demiş idi.

2000'li yıllarda Türkiye ile AB arasında imzalanan Katılım Ortaklığı Belgesi'yle Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye'nin AB üyeliği için kısa vadede siyasi kriter olduğu ilan edildi. Zamanın Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu, "Helsinki kararlarıyla Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunları Avrupa Birliğinin sorunu olmuştur." şeklinde bir de talihsiz açıklama yaptı.

Kıbrıs meselesi AKP İktidarının iş başına gelmesiyle ilginç bir seyir izlemiştir. Başbakan Erdoğan Kıbrıs meselesini "Kırk yıldır çözülmeyen sorun" olarak değerlendirmiştir. Kıbrıs sorununu, Denktaş'ın uzlaşmaz tutumu ve çözümsüzlüğü çözüm olarak görmesinin sonucu olduğu iktidar yetkilileri tarafından sık sık iddia edilmiştir. AKP İktidarı Kıbrıs sorununu "Denktaş sorunu" olarak ele almıştır. Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş'ın görevden ayrılmasından sonra yerine Kıbrıs'ta "yes be annem"ci Mehmet Ali Talat getirilmiştir.

Bu dönemde AKP'nin Kıbrıs politikası dört sloganla ifade edilir hâle gelmiştir: "Komşularla sıfır sorun", "kazan-kazan modeli", "bir adım önde olmak", "Yes be annem!"

İlk aşamada, AB'nin yoğun baskısı altında, Annan Planı'nı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye'nin etki ve telkinleriyle, "Yes be annem!" yaygaraları altında kabul etmiştir. Kıbrıs Türk tarafının kabulüne karşılık, Rum tarafı bu planı reddetmiştir. Rumlar, bu tavrıyla, Türklerle bir arada yaşamak istemediklerini bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Buna rağmen, Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bütün Kıbrıs'ın tamamını temsil etmesini doğal ve meşru ilan etmiştir. Avrupa Birliği, tek başına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni tam üye olarak bütün Kıbrıs'ı temsil edecek bir statüyle üyeliğe alması yetmiyormuş gibi, bu defa da Türkiye'ye "AB üyesi bir ülkeye limanlarını aç." baskısını yapmaya başlamıştır. Bütün bunlara karşın, Mehmet Ali Talat'ın yönetiminde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir yandan Rumlara jest yapıp kapı açarken, sürekli barış talep eden taraf görüntüsü içerisinde inatla da görüşmeleri sürdürmüş ve bugün gelinen noktada, orta yerde, öylesine durmaktadır.

İdealizm, ahlak ya da felsefeden entelektüeller etkilenir ancak diplomatlar, tartışılır konu olarak gerçekleri, sürdürülebilir olguları ve mümkün olabilenleri irdelerler. Masada oturan diplomatlar, tumturaklı cümlelerden daha çok, masaya düşen güç ya da güçlerin gölgesiyle ilgilenirler. "Ya AB'ye üyelik ya Kıbrıs", "Ya gümrük birliği ya Kıbrıs", "Ya taviz ya ambargo" denklemlerini kuranlar, Türkiye çıkarını esas alan yaklaşım içinde olmamışlardır.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, nesillere bilinç, ruh ve mana veren davalar vardır. Bu davalar halkları millet yapar, bir arada tutar, ideal kazandırır ve onları bir anlam sahibi eder; nesillere ruh, yurttaşlara da istikamet gösterir. Kıbrıs böyle bir davadır; Kıbrıs, Türkiye için aynı zamanda millî, dinî, insani ve ahlaki bir davadır; Kıbrıs, fiyatı olmayan, maliyeti hesaplanamayacak kadar büyük olan bir davadır. Hiçbir maliyet-fayda analizinin Kıbrıs için anlamı yoktur. Kıbrıs, Türkiye açısından, tarih bakımından zorunlu, jeopolitik bakımdan olmazsa olmaz, siyasi anlamda da tartışmasız bir coğrafyadır.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni stratejik olarak güçlendirmenin yolu stratejik unsurlar yönünden Kuzey Kıbrıs'ı güçlendirmekten geçmektedir. Kıbrıs için stratejik iki unsur vardır: Bunlardan birisi enerji ise diğeri de sudur.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yarı kurak iklime sahiptir. KKTC için suyun önemi hayatidir. KKTC'de içme ve kullanma suyunun tamamı yer altı su kaynaklarından sağlanmaktadır. Yer altı suları da hızla tuzlanmaktadır. Bu yüzden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin su sorunu her şeyden daha öncelikli bir konuma gelmiştir.

Bir süre önce Rumların Evangelos Florakis donanma üssünde meydana gelen patlama, Güney Kıbrıs'ın elektrik ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan Vasiliko elektrik santralini devre dışı bırakmıştı. Güneyin genelinde elektrik kesintisi yaşanması nedeniyle Rum yönetimi, elektrik enerjisi açığının bir kısmını Türk tarafından karşılamak zorunda kalmıştır. Bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne her anlamda ciddi bir prestij sağlamıştır.

Kıbrıs Barış Suyu Projesi'nin hayata geçirilmesi için düğmeye basılması ve anlaşma yapılması Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin elini daha da güçlendirmiştir. Zira yarı kurak ikliminden dolayı nehir ve dere gibi doğal su kaynaklarına sahip olmayan Ada, boru hatları ile taşınacak suya can suyu kadar önem vermekte ve ihtiyaç duymaktadır.

KKTC'nin ekonomik alanda atacağı adımlarla uluslararası kamuoyu nezdinde farklı bir Kuzey Kıbrıs imajı oluşturabilecektir. Ada'daki asimetrinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti lehine bozulması, Birleşmiş Milletlerin temel parametreleri çerçevesindeki kalıcı bir çözüm için de gerekli unsurlar arasındadır.

Bu anlaşmayla hem Türkiye Cumhuriyeti tarafından hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından kara yapıları ve boru hattı vasıtasıyla gerçekleştirilecek deniz geçişinin inşası Türkiye tarafından yapılacaktır. Kara yapıları ile deniz geçişli boru hattının ve proje kapsamında inşa edilen tüm tesislerin mülkiyeti, inşanın başlandığı andan itibaren Türkiye Cumhuriyeti'ne ait olacaktır.

Her anlamda yararlı ve stratejik bir anlaşmadır. Her iki ülkeye de hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yeniçeri.