GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:50
Tarih:11.01.2012

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de halkın iradesine saygı duyan herkese saygılar sunarak ve bize saygı duyan, bizim irademize dil uzatmayan herkese saygılar sunarak sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biraz önce çok masumane bir soru sorarak, ben, gerçekten bir sorunun çözümüyle ilgili "Bu konuda neler yapılabilir?" sorusunu Bakana iletmiştim, ama ne yazık ki Bakan bize "Bu samimiyetsiz sorularda çok alışık olunan bu sözler, on para etmeyen insanların ağzına yakışan sözler." diyor.

Şimdi, Sayın Bakan çok da Genel Kurulu izleyen, gelip giden bakanlardan biri değildi geçmişten bugüne kadar. Eğer sen bizim grubumuzu iyi izlemiş olsaydın, biz bütün sorunları, sizin yüreğinizin yetmediği sorunları bile nasıl bu Meclise taşıdığımızı görürdünüz. Sayın Başbakanın eşinin GATA'ya alınmadığı zaman, ilk bu kürsüye çıkıp, "Haddinizi bilin, nasıl bir Başbakanın eşini GATA'ya alamazsınız." diyen bu gruptur.

Yine, asker aileleri kışlaya başlarında baş örtüsü olduğu için kışlada yemin törenlerine alınmadığı için, ilk bu kürsüye çıkıp "Haddinize değil, çocuklarını ölümün üzerine gönderirsiniz ama o anneleri kışlaya alamıyorsanız o çocukları da kışlaya almamalısınız." diyen biziz.

Benim uzman çavuşlarla ilgili dile getirdiğim de bir haksızlıktı. Bu, uzun süre Türkiye'de yazıldı, çizildi ve bugün de bu yara ne yazık ki kaşınıyor, ne yazık ki o insanlara üçüncü, beşinci sınıf insan muamelesi yapılıyor. Ama siz, o karanlık güçlerin avukatlığını yapacağınıza ilk önce dönün hakkaniyetten yana tavır alın.

Sayın Bakan, sizin bu dilinizdir ki? Bakın, geçen gün sizi telefonla aradım, konuştum. 9 Aralıkta, ben, Ankara'dan Adana'ya giderken silahımı VIP'de güvenlik güçlerine teslim ettim. Silahımda hiçbir mermi yoktu ve zabıtlar tutuldu. Ben Adana Havaalanına gittim, oturdum, benim masama silahımı getirip bıraktılar ve hemen yanında da bana bir mermi hediye ettiler, masama koydular.

Biz bu mermilerin ne olduğunu biliriz çünkü nereden geldiğimizi siz çok iyi bilirsiniz. İnfaz yapılmadan önce, birileri hedefe oturtulmuşsa bu mermiler onun masasına koyulur veyahut da adresine gönderilir. Bunu sizinle paylaştım, kamuoyuyla paylaşmadım, gruptaki arkadaşlarımla paylaştım. Bu sorunu belki insani ilişkiler içerisinde çözeriz dedim ama bir ayı aşkın bir süredir hiçbir işlem yapılmadı. Eğer siz Ankara'daki tutanakları, oradaki kameraları alıp incelerseniz silahın boş olduğunu siz de görürsünüz ve bu sorunda eğer gerçek katilleri ve bu işi yapanları araştırmış olsaydınız, siz Adana'daki kamera kayıtlarını alıp inceleyip bu merminin nasıl benim masama koyulduğunu da görürdünüz; o da olmadı. Bugün ikinci bir mektup geldi. Her gün tehdit mektupları alıyoruz. "KATASOMA" diye bir örgüt kurulmuş ve bizi tehdit ediyorlar, ölümle tehdit ediyorlar. Sizin diliniz ve bu örgüt ve bu mermi emin olunuz ki, aynı alana, aynı amaca hizmet ediyor. Ama şunu açıkça size açıkça söyleyeyim: Vallahi ölümden korkmuyoruz. Bize saldırılarınız olabilir. Bir bütün olarak -sadece ölüm değil- birçok alanda saldırılar olabilir. Kamuoyunu da buradan uyarıyorum ve Allah adına diyorum ki, ben ve arkadaşlarıma bir şey olursa ilk sorumlu siz olacaksınız. Hiçbir güçten de korkmuyoruz; bunu iyi biliniz.

Bakın, iyi biliniz? Masamıza mermi ve orada size çok masumane bir soru ve siz, bize dönüp hakaret ediyorsunuz. Hiçbir makam, hiçbir mevki, size bize hakaret etme hakkını vermez. 1936'lardaki tek parti dönemindeki nasıl ki İçişleri Bakanı, hem Partinin Genel Sekreteriydi hem de İçişleri Bakanıydı, bugün yıl 2012, siz de uzun süre Genel Sekreterlik yaptınız ve şimdi de İçişleri Bakanısınız. 1936'nın ruhu neyse bugün 2012'nin ruhuyla bizimle konuşuyorsunuz ve bizi ne yazık ki, tehdit ediyorsunuz ve bizimle çatışmak? Vallahi hodri meydan; bizim tercihimiz değil, ama başımızın üzerinde de yeri var.

Zirveler, uçurumlara en yakın anlardır. Siz iktidarsınız. Her gün oylarınız da artıyor; yüzde 55 dolayında oylarınız da var. Bu, zirvedir. Ama unutmayın ki, her zirve uçuruma yakın olan andır ve sizin de uçuruma yakın olduğu anlardır. Çünkü çok şımardınız. Çünkü siz, bu halkın iradesiyle cebelleşmeye çalışıyorsunuz ve çünkü siz, gerçekten sorunları çözmüyorsunuz. Bizim sizinle olan farkımız da bu.

Sevgili arkadaşlar, bakın bugün Türkiye'de bir araştırma yapmışlar. Şurada Türkiye'nin bütün illerinde bir anket yapılmış. Sormuşlar "Ne istiyorsunuz?" Mesela mavi "sağlık" diyor, kırmızı "aşk" diyor, yeşil "para" diyor. Evet, barış isteyenler de gri bir renkle ve dönün bakın, kimler ne istiyor? Türkiye'de, dilek haritasında, en çok aşkı isteyen İstanbul, bir derdi yok, İstanbul aşk istiyor.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul)  - Derdi çok, derdi çok İstanbul'un.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Ankara, Bursa, Eskişehir, Adana, Antalya'da, en çok aşk konuşuluyor. İzmir'de para konuşuluyor, İzmir daha tüccar. Van, Hakkâri, Şırnak, Bitlis, Batman, Diyarbakır, Elâzığ, sağ olsun Manisa da onun içerisinde, biraz vicdan sahipleri, onlar da barış istiyor.

Şimdi, bizim kimleri temsil ettiğimizi az çok bilirsiniz. Bizim böyle bir şey, derdimiz, barış derdimiz var. Gittiğimiz her yerde bu dilekleri tutarız. Ben, yine, barışla ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Biz, bundan bir ay önce, yine, Sayın Meclis Başkanıyla, bir heyetle birlikte Prag'a gittik. Prag'ı dolaşırken -orada dilek tutulan yerler var- biz de gittik -Cumhuriyet Halk Partisinden Adnan Keskin de vardı- ikimiz de gittik, dokunduk, dilek tuttuk. Gazeteci arkadaşlarımız vardı, parlamenter arkadaşlarımız vardı ve Meclis Başkanımız da döndü, dedi ki: "Sayın Sakık, ne diledin?" Dedim: "Vallahi ben barış diledim." Dedi ki: "Çok zor vallahi, bu olmaz." Sonra döndü, Adnan Bey'e "Siz ne dilediniz?" dedi. "İktidar." "Sizinki daha çok zor. O da olmaz." dedi.

Şimdi, biz, gittiğimiz her yerde, halkımız ve biz, gerçekten, barış istiyoruz, gerçekten, sorunları çözmek istiyoruz. Biz, kimseyle, bir husumetimiz varsa da barışla çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. Yoksa, birbirimizi boğazlayarak bir yere varamayız. Yeteri kadar boğazlamalar oldu, yeteri kadar, bu ülkede, farklılıklar, çok ağır bedeller ödedi ama bu farklılıkların hukukunu oluşturmak da Parlamentonun görevidir, askerlerin görevi değil. Burada bir milletvekili çıkıp bir şey söylüyorsa, ona cevap Parlamentodan gelmelidir, Genelkurmay Başkanından değil. Genelkurmay Başkanı talimat veriyor. Ben çıkıp demişim ki: "Efendim, yani bize niye ters bakıyorsunuz?" "E vallahi, apoletiniz de olsa, silahınız da olsa, güçleriniz, ordunuz -ne derseniz- tankınız, biz sizin o ters bakışınıza boyun eğmeyiz,  haddinizi bileceksiniz." demişiz. Bunun cevabı dönüyor, "Niye Parlamento bunları linç etmedi?" diyor. Yani şimdi, el vicdan. Siz, gelip bu tepelerde oturacaksınız, bu halkın iradesine tepki göstereceksiniz, gelip bu tepelerde oturacaksınız "Halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerini, iktidarları nasıl ters düz ederiz?" anlayışı içerisinde olursanız bizim de size söyleyecek çok sözümüz olur. İşte bizim sizden farkımız bu. Siz ürkersiniz söylemeye, vallahi biz de çıkarız yiğitçe söyleriz, bedeli neyse arkadaşlarımızın yattığı gibi yatarız. Ölümse, 17.500 faili meçhul cinayet var, onları da başımızın gözümüzün üzerinde kabul ederiz yani farklılığımız budur.

Ben, Adana'da benim masamın üzerine koyulan bu kurşunu buraya bırakıyorum. Bize saygı duyan herkese saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.