| Konu: | BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ GRUBU ADINA GRUP BAŞKAN VEKİLLERİ IĞDIR MİLLETVEKİLİ PERVİN BULDAN VE ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN'IN, NEVRUZ BAYRAMI KUTLAMALARI İLE EĞİTİM SİSTEMİNE İLİŞKİN KANUN TEKLİFİNE KARŞI YAPILAN PROTESTO GÖSTERİLERİNİN YASAKLANDIĞI VE BU GÖSTERİLERE KATILANLARA YÖNELİK POLİSİN ORANTISIZ GÜÇ KULLANDIĞI İDDİASIYLA İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİNİN ÖN GÖRÜŞMESİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 95 |
| Tarih: | 17.04.2012 |
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de grubum adına hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bugün Özal'ın, rahmetli Özal'ın ölüm yıl dönümü. Aradan on dokuz yıl geçti, kendisine Allah'tan rahmet diliyoruz ama ölümü bir sır ve bu sır hâlen sırrını koruyor. Buraya zaman zaman Meclis araştırması önergeleri verdik, bunun araştırılmasını istedik ama ne hikmetse Parlamento bunu hep reddetti. Ama buradan kamuoyuna tekrar sesleniyoruz: Biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu işin arkasını bırakmayacağız, tekrar Meclis araştırması önergeleri vereceğiz ve bu sırrın açığa çıkması için Parlamentoyu göreve davet ediyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gelişmiş demokrasilerin en temel ölçüsü düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüdür. Dolayısıyla bir ülkenin sokakları, meydanları, cezaevleri aynı zamanda o ülkenin demokrasisinin bir aynasıdır. Bir ülke demokratik normlarla mı yönetiliyor, yoksa otoriter yöntemlerle mi yönetiliyor, sokaklara, bakarak? bu konuda sokak bize bir ayna gibi yansıyabilir. Kendisine yönelik eleştirilere, protestolara tahammülü var mıdır, yok mudur? Eğer varsa, orada demokrasi vardır; eğer yoksa, orada demokrasiden, özgürlüklerden bahsedemezsiniz. Bu ülkenin bütün muhaliflerine karşı acımasız bir devlet terörü vardır. Bu devlet terörünün başında da İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin vardır. Dolayısıyla İçişleri Bakanı bir ülkenin yönetimidir, vitrinidir ve aynasıdır. Biz bu vitrinimizi, bu aynamızı uzun süredir görüyoruz ve Türkiye halkları da görüyor. Bir ülkede iç barışın olup olmadığını, huzurun olup olmadığını, demokrasi ve özgürlüklerin askıda olup olmadığını o ülkenin İçişleri Bakanını izleyerek görebilirsiniz. Böylece, bir ülkenin nereye doğru gittiğini, rotasının ne olduğunu öğrenme şansımız da olur. Öncelikli olarak şu tespiti yapmamız gerekir: Protesto, gösteri, miting düzenlemek, yürüyüş, hiç beğenmediğimiz bu 1982 Anayasası'nda bile bir haktır ama ne yazık ki bizim ülkemizde muhaliflere karşı, özellikle Kürtlere karşı böyle bir hak kullanılmıyor. Bir keyfiyet vardır, bir despotizm vardır.
Şimdi, İçişleri Bakanının göreve geldiği günden bugüne kadar yaptıklarına, uygulamalarına birer birer tanıklık ediyoruz. Biraz önce arkadaşımız bazı alıntılar yaptı; ben de kendisinden bir iki alıntıyla başlamak istiyorum, ilk göreve geldiği günden bugüne kadar.
Bir saldırı sonucu, Sayın İçişleri Bakanının bir açıklaması var: "Yangın ya ateşle çıkar ya bombayla çıkar ya roketle çıkar ya benzinle çıkar. Netice itibarıyla yangın çıkmıştır." diyor büyük Türk düşünürü İdris Naim Şahin.
Hemen arkasından -onlarca var tabii- Kızılay'daki bir patlamada "3 adet, maalesef, vatandaşımızın -patlamadan dolayı ölenleri "3 adet" olarak değerlendiriyor- can kaybına maruz kaldığı bilgisi var elimizde." diyor. "Hedefi eylem yapan tam, en iyi bilir. Hedef gözetmeden yapılan bir eylemdir." diyor yine büyük Türk düşünürü İdris Naim Şahin.
Yine Türkiye Muharip Gaziler Derneği Ordu Şubesinde -zaten, oraya gittiğinde bütün milliyetçi duyguları ayaklanıyor, kendisinden geçiyor- "Bedel ağır ödendi. Bu bedeli yok sayamayız. Bu bedel çocuk oyuncağı değil. Bu işin şakası da olmaz, bu işin ciddisi de olmaz, hiçbir şey olmaz." diyor büyük Türk düşünürü İdris Naim Şahin.
Yine Kürt sorunuyla ilgili bir açıklaması var: "`Kürt sorunu' diyorlar, `sorun', `sorun' diyorlar. Sorun ne? Ben arıyorum, sorunu bulamıyorum." diyor yine büyük Türk düşünürü İdris Naim Şahin. Vallahi, arayan Mevla'sını da bulur, belasını da bulur.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) - Anlat o zaman.
SIRRI SAKIK (Devamla) - Eğer, siz hâlen bu ülkede Kürt sorununu arayıp bulamıyorsanız, o zaman siz o Japonlar, yani savaş döneminde ormana saklanan askerler gibisiniz, dünyadan haberiniz yok sizin.
Şimdi, bu İçişleri Bakanımız bir keyfî uygulamayla "Nevroz"u yasakladı. Oysaki AKP İktidarı son dokuz yılda "Nevroz"lara bir yasak koymadan "Nevroz"lar özgürce kutlanıyordu ama hiçbir şey de olmuyordu. Bir kararla, bazı il ve ilçelerimizde müsaade bile alınmış, yani anayasal bir hak olarak müsaade almaya gerek bile yok ama biz bu ülkenin ötekileri olduğumuz için, bizim yetkili kurullarımız, il, ilçe teşkilatlarımız gidip başvuruda bulunmuş, oradaki mülki amirler izin vermiş ama İçişleri Bakanlığı, ikinci bir genelgeyle bu izinleri yok hükmünde saymış ve her tarafı kana ve şiddete bulandırmıştır. Ve gördük, yaşadık, Sayın İçişleri Bakanının o uygulamalarından dolayı? Ben ve bir grup arkadaşımız İstanbul'daydık, bir grup arkadaşımız da Diyarbakır'daydı. Gerekçesi neydi? "Efendim `Nevroz' kutlamalarında devrimci halk savaşı başlayacak."
Sayın Bakan, şimdi buradan size soruyorum: Devrimci halk savaşını başlatmak isteyenler, ayın 18'inde de başlatır, 20'sinde de başlatır, 21'inde de başlatır, bugün, bu saatte de başlatırlar. Onun için, devrimci halk savaşı verenler sizden onay alarak bu kararı vermiyorlar ki. Siz kendinize bir gerekçe aradınız. Sizin korkunuz neydi biliyor musunuz? Sizin bu politikalarınız iflas etmişti, bu politikalarınızı Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleri yerle bir etmişti. Ne oldu Diyarbakır'da yasakladınız? "Kitleler sokağa çıkmasın." Ve şunu söylüyordunuz: "Bakın, bizim uygulamalarımızla Kürtler artık sokağa çıkamıyor, Kürtler alanlara çıkamıyor." Ve Kürtler ne yaptı sizin uygulamalarınızı? 18 Martta, sizin verdiğiniz kararları yok hükmünde saydı. Diyarbakır'da yüz binler yürüdü, sonradan milyona dönüştü ve "Nevroz"u coşkulu bir şekilde kutladılar ama siz, bunun öcünü ve intikamını almaya çalıştınız. Siz ne yaptınız? Sonra ne yaptınız? Cizre'de, talimat verdiniz -Cizre'de görev yapmışsınız, Cizre halkının sizin üzerinizde emeği vardır, oradan ekmek yediniz- emrinizdeki polisleri bizim halkımızın üzerine saldırttınız ve en son, ilçe binamızı yerle bir ettiniz panzerlerle, kurşunlarla, gazlarla ve bombalarla ve İlçe Başkanımız ağır yaralandı, içeride bulunan bütün arkadaşlarımız ağır şekilde yaralandılar. Ve sonradan döndünüz, sizin arka ve ön bahçeniz olan medyaya servisler yaptınız. Sözüm ona, içeriden ateş açılmıştı. Oysaki kamera kayıtlarında, nereden ateş açıldığına dair siz de, hepimiz de bunu biliyorduk ama siz bu olaylara kılıf aramaya çalışıyordunuz.
Ve sonra ne oldu? Batman'da, döndünüz, intikam aldınız. Ne yaptınız Batman'da? Sayın Ahmet Türk'ün de içinde bulunduğu bir grup milletvekilimiz Batman'da "Nevrozu" kutlamaya gitti ve orada güvenlik güçleri acımasız bir şekilde saldırdılar. Bütün il ve ilçelerde oldu. Özellikle Batman'da gidip, bizim seçim otobüsünün camını kırıp içine bomba attılar. Ve sonra, bütün hayatını barış için adamış Sayın Ahmet Türk'ü darp ettiniz, gasbettiniz. Bu mu sizin adaletiniz? Hiç mi demokrasiden pay almadınız? Hiç mi insanlıktan pay almadınız?
Ve sonra, döndünüz, bu polis şeflerini, oradaki valileri aklamaya çalıştınız. Oysaki burada hep, bütün grup konuşmalarınızda Sayın Başbakan çıkar, tek parti dönemindeki uygulamaları eleştirir. Ne der? Dönüp der ki: "Efendim, işte, eskiden, valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri CHP'nin tek parti döneminde il, ilçe başkanı görevi yapıyordu." Peki, ben şimdi size soruyorum: Sizin emrinizdeki valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri ne görevi yapıyorlar? Size il ve ilçe teşkilatında görev yapıyorlar. Hatta Mardin'in Nusaybin, pardon, bağışlayın, Midyat Kaymakamı sizin ilçe binanıza gidip -medyaya da yansıdı- İlçe Başkanınıza şunu söyledi: "Aman aman, kaleyi kaptırmayın, ben de buradayım." Bakın, işte, tek parti dönemindeki parti müfettişleri de aynı şeyi yapıyorlardı ve siz de aynı şeyi yapıyorsunuz.
Bakın, sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlar; Batman'da Sayın Türk'e bu saldırı yapılırken bizim İçişleri Bakanından, Parlamentodan, Sayın Başbakandan bir beklentimiz vardı. Meslektaşınız olan bir milletvekili saldırıya uğruyor. Diğer milletvekili arkadaşlarımız da saldırıya uğradı ama siz bunu yapacağınıza ne yaptınız? Döndünüz, polisleri; döndünüz, oradaki amirleri kutladınız, onlara teşekkür ettiniz.
Bakın, dün akşam televizyonlarda vardı, "Filistin'e Hoş Geldiniz" kampanyası çerçevesinde Filistin'e giden Danimarkalı bir eylemcinin yüzüne oradaki bir komutan M16 tüfeğinin dipçiğiyle vuruyor. Aynı gece televizyon kanallarında bu bir haber oluyor ve sonra derhâl görevden alınıyor. İsrail Başbakanı dönüp diyor ki: "Böyle bir davranış İsrailli asker ve subayların genel karakteriyle uyuşmaz, bağdaşmaz. Böyle kişilerin İsrail ordusunda ve İsrail'de yeri yoktur." Hani sizin hiç beğenmediğiniz, sürekli eleştirdiğiniz o İsrail'de bile bu demokrasi, bu hak arama mücadelesi varken, hiçbiriniz dönüp demediniz "Sayın Türk, sizden özür diliyorum." ve o polislerle ilgili bir tek işlem yapılmadı. İşte bu da sizin bir ayıbınız. Bu, Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışmıyor ama size yakışabilir çünkü siz bir polis şefisiniz, siz öyle davranıyorsunuz. Siz bizim İçişleri Bakanımız değilsiniz çünkü bizi temsil etmiyorsunuz.
Siz kimleri temsil ediyorsunuz, bakın oraya da geleceğim: 10 Nisanda Polis Günü vardı, 10 Nisanda Polis Günü'nde kutlama törenleri vardı. Siz, Çiller'in ruh hâliyle hareket ediyorsunuz. 10 Nisan Polis Günü'nde tören düzenlenmişti, siz kimleri davet etmiştiniz? Dün mahkûm olan Mehmet Ağar'ı davet ettiniz. Kimi davet ettiniz? 1990'ların karanlık İçişleri Bakanlığını yapan, o karanlık döneme damgalarını vuran Nahit Menteşe'yi davet ettiniz. Kimi davet ettiniz? İsmet Sezgin'i davet ettiniz. Siz aslında ruh dördüzüsünüz, onlarla aynı ruhu taşıyorsunuz; çünkü siz de dönüyorsunuz, diyorsunuz ki? Bu ülkede emlak edebiyatı yapıyorsunuz, Tansu Çiller de çakıl taşı edebiyatı yapıyordu. İşte, beslendiğiniz alan bu. Kürtlerin ne bir çakıl taşına ne de bir karış toprağa ihtiyacı yoktur. Kürtlerin bir talebi vardır; insanca, eşit koşullarda yaşamak istiyor. Sayın Bülent Arınç Türk kimliği için ne istiyorsa, Kürt halkı da kendi kimliği için aynı şeyi istiyor. Onun için çakıl taşı edebiyatıyla, onun için emlak edebiyatıyla bu işleri geçiştiremezsiniz. Siz, o gün onlarla yeniden buluştunuz. Hatta o törenlerde Orta Doğu diktatörlerini aratmayacak bir devlet töreni vardı, kırmızı halılar serilmişti, o dönemin bakanları ve Sayın İdris Naim Şahin birlikte devlet töreni yapılıyordu orada ve rüzgâr halıyı alıp götürüyordu, onlarca insan yere yatmış o halıyı tutuyor, Sayın Bakan o halıda yürüyecek... Size de yakışan buydu Sayın Bakanım, gerçekten de yakışan buydu. İşte halktan kopuk olmak budur, işte halka düşmanlık etmek de budur.
Şimdi, bakın, İstanbul'u söylüyorum: İstanbul'da, bir grup milletvekili arkadaşımızla oradaydık. İstanbul sanki bir kuşatma altındaydı. Her tarafta polis baskısı, polisin koridoru etrafında insanlar gidip geliyordu ve hiçbir şey olmadan polis gaz bombası kullandı, polis şiddet uyguladı. Ve büyük bir çoğunluğu kucaklarında çocuklarla gelmişlerdi oraya. Bir devrimci halk savaşı başlatanlar kucağında çocuklarla gelmezler kutlama alanlarına. Hatta, o polisin zulmünden, baskısından kurtulmak için çare yoksa kendisini o soğukta denize elbiseleriyle birlikte atan insanlara hep birlikte tanıklık ettik.
Sayın Bakan, biz, geçmişten bugüne kadar, Çiller döneminden sizin döneminize kadar her şeyle karşılaştık. Evet, topunuzla da, silahınızla da, gaz bombanızla da, kurşununuzla da çünkü yanı başımızda onlarca mücadele arkadaşımızı yitirdik ama boyun eğmedik. İlk kez neyle karşılaştık biliyor musunuz? İlk kez İstanbul'da, bu kez ellerinde bıçaklarla polislerin arasından çıkan insanlar bizim onlarca partili arkadaşımızı bıçakladılar.
İşte sizin demokrasiniz bu. Siz bunlarla ilgili bir tek soruşturma yaptınız mı, bir işlem yaptınız mı? Siz bu ülkenin İçişleri Bakanıysanız ilk önce bunlarla ilgili bir işlem yapmalısınız. Ama siz bunlarla ilgili de hiçbir işlem yapmadınız Sayın Bakanım ve sonra döndünüz ne dediniz biliyor musunuz? Döndünüz dediniz ki: "Burada 75 milyon insan var -bu insan, efendim, Kürtleri kastederek- bunları tükürükleriyle boğarlar.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) - Hainleri dedim, hainleri?
SIRRI SAKIK (Devamla) - Şimdi, senin kıstasına göre hain kim bilmiyorum.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) - Onlar kendilerini iyi bilir!
SIRRI SAKIK (Devamla) - Siz 75 bin insandan bahsettiniz, 75 bin insan. O zaman açıklayın 75 bin insanın kim olduğunu.
Bakın, bu ülkede kimileri 15 bin, kimileri 20 bin insandan bahseder; Kürtlerin nüfusundan bahsediyorum. Varsayalım, 10 bin, 15 bin ama vicdan sahibi olan Türkiye demokrasi güçleri var, Türk halkı var. Bu insanların tükürük özgürlüğünü hiç olmazsa ellerinden almayın. Bu Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleri kimlere tüküreceğini çok iyi bilir Sayın Bakanım. Sizin tükürük kültürünüzü onaylayıp size tepki vermeyenlere tükürebilirsiniz ama bizim tükürük özgürlüğümüzü de lütfen bizim elimizden almayın. Bizim dilimize, kimliğimize, halkımıza zulmedenlere biz tükürmesini çok iyi biliriz Sayın Bakan.
Sonra, siz ne yaptınız biliyor musunuz? Hocalı katliamına gittiniz, ilk kez devlet düzeyinde bir törene katıldınız. Orada devlet düzeyinde bir tören yapılıyordu. Orada, evet, o katliam, insanlığa karşı işlenmiş bir katliamdır. Hiç kimse bunu onaylayamaz ama kana kan intikam nutukları da atan sizdiniz. Ne yaptığınızı bilmiyordunuz. O gün orada Hrant Dinkleri katleden Ogün Samastların yol arkadaşlarıyla beraberdiniz ve intikam alacağınızı söylüyordunuz ve ne yapıyordunuz? Sizin bir tek beyaz bereniz eksikti. Oradakiler, hepsi topluca Agos gazetesine karşı bir yürüyüş düzenliyorlardı, Agos'a gideceklerdi ve Sayın Bakan da bunların başındaydı.
Şimdi, bu Hükûmet, bu milletvekilleri, vicdan sahibi olan herkes, bu Bakandan hesap sormak gibi bir hakkı yok mu? Hani halkların ortak hukukundan, vatanından bahseden "Türkiye Cumhuriyeti ortak halkların cumhuriyetidir." dediğimizde Ermenilere karşı bu, Kürtlere karşı bu, size muhalif olan herkese karşı bu politikaları uyguluyorsunuz.
Bakın, KESK geldi, Ankara'nın göbeğinde demokratik bir hakkını seslendirmek istiyordu. Ne yaptınız onlara? Gaz, cop, işkence, polisler saldırdı onlara. Peki Sayın Bakan, acaba KESK de devrimci halk savaşını mı başlatacaktı? Oysaki siz bütün muhaliflere karşı düşmansınız.
Bakın Sayın Bakan, bu ülkede halkların başına musallat olan tarihin karanlık sayfalarına adlarını yazdıranlar var, Mustafa Muğlalı bunlardan biri, Esat Oktay Yıldıran Diyarbakır zindanlarında bir cinayet şebekesinin başıydı, Kenan Evrenler, Tansu Çillerler, Doğan Güreşler, Mehmet Ağarlar. Roboski katliamını yapanlar, hâlen isimlerini koyamadık. İşte Sayın Bakan, siz isminizi bunların yanına yazdırdınız. Siz zulümden zalimlerin yanına isminizi yazdırdınız. Siz bu halkın temel değerlerine saygı göstermediniz. Siz gittiğiniz her yerde, özellikle ırkçı, milliyetçi dalgaların yükseldiği yerlerde siz gittiniz oralarda onlara mesaj verdiniz. Çünkü iktidarınızın 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ırkçı, milliyetçi oylara ihtiyacı olduğu için sizi kullanıyorlar. Bakın, bunların hepsi gelip geçtiler. Bakın, burada 28 Şubatın mimarları -ilahi adalete bakın- Sincan'da tank yürüttüler bugün Sincan F Tipi Cezaevinde. Dünya size de kalmaz. Ya adil olacaksınız çıkıp bu yaptıklarınızdan dolayı bu halktan özür dileyeceksiniz veyahut da siz isminizi biraz önce saydığım bu zalimlerin yanına yazdıracaksınız.
Ben son olarak şunu söylüyorum: Kimi günahlar var affedilir; kimi günahlar var üstü örtülür; kimi günahlar vardır ki kabir defterine yazılır. Biraz önce bahsettiğim insanların günahları kabir defterlerine yazıldı. Siz de gelin, artık bu yanlış politikalarınızdan vazgeçin, günahlarınız kabir defterine yazılmasın.
Peki, ben teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.