| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER İŞBİRLİĞİ KONSEYİ ARASINDA TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER İŞBİRLİĞİ KONSEYİ SEKRETARYASINA DAİR EVSAHİBİ ÜLKE ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 18.04.2012 |
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, çok uzun konuşmayacağım, sadece yirmi dakika konuşacağım.
Şimdi, tabii, gerçekten birçok tartışmanın falan meydana geldiği kanunları görüşüyoruz ama?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Bak, uzun konuşanları Başkan dışarı çağırıyor.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Yok, ben uzun konuşmayacağım, yirmi dakika konuşacağım.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk cumhuriyetleriyle bağlantılı gerçekleştirdiği gerçekten çok hayırlı bir anlaşmayı konuşuyoruz. Çok daha önceden olması gereken bir anlaşmaydı çünkü aşağı yukarı bağımsızlıklarına kavuştukları andan itibaren bu cumhuriyetlerle çok yakın ilişki kuran bir kurumun başkanıydım ve değişik sahalarda onlarla yaptığımız araştırmalarda gerçekten böyle bir iş birliği anlaşmasına da şiddetle ihtiyaç vardı. Nitekim 1994 yılında "Türk Dünyası Araştırmaları Kongresi" adıyla bir kongre düzenlemiştik. Cumhuriyetler daha yeni kurulmuşlardı, bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı, eski Sovyet rejimi düşünceleri hâlâ hâkimdi, tabii, araştırmalarda da aynı düşünceler hâkimdi. Bu çerçeve içerisinde yaptığımız bu Kongre'de şunu gördük her şeyden önce: Hangi dilde anlaşacağız, bu çok önemliydi. İlginçti ki mesela Kırgızistan'a gittiğimizde Kırgızistan'da Kırgızca konuşan bilim adamı neredeyse yoktu yani Kırgız Türkçesiyle konuşan bilim adamı yoktu. Türk devletlerinin bir araya geldiği bir kongrede İngilizce konuşmak istemedik, dolayısıyla dedik ki: "Türkçe olsun ama gerektiğinde değişik lehçelerde hiç olmazsa bir çeviri konusu da meydana gelsin." Ve bu şekilde yaptığımız Kongre sonrasında şu kararı aldık, dedik ki: "Ortak bir Türk tarihi yazalım. Bu Türk tarihi bütün Türk dünyasında ders kitaplarında da ortak ana kaynak olsun ve bunun üzerine bir tarih inşa edilsin." Ve iki yıllık bir uğraşıdan sonra bir tarih yazdık. Evet, bir tarih yazdık ancak sürekli rejimdeki değişiklikler sebebiyle yazılan bu tarih bir türlü basılamadı ve sürekli değiştirildi rejimin gereği olarak, oradaki rejimin gelişmesine bağlı olarak değişti ve dolayısıyla elimizde kaldı. Ondan sonra da bu konuda bir teşebbüste bulunamadık fakat şunu yaptık: Bakın, değerli milletvekilleri, "Türk tarihi" diyoruz ama Türk tarihinde gerçekten bilmediğimiz o kadar çok konu var ki, Türk tarihinin o kadar boş kalmış alanları var ki hayretler içerisinde kalırsınız. Şöyle ki: Mesela, hepiniz aşağı yukarı şunu bilirsiniz: İşte, ilk yazılı kaynaklarımız Orhun Abideleridir ama öyle değil. Milattan önce 1200 yılına ait Çin Han Hanedanlığı tarihleri var yani Çin imparatorlarının tuttukları günlükler var. Bu günlüklerde Hunlarla ilgili pek çok bilgi var. Bunları üç yüz yirmi altı cilt olarak Türkiye'ye getirttik. Eski Çince ile yazıldığı için, Türkiye'de eski Çinceyi bilen insan sayısı çok azdı. Üç ekip kurduk, bunları çevirtmeye başladık ve hakikaten de, iki cilt hâlinde -geri kalanını maalesef ben ayrıldığım için yapamadık- Hun dönemi ile Göktürk dönemini bastık. Gerçekten ilginç bilgiler vardı burada.
Buna bağlı olarak da biz dedik ki: "Arkeolojik kazılara girişelim." Orta Asya'da en önemli yerleşim yerlerimizden biri "Tanrı Dağları" dediğimiz Kırgızistan'daki 3.100 metre yükseklikteki bölgelerdi. Burada "Son Köl" denilen yerde bir arkeolojik kazı yaptık. İlginç olan şey şuydu; "kurgan" denilen mezarları kazdık, bu kurganlarda ulaştığımız sonuç şuydu: Yatan yani mezara konulmuş olan kişinin atı da beraber gömülmüştü, yanındaydı. İlginç olan şunlara rastladık: Mesela -Anadolu'da belki birçoğunuz bilirsiniz- hanım mezarlarının, iskeletlerinin üzerinde, tam göğüs kısmının üzerinde bildiğimiz bıçaklara rastladık. Bunlar namus için göğüs üstünde bulundurulur. Hâlâ Anadolu'da aynı düşünce, gelenek vardır. Düşünebiliyor musunuz, milattan önce 1200 yılından kalan aynı geleneğin devam ettiği sonucu ortaya çıktı. Tabii, atın nasıl ehlileştirilip kullanıldığı sonucu ortaya çıktı; eyer, üzengi gibi değişik kültür varlıklarımız?
Oş bölgesinde aynı arkeolojik kazıyı yaptık. Kırım bölgesinde, bizim "Akkerman" dediğimiz yerde ve Kırım'ın iç bölümlerinde arkeolojik kazılar yaptık. Buradan elde ettiklerimizden, hakikaten, Türk tarihinin uçsuz bucaksız ve araştırılmamış bir konu olduğu sonucu ortaya çıktı. Yine? (Gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - İstemiyorlar.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Ama o zaman birazcık sessiz olursanız daha memnun olacağım.
TÜLAY BAKIR (Samsun) - Biz sizi dinliyoruz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Dinlediğinizi biliyorum.
Şimdi, bunların ötesinde ilginç olan şey şuydu: Çin tarihinde, "Chin-Su" tarihi denilen tarihte ilginç bir bilgiye rastladık. Bu bilgi şuydu, şöyle söylüyor milattan önce 2000 yılına ait bir kayıt: "Boylar hâlinde Köymen dağlarında yaşarlardı. Kışın çok şiddetli bir soğuk oldu. İçlerinden en büyük oğul bir ateş yaktı, ısındılar ve hayatta kaldılar. Onu kendilerine başbuğ seçip, ona `Türk' unvanını verdiler." Bakın, Çin tarihlerinde ilk "Türk" adının geçtiği yıl 2000, milattan önce 2000 yılı. Nitekim, bu gibi kaynakların, kayıtların tümünün bir araya getirilmesi, bir sekretarya kurulması ve bunun Türkiye'de olması daha da önemli. Bir dokümantasyon merkezinin oluşturulması son derece önemli. Çünkü pek çok dünya arşivinde bilgiler bulunduğu gibi, kitaplar da yer almaktadır ve bunları bir araya getirdiğimiz takdirde ancak, böyle bir sekretarya çerçevesinde oluşturulacak bir Türk dünyası akademisiyle ortak bir metodolojiye ulaşmak ve bu metodolojiyle bu kültür değerlerini ortaya koymamız mümkün olacaktır.
İkinci olan bir konu da şuydu: Şimdi, Türk tarihi, gerçekten, Çin Denizi'nden başlayan, Japon Denizi'nden başlayan ama Adriyatik değil, Atlas Okyanusu'na kadar giden, diğer taraftan Afrika'da Somali'ye kadar uzanan -bütün Arabistan'ı içine aldıktan başka- bir yapıya sahipti. Bunun için bu coğrafyada Türk kültür varlıkları envanteri çıkarmamız gerekiyordu, yani en eski dönemlerden en yakın dönemlere kadar oluşturulmuş mimari yapıların bir envanterinin çıkarılması lazımdı. Biz bu envantere başladık, Kazakistan'da, Kırgızistan'da, Azerbaycan'da yapmamızın dışında, Suriye'de, Lübnan'da, Mısır'da, Tunus'ta bu envanteri yaptık, Balkanların aşağı yukarı tümünü bitirdik ama sonuna ulaşamadık. Düşünebiliyor musunuz ki bu kadar çok devlet kurmuş, bu kadar zengin bir tarihe sahip bir milletin ortaya koymuş olduğu kültür varlıklarının hâlâ envanteri çıkmamıştır, yoktur. Dolayısıyla, böyle bir sekreteryanın başkanlığında bunun yapılması hâlinde, gerçekten en eskiye kadar uzanan kültür varlıklarımıza ulaşmak mümkün olacaktır, elde etmiş olacağız bunu.
Şimdi, bu çerçeve içerisinde şunları söylemek istiyorum bir de: Değerli milletvekilleri, Türk tarihi diyoruz, Türk tarihi derken bir şeyi hep gözden uzak tutuyoruz. Yani Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 devlet var, büyük imparatorluklar biliyorsunuz ama bunun içerisinde Safeviler yok, Memlûk Devleti yok. Bu iki devleti kattığınız zaman, 18 büyük devlet kurmuş bir millet olarak ortaya çıkacağız.
Burada şunu özellikle belirtmek isterim: Büyük imparatorluklar kuran milletler ırkçı olamazlar. Niçin olamazlar? İmparatorluk kuramazlar ırkçı olurlarsa çünkü imparatorluklar millî devlet değildir; çok milletli, çok dilli, çok kültürlü devletlerdir. Dolayısıyla bütün bunların tümünü düşünecek olursanız -ki Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin zaten temelinde de bu yatmaktadır ve bütün dünyayı yönetmek mefkûresi vardır- böyle bir düşünceye sahip olan milletlerin -ki hele emperyalist değillerse Türkler gibi- emperyalist olmaları hâlinde, zaten bugün dünyanın her tarafında Türkçe konuşuluyor olması lazımdı, neredeyse bütün Balkanların Müslüman olması lazımdı. Aslında öyle bir şey olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Öyleyse, burada şunu özellikle belirtmemiz lazım: Türk medeniyeti, Türk kültürü ırkçı olma imkânını size vermiyor. Dolayısıyla, işte, Ermeni soykırımı iddiasında bulunanlardan tutun da başka birtakım, Türkleri emperyalist gösterenlerin hepsinin, aslında bu anlayış içerisinde bile baksalar tarihimize, Türklerin soykırımcı olamayacaklarını, dolayısıyla ırkçı olmadıkları için soykırımcı olamayacaklarını görmeleri gerekir.
Nitekim, bakın, Osmanlı Devleti'nde "Dârülaceze" dediğimiz bir kuruluş oluşturulmuş. Dârülaceze yani âcizlerin, düşkünlerin kapısı. Her dine mensup insanın korunup gözetildiği bir kuruluş burası ama bunun temeli nereye dayanıyor biliyor musunuz? Ta Göktürklere kadar dayanıyor. Göktürklerde, Orhun Abidelerini düşünürseniz, şöyle söyler: "Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldıkta, ikisi arasında kişioğlu oldu." der, yani "İnsan yaratıldı." der, yani sadece insana vurgu yapar. Onu Kâşgarlı Mahmud'da da görürsünüz, Selçuklularda da görürsünüz, Şeyh Edebali'de de görürsünüz. Hani "Ey oğul, insana değer ver ki devlet yaşasın." diyorsunuz ya siz "devlet yaşasın" demiyor orada, "Ey oğul, insana değer ver ki devlet yücelsin." diyor çünkü insana değer verirseniz devlet yücelir, insanlarla yücelir, insan unsuruyla devlet yücelir, kanunlarla değil. İyi insan yetiştirmek, liyakat sahibi insan yetiştirmek gerekir.
Nitekim, bizde, Türkiye Cumhuriyeti'nde bile olmayan, Osmanlı'da olan bir kanundan bahsedeyim. Fatih döneminde çıkarılmış Teşrifat Kanunu var, yani "şereflendirme" anlamında bir kanun var. Bu Kanun, hangi göreve hangi kişilerin, hangi görevleri yerine getirdikten sonra gelebileceklerini belirtmiş. Yani şeyhülislam olabilmeniz için bir müftünün getirilmesi söz konusu değil, Rumeli kazaskeri olmak veya oradan mazûl olmak mecburiyeti var. Defterdar olmak için yine mesela başhalife olmak zorunluluğu var. Hâlbuki, bizde ne oluyor, şimdi Türkiye'de? Üniversiteden bir profesör olduğu gibi getirilip müsteşarlığa oturtuluyor, Başbakanlık Müsteşarlığına. O, onu öğreninceye kadar en az bir sene geçiyor. Yanlış yapıyor, doğru yapıyor, bir sürü problemlerle karşılaşıyor. Hâlbuki, bunun bir kuralı olsa bunlar olmayacak. İşte, aslında bütün Türk dünyasındaki kültürü bir araya topladığımızda çok farklı bir yapı meydana gelecektir.
Evet, burada ben sözlerime son vereceğim ama şunu özellikle ifade ediyorum: (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, burası Türkiye Cumhuriyeti ve eğer bu ülkenin geleceğini aydınlık hâle getirmek istiyorsak geçmişimizi iyi bilmek zorundayız, doğru olarak bilmek zorundayız çünkü geçmişini iyi bilen milletler, geleceklerinde, düşülen hatalara tekrar düşmeyecektir. Dolayısıyla, eski sadece eski olduğu için değil, tarih sadece tarihle övünmek için değil, tecrübe kaynağı olarak belirlemek için öğretilir ve bunun için ilmi yapılır bunun.
Türk dünyası, inşallah, ileride Özbekistan ve Türkmenistan da bunun içerisine katılır, Kıbrıs da bunun içerisine katılır ve daha geniş bir Türk dünyası, jeopolitik ve stratejik bir konuma sahip, enerji merkezlerinin tam odak noktası olan, dünyada geleceği parlak olan bir coğrafyanın mümessilleri olarak birlik hâline gelir ve dünyada söz sahibi hâline gelir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Halaçoğlu.