GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:49
Tarih:10.01.2012

BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Bütün ülke olarak oturup düşünmemizi gerektiren bir olay yaşandı. Şırnak'ın Uludere ilçesinde 28 Aralıkta meydana gelen katliamda 19'u çocuk olmak üzere 35 vatandaşımız hayatını kaybetti. Medyanın saatler sonra haber olarak görüp vermeye tenezzül ettiği bu olay tarihî bir trajedi olarak hafızalarımıza kazındı. Hiçbir suçu, günahı olmayan, geçimlerini sağlamak için sınır ticareti yapan sivil insanlar Diyarbakır'dan kalkan savaş uçaklarının yağdırdıkları bombalarla can verdiler.

Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Bütün halkımızın başı sağ olsun.

Meydana gelen facianın basit bir istihbarat hatası olmadığı, planlı, programlı bir operasyon olduğu izlenimi doğmuştur. Gündüz vakitlerinde bölgede bulunan yerel karakolun gözleri önünde Irak sınırını geçen Roboski köylüleri gece hayatlarını kaybedeceklerini bilmiyorlardı. Görgü tanıklarının ve olaydan sağ kurtulan vatandaşların anlattığına göre, köylüler, gece Türkiye sınırına geldikten sonra aynı karakol tarafından başka bir yola yönlendirildiler, ailelerine telefonla haber verdiler. Aileler çocuklarının dağda kaldığını yetkililere bildirmesine rağmen, karakol yetkilileri "Bizimle ilgisi yok, Diyarbakır'ı arayın." demişler. Bütün anlatımlar grubun PKK'lı bir grup olmadığını karakolun bildiğini açıkça gösteriyor.

Dağda üç saat bekletilen köylüler kendi köylerine birkaç kilometre uzaktayken Diyarbakır'dan kalkan F-16'larla öldürülüyorlar. 19'u çocuk olmak üzere 35 canın kimisi anında, kimisi kayalıkların altında sıkışarak, kimisi de yaralı bir şekilde soğuktan can vererek hayatlarını kaybediyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta Kürt sorunu olmak üzere sorunlarımızı güvenlik konseptleriyle, şiddete dayalı politikalarla çözemeyeceğimizi, ancak demokratikleşmeyle, temel hak ve özgürlükler ışığında, insani hakları gözeterek çözmemiz gerektiğini bir kere daha bu olayla beraber görmüş bulunuyoruz. Güvenlik siyasetinin güvensizleştirici niteliğini bir kere daha yaşadık. Gerek medyanın bu olaya yaklaşımı, suskunluğu, ölen insanlara karşı aldığı kabul edilemez tavır gerekse de olaydan sonra Türkiye'nin batısında, sanki hiçbir şey olmamışçasına yeni yıl kutlamalarının yapılması, 1990'ları hatırlatır nitelikteydi.

2009'dan bu yana haksız gözaltı ve tutuklamalarla şiddetini giderek artıran, artırmaya devam eden güvenlik politikaları insanların yaşama haklarını ellerinden almaya kadar varmış bulunuyor.

Peki, bu insanlar ne istiyor? Niye sormuyoruz kendimize? Bu insanlar özgürlük istiyor, ana dilde eğitim istiyor. Bu insanlar eşit ve onurlu bir hayat yaşamak istiyor.

Hükûmet bu katliama seyirci kalarak, saatler geçmesine rağmen suskunluğunu koruyarak, en önemlisi, bunu basit operasyon kazası gibi nitelendirmelerle açıklamaya çalışarak, oradaki insanların gözünde itibarını zedelemiştir.

Evet, ortada bir kaza, bir hata var. Bu hata yıllardır süren ret, inkâr ve asimilasyon politikalarıdır. Bu hata, yıllardır sürdürülen ve sonu nereye varacağı belli olmayan güvenlik politikalarıdır. Bu hata, insanların en doğal hakkı olan ana dilde eğitime cevaz vermeyen zihniyetin ta kendisidir.

"PKK'lı zannettik vurduk." gibi bir gerekçe, devletin tam bir savaş konseptiyle hareket ettiğini gösteriyor. "Dur" ihtarı, teslim olma çağrısı yapılmadan ateş etmek, bombalamak ancak savaş hukukunda ve savaşçı gruplara karşı meşrudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, şiddete dayalı güvenlik konseptlerinin en büyük sonucu birlikte yaşamayı zora sokmasıdır. Bu tür politikalar Türkiye'de kardeşçe yaşamasını istediğimiz halkları birbirinden ayrıştırmaya yönelik, Kürt-Türk ayrılığını güçlendiren sonuçlar doğurmaktadır.

Ülkede yıllardır süren şiddet ortamından dolayı sivillere yönelik bu türden olaylar daha önce de yaşandı. Böyle giderse yaşanmaya devam edecektir. Kürt sorunu çözümsüz kaldığı, çatışma koşulları devam ettiği sürece benzer olayların farklı şekillerde tekrarı her zaman ihtimal dâhilindedir.

Şunu unutmayalım ki Türkiye'de yaşayan halkların birbirine düşmanlığı yoktur. Bizim düşüncemizde bütün halklar kardeştir ancak böylesi facialar kardeşlik duygularına zarar vermektedir. Duygular dünyasında bölünmüş bir ülkeyle karşı karşıyayız. Bu olay İstanbul'da, İzmir'de olsaydı tepkimiz nasıl olurdu? Herkesin ciddiyetle düşünmesi, bu savaş konseptinin nelere mal olabileceğini görmesi gerekmektedir. Biz, böylesine acı bir olayın, barışa dayalı konseptlere geçişe vesile olmasını temenni ediyoruz. Toplumsal barışı tehlikeye sokan, kardeşliği zedeleyen bu acı olay karşısında dikkatli olmak gerekiyor.

Başta Hükûmet olmak üzere, bütün Meclise, sorunun köklü çözümü için görev düşmektedir. Artık neyi bekliyoruz? Meclisin görevi nedir? Türkiye'deki bütün sorunların çözüm yeri bu Meclis değil midir? İş lafa gelince, "Gelin, ne sorun varsa Mecliste tartışalım, çözüm yeri Meclistir." demesini biliyoruz ancak görünen o ki bu konudaki işlevini yerine getirmemektedir. Bu acı olay, Meclise görevini hatırlatıyor. Toplumsal barışı tesis etmenin yolu, Meclisin, başta Hükûmet partisi olmak üzere, bütün partilerin görev ve sorumluluklarını yerine getirmesinden geçiyor. Meclise çağırımızdır: Gelin, bu olayı artık barışçıl yollarla çözelim. Artık kangren hâline gelmiş, tarihî, siyasi ve kültürel boyutları olan bir sorunu, diyalog temelinde, demokratik konseptlerle çözelim. Ülkeyi kendi ellerimizle daha fazla bölmeyelim.

Sayın Tarhan Erdem'in geçen haftaki yazısında ifade ettiği gibi, "Nerede durursak duralım; bundan sonra Uludere olayını doğru değerlendirmeden Kürt meselesinde gerçekçi ve doğru görüş oluşturamayız. Yaşamımızın her yanını etkileyen Kürt meselesinin, Uludere olayına bağlı ve çözümsüz kalmasını istemiyorsak hiçbir bilinmedik taraf kalmadan soruları cevaplamalıyız." Olayı aydınlatmak için görevlendirilmiş komisyonlar görevlerini yaptıktan sonra neticenin kamuoyuyla paylaşılması ve bu işte sorumluluğu olan herkesin bir an önce yargılanması gerekiyor. Hatayı kabullenip özür dilemek, insan hayatına değer veren devletlere yakışan bir erdem olmalı. "Tazminatlarını öderiz, olur biter." mantığıyla hareket ederseniz insanların acısını dindiremezsiniz. Tarih, yapılanları olduğu kadar yapılmayanları da not ediyor. Aldığı oylarla halkın büyük teveccühünü kazanmış Hükûmet partisinin çözüm yolunda adımlar atması gerekirken karşılıklı diyaloğu içermeyen güvenlik siyasetinde ısrar etmesini anlayabilmiş değiliz. Biz, Kürt sorununun çözümünün güvenlik siyasetinde değil, insan odaklı demokratik çözümde aranması gerektiğine inanmaktayız. Bu halkın büyük çoğunluğu size sorunların çözümü için, insanca yaşamak için oy verdi, dağlarda gecenin bir vakti savaş uçaklarıyla can vermek için değil. Olaydan sonra yaşadıkları tarifsiz acıya rağmen köylülerin istediği tek şey vardı yine de: Akan kanın durması ve barışın gelmesi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uludere'deki bu vahim olay olduğu gün siyasi parti başkanları bir araya gelip konuşsaydı grup toplantılarında ve Meclis Genel Kurulundaki bu sert tartışmalar, suçlamalar olmazdı. Maalesef siyasetteki bu sertlik Uludere katliamından bile daha fazla gerilim çıkarıyor. Gerilimin kimseye fayda sağlamadığı ortadadır. Gün tansiyonu düşürme günü ve diyalog günüdür. Diyalog için Sayın Başbakan öncülük yapmalı, ülkeyi başka bir atmosfere taşımalıdır. Ülkenin bugün içinde olduğu bu gerilimi çok ağır ve kaotik buluyoruz, bunu artık görmeliyiz. Buradan da Sayın Başbakana sesleniyorum. Bütün parti liderlerini davet ederek bu olayın ciddiyetle değerlendirilmesini sağlamalı ve ülkenin içinde bulunduğu gergin atmosferden kurtulmasına öncülük etmelidir.

Yeni anayasadan söz ediyoruz, bu bir süreç işidir. Bir taraftan çatışmalar devam ederken diğer taraftan demokratik bir anayasa yapmaktan söz ederseniz insanları ikna edemezsiniz. İki hafta önce Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç "Kendisini Kürt kimliğiyle, Arap kimliğiyle, Boşnak kimliğiyle artık ne gelirse aklınıza, hepsi, kim ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir, o kimliğe saygı duyuyoruz, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal hakkını vereceğiz, tanıyacağız." dedi. Biz bu sözlere önem atfettik ve umutlandık, bu umut vadeden sözlerden sonra ülkenin tekrar böyle gergin bir sürece girmesini büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz.

Konuşmama son verirken insanlık tarihi kadar kadim bir tarih olan bu topraklarda artık diyalog ve barış sürecinin başlamasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Dora.