| Konu: | 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 48 |
| Tarih: | 05.01.2012 |
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
"Vurulmuşum!
Dağların kuytuluk bir boğazında,
Vakitlerden bir sabah namazında,
Yatarım,
Kanlı, upuzun.
Vurulmuşum!
Düşüm, gecelerden kara,
Bir hayra yoranım çıkmaz.
Canım alırlar ecelsiz,
Sığdıramam kitaplara,
Şifre buyurmuş bir paşa,
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız.
Ölüm buyruğunu uyguladılar.
Mavi dağ dumanını,
Ve uyur uyanık seher yelini,
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar,
Koynumuzu usul usul yoklayıp
Aradılar.
Didik didik ettiler.
Kirmanşah dokuması al kuşağımı,
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler.
Hepsi de armağandı Acem elinden.
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız.
Karşıyaka köyleri, obalarıyla,
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu.
Komşuyuz yaka yakaya,
Birbirine karışır tavuklarımız.
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan,
Pasaporta ısınmamış içimiz.
Budur katlimize sebep suçumuz.
Gayrı eşkıyaya çıkar adımız,
Kaçakçıya,
Soyguncuya,
Hayına...
Kirvem hallarımı aynen böyle yaz.
Rivayet sanılır belki,
Gül memeler değil,
Domdom kurşunu,
Paramparça ağzımdaki..."
Aslında bu konuşmayı, dün, Uludere'de Roboski köyünde yapılan katliamla ilgili sorumluluğu olduğunu düşündüğüm şiir dostu, sanat uzmanı İçişleri Bakanı buradayken yapacaktım, bu şiiri de onun için hazırlamıştım. Gerek İçişleri Bakanı gerek Millî Savunma Bakanı, dün, istifa etmesi gereken konumda olması gerekenler burada su yüzüne çıkarak tamamen olayı farklı bir boyuta, farklı bir merciye taşımak istediler. Bunu tekrar kınamak için, bu şiirle, tarihin tekerrür ettiği bu derin katliamın acısını sizlerle birlikte paylaşmak istedim.
Değerli milletvekilleri, içinden geçtiğimiz süreç içerisinde her geçen gün acıların daha fazla yaşandığı ve artık katliamların bize sunmuş olduğu cenazelere yetişemeyeceğimiz bir sürece gelmiş bulunuyoruz. Bizler bu katliamları sahiplendikçe, bu katliamların sorumlularının yargı önüne, adalet önüne çıkarılmasını savundukça işte bize verilen cevapları görüyorsunuz. Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan, nifak tohumundan başlayıp kök salma, kökünü kurutma edebiyatlarından başlayıp terör uzantılarına, iblisin peşinden gitmeye kadar varan cümlelerle devam edip tuvalet kokan cümlelerle birtakım hakaretlerde bulunuyor. Tabii, bunların hiçbiri bu katliamı göz ardı etmemizi engellemiyor. Bu katliamın sorumluları yargılanıncaya kadar, burada sorumluluğu olan herkes bir şekilde kamuoyu nezdinde adalet önüne çıkarılıncaya kadar ulusal ve uluslararası düzeydeki bütün platformlara bu olayı götüreceğimizi ve bu olayı taşıyacağımızı ben tekrar sizlerle paylaşmak istiyorum. Yaşanan hadiselerle ilgili tam bir vicdansızlık örneği içerisindeyiz. Bütün ölümlerle ilgili kör, sağır, dilsiz olan bir toplum vicdanı söz konusu.
Bakın, birkaç gün önce buraya barış anaları geldi. Bu barış anaları artık kendi kucaklarına cenazeler gelmesin diye kendi yaşamış olduğu acıları burada, çözüm yeri olan bu Parlamentoda bir şekilde dillendirmeye ve milletvekillerine bir ses vermeye geldiklerinde de hiçbir milletvekili, hiçbir Parlamento üyesi merak edip bu barış analarıyla bir görüşme dahi yapmadı. Bu barış anaları geldiklerinde şunu söylüyorlardı: "Artık bu siyasi soykırım operasyonlarına son verin. Her gün çocuklarımızı cezaevine gönderdiğiniz bu uygulamalar, soruna bir çözüm getirmediği gibi, bu sorunun -Kürt sorununun- her gün çözümsüzlüğünü derinleştiriyor. Askerî operasyonları her gün yaptığınızda, hem bize hem Türk analarına, Anadolu'daki analara her gün cenazeleri artırma dışında herhangi bir şey yapmıyorsunuz, herhangi bir çözüm getirmiyorsunuz." dediler. "Tecridi sonlandırın." dediler, "İmralı'da uygulanan işkence sistemi yetmiyormuş gibi, uygulamış olduğunuz tecritle her geçen gün çatışmalı süreci de artırıyorsunuz." dediler. Bunu söylerken, buradaki milletvekilleri gibi, siyasi bir hesap üzerinden yaklaşmadılar. İmralı'ya diyalog ve müzakere ile yaklaşıldığı sürede kendi kucaklarına gelen cenaze sayısını tecrit dönemindeki cenaze sayısıyla kıyasladılar. Ancak barış analarının bu çağrılarına karşı tamamen kapalı, kendi vicdanını devreye sokmayan bir Parlamento uygulamasıyla karşı karşıyayız.
Çağrıyı yapan sadece barış anaları değil, ölen asker anneleri de aynı şekilde çağrı yapıyorlar. Bakın, sizin görmek istemediğiniz, son bir hafta içerisinde "intihar etti" denilen 6 askerin -ki bunların da hepsinin Kürt olması da ilginç bir tesadüftür- anneleri bizlere çağrıda bulunuyor. Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde intihar ettiği söylenen er Ahmet Sezgin'in annesi bu çağrıyı yapıyor. Yine, ismi açıklanmayan, Yüksekova'da kaza kurşunuyla öldüğü söylenen askerin annesi bu çağrıyı yapıyor. Elâzığ Poyraz köyünde intihar ettiği söylenen -son bir hafta içerisinde bütün bunlar- Vanlı Lütfü Esmer'in annesi bu çağrıyı yapıyor. Antep İslâhiye'de intihar ettiği söylenen Urfa Siverekli Semih Çiftçi'nin annesi bu çağrıyı yapıyor. Kastamonu İnebolu'da intihar ettiği söylenen Malatyalı er Doğukan Kahyaoğlu'nun annesi bu çağrıyı yapıyor. Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde intihar ettiği söylenen Dersimli Deniz Yurtsever'in annesi bu çağrıyı yapıyor. Artık bir şekilde bu yapılan çağrılara bir kulak kabartmak, bir vicdani muhasebeyi devreye sokmak ve bu yaşanan acılarla ilgili bir çözümü getirmek gibi bir vicdani sorumluluğumuz var.
Şimdi burada tartışılan kanun hükmünde kararnamelerle, kanun tasarısıyla ilgili biz istediğimiz kadar buraya kendi önerilerimizle gelelim, istediğimiz kadar birtakım söylemleri, çözüm projesinin veya eksik gördüğümüz noktada kanunla ilgili birtakım düzenlemelerin bir parçası olma adına getirelim, siz maalesef Meclisi kendi bildiğiniz uygulamalarla, kendi bildiğiniz kanun tasarılarıyla, kanun hükmünde kararnamelerle işlettiğiniz için de hiçbir işe yaramıyor. Dolayısıyla, hiç olmazsa ülkenin bu ana sorunlarına yönelik artık, bir vicdan muhasebesi içerisine girmenin son derece önemli olduğunu belirtmek istiyorum.
Tabii, burada TOKİ'yle ilgili bir kanun tasarısı, kanun hükmünde kararname tartışılıyor. En azından, TOKİ'nin mevcut durumuyla ilgili birkaç tespiti yapmak istiyoruz. Son yıllarda özellikle, yaşanan depremlerle ilgili, TOKİ'nin, bu depremler ve doğal afetlerle ilgili halkımızın mağduriyetini gideren bir kurumsal yapıdan çok bu acılar üstüne ticaret yapan bir kimliğe, bir hüviyete büründüğünü belirtmek istiyorum. Özellikle Van'da 500 binin üzerindeki insana bir kışı çadırda geçirten bir pratik sergilediniz. Bu konuda hakikaten alkışlanacak bir yetersizlik içerisindeydiniz. Ancak hâlâ Van depremiyle ilgili buraya gelen her arkadaş sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi bir tablo ortaya çıkarıyor.
TOKİ'nin yapmış olduğu bu deprem ticaretiyle ilgili en somut örneği kendi seçim bölgem olan Bingöl'le ilgili vermek istiyorum. Bingöl'de yüzde 58'si depremden etkilenen bir şehri doğal afet ilan etmedi bu Hükûmet ve doğal afet ilan edilmeyen bu yerde yapılan konutlar maliyetinin çok üzerinde Bingöllü depremzedelerin önüne getirildi.
Bakın, o dönemde TOBB'un Bingöl'de bir deprem konutu için çıkardığı maliyet 29 bin iken TOKİ tarafından bu maliyet 40 bin civarında, 40 bin olarak, 38 bin ve 40 bin olarak halka çıkarıldı. O dönem özellikle TOBB'un ve iş adamlarının hibe olarak vermiş olduğu birtakım konutların parası -ki, örneğin TOBB tarafından 15 milyon TL'lik bir hibe yardımı yapıldı- bunlar da hiçbir şekilde vatandaşın bu konut borçlanmasına yansıtılmadı ve TOKİ, bahsettiğim noktalar, diğer yerlerde yapmış olduğu konutların yaklaşık 2 katı bir maliyetle Bingöllü depremzedeleri borçlandırarak buradan kâr elde etmeyi amaçladı.
TOKİ'nin Bingöl'le ilgili özellikle bu son dönemde "kentsel dönüşüm projesi" adı altında yaptığı, yapacağı yerel yönetimle beraber İnönü Mahallesinde yapacağı konutların maliyet fiyatlarının da yine civar illere göre, çevre illere göre çok yüksek olduğunu görüyoruz. Örneğin 120 metrekarelik bir dairenin fiyatı 156 bin?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baluken, süreniz tamam.
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bir dakikada bitiriyorum.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri?
İDRİS BALUKEN (Devamla) - 168 metrekare 218 bin olarak çıkarılıyor. Aynı metrekare?
BAŞKAN - Sayın Baluken, teşekkür ederim.
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Peki, teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)