GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÛMETİ İLE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ HÜKÛMETİ ARASINDA KAPIKÖY VE RAZİ KARA HUDUT KAPILARININ ORTAK KULLANIMINA İLİŞKİN MUTABAKAT ZAPTININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR
Yasama Yılı:2
Birleşim:9
Tarih:19.10.2011

MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime, bu gün Hakkâri ilinde, dün Bitlis ili Güroymak ilçesinde meydana gelen terör saldırılarında hayatını kaybeden asker, polis ve vatandaşlarımıza Yüce Yaradan'dan rahmet dileyerek başlamak istiyorum. Geçen hafta içinde Siirt ili Baykan ilçesinde, teröre daha evvel kardeşini vermiş, geçen hafta da 2 oğlunu feda etmiş olan Baykan İlçesi Sarıdana köyü Muhtarı Ahmet Çarboğa'ya da başsağlığı dilemek istiyorum.

Bu vesileyle, Türk vatanının bölünmez bütünlüğü, Türk milletinin birliği konusunda kanını ve canını feda etmiş bütün gazi ve şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

Kendi akrabalarına çoluk çocuk demeden kıyan, mensup olduğu Türk milletine ihanet eden bölücü terör örgütü mensuplarını, onlara maddi, manevi destek veren her kesimi şiddetle kınıyor ve lanetliyorum.

Terör belası otuz yıldır başımızı ağrıtıyor, içimizi sızlatıyorken, yüz yirmi sekiz sayfalık 61'inci Hükûmet Programı'nda terörle mücadeleye bir satır, bir cümle, bir paragraf ayırmayan, bir program sahibi olmayan zihniyeti de kınıyorum. Onları Türk milletine şikâyet ediyorum ve Cenabı Allah'a havale ediyorum.

24'üncü Yasama Döneminin Türk milletine hayırlar ve güzellikler getirmesini de Yüce Yaradan'dan diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; 2 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kapıköy ve Razi Kara Hudut Kapılarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini yüce Meclise arz etmek üzere huzurlarınızdayım.

Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler, uzun tarihî geçmişi olan, yoğun kültürel bağlar içeren ve bu coğrafyada bin yıldır yaşayan Türk milleti ve Türk devleti için büyük önem arz etmektedir. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti de, bu coğrafyada en az bizim kadar geçmişi, sürekliliği ve kültürel birikimi olan bir devlettir. İran İslam Cumhuriyeti'yle yaklaşık dört yüz yıldır ilişkilerimiz barış ve istikrar niteliği taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh." prensibinden hareketle bölgesel barış adına tesis ettiği örgütlenmelerden Sadabat Paktı'nın üyelerinden biridir İran. Zikrettiğimiz dört yüz yıllık barışçıl ve istikrarlı ilişkinin içinde en önemli aşamalardan biri olan bu birliktelik, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve İran Şahı Rıza'nın dostluk ilişkilerinin nişanesi olarak dünya siyasi tarihindeki yerini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti ve İran İslam Cumhuriyeti arasında var olan barış ve istikrar dolu bu ilişki sürekli olarak birileri tarafından bozulmak istenmiştir. Özellikle 1979 İran Devrimi ve İran-Irak Savaşı sonrasında bu ilişkilerin bozulacağı beklentisi boşa çıkmış, her iki taraf da ciddi ve köklü devlet geleneği olduğunu ispat etmişlerdir. 1990'lı yıllarda ise ülkemizde işlenen bazı cinayetler, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Türk devletleri üzerindeki nüfuz rekabeti gibi hususlar da iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep olamamıştır. Ne siyasi cinayetler ne de nüfuz rekabeti ilişkileri bozamamış, bilakis iki ülke arasında ekonomik iş birliği örgütleri kurulmak suretiyle yakın ilişkiler devam ettirilmiştir.

Bugün için dünya petrol rezervinin yüzde 8'inden fazlasına sahip olduğu bilinen ve bu oranla 5'inci sırada olan İran, doğal gaz rezervi miktarında da dünyada 2'nci sıradadır. Bu özelliklerinden dolayı İran ekonomik anlamda kendisi için önemli bir zenginlik kaynağına sahip iken, enerji kaynağı gibi bir konuda zengin olmaktan dolayı da büyük sıkıntılara muhatap bir ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti de coğrafi olarak İran'ın bu özelliklerinden dolayı ticari anlamda zengin bir ülkenin komşusu olma, bu ülkenin enerji kaynaklarının enerji ihtiyacı olan bölgelere nakli konusunda avantajlara sahiptir. Ancak bu avantaj aynı zamanda bu enerji kaynaklarını yönetmek ve yönlendirmek isteyen uluslararası güçlerin kaotik politikalarının da muhatabı olmamızın sebebi olmuştur.

Bu çerçevede yukarıda tarihsel gelişimini özetle arz etmeye çalıştığım süreçle beraber bu hususların çok iyi değerlendirilmesi, İran gibi dost ve kardeş bir devletle ilişkilerimizin bozulmasına sebep olabilecek telkin, tavsiye, politika ve olayların çok iyi sezilmesi, ön alınması gerektiğini düşünmekteyim.

Günümüz Türkiye'si ve İran arasında ticari, siyasi ve sosyal ilişkiler oldukça yoğundur. 2010 yılı itibarıyla yaklaşık 10 milyar 600 milyon Amerikan dolarlık hacme ulaşmış bir ticari ilişki, yine 2010 yılında sayıları 2 milyonu bulan İranlı turist misafirlerimiz söz konusu olmuştur.

Bu çerçevede, hâlen faal olan İran'la aramızda fiziki temas ve geçiş noktaları olan Esendere ve Sero hudut kapılarının yanı sıra Kapıköy ve Razi hudut kapılarının açılması oldukça önemli bir aşamadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu teşebbüsü ziyadesiyle yerinde buluyor ve bu mutabakat metnini içeren kanun tasarısına olumlu yönde katkıda bulanacağımızı ifade etmek istiyorum.

İran ile sınır kapılarının önemi büyüktür. Zira, İran Türkiye'nin hem ticari ve ekonomik ortağıdır hem de İran Türk ihracatçıları ve nakliyecileri için özellikle de Orta Asya ülkelerine ihracatta önemli bir geçiş ülkesidir. Bu sebeple de İran ile gümrük kapıları ve İran'dan geçen araçlarımızın durumu önem kazanmaktadır. İran ile yeni bir sınır kapısının açılması önemlidir ancak yeterli değildir. Zira, Iğdır ili Dilucu mevkisindeki Boralan Sınır Kapısı büyük bir ihtiyaç olduğu hâlde hâlen açılamamıştır.

AKP İktidarı komşu ülkelerle gümrük kapılarını maalesef ihtiyaca göre değil, o illerin baskı gruplarına ve kendilerine yakınlığına göre açmaktadır. Zira, Boralan'a olan ihtiyaç öncelikli olduğu hâlde hâlen açılamamış, bunun yerine mevcut bugün görüştüğümüz kapıya öncelik verilmiştir.

Tabii, yeni kapıların açılması yetmemektedir, açılan kapıların nasıl işlediği de önemlidir. Bugün nakliyecilerimiz, ihracatçılarımız günlerce İran kapısında sıra beklemekte ve perişan olmaktadırlar. Kapılarda birkaç kilometreyi bulan kuyruklar oluşmaktadır. İran ile olan kapılarda tam bir kargaşa hâkimdir. Bu durum da hem gecikmelere sebep olmakta hem de kapılardan gayrihukuki geçişlere ve kaçakçılığa meydan vermektedir. İran ile olan gümrük kapıları sorunu nakliyecilerimizin İran içerisinde ayrıca gidiş dönüş olarak yaklaşık 1.600 dolar haksız yere İran makamlarına "Mazot farkı" adı altında ücret ödemelerine de sebep olmaktadır. Yıllardır nakliyecilerimiz, ihracatçılarımız bu sorunla uğraştığı hâlde bu insanlarımızın elinden tutulmamış, bu sorunlar çözülmemiştir.

Bugün mutabakat metnini kanun hâline getirmek istediğimiz Kapıköy ve Razi hudut kapılarının özel bazı durumları da vardır. İran tarafındaki Razi'de Tarım Kredi Kooperatifleri bünyesindeki GÜBRETAŞ firmasının yüzde 45 oranla dâhil olduğu bir konsorsiyuma ait gübre fabrikası vardır. Sınırın hemen ötesinde bulunan bu gübre fabrikasından henüz gübre ithalatı yapılamamıştır. 460 milyon Amerikan doları değerindeki bu fabrikadan, hudut kapısı açıldığında faydalanacağımızı umuyorum.

Ayrıca, bu kapı hâlihazırda sadece küçük araçlara hizmet verebilmektedir. Oysa, gerçek anlamda faydalı olabilmesi için otobüs, kamyon ve tırlara da hizmet verebilmelidir. İran tarafındaki karayolunun uygun hâle getirilmesi hususunun da Hükûmet tarafından takip edilmesi gerektiğini düşünmekteyim.

Mevcut hudut kapılarımızdaki sorunların temeli olan personel yetersizliğinin de Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından en kısa zamanda giderilmesi gerektiğini düşünmekteyim.

Bu hususlara ilave olarak, zaman zaman İran'la ilişkiler konusunda Türkiye'nin batılı devletler yanında yer aldığı, zaman zaman da Türkiye'nin İran yanında yer aldığı gibi farklı değerlendirmeler yapılmaktadır. Şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükûmetleri sadece Türk devleti ve Türk milletinin menfaatinin olduğu yerde bulunmak zorundadırlar. Bizim İran'la ilişkilerimizin dört yüz yıldır olduğu gibi barış ve istikrar içinde devam etmesi, şu anda millî menfaatlerimizin bir gereğidir. İran'la hem doğal kaynaklarının dünya pazarlarına sunulması hem de İran devletinin Dünya Ticaret Örgütü üyeliği gibi uluslararası sisteme entegrasyonunda Türkiye Cumhuriyeti devleti önemli roller üstlenebilecek pozisyondadır. İran'ın da uluslararası sisteme entegrasyon konusunda çaba göstermesi gerektiği ve özellikle nükleer programını barışçıl amaçlarla hazırlama, uygulama ve uluslararası örgütlere denetlettirme konusunda daha dikkatli, gayretli ve şeffaf olmasını arzu etmekteyiz.

Öte yandan, Osmanlıyı ihya etmek gibi gizli emellerin olduğu, reel politikten uzak, hayalci ve bir o kadar da Türk devletinin başını belaya sokabilecek yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Bölgemizde "Büyük Ortadoğu Projesi" kapsamında kurulacağı iddia edilen ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün vatandaşlarını rahatsız eden Kürt devleti projesinin ayaklarından birinin Irak, birinin Suriye, birinin İran ve en sonuncusunun da Türkiye toprakları olduğu iddialarından hareketle hem İran'la terörle mücadele konusunda son dönemde katettiği mesafeyi yakından takip etmeli hem de iş birliği artırılmalıdır. Kaldı ki İran'la ilişkilerimizin en önemli unsurlardan biri, bölgedeki ayrılıkçı, bölücü ve silahlı Kürt hareketleridir. Bu ortak konu zaman zaman iki ülke arasındaki ilişkilere şüphe düşürmüş olsa da özellikle İran Cumhurbaşkanı Hatemi döneminden bu yana ortak tavır alma ve birlikte hareket etme söz konusu olmuştur. Bu çerçevede, özellikle bugünlerde terör örgütünün İran'daki kolu PJAK'ın tasfiyesi konusunda İran önemli bir mesafe katetmiştir.

Yine, bugünlerin önemli bir konusu da topraklarımızda faaliyet gösteren eli kanlı bölücü terör örgütünün elebaşlarından birinin İran tarafından yakalandığı ve serbest bırakıldığı iddialarıdır. Devletin haber ajansı tarafından haber olarak geçilen bu iddia konusunda Hükûmetin sayın bakanları çok enteresan derecede birbirinden farklı ve çelişen açıklamalarda bulunmuşlardır ancak yazılı ve görsel basına yansıdığı kadarıyla bu elebaşı yakalanmış ve serbest bırakılmıştır. Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç bu konuda "PKK'yla mücadelede Türkiye ile İran arasında ihtilaf yok." ifadesinde bulunmuştur. Eğer bu hususlar doğruysa öğrenmek istiyoruz: Elebaşının, Türkiye'nin isteği dışında, İranlı yetkililerce füze kalkanı sistemine tepki olarak bırakıldığı iddiası doğru mudur? Elebaşı Türkiye'nin isteğiyle bırakılmış ise bu, eli kanlı bölücü terör örgütünün içini dizayn etme iddialarını doğrulamak da değil midir? Eğer elebaşı olan şahıs Türkiye'nin isteğiyle bırakılmışsa bu durum da PKK'yla Oslo'da yapılan müzakerelerde bir mutabakata varıldığı, bu mutabakatı bozan Kandil'deki unsurların sınır ötesi hava harekâtıyla cezalandırıldığı ancak İran tarafından yakalanan elebaşıyla da mutabakata varıldığı ve örgüt içi düzenlemelere Türk devleti müdahil edilerek Suriyeli grupların etkinliği yerine İran tarafından yakalanan elebaşının tercih edildiği iddiaları gerçeğe yakın gözükmektedir. Bu durumun da Türk devleti, Türk Hükûmeti ve Türk milleti için ziyadesiyle vahim, ziyadesiyle âcizlik anlamına geldiği aşikârdır. O zaman şu soruyu sormak gerekir: Madem, terör konusunda İran'la bir ihtilafımız yok idi o hâlde neden İran bizim düşmanımız olan bir numaralı PKK yöneticisini yakalayıp serbest bırakmıştır? Batı ülkelerinde bile beşinci sınıf bir terörist serbest bırakıldığında kıyameti koparan Hükûmet bu konuda neden sağır ve dilsizi oynamaktadır?

Hükûmet, programında da yer vermemesinden anlaşılacağı üzere ciddi bir terörle mücadele siyasetine sahip değildir. Hükûmet, terör örgütü ve küresel merkezlerin yarattığı kanlı fırtınalar içinde bir o yana, bir bu yana savrulup durmaktadır. Önce, terör örgütüyle müzakereleri reddetmekte, bunu söyleyenleri şerefsizlikle suçlamakta, gizli gizli girdiği ilişkinin sonucu İnternet'te yayınlanan nur topu gibi kasetler doğunca "Hükûmet değil, devlet görüşmektedir." diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır. Sayın Başbakanın özel temsilcisinin yürüttüğü bir müzakere ne zamandan beri idari müzakere olmaktadır? Bu apaçık bir siyasi müzakeredir. Başbakanın özel temsilcisi devletin değil siyasetin ve siyasi iktidarın aracısıdır. Hükûmet sadece Kandil'den değil küresel başkentlerden de esen diplomatik dalgaların arasında pusulasını şaşırmış şekilde savrulup durmaktadır.

Bunlara ilave olarak "Komşularla sıfır sorun" derken Türkiye bütün komşularıyla kavgalı hâle gelmiştir. Âdeta, AKP, on yılda bütün çarşıyı karıştırmıştır. "İsrail'le Suriye arasında arabuluculuk yapacağım." diye meydana çıkmış, daha sonra hem İsrail'le hem de Suriye ile düşman hâle gelmiştir. "Tarihimle yüzleşeceğim." deyip Ermenistan'la flörte başlamış hem dost ve kardeş Azerbaycan'ı kaybetmiş hem de Ermenistan'la eskisinden daha sorunlu hâle gelmiştir. Şimdi, kalkıp Sarkozy'i eleştirerek durumu kurtarmaya çalışmaktadır. İran'la da benzer bir kaos  durumuna doğru gitmekteyiz. Bir yandan terör konusunda iş birliği yapmaya çalışırken diğer yandan ABD'nin İran'a karşı İsrail'i korumak için oluşturduğu füze kalkanına müsaade edilmiştir. Dolayısıyla, bu Hükûmetin Türkiye'nin güvenliği ve komşularıyla bugüne kadar yürüttüğü dostane ilişkiler "Komşularla sıfır sorun" diyerek ciddi bir tahribata uğratılmıştır. Şükür Allah'a, sorunsuz yaşadığımız hiçbir komşumuz kalmamıştır.

Fransa Devlet Başkanı Sarkozy'nin en alt seviyedeki zekâ sahiplerinin de anlayabilmesi için "Biz kediye kedi deriz." sözünden yola çıkarak ifade edebilirim ki NATO bünyesindeki füze kalkanı sistemi, üstü ne kadar örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, kamuoyu ne kadar "Cambaza bak cambaza!" usulüyle yanıltılmaya çalışılırsa çalışılsın, füze kalkanı sistemi İran'a karşı kurulmaktadır, İsrail devletini korumayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede, İran'a karşı husumeti olan devletlerin oyunlarına alet olmamak, komşularımızla sıfır sorun politikasını tekrar hatırlamak ve komşularla sırf sorun gerçeğinden uzaklaşmayı telkin ve tavsiye etmekteyiz.

Başka tavsiyelerimiz de var. Biz, Türk milliyetçileri olarak Türk milletinin birliğine, refahına hizmet eden, Türk vatanının bölünmez bütünlüğünü savunan, Türk devletinin bekasına katkıda bulunan herkese, siyasi yelpazedeki yeri ne olursa olsun hürmet ederiz ancak son dönemde AKP Hükûmetinin temsilcileri, küresel başkentlerin kibar ifadeyle "telkin ve tavsiyeleri" doğrultusunda çok sert manevralar yapmaktadırlar.

Elinden insan hakları ödülü ve 100 bin Amerikan doları alınan Libya lideri Kaddafi'ye önce sahip çıkılıyor, sonra Kaddafi rejimine yapılan askerî saldırılara İzmir'de merkez verilmekte, Kaddafi muhaliflerine ise Türk milletine ait 300 milyon Amerikan doları gönderilmektedir.

Suriye rejimi ve Beşar Esad'la sıcak ilişkiler kurulmuş, bu ilişkiler çerçevesinde iş adamlarımız Suriye'de yatırım yapmış ancak nereden geldiği açıklanmayan bir mesajla ilişkiler tersine dönmüş, Sayın Genel Başkanımızın ifadesiyle "Kardeş Esad" "Kalleş Esad'a" dönüşüvermiştir.

Biz, Sayın Başbakana, Arap baharından çok Türk milletinin baharıyla ilgilenmesini tavsiye ediyoruz.

Biz, Sayın Başbakana, Gazze'de İsrail terörü ve baskısı altında hayatını kaybedenlerin hesabını sormazdan evvel, Musul'da, Kerkük'te, Telafer'de, zibidi Peşmergelerle Amerikan askerleri tarafından katledilen kardeşlerimizin, KarabağHocalı'da Ermeniler tarafından katledilen kardeşlerimizin hesabını sormasını tavsiye ediyoruz.

Biz, Sayın Başbakana, Gazze'deki ablukayı kaldırma mücadelesinden evvel Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin üzerindeki izolasyonların kaldırılması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bütün dünya milletleri tarafından tanınması mücadelesini vermesini tavsiye ediyoruz.

Biz, Sayın Başbakana, Doğu Türkistan'da zulüm altındaki soydaşlarımız ve Türk dünyasıyla yakından ilgilenmesini tavsiye ediyoruz.

Biz, Sayın Başbakana, coğrafyamızda kurulması hayal edilen Kürt devletinin ikinci ayağı olarak yıkmaya çalıştığı Suriye rejimine karşı efelenmesini değil, terör örgütüne yardım ve yataklık eden, Dışişleri Bakanının ağabeyi, Irak'ın kuzeyindeki Peşmerge reislerine efelenmesini tavsiye ediyoruz.

Biz, Sayın Başbakana, Türk devletinin güvenlik sorunlarını, ekonomik problemlerini, dış politika konularını yabancı başkentlerde başka liderlerle değil, Ankara'da bu Meclisteki liderlerle konuşmasını, paylaşmasını tavsiye ediyoruz.

Biz, Sayın Başbakanın dünyada önemli bir siyasi aktör olma çabasından rahatsız değiliz, bununla mutlu oluruz, gurur duyarız ancak kendisine tavsiye ederiz ki: Arap topluluklarına şeyh olmaktan ve Afrika kabilelerine reis olmaktansa önce Türk devletine lider, Türk milletine önder olmak efdaldir.

Sözlerime son verirken tasarının yüce Türk milleti ve Türk devleti için hayırlara vesile olmasını diler, Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)