| Konu: | 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 50 |
| Tarih: | 11.01.2012 |
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yılbaşından beri Türkiye üç önemli olayı tartışmakta: Bunlardan birisi, Şırnak'ta meydana gelen Roboski katliamı; ikincisi, 26'ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, terör örgütü kurma iddiası ile tutuklanması; üçüncüsü ise mevcut Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in "Kürtçe ana dille eğitime karşıyız, ülkeyi böler." beyanatları.
Ben, sırasıyla bu üç konu hakkındaki fikirlerimi beyan etmek istiyorum.
Sevgili arkadaşlar, bugün, Şırnak'taki olay, oluş şekliyle tam olarak aydınlığa kavuşturulamadı ama şu kesin ki ölen insanlar sivil ve günahsız insanlardı.
Burada yapılması gerekenler çok açık, kısa ve netti:
Bir, olayın gerçek yüzü -yani sivil vatandaşlar olmaları hasebiyle- anlaşılır anlaşılmaz Sayın Başbakanın ve yetkililerin özür dilemesiydi.
İkincisi, hemen Hava Kuvvetleri Kumandanı dâhil, bölgedeki albay ve tümen kumandanı da dâhil birinci derece sorumlu olanların açığa alınmasıydı.
Üçüncüsü, ciddi bir soruşturma, ister Meclisin kuracağı bir araştırma komisyonu ister dışarıdan yine yetkililerin, devlet yetkililerinin yapacağı bir soruşturma. Sonrasında da olayın gerçek yüzünün bütün açıklığıyla kamuoyuna açıklanması ve sorumluların cezalandırılmasıydı ama bunlar yapılacağına öyle bir politika takip edildi ki sanki bunları BDP bombaladı, sanki bunları BDP öldürdü, kaymakamı BDP dövdü, ne yapıldıysa hepsini BDP yaptı.
Tamamen yanlış bir politika olmuştur, tamamen savunulamaz bir politika olmuştur ve bu işin arkasını BDP Grubu da bırakmayacaktır, gerçek sorumlular cezalandırılıncaya kadar ve Sayın Başbakan çıkıp özür dileyene kadar bu konunun takibi devam edecektir.
26'ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanma hadisesinden sonra meydana gelen Sayın Başbakanın açıklamaları da maalesef üzüntü vericidir. Bugüne kadar 8 milletvekilimiz hâlen cezaevinde. "Bunlar tutuksuz yargılanmalı." demeyen, diyemeyen Sayın Başbakan, "Genelkurmay Başkanı tutuksuz yargılanmalıydı." diyebilmiştir. Bu da demokrasi anlayışı ve siyasi yaklaşım açısından savunulamaz bir durumdur.
Bunun ötesinde, 26'ncı Genelkurmay Başkanından önce eğer gözaltına alınması gereken veya hakkında dava açılması gereken, soruşturma açılması gereken birisi de varsa o da ondan önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'tır. "Bizim çocuklar, tanırım iyi çocuklar." dediği insanlar daha dün otuz dokuz sene ceza almışlardır ve 27 Nisan Muhtırası'nın altında da kendi imzası vardır ve "Bu imzanın da sahibi benim, ben verdim." diyebilme cüretini göstermiştir ama Dolmabahçe'de ne olduysa, Yaşar Büyükanıt'ın arabasının zırhlı olması gibi, kendi üzerinde de bir zırh konulmuş ve bu zırh hâlen de devam etmektedir.
Bütün, belki bunlardan daha vahim olanı mevcut Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in "Kürtçe ana dille eğitim ülkeyi böler, buna karşıyız." beyanatı olmuştur. Yine ne hikmetse Avrupa Birliğine girme sürecini yöneten Devlet Bakanı Egemen Bağış da dâhil, çıkıp Genelkurmay Başkanından hesap sorulacağına bu iş de yine BDP'nin üzerine yıkılmıştır ve BDP, orduyu küçük düşürmekle, hakaret etmekle veya şahıslarla uğraşmakla itham edilmiştir. Ben Sayın Başbakana da, Sayın Egemen Bağış'a da soruyorum: Avrupa Birliğine giriş sürecinde bir Genelkurmay Başkanının böyle bir beyanat verme hakkı var mıdır? İki, doğru mudur bu söyledikleri? Siz de katılıyor musunuz?
Sevgili arkadaşlar, bütün olaylarda dikkat ederseniz, eski tabirle "Zarfa değil, mazrufa bakın." sözünün tam tersi olarak, sürekli olarak mazruf yani zarfın içindeki esas söylenenler göz ardı edilmekte ve bunun üzerinde yapılan konuşmalar üzerinden bir spekülasyon ve kamuoyunu yanıltma süreci takip edilmektedir. Bugün açık ve net olarak şunu söylüyoruz: Mevcut Genelkurmay Başkanı hakkında bir soruşturma açılmalıdır ve artı, eğer Hükûmet de aynı fikirdeyse bunun da çok daha vahim bir gelişme olduğunun bütün dünyaya açık ve seçik bir şekilde gösterilme zarureti vardır. Nitekim, şu an tutuklu bulunan 26'ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da göreve gelir gelmez Diyarbakır'a gitmiş ve tatbikat elbiseleriyle Vilayette, akredite sivil toplum kuruluşlarıyla -kendince akredite- bir toplantı düzenlemiş ve yine aynı meyanda "Kürtçe ana dilde eğitim ülkeyi böler ve biz karşıyız." demiştir. İşte, o günden bugüne gelinmiştir.
Sevgili arkadaşlar, eğer biz bugün bu olayların üzerini örtersek ve doğru düzgün bir soruşturma yapamazsak, Genelkurmay Başkanının bu siyaset üzerindeki vesayetini engelleyemezsek, bugün yapmakta olduğumuz bütün demokratikleşme çalışmaları ve yeni anayasa çalışmaları da maalesef güme gider.
Sayın Başbakanın dili ve Sayın İçişleri Bakanının dili, maalesef, geçenlerde tekrar söyledim, barışın dili değil. Sürekli olarak BDP'yi suçluyorsunuz ve sürekli olarak "Şeytanlar, iblisler, ipi bağlı olanlar, bir yerden izin almadan tuvalete bile gidemeyenler." gibi ilkokul öğrencilerinin bile birbirleriyle olan ihtilaflarında kullanılmayacak bir dili kullanıyorsunuz. "On koyunu teslim etmezler." diyorsunuz. Peki, siz dokuz senedir iktidardasınız, 5 tane Genelkurmay Başkanını doğru düzgün yönetebildiniz mi? Gelen konuştu, giden konuştu; gelen muhtıra verdi, giden tavır koydu, gelen de aynı şekilde devam etti. On koyun meselesinden evvel 5 tane Genelkurmay Başkanının idaresi meselesinin doğru düzgün bir gündeme gelmesi gerekmektedir.
Sevgili arkadaşlar, bugün çok dostane ve samimi bir çağrıda bulunuyorum: Sayın Başbakan "BDP'liler aynaya baksınlar." dedi. Lütfen, Sayın Başbakan da bir aynaya baksın.
Bugün gelinen noktada çok fazla laf söylemeden iki şeyin altını çizmek istiyorum: Dün bu Parlamentoda baş örtüsüyle alakalı "411 oy -ki o oyların içinde bizim arkadaşlarımızın da oyları vardı- 411 el kaosa kalktı." diyenler, Ahmet Kaya'nın "Kürtçe şarkı söyleyeceğim." sözünden sonra ertesi gün manşete "Vay şerefsiz!" diye manşet çekenler bugün Sayın Başbakanı övmeye başlamışlardır ama o gün yanında duran, verdiği liberalleşme ve demokratikleşme mücadelesine destek veren Ali Bayramoğlu, Ahmet Altan, Hasan Cemal, Ali Akel, Mehmet Altan, Emre Uslu gibi yazarlar ve daha onlarcası bugün eleştirmeye başlamıştır. Ciddi bir şekilde aynaya bakılma mecburiyeti vardır.
Arkadaşlar, dostlarınızı dost, size asla dost olmayanları da tanıma mecburiyeti vardır. Eğer bugün, en zor günlerde yanınızda olanlar sizi eleştiriyorsa yanlış giden bir şeyler vardır. Bunu da hakaret ederek, polemiğe girerek, tartışarak, laf atarak değil, doğru düzgün bir muhasebeyle yapma mecburiyeti vardır.
Bugün gittiğiniz yol neresidir? BDP, farz edin ki -farz edin diyorum- velev ki baştan aşağıya yanlış şeyler yapıyor. Peki, sizin demokratikleşme projeniz ne? Kürtçe ana dilde eğitimle ilgili, bölgesel yönetimlerle ilgili, cemevleriyle ilgili, baş örtüsünün kamusal alanda olmasıyla ilgili, askerî vesayetle ilgili bugün projeleriniz ne? Bunları konuşalım. Ama anlaşılıyor ki, burada öyle bir dil ve yol takip ediliyor ki BDP Anayasa Uzlaşma Komisyonundan çekilsin, mümkünse Meclisin de dışına çıksın, dışına çıkmıyorsa kapatılma davası açılsın ve ondan sonra çıkıp denilsin ki: "Ya biz zaten Türkiye'yi cennet yapacaktık ama bu adamlar bırakmadı." Hiçbirisini yapmayacağız. Meclisten de gitmeyeceğiz, Anayasa Uzlaşma Komisyonundan da kalkmayacağız, sonuna kadar demokrasi mücadelesi vereceğiz, üslubumuza, tavırlarımıza da dikkat ederek konuşacağız, Türkiye Cumhuriyeti ya demokratik bir hukuk devleti hâline gelecek veya iktidar, iktidarını kaybedecek.
Urfalı Nâbi'nin bir sözüyle bitirmek istiyorum:
"Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz,
Biz neşatın da gamın da ruzgârın görmüşüz.
Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde,
Biz hezaran mest-i mağrurun humarın görmüşüz."
Gururdan mest olmayın. Demokratikleşmeye devam.
Selamlar, saygılar. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tan.