GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:50
Tarih:11.01.2012

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 112 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin (ç) bendi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kanun hakkındaki görüşlerimi söylemeye geçmeden önce, biraz önce Sayın Bakanın grubumuza yönelik yaklaşımına ilişkin birkaç şey ifade etmek istiyorum. Barış ve Demokrasi Partisi, Türkiye'de yüzde 10 seçim barajına rağmen, bütün antidemokratik uygulamalara rağmen, bağımsız adaylarla, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adına seçimlere girmiş, 36 milletvekilliğiyle bu ülkede büyük bir demokrasi zaferi kazanmıştır. Bu parti, yaklaşık 3 milyon insanın oyunu almıştır. Dolayısıyla, 3 milyon insanın oyunu alan bir partinin eş başkanlarına, eş genel başkanlarına, milletvekillerine yönelik yaklaşım kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Sayın Bakanın -farkındayız- son bir yıllık, son birkaç aylık çalışması Barış ve Demokrasi Partisini siyaset alanının dışına itmektir, "KCK" adı altına yürütülen operasyonların temel nedeni budur. Bizim kadın meclisi, gençlik meclisi yöneticilerimizin tamamı neredeyse "KCK" adı altında siyasi bir soykırıma tutulmuştur. Bunun temel nedeni AKP İktidarının Kürtlere, BDP'lilere siyaset yaptırmama politikasıdır. Yetmiyor, Sayın Bakan, elinden gelse aslında burada bu grubu da oturtmayacak, biz bunun farkındayız ama bizi burada oturtan AKP'liler değil, Sayın İçişleri Bakanı değil, bu halkın iradesidir. Bu halk istemediği sürece de hiçbir yere gitmeyeceğiz, burada olacağız. Bunu herkesin bir kenara not etmesini isteriz, özellikle sadece Sayın Bakanın değil, AKP Hükûmetinin hepsinin ve milletvekillerinin. Eğer "Bu ülkede demokrasi var." deniliyorsa o zaman demokrasiye saygılı olacaksınız. Siz bu partiye "bilmem neyin uzantısı, şudur, budur" diyorsunuz. Bütün bunlara rağmen, Barış ve Demokrasi Partisine oy verenler BDP'nin hangi politik çizgide olduğunu bildiği hâlde oy vermiştir. Seçim sürecinde Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için halkımızdan oy istedik, demokratik özerklik için halkımızdan oy istedik, ana dilde eğitim için halkımızdan oy istedik ve buna halkımız "Evet." demiştir, 36 milletvekilini Parlamentoya göndermiştir. Siz ne yaptınız? Bu halkın iradesini gasp ettiniz. Bu halkın iradesi şimdi Diyarbakır zindanındadır, bu halkın iradesi Urfa zindanındadır, Mardin zindanındadır. Şimdi neden bahsediyorsunuz "demokrasi" diyerek? Bu kabul edilebilir mi sayın milletvekilleri? "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." deniliyor. O zaman milletin egemenliğini niye gasp ediyorsunuz? Varsa bir şey, hukuki olarak süreci başlatırsınız. Öyle parti kapatmayla, bilmem bizleri tutuklamaya çalışmakla bu işten kurtulamazsınız. Eğer burası bir hukuk devletiyse o zaman gereğini yaparsınız. Buradan partimize yönelik her defasında "Yok teröristsiniz, yok şusunuz, busunuz." tartışmalarını kabul etmiyoruz. Kaldı ki dünya "terörizm" kavramını yeniden tartışıyor. Türkiye de bu "terörizm" kavramını yeniden tartışmalıdır. Bu kadar geniş bir "terörizm" tanımı hiçbir yerde yoktur. Bugün ağzını açan herkes terörist kılıfına giriyor. Dolayısıyla, Türkiye demokrasisi bu noktada mı? Bunu bütün milletvekillerinin dikkatine sunmak istiyorum.

Ve bir daha, lütfen, sayın iktidar milletvekilleri bize yönelik üsluplarına dikkat etsinler. Biz halkımızdan aldığımız irade karşısında burada konuşuyoruz, başımız dik, alnımız açıktır. Ona göre de herkes durduğu noktayı bilsin.

Sayın milletvekilleri, kanun maddesine ilişkin de görüşlerimizi ifade edeceğiz. Bu kanun hükmünde kararnameyle çıkartılmış bazı kanun değişikliklerine ilişkin düzenlemeyi öngörüyor. Tabii, biz ifade ettik, aslında bu ülkede demokrasinin olmadığını bu kanun hükmünde kararnameler de gösteriyor. Kanun hükmünde kararnamelerle yönetilen bir parlamento. Bugün bu Parlamento, sadece noter görevini görüyor, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Parlamento noteri. Çünkü burada demokrasi yok, muhalefet gruplarının hiçbir etkisi yok, verdiğimiz hiçbir önerge dikkate alınmıyor. Ne oluyor? AKP'nin çoğunluğu gereği -ne oldu- el kaldır, indir, tamam, geçiyor. Böyle bir demokrasi olabilir mi? Böyle bir demokrasi olmadığı için, bu ülke neredeyse diktatörlüğe giden bir nokta üzerinde. Bu, kabul edilebilir bir şey değil. Tüm toplumsal alanlarda, sadece siyasal alanda değil, yaşamın tüm alanlarında biz bu tekçi, otoriter zihniyeti, faşizan zihniyeti görüyoruz, özellikle yaşam alanlarına ilişkin.

Bugün Çevre ve Şehircilik Bakanlığının temel görevlerinden birisi, neoliberal politikalar çerçevesinde Türkiye'de yeni rant alanları açmaktır, zenginleri daha zengin etmek, yoksulları daha yoksul etmek, insanları yaşam alanından koparmaktır. Bu, çok temel bir nokta. Kanun hükmünde kararnameyle de bu, devlet güvencesi altına alınıyor. Biz burada istediğimiz kadar konuşalım, istediğimiz kadar muhalefet edelim sadece muhalefet etmiş oluyoruz. Zaten medya da yine iktidarın denetimi altında. Diğerlerine, özgür basına -biraz önce arkadaşlarımız da ifade etti- yaşam hakkı bile tanınmıyor, onlar "terörizm kapsamı" adı altında tutuklanıyor. Dolayısıyla, biz burada kürsüde söylediğimiz sözle kalıyoruz. Bu, kabul edilebilir bir nokta değil. Bir önce AKP Hükûmetinin demokrasiden, eğer ileri demokrasiden bahsediyorsa bu ileri gasp projesinden vazgeçmesi gerekiyor.

Bu kanun hükmünde kararnameyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yaptığı temel şeylerden birisi, aslında "kentsel dönüşüm" adı altında kentsel ranta dönüşen, yaşam alanlarımızı daraltan, sınıflaşmayı ve yoksullaşmayı derinleştiren bir politik noktada. Dolayısıyla bunun zararını da yoksul, emekçi halk görüyor. Burada eşit işe eşit ücret meselesi konuşulduğunda Sayın Bakan sanıyorum en doğru şeyi söyledi, bütün alanlarda eşit işe eşit ücret değil, eşitsizlikler arasındaki şeyi gidermek değil, sadece aynı konumda çalışanları düzenleyen bir nokta. Oysa bu ülkede en yoksul ile en zengin arasındaki fark -geçen de bu kürsüde söyledik- 14 kata çıkmışsa bu ülkede demokrasiden bahsedilemez. O zaman orayı düzenleyeceksiniz. En çok emek harcayan, ağır işlerde çalışan insanların koşullarını, yaşam koşullarını düzenleyeceksiniz ama bu yok. Ne var? Yeni alanları "Nasıl, işte TOKİ'ye alan açabiliriz, orada bina inşa edebiliriz, nasıl yaparız?" diye? Özellikle İstanbul açısından söyleyeyim, bu 3'üncü köprü meselesi de bunun bir uygulamasının sonucudur.

3'üncü köprüyle ciddi anlamda İstanbul nefessiz bırakılmaya çalışılıyor sayın milletvekilleri. Bu, kabul edilebilir bir nokta değil. Sevindirici bir şey var: 3'üncü köprü ihaleye çıktı, kimse çıkmadı ama umuyoruz ki iktidar, bunu "Bizim TOKİ'miz var, biz yaparız." şeyine girmesin, özellikle bu konuda sivil toplum örgütlerinin -şehir ve bölge- mühendisler ve mimar odasının, bu konuda çalışma yapan çevre örgütlerinin itirazlarını dikkate alır ve 3'üncü köprüden vazgeçer. 3'üncü köprü biliyoruz ki trafik sorununu çözmeyecek. 3'üncü köprünün temel nedeni yeni rant alanı açmak.

Bakın, 3'üncü köprüde, 3'üncü Boğaz Köprüsü ve bağlantılı yolların her iki yönde 5 kilometrelik etki kuşağında İstanbul'daki özel orman alanlarının yüzde 34'ü, orman alanlarının yüzde 46'sı, 2/B alanlarının yüzde 38'i, tarım alanlarının yüzde 43'ü yer alıyor. Köprü ve bağlantı güzergâhları için düşünülen 150 metrelik kamulaştırma sonucunda hattın geçeceği ve doğrudan koşulsuz etkilenecek alan ise bölgede 680 hektar sayın milletvekilleri ve burası sit alanı. 931 hektar tarım alanı ve 2,5 milyondan fazla ağaç barındıran 1.453 hektarlık orman alanı içindeki canlılarıyla birlikte tamamen yok olacaktır. Sarıyer'deki Türkmenbaşı ve Beykoz'daki Polonezköy tabiat parkları barındırdıkları önemli bitki örtüsü ve yaban hayatı ile halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçaları olarak bu orman alanları tamamen 3'üncü köprü vesilesiyle tahrip olacaktır.

Çok büyük bir kısmı su toplama havzalarında kalan 3'üncü boğaz köprüsü bağlantı yolları İstanbul'un önemli içme suyu rezervleri olan Ömerli, Elmalı, Darlık, Alibeyköy, Büyükçekmece, Sazlıdere ve Terkos havzalarını yoğun yapılaşma baskısı altında bırakacaktır.

Bütün bu risklere rağmen hâlâ 3'üncü köprüde ısrar etmek ciddi anlamda bir doğa katliamıdır. Doğayı bir hak öznesi olarak görmeyen bir iktidarın ne yazık ki Türkiye'yi demokratikleştirmesi mümkün değildir.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum sayın milletvekilleri: AKP İktidarı ustalık dönemini yaşıyor. Anlaşılan o ki ustalık dönemi iktidarın o kadar çok gözlerini kapamış ki "Bu dönemde neyi talan edebilirsek, neyi baskı altına alabilirsek, nasıl biz burada kendi cebimizi doldurabilirsek" üzerinden bir siyaset güdüyor. Bu siyaset Türkiye halklarının ne yazık ki yaşamını zindan ediyor. Bu politikadan geçmediğiniz sürece "ileri demokrasi" diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil. Sizin ileri demokrasiniz ancak ve ancak Türkiye halklarına zulümdür, işkencedir, zamdır, gözaltıdır, tutuklamadır. Bunu biz her gün yaşıyoruz. Türkiye'yi açık bir cezaevi hâline getirdiniz. Sadece cezaevindekiler değil, aslında dışarıdakiler de ne yazık ki mutlu değil. Bu AKP İktidarının ileri demokrasisinin bir sonucudur! Biz böyle bir ileri demokrasiyi istemiyoruz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tuncel.