GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN İLE DENETİMLİ SERBESTLİK VE YARDIM MERKEZLERİ İLE KORUMA KURULLARI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:91
Tarih:05.04.2012

MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 207 sıra sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime, iki gün evvel Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde meydana gelen olaylara değinerek başlamak istiyorum. 3 Nisan günü iki ayrı grup arasında meydana gelen kavga olayında, önce güvenlik güçlerini Fakülteye davet eden, sonra olay tam sakinleşmeden çevik kuvveti gönderen ve 12 vatanperver genci 300 bölücü anlayışın önüne atan okul yönetimini şiddetle kınıyorum. Bu 12 vatanperver genci, aynı 12 Eylül mantığıyla "Bir sizden, bir onlardan." anlayışıyla okula almayan Fakülte yönetimini ve Rektörlüğü adil olmaya davet ediyorum.

Avukatlarımızın bu önemli gününü de kutladığımı ifade etmek istiyorum.

Tasarıyla hedeflenen amacın, ceza ve infaz kurumlarında uzun süre kalan hükümlülerin kaybolan iş, aile ve sosyal ortamlarını düzeltmesi için salıverilme sonrasında verilecek yardım ve destekle toplum içerisine bırakılması ve cezaevinde amaçlanan ıslah işlemine denetim ve gözetim altında toplum içinde de devam edilmesidir. "Suçluların topluma kazandırılması." diye de özetlenebilecek bu amacın, tasarıyla getirilen düzenleme ile iyi bir uygulama sonucu ortaya sosyal anlamda önemli bir fayda getireceği sağlıklı bir beklentidir. Çünkü düzenlemeyle, kapsam dâhilindeki kişilere, kamuya yararlı bir işte ücretsiz çalıştırma, zorunlu eğitim programlarına katılma ve seyahat sınırlaması getirilmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tasarıya olumlu baktığımızı ve desteklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Tabii, bu kısmi nitelikli af sayılabilecek haktan yararlanabilmek için şartlı salıvermeye bir yıl ve daha az süresi kalmak ve iyi hâlli olmak şartlarını taşımak gerekmektedir. Diğer yandan, son dönemdeki uzun süreli tutuklamaların ve sık sık verilen tutuklama kararlarının önüne de geçilmek istenmektedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; aslında tasarının içinde saklı olan şeyleri de görmemiz gerekmektedir. Öncelikle tasarı, normal kapasitesi 80 bin olan cezaevleri, sıkıştırılmış kapasitesi 116 bin olmasına rağmen, bugün 132 bin civarında tutuklu ve hükümlüyü barındırmaktadır. Tasarıyla yaklaşık 15 bin kişi denetimli serbestlikten yararlanacak ve cezaevlerinden salıverileceklerdir.

Peki, daha sonra bu boşalan yerler ne olacak, kimlerle doldurulacak? Mevcut ceza ve infaz rejimimizin önemli sorunları nasıl ve ne zaman giderilecek? Ceza infaz koruma memurlarının sorunları -ki başta çalışma koşulları ve özlük hakları bu kürsüden çok kez dile getirildi- ne zaman çözülecek?

Peki, cezaevlerinin ıslah etme özelliği ne durumdadır? İşte, Pozantı Cezaevi, sorun kamuoyu tarafından öğrenilirse bir hamaset, üst perdeden konuşmalar. Çözüm? Çözüm, Pozantı'dan al Sincan'a taşı; işte çözüm. Hâlbuki ele alınması gereken şey, ceza infaz sisteminin tüm unsurlarının sorunlarıdır.

İnfaz hizmetlerinin etkinliğinin artırılması için fiziki ve teknik altyapı eksiklikleri giderilmeli, teşkilat ve personel yapısı güçlendirilmelidir. Tutuklu ve hükümlülerin ceza infaz kurumlarında insan onuruna yakışır bir biçimde ve güvenlik içerisinde barındırılmaları, iaşeleri, tedavileri, sevk ve nakilleri, eğitimleri ile rehabilitasyonları yapılmalı, üretimde kalmaları sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu teklif vesilesiyle Türkiye'de çok konuşulan adalet sistemi ve ceza rejimine ilişkin değerlendirmelerimizi de aktarmak istiyorum. Şu anda çatısı altında bulunduğumuz yüce Meclisin Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul Milletvekili Engin Alan gibi birçok unsuru Anayasa ve kanunlara aykırı yorumlarla tutukludur. Sayın Engin Alan bizlere yazdığı mektupta adalet istediğini ama önce kendisi için değil, arkadaşları için adalet istediğini ifade etmektedir. Bizlere düşen ise haksızlık karşısında susmamaktır. İktidar partisi, Meclis çoğunluğu olmasına rağmen demokrasiyi ve millî egemenliği bu ayıptan kurtaracak adımları atmamakta, kendi önceliklerini Meclis gündemine taşımaktadır. Bunu kınadığımı sizlere arz etmek istiyorum.

Uzun tutukluluk sürelerine ilişkin düzenlemeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen hâlâ yerinde durmaktadır. Türkiye'de 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddelerine göre tutukluluk süresi on yıla kadar çıkabilmektedir. Bu süre Avusturya'da iki yıl, Almanya'da altı ay, İskoçya'da yüz on gün, Fransa'da dört yıl. Peki, tutukluların hüküm giyme oranı ne? Bu oran Türkiye'de yüzde 50-60 civarında, yani 10 tutukludan 4'ü, 5'i suçsuz yere yatıyor. Diğer ülkelerde bu oran, Japonya'da tutukluların yüzde 99,9'u hüküm giymekte, Çin ve Kore'de 99,6'sı, Fransa'da 98,9'u, Almanya'da da 96,5'i, İngiltere'de 90,3'ü. Bu rakamlara göre Türkiye'de tutukluların hüküm giyme oranı, çok vahim seviyededir. On yıllık AKP İktidarı reform yapacaksa tutuklama rakamlarını hüküm rakamlarına eşitleyecek düzenlemeler getirmelidir. Anayasa referandumunda Türk milletini aldatıp, Anayasa Mahkemesi ve HSYK'yı ele geçirip, üstüne biraz da adliye binası, cezaevi inşaatı ekleyip "yargı reformu" diye kasım kasım kasılmak doğru bir anlayış değildir.

Son birkaç yıldır kamuoyunun gündeminde ağırlığını iyice hissettirmeye başlayan uzun tutukluluk meselesi, artık hukuki bir mesele olmaktan çıkmış ve toplumsal, siyasi, ahlaki ve vicdani bir mesele hâline gelmiştir. İnsanlar, bir şafak vakti yataklarından kaldırılıp terör zanlısı olarak gözaltına alındıktan sonra, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250'nci maddesi mucibince on yıl tutukluluğa mahkûm edilmektedirler. Yanlış duymadınız, evet, artık yargı sistemimizde sanığın tutukluluğa mahkûm edilmesi şeklinde yeni bir uygulama, yeni bir ceza yargılaması ve mahkûmiyet türü geliştirilmiştir.

Esasen sizlerin de takdir edeceği üzere, tutukluluk, kişi hürriyetini mahkûmiyet kararı olmaksızın kısıtlayan istisnai ve geçici bir tedbirdir ancak bugün tutukluluğun gerekçe ve süresi konusunda karşı karşıya bırakıldığımız durum dikkate alındığında, bu hâlin istisna ve geçici olma niteliğinden çıkıp asli, yani genel ve kalıcı bir hâl aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Tutuklama için gerekli olan kuvvetli suç şüphesi, suçun gerçek niteliği, sanığın kaçma şüphesi ve delilleri karartma kabiliyetine sahip olması gibi çağdaş, evrensel gerekçeler geçerlilik ve bağlayıcılığını yitirmiş; bunların yerine sanığın peşin peşin cezalandırılması, yargılamadan burnunun sürtülmesi, itibarsızlaştırılarak sindirilmesi arzusu genel bir kural hâline gelmiştir.

Siz tutuklanmanıza sebep olan ve Türk Ceza Kanunu'nda tarif edilen suçu işlememiş olabilirsiniz ya da sizin bu suçu işleyecek alet, imkân ve kabiliyetiniz olmayabilir veya kaçma, delilleri karartma gibi bir gücünüz kalmamış olabilir ama bunlar tali durumlardır. Asıl dikkate alınacak husus, sizin Hükûmet politikalarına karşı muhalif fikirleriniz var mı, bu fikirleri toplumsal zeminde yayabilecek alet, imkân ve kabiliyetine sahip misiniz, halk üzerinde itibarınız var mı ve serbest kaldığınızda muhalefete devam edip etmeyeceğiniz hususu olacaktır. Şayet bu koşullar gerçekleşmişse bu durumda muhalefetin adı terörizme, barışçıl bir protesto eylemi terör faaliyetine, yumurtalar molotofkokteyline, yazılmamış kitaplar keleşe, gazete makaleleri antitank mayınına, İnternet sayfaları tank ve topa dönüşmüş demektir. O hâlde siz terör örgütü üyesisiniz ve kafadan beş artı beş, on yıl tutukluluğa mahkûm edilebilirsiniz. Yani bugün, ileri demokrasiye geçmiş olan ülkemizde maalesef herkes suç işlemeyeceğine garanti verebilse de tutuklanmayacağını ve terörist eylemlerden dolayı yargılanmayacağını garanti edemez. İngiliz Başbakanı Churchill'den esinlenerek söyleyeyim. "Hiç kimse sabah kapıyı çalanın sütçü olacağını garanti edemez."

Türkiye son birkaç yılda neden bu duruma geldi? Toplumda neden bir korku ve endişe düzeni hâkim oldu? Neden korku imparatorluğunun birer yurttaşı hâline çevrildik? Bütün bu sorulara verilecek cevaplar aynı noktada kesişmektedir: Dönüştürülen yargı, toplumun dönüşümünü de tetiklemiştir. Evet, yargı dönüşmüştür, değişmiştir, yargının beslendiği kaynaklar ve önemsediği değerler, kutsallar değişmiştir, öncelikler farklılaşmıştır. Yaklaşık yüz yıldır, Tanzimat'tan bu yana çağdaş, evrensel hukuktan beslenerek günümüze kadar devam eden süreçte demokrasi, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, insan hak ve hürriyetlerinin geliştirilmesi, etkin kullanımının sağlanması, kanun önünde eşitlik ve yargı bağımsızlığının yargının birer kutsalı, vazgeçilmez değeri hâline getirilmesi yolunda oldukça önemli mesafeler katedilmiştir. Yargı düzeni içerisinde hüküm veren her yargıç için bu değerler birer yol gösterici olmuştur. Elbette yargı sicilimizin mükemmel olduğunu iddia etmiyorum. Hatalı olduğunu düşündüğümüz, eleştirdiğimiz, vicdanımızın makul bulmadığı kararlara şahit olmuşuzdur ancak bu hoşlanmadığımız kararlarda dahi belirli bir vicdani ölçü ve kabul edilebilir bir meşruiyet mevcuttu. Söz konusu kararlar en fazla bugün iktidarda bulunanlar tarafından eleştirilmişti. Yargının ideolojik davrandığı, rejimi koruma ve kollama amacının başat olduğu, yargının taraflı olduğu iddia edilmekteydi. Anayasa'yı değiştirerek yargının tarafsız hâle getirileceği, ideolojik elbisesinin soyulacağı ve hukukun üstünlüğünün sağlanacağı ifade edilmiş idi ancak sonuç böyle olmamıştır. Değişen, yargının ideolojisi ve koruduğu değerler olmuştur.

Anayasa değişikliği sonrasında bu evrensel değerlerin yerini iktidar ünsiyeti, ideolojik farklılıkların meşruiyeti ve üstünlüğü ideolojik üstünlerin doğuştan haklılığı, korunmaya en fazla mazhar kesimler, kanun devleti ve hikmeti hükûmet gibi kavramlar almıştır. Hak ve adalet kavramları mutasyona uğramıştır. Hak ve haklıyı yasalar değil, siyasi tercihler belirlemeye başlamıştır. Belirli bir din, mezhep, felsefi inanç ve etnik gruba dâhil olmak, haklı olma için yeterli bir neden hâline gelmiştir. Örneğin bölücü olmak size yasa dışı eylemlerde bulunma hakkını kazandırırken, parasız üniversite istemek sizi terörist yapabilmektedir.

Türkiye'nin dış güvenliğinden ve toprak bütünlüğünden birinci derecede sorumlu olan eski Genelkurmay Başkanı, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış bir terörist olarak vasıflandırılıp, kırk yıldır sol terör örgütleriyle mücadele etmiş bir emniyet müdürü sol terörist olarak yargılanırken, diğer taraftan polisin KCK'yı yani silahlı bir terör örgütünü kurmak, yönetmek ve terör eylemlerine karışmaktan ifadesini almak istediği devlet görevlileri dokunulmaz ve yargılanmaz, layüsel kişilere dönüştürülebilmektedir. Aynı mesleğe sahip ve benzer görevi yürüten bir kısım kamu görevlisi ise, hafif suç iddialarına muhatap oldukları hâlde hâlâ tutuklu olarak yargılanabilmektedirler.

Bu çifte standart durum, az önce bahsettiğim birer ideolojik tercihi ifade etmektedir. Dolayısıyla, tutuklanmanın kriteri sanıkların ne meslekleri ne görevleri ne de işlediği iddia edilen suçların niteliği değildir. Siyasal ve yargısal iktidarın dünya görüşüne aykırı bir inanışa sahipseniz, siz tutuklanmayı hak ediyorsunuz demektir.

"Yargısal iktidar" kavramını bilinçli olarak kullanıyorum. Ülkemizdeki son gelişmeler göstermektedir ki yargının içerisinde bazen siyasal iktidarla paralel hareket eden, bazen de siyasal iktidarla çatışan yeni bir iktidar odağı oluşmuştur. Bu odağın hem yargıdaki atama ve terfilere hem de yargının aldığı kararlara müdahale ettiği şüphesi giderek yoğunlaşmaktadır. Bunun bana göre en somut göstergesi gerek Cumhurbaşkanının gerekse Başbakanın, Adalet Bakanının ve Meclis Başkanının, uzun tutukluluk sürelerinden ve gereksiz tutuklamalardan şikâyet etmelerine rağmen, yargının tutumunu değiştirmemekte ısrar etmesi, bulunduğu yerden bir milim dahi geriye adım atmamasıdır.

İktidar Anayasa değiştirecek yasama çoğunluğuna sahip olmasına rağmen, özel yetkili mahkemelerin kuruluş, görev ve yetkileri ile uzun tutukluluk süreleri konusunda bir düzenleme yapamamaktadır.

Hükûmet yargı karşısında bütün kabadayılığına rağmen acz içerisine düşmüştür. Yargıyı mezhepsel ve bürokratik vesayet altında olmakla suçlayan iktidar kendi vesayetini kurmak için yaptığı Anayasa değişiklikleriyle ideolojik bir tuzağa yakalanmıştır. Yargıyı kendi vesayetine almak isterken yargı üzerindeki siyasal gücünü de kaybetmiş ve belirli bir kadro hareketinin vesayeti altına sokmuştur.

Sözünü ettiğim yargısal iktidar yürütme içerisindeki yandaşlarıyla birlikte artık siyasal iktidarı da tehdit eder hâle gelmiştir. Sayın Başbakan her ne kadar "Seçilmişleri atanmışların -yani yargı mensupları ve polisin- kölesi yapmayacağım." dese de bunu kamuoyuna anlatma mecburiyeti hissetmesi bile iktidarını bu kadrolarla paylaşmak zorunda kaldığını ve işin kontrolünü kaybettiğini itiraf anlamına gelmektedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; demokrasilerde meşru zor kullanma tekeline sahip olan kolluk ve silahlı güçler güçlü, terbiye edilmiş birer canavardır. Bu canavarın zincirleri ise hukuk devleti ve yargıdır yani yargı bu canavarın kontrolünü elinde tutan güçtür. Eğer yargı bu canavarın zincirlerini serbest bırakırsa toplumu ona karşı ne siyasal iktidar ne de yasama koruyabilir. Bugün yaşadığımız sorunun temelinde de bu vardır. Yargı, canavarın zincirlerini serbest bırakmış ve bu canavarın çekiştirdiği yere savrulup durmaktadır.

Milyonlarca sayfayı bulan deliller, telefon konuşmaları, CD'ler arasında savcılar bunaltılıp bunları okumasına bile fırsat verilmeden sanıkların tutuklanması talep edilmekte; yargı, suç iddialarının ağırlığı ve vahameti bahane edilerek tutuklamalara âdeta mecbur bırakılmaktadır. Binlerce sayfa evrak okunmaya, buna bağlı olarak iddianameler hazırlanmaya çalışılmaktadır. Tutuklamaya yapılan itirazlar, yine kolluk tarafından psikolojik baskı altına alınan yargıçlar tarafından genel gerekçelerle reddedilmek zorunda kalınmakta ve böylece insanlar, suçunu dahi öğrenemeden yıllarca tutuklu kalabilmektedirler.

Elbette sanıklar suçlarını bilemez çünkü savcı da onca evrakı okuyamadığı için o da bilmiyor. Önce savcı okuyacak, anlayacak ki daha sonra sanığı suçlayacak, sanık da suçunu öğrenip, ona göre savunma yapacak.

Şimdi, burada bir diğer önemli sorun ortaya çıkıyor: Yıllarca tutuklu olarak yargıladığınız, tutukluluk itirazını reddettiğiniz bir sanığı yargılamanın sonunda nasıl beraat ettireceksiniz? Madem suçsuzdu, neden on yıl tutuklu yargıladınız diye sorulmayacak mı? Yargıcın bu durumda sanığı beraat ettirmesini beklemek oldukça zordur. Yıllarca tutuklu yargıladım, suçsuz da olsa, bari bir mahkûmiyet vereyim, gitsin temyizden dönsün anlayışı hâkim olacaktır. Hrant Dink davasında yargıcın karar gerekçesinde kullandığı ifadeler bu hususu teyit etmeye yeterlidir. Hâkim diyor ki: "Ben çete olduğuna inanıyorum ama bunu ispat edecek delil bulamadım. Temyiz bunu bozsun. Ben de temyiz gerekçesini dayanak gösterip, çeteden mahkûmiyet vereyim." Yargının bugün düştüğü durum budur.

Bağımsız bir yargı, adaletli bir düzenin esas olduğu Türkiye ümidiyle Türk milletinin saygıdeğer milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkoğlu.