| Konu: | 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 48 |
| Tarih: | 05.01.2012 |
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkenin bu kadar çok önemli sorunu varken ve acilen gündeme getirilmesi gereken bu kadar kanuni düzenleme varken mevcut konuda konuşmayı hakikaten gereksiz görüyorum.
Türkiye, bir haftadır, geçen perşembe gününden bugüne kadar Şırnak'ın Uludere ilçesinde meydana gelen bir katliamı konuşuyor ama maalesef bu bir haftalık süre zarfında, geçirdiğimiz bu süreçte, siyasi partilerin, Hükûmetin ve yine tekrar maalesef bu Mecliste milletvekillerinin ve konuşma yapan arkadaşların konuya yaklaşımları kamuoyu vicdanını yaralıyor. Bu mevzunun bu kadar karıştırılacak, bu kadar komplike bir hâle getirilecek ve bir horoz dövüşüne çevrilecek yanı yok arkadaşlar.
Ben çok sakin ve konuya mümkün olduğunca objektif yaklaşarak ne yapılması gerekenleri söyleyeceğim:
Birincisi: Hadise ilk meydana geldiği andan itibaren yani ilk bir iki saat zarfında, bu, hayatını kaybeden, öldürülen insanların sivil insanlar olduğu, herhangi bir siyasi faaliyet içinde bulunmadığı herkes tarafından yani yetkili herkes tarafından bilindi, açıklığa kavuştu. Yapılacak ilk iş herhangi bir soruşturma, tetkikat, araştırma, bir şeye başlamadan öncelikle bir özür olmalıydı, öncelikle birinci madde özür. Ondan sonra araştırma, soruşturma, kovuşturma ve gereğini yapma.
İkinci yapılacak iş de bu özürden sonra, yetkili, birinci derecede yetkili kimler varsa -1 kişi, 2 kişi veya 3 kişi- yine bu soruşturma bitene kadar bunların görevlerinden açığa alınmasıydı.
Üçüncü yapılacak hadise de acilen gerekli araştırmaların, kovuşturmaların yapılması ve bu konunun bütün açıklığıyla, bütün şeffaflığıyla kamuoyuna izah edilmesiydi.
Bu kadar basit; özür, açığa alma, arkasından soruşturma ve arkasından da gerçek neyse bunun kamuoyuna açıklanması. Yani bu kadar karıştırılması, bu kadar birbirine geçmiş hâle getirilmesi ve bu işin bir horoz dövüşüne, birbirine hakarete getirilmesi en az bu olay kadar kamuoyu vicdanını yaralamıştır.
Şimdi, bugün, bölgedeki on bir baronun yaptığı bir açıklama var; Diyarbakır, Şırnak, Mardin, Batman, Bitlis, Hakkâri, Ağrı, Bingöl, Kars, Tunceli ve Van Baroları bir açıklama yaptılar bugün, Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar Bey'in vasıtasıyla. Söylenilen şu: Çok özet -bir cümle okuyorum- katliamın kasıtlı yapıldığına dair güçlü delillerin bulunduğu belirtiliyor bu açıklamada. Doğrudur, yanlıştır ama on bir baro, yaklaşık 3 bine yakın avukat üyesi olan on bir baro böyle bir iddiada bulunuyor. Peki, buna karşı ne yapmak lazım?
Yine aynı on bir baronun yaptığı açıklamada, Mecliste bir araştırma, inceleme komisyonunun, heyetinin kurulması talebi var. Bundan niye çekinelim? Niye gocunalım bundan? Yani gerçek neyse, hataysa hata, yanlışsa yanlış, kasıtsa kasıt? Demokrasilerin birinci vazgeçilmez maddesi şeffaflıktır ve vatandaşın vatandaşlık haklarından, en önemli olanlarından birisi de hesap sormaktır. Kimden? Hesap vermesi gereken herkesten. Şimdi, böyle bir hakikat ortadayken "Sen yaptın, ben yaptım, böyle beyanat verdin, onu tahrik ettin, buna küfrettin, şunu yanlış söyledin?", bunların hepsi daha sonra konuşulması gereken şeylerdir. Yine, bu noktada da kimin ne eksiği, yanlışı, hatası varsa onun da -tırnak içinde- kamuoyu vicdanında hesaba çekilmesi gerekir.
Sevgili arkadaşlar, bu olayın bir diğer, en üzücü yanı da, en az bu olay kadar en üzücü yanı da Türkiye'nin, en azından 1950'de çok partili döneme geçtiği günden bugüne kadar yaşamadığı bir basın rezaletidir. Yani "rezalet" kelimesi belki ağır gelebilir ama affınıza sığınıyorum, maalesef başka bir kelime bulamadım. On üç saat boyunca Türkiye'deki bütün televizyonlar bu haberleri vermemiştir. İki ihtimal var: Bunların bu olaydan haberi olmadı; mümkün değil. Saat gece 10.30'dan itibaren Sayın Başbakanın da bu konuyla ilgili acilen bilgilendirildiği söyleniyor. ikinci ihtimal de bunların susmak zorunda kalmış olmalarıdır on üç saat boyunca. Yani BBC'den tutun dünyanın diğer kanallarına kadar bütün haber kanalları bu haberi geçtikten sonra, Türkiye'deki medya, maalesef Genelkurmay açıklama yaptıktan sonra, saat on birden -ki ben ısrarla takip ettim bunu- itibaren ancak bu haberleri ekranlarına taşımışlardır. Neyi beklediniz? Niye beklediniz? Kim yaptı, ne yaptı, niçin yaptı, nasıl oldu; bu ayrı bir şey; önce haberi ver, 35 insanın öldürüldüğünü ver, ondan sonra gerisini arkadan ver; açıklamaları, soruşturmaları.
Değerli arkadaşlar, bir diğer konu da: Hani Başbakanımızın sık sık kullandığı bir kelime var: "velev ki", velev ki kesin tespit ettiniz, bunların hepsi PKK'lı ve silahlı, geliyorlar. Hiçbir ihtara, hiçbir çevirmeye, hiçbir ikaza başvurmadan ve daha bir eylem de meydana gelmeden bunları bombalamanız mı gerekirdi? Bu da en büyük yanlışlardan birisi olmuştur. "Biz -tırnak içinde- terörist zannettik, PKK'li zannettik ve bombaladık." Terörle mücadele eğer bombalarla bir ülkenin kendi toprakları içerisinde kendi topraklarını ve kendi vatandaşlarını bombalama seviyesine gelmişse artık orada bir terör hadisesinden de bahsedilemez arkadaşlar. Burada da spekülasyona veya ajitatif kelimelere, cümlelere başvurmayacağım, sadece dikkatlerinizi çekiyorum.
Bugün yine Sayın Hasip Kaplan'ın da dile getirdiği kaymakam olayında şöyle bir iddiada bulunuldu, denildi ki: "Kaymakamı protesto edenler oranın insanı, oranın halkı değildi, dışarıdan gelmişlerdi ve provokatif bir eylemde bulundular." Ama bugün, 29 ferdini kaybeden Encü ailesi gözaltına alınıyor, oranın insanı, yine aynı köylerden 60'a yakın insan gözaltına alındı. Peki, hani bunlar dışarıdan gelmişti? Demek ki orada kamuoyu vicdanını ve olaya bizzat muhatap olmuş, zararını çekmiş insanların vicdanını inciten şeyler oluyor arkadaşlar, bunlara da dikkatlerinizi çekiyoruz. Yoksa, burada biz koskoca insanlar -çoğumuzun torunları var, gelinleri, damatları var- birbirimize hakaret ederek ve horoz dövüşü yaparak bir yere varamayız. Yapılacak olan, doğru düzgün bu meselenin ortaya çıkarılması ve ondan sonra da artık bu ülkenin kendi topraklarında kendi vatandaşlarını bombalayacağı ortamın meydana gelmemesi için çalışmak. Ne yapmak lazım artık iş bu safhaya kadar geldiyse?
Sayın Başbakanın özellikle son dönemdeki üslubu; "iblis", "şeytan", "bunların ipi şuraya bağlı", "tuvalete bile gidemezler" gibi üslubu, arkadaşlar, doğru bir üslup değil, kim söylerse söylesin. Polemiğin de, eleştirmenin de, tartışmanın da bir dili var.
Sayın İçişleri Bakanını da ben yadırgıyorum; yüz hatlarını, jestlerini, mimiklerini, tavırlarını? Bir düşmanla konuşur gibi konuşuyor. Kesinlikle inanıyorum ki önümüzdeki en kısa zamanda bir görev değişikliği olacak, basında çıkmaya başladı. Ama arkadaşlarım ikaz ediyor, diyor ki: "Böyle deme, Sayın Başbakanın bir mizacı var. `Şu bakanı görevden alacaksın.' denildiği vakit, almıyor." İnat ediyor yani. Yani sevgili arkadaşlar?
MUSA ÇAM (İzmir) - Kaldı mı yani?
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Kalacağını biliyor, onun için söylüyor.
ALTAN TAN (Devamla) - Sevgili arkadaşlar, yılbaşı gecesi yaşananlar da bizi üzmüştür, acılar paylaşılmamıştır.
Bu hadisenin açıklığa kavuşması ve güzel günlerin gelmesi dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Tan.