GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ÜRDÜN HAŞİMİ KRALLIĞI HÜKÜMETİ ARASINDA GÜMRÜK KONULARINDA İŞBİRLİĞİ VE KARŞILIKLI YARDIM ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:51
Tarih:12.01.2012

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Uluslararası sözleşmelerin yürürlüğe girebilmesi için bu şekil şartının yerine getirilmesi gerekiyor, burada kanunlaştırılması gerekiyor, böyle bir çalışmanın içindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükûmeti arasında 9 Mart 2010 tarihinde imzalanan bir sözleşmeyi bugün burada kanunlaştırıyoruz.

Öncelikle, yani Orta Doğu bölgesinde dostlukların çok önemli ve değerli olduğu bir süreçte, Ürdün gibi kilit düzeyindeki bir ülkeyle imzaladığımız bir sözleşmeyi iki yıl raflarda bekletmiş olmamızın gerçekten anlamı yok. Hâlbuki bu anlaşmalar dostluğa, ilişkilerin gelişmesine katkı verecek önemli sözleşmelerdir, bunların bir an önce kanunlaştırılarak gündeme, uygulamaya geçirilmesi önemliydi, ama her ne hikmetse Türkiye'de on yıl bekleyen sözleşmeler bulunmakta ve bu sözleşmelerin kanunlaştırılması bu ilgisizlik içerisinde gerçekleştirilmektedir.

Bunun için, dış politika konusunda, yani Ürdün merkezli dış politika konusunda görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım, ama tabii -milletimizin dikkatine sunayım- konu Meclisimizin ilgi alanı içerisinde maalesef bulunmamaktadır. Sayın Bakan burada değil, Dışişleri Komisyon Başkanımız biraz önce buradalardı, onlar da şu anda salonda değiller?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Cumhurbaşkanımıza gittiler.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Evet.

Dolayısıyla, siyasi partilerin dış politikayla ilgili görüşlerini ifade etmek fırsatı olan bu tür görüşmelerde, maalesef konuşmaların muhatabı, ilgilisi burada bulunmamaktadır, acı olan durum bu. Dolayısıyla, iktidar partisinin verdiği önem ve değer kadar konular ağırlık kazanmakta, ne konuşursak konuşalım, sonuçta tutanaklarda yük olmaktan öte bir anlamı yok, maalesef öyle, ama biraz önce konuşan Değerli Arkadaşımı eğer dinlediyseniz -Cumhuriyet Halk Partisinin Sözcüsünü- çok iyi hazırlanmış, anlamlı, kapsamlı, endişelerini ifade eden bir konuşma yaptı. Bunların üzerinde ciddiyetle, dikkatle düşünmeye kalkarsak hepimizin ülkemizin, milletimizin geleceği açısından bazı endişeleri paylaşması bir zorunluluk hâline gelir.

Değerli milletvekilleri, Orta Doğu bölgesinde, bütünüyle bölgemizde son dönemlerde yaşanan hadiseleri eğer bir bütünlük içerisinde değerlendirirsek Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun işaret ettiği bir sonuçla karşı karşıya kalırız. Sayın Davutoğlu diyor ki: "Bölgede yeni bir savaşa izin vermeyiz." Bunun anlamı, dış politika verilerine göre, bölgede bir savaş tehdidi var demektir. Bunu Sayın Ahmet Davutoğlu söylüyorsa, stratejik derinliğin ilmini yapan, kitabını yazan ve bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin Dışişleri Bakanlığını yapan bir zat söylüyorsa bunun dikkate alınması, üzerinde konuşulması ve düşünülmesi gerekmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Genel Kurul, milletin oylarıyla seçilmiş siz değerli milletvekilleri, bu ülkenin geleceğiyle ilgili ifade edilen endişeleri, ifade sahibi kim olursa olsun, ama o ifadenin içeriğini tartışmaya, birlikte düşünmeye, bana göre, göreviniz gereği bir sorumluluk içerisindesiniz.

Değerli milletvekilleri, bakınız, son günlerde çıkan gazete haberleriyle söylüyorum. Ben dış politika uzmanı değilim, grubumuzda dış politika uzmanı olan arkadaşlarımız, Sayın Sinan Oğan, Dışişleri Komisyonu üyesi olarak grubumuza bu konuda çok ciddi endişelerini de ifade ediyor. Gerçekten, bölgemizde yaşanan gelişmeler bir savaşın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Savaş, kolay değil arkadaşlar, insan öldüren olay ve bunu yaşayarak seyrediyoruz. Libya'da 50 bin kişi öldü, kısa süre içerisinde, gözümüzün önünde öldü. İnsan, bir insan, ananız babanız ölmedi mi? Ölümün ne demek olduğunu, yani en yakın nefsinizden hatırlatmak mecburiyetindeyim. Ama Libya'da kardeş kardeşi boğazlayarak? Küresel güçlerin desteğiyle, onlardan aldıkları uçaklarla, bombalarla insanlar birbirlerini yok ettiler; 50 bin insan. Irak'ta 1,5 milyon Müslüman öldü, hâlâ ölüyor. Bunun adı savaş.

Şimdi, bölgemiz için böyle bir savaş tehdidinin ve ihtimalinin çok yakın olduğu ifade ediliyor. Bu konuda veriler, gelişmeler öyle net ki, Sayın Dışişleri Bakanı diyor ki: "Böyle bir savaşa izin vermeyiz." Nasıl vermezsiniz? Hangi tedbiriniz var? Sayın Dışişleri Bakanı gelip bu sözünün gerçeğini, içeriğini gelip burada anlatmak durumunda değil mi? Burada bir genel görüşme yapılması gerekmiyor mu? Sayın Ali Babacan da lütfen buradaydı eski Dışişleri Bakanı, o da ayrıldılar. Kime söyleyeceğiz? Kime konuşacağız değerli arkadaşlar?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Elitaş burada!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Bakın, birkaç olayı birlikte bir değerlendireyim.

Şimdi, Suriye'deki iç savaş hızla bir mezhep savaşına doğru sürükleniyor. Suriye'yi bilen bir arkadaşınız olarak söylüyorum. Suriye'deki hadisenin sebepleri çok sorgulanabilinir, tartışılabilinir ama sonuçları itibarıyla, Suriye'deki hadise hızla bir mezhep savaşına doğru gidiyor. Aynı durum Irak'ta yaşanıyor. Irak'ta, Amerika sonrası bile hadise hızla bir mezhep savaşına doğru yol alıyor.

Ee, bu mezhep farklılığının kaynağı, İran ve Suudi Arabistan arasındaki mezhep eksenli savaştır. Bunun arkasında da küresel güçlerin ekonomik projeleri, siyasi projeleri yatmaktadır. Bunu hepimiz biliyoruz ama değerli milletvekilleri, tüm stratejistler bilir ki, tüm dışişleri diplomatları bilirler ki, küresel güçlerin bu bölgedeki küresel projelerinin nihai hedefi Türkiye'dir. Türkiye'yi etnik temelde ayrıştırıp çatıştıramayan küresel güçler, şimdi, mezhep eksenli bir çatışmanın içine itebilmek için, komşularından başlayan bir kuşatma içindeler. Eğer tedbirini almadığımız takdirde, Libya'da olduğu gibi? Burada, çok üzüldüğüm için söyledim. Sayın Dışişleri Bakanının şahsiyetini ilzam edecek, onu üzecek bir tavrım olmaz ama Libya'daki 50 bin ölümle neticelenen o olayda Türkiye'nin aldığı pozisyondan övünmüş olmasından utandım. Değerli milletvekilleri, utandım. Sonuçta, 50 bin Müslüman öldü orada. Bunun içerisinde Türkiye'nin olmasını, "Bir insanlık görevi yaptık." diye pay çıkartmış olmasını, Sayın Dışişleri Bakanının ne şahsına ne ilmine ne de Türkiye Cumhuriyeti devleti Dışişleri Bakanlığı gibi önemli bir görevi üstlenmiş olmasına yakıştıramadım.

Değerli milletvekilleri, bakınız, kafamızı kuma sokmayalım. Doğu Akdeniz çanağında, hızla, küresel güçler mevzilerini tutuyorlar ve hazırlık yapıyorlar. Türkiye'nin Sureyi rejimine karşı çıkışına bir karşı destek olarak Rusya, gemilerini Doğu Akdeniz'e gönderdi. İran'ın tüm yetkilileri Türkiye'yi tehdit ediyorlar. İran, İsrail'le, ABD'yle, Amerika Birleşik Devletleri'yle olan kavgasını öyle bir noktaya getirdi ki, Hürmüz Boğazı'nı kapatmak tehdidini ortaya koydu ve bunun kararlılığını ifade edebilmek için, on gün süren, çok ciddi de bir tatbikat yaptı. Şimdi, ABD artı İsrail, aynı tatbikatı, hava güçleriyle yapmayı planlıyor.

Çok daha sıkıntılı bir gelişme var, gözümüzün önünde cereyan eden, kardeş ve dost Pakistan bir iç savaşın eşiğinde. Haberleri izliyorsanız, Başbakanla Genelkurmay Başkanı, Millî Savunma Bakanı, birbirlerine karşı, açık tehdit ifade eden konuşmalar yapmaya başladılar. Tanklar sokaklarda yürüyorlar. Her an bir iç savaşın, her an bir ihtilalin olması bekleniyor. Afganistan'da çatışmalar devam ediyor. Irak'ta derseniz, yaşıyoruz işte, Şii, Sünni ekseninde Araplar, aynı ırktan gelen insanlar bugün birbirlerinin kanını akıtıyorlar, bir istikrar temin edebilmek imkânını maalesef oluşturamadılar. İran'ın nükleer çalışmalarının böyle tehdit, ileri bir tehdit anlamında yeni meydan okumalarını seyrediyoruz. Bunun dışında, Afganistan'ı hep beraber seyrediyoruz. İran'a uygulanan ekonomik ambargo öyle sıkıntılı bir noktaya geldi ki yani İran'ı boğmak niyetini Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama'nın başkanlığında tüm küresel güçler, tüm Batı güçleri ortaya koydular, İran buna karşı "Ben de sizin petrolünüzü bu Hürmüz Boğazı'ndan çıkaramam." dedi. Dış politikada blöf olur, bir şey söylemiyorum ama bu gelişmelerden -bir ölçü olarak söylüyorum, Sayın Komisyon Başkanı da geldiği için tekrar söylüyorum- bunlardan farklı anlamlar çıkarabilirsiniz bir aydın olarak, bir düşünür olarak ama meselenin bilgisine bütünüyle sahip olmak durumunda olan, meseleyi teknik ve teorik olarak bilmek durumunda olan Dışişleri Bakanı bir savaş hazırlığı olarak görüyor ve diyor ki: "Bölgemizde bir savaş çıkmasına izin vermeyiz." Bu demektir ki bölgede bir savaş hazırlığı var ve bu çok yakın bir tehdit.

Değerli milletvekilleri, ben bütün bunların ötesinde, Türkiye'nin tavır değişikliğini sorgulamak istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğundan bu yana, yaklaşık doksan yıl bütün dünyayla ve özellikle de komşularıyla "yumuşak güç" dediğimiz bir yaklaşım içerisinde hem kendi gelişmesini tamamladı hem de komşularının dönüşümüne katkı verdi.

Doksan yıl içerisinde kimseyle savaşmayarak, bölgede ve dünyada yaşanan hiçbir savaşa katılmayarak Türkiye bugün bu sonucu oluşturdu. Ama bugün Sayın Davutoğlu'na atfen, izafeten söylediğim gibi ne değişti de ata bindi, kılıcı kuşandı, savaşın eşiğine geldi? Tüm dünya Türkiye'nin en kısa sürede Suriye'ye müdahale edeceğini konuşuyor. Bu noktada Barack Obama'nın Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı desteklediğini ve Türkiye'nin politikasıyla, bölge politikalarıyla örtüştüğünü, arkasında olduğunu tüm Batı basını yazıyor.

Ne olacak, geri adım mı atacağız, bir ihtimal var mı değerli milletvekilleri? İsrail'le yaşadığımız o onur kırıcı restleşmeyi şimdi Suriye'yle de mi yaşayacağız? Hani, savaş sebebi sayacaktık İsrail'in tavrını devam ettirmesi hâlini veya Doğu Akdeniz'de petrol araması çalışmasını? Hani, donanma gemilerimizi de yardım gemilerinin peşinde gönderecektik? Çok onur kırıcı bir davranış, Türkiye'ye yakışmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanı veya Türkiye'yi temsil eden tüm şahsiyetler dış politikada bir tavır ortaya koyarlarsa bu milletin tavrıdır ve sonuna kadar götürülmek durumundadır. Şimdi Türkiye, Suriye'ye, Suriye yönetimine, bana göre Suriye halkına da?

Lütfen, Lübnan gazetelerini takip edin, televizyonlarını izleyin; İran'ın gazetelerini okuyun, televizyonlarını izleyin. Manşetlerin tamamında Türkiye aleyhtarı demeçler var. Hani, "Dost, kardeş Lübnan." diyordunuz? Sayın Başbakanın çok değer verdiği kişilerin yönettiği Lübnan. Ama bugün Lübnan'da Türkiye karşıtı öyle bir kamuoyu, öyle bir siyasi propaganda gelişti ki Türkiye'nin buralarda artık böyle bölgesel güç olmak, dost olmak, kardeş olmak şansı ve imkânı kalmadı. Niye böyle? Bunun böyle olacağını bir adım önceden görmeniz lazım çünkü bu hadise Şii ekseninin tavrı; İran, Irak, Suriye ve Lübnan, sizin bunun karşısına koyabileceğiniz bir argümanınız yok. Şimdi, eğer bu bölgede iç savaşa dönüşecek mezhep eksenli bir çatışma? Önleyebilme gücünüz yok, Türkiye'nin bunu önleyebilme gücü yok. Bunun Türkiye'ye yansıma ihtimalini -siyaset adamı geleceği öngörmek durumunda- bu ihtimali bugünden öngörmek mecburiyetindesiniz ve tedbirini almak durumundasınız.

Küresel projelerin uygulanmaya çalışıldığı bölgemizde ve dönemde, 21'nci yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye bu savaşlara karışarak -zımnen karışarak, taraf olup karışarak, tavır belirleyip karışarak- kendi birliğini, kendi geleceğini tehlikeye atmaktadır. Suriye'de yaşanacak bir mezhep kavgasının etnik kavgayla da desteklenerek? Suriye'nin de Kürt bölgesi var, "Kürt Konfederalizmi" dedikleri dört bölgeli Kürdistan'ın bir parçası da Suriye'dedir. Suriye'de yaşanacak bir Libya örneği sonrası bu konfederasyonun batı ucu olarak Suriye'de oluşacak bir Irak'ın kuzeyindeki siyasi yapılanmaya hangi tedbiriniz var Sayın Dışişleri Bakanı, Sayın Hükûmet, sayın yetkililer? Şimdi, Türkiye'de de, bizim kuzey komşularımız bulunmuyorlar ama farkında değil misiniz bu gerginlikten amaçlananın ne olduğunu? Hızla Suriye'de yaşanacak bir iç savaşın, Irak'ta yaşanan bir iç savaşın sonrasında yaşanan bir mezhep ayrışmasının Türkiye'ye yansıması için siyasi bölücülük öyle azgın hâle geldi ki, resmen meydan okuyorlar; "Bölündük." diyorlar, bayrak istiyorlar. Nedir tedbiriniz?

Değerli arkadaşlar, komşularımızla ilişkimiz? Sayın Başbakan "Suriye bizim iç meselemiz." demişti, bir anlamda doğru söylemişti. Bana göre bu bölgedeki tüm ülkelerin yaşadığı sorunlar bizim iç meselemiz olmak durumunda. Çünkü eğer ona karşı zamanında tedbir alamazsak veya tavır belirleyemezsek o sorun hızla bizim iç meselemiz hâline gelecektir.

Benden önce konuşan sayın arkadaşımın ifade ettiği hadise önemli. Dış politika millî politikadır. Siyasi iktidarların veya partilerin kendine özel politikaları olmaz. Bu politika milletin, devletin politikası ve bir değer ekseni etrafında sürekliliğinin olması gerekir. Bir muhalefet partisi olarak ben ülkemin dış politikasını zayıflatacak bir beyanda bulunmam, doğru olmaz. Ülkemizin elini zayıflatacak bir tavrımız olmaz bizim. Ama bir siyasetçi veya ülkesinin insanına, geleceğe mensubiyet duyan, buna hassasiyeti olan bir siyasetçi olarak geleceği öngörmek ve gereken uyarıları yapmak mecburiyetindeyiz.

Değerli milletvekilleri, bakınız -benim bu konuda geçmişte görevim olduğu için söylüyorum- ülkeler arasında savaşın da tedbiri dostluklardır; ikincisi de, ticarettir, ortaklıklardır. Şimdi, dostlukları öyle bir noktaya getirmiştik ki, artık ortaklık noktasına doğru ulaşıyorduk. Ama Suriye halkı adına Suriye halkının örgütlü gücü olan devletiyle dövüşmeyi seçtik. Ne yapacağız, şimdi Suriye halkı da bize düşmanlık duyuyor. Benim orada akrabalarım, kardeşlerim yaşıyor, biliyorum. Dün Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Sayın Cumhurbaşkanı gerçekten çok itibarlı liderlerdi. Türk Bayrağı altında nümayişler yapılıyordu. Bugün öyle değil değerli milletvekilleri, yüreğim yanarak söylüyorum. Bu pozisyonumuz yanlış politikalarımızla kaybedildi.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Sayın Başkanım, bir sonraki maddede konuşmayacağım eğer iki dakika verirseniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Verin de konuşmasın Sayın Başkan.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - İki dakikada bitireceğim.

BAŞKAN - Lütfen, uzatmamak kaydıyla, buyurunuz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Sayın Elitaş'ın da müsaadesiyle efendim!

Değerli arkadaşlar, dostluklar gerçekten önemli. Eğer halkların dostluğunu kazandıysak, o halkların yöneticilerinin yanlış yapmasına müsaade edilmez. Biz, kazandığımız, dişimiz tırnağımızla kazandığımız Suriye halkıyla dostluğumuzu bir kalemde çizdik attık, yazık ettik.

Ben, Sayın Bülent Arınç'a gittim, dedim ki: "Efendim, yanlış yapılıyor. Siz, Suriye'nin siyasi rejimiyle kavga yapıyorsunuz. Sebebi size ait, çok doğru bulmuyorum, haklı bulmuyorum ama sorgulamıyorum ama halkıyla ne derdiniz var? Parlamentolar arası dostluk grubunu niye kurmuyorsunuz?"

Bu Parlamento, bu halkın temsilcilerinin olduğu yer. Suriye halkının Meclisi, Halk Meclisinin dostluk grubuyla Türkiye arasında köprüler, dostluk köprüleri devam etse olmaz mıydı?

Değerli arkadaşlar, tenkidim şudur: Yani iktidar partisinin dış politikasının kafası karışık. Sayın Davutoğlu'nun heyecanlarıyla o stratejik derinliğin karanlıklarında kaybolduk. Ata bindi, kılıcını kuşandı, tarihte örneğini gördüğümüz ham hayallerin peşinde Türkiye'yi bir yere doğru sürüklüyor.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Malkoçoğlu!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Bunu durdurmamız lazım, bu yanlış. Bu yanlıştan nasıl döneceksek beraber dönelim. Bunu bir iç politika malzemesi olarak sizi tenkit etmek için söylemiyorum ama Suriye özelinde görüyorum; iyiye gitmiyor, bu iyiye gitmeyiş, Suriye, bölge açısından söylemiyorum, Türkiye açısından iyiye gitmiyor arkadaşlar. Bu mezhep eksenli çatışma Türkiye'ye sıçrarsa hiçbir tedbiriniz yok. Tarihin en kanlı çatışmaları mezhep eksenli çatışmalardır. Siyasetçi ve devlet adamı, geleceği öngörmek mecburiyetindedir. Bu öngörülerin endişeleriyle bunları ifade ettim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.