| Konu: | TÜRKİYE AZERBAYCAN UZUN VADELİ EKONOMİK VE TİCARİ İŞBİRLİĞİ PROGRAMI VE İCRA PLANININ ONAYLANMASINA İLİŞKİN (S.S.33) |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 13 |
| Tarih: | 27.10.2011 |
CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Uzun Vadeli Ekonomik ve Ticari İşbirliği Programı ve İcra Planının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde 1'inci maddede Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, biliyoruz ki en son seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 50'ye yakın oy aldı. Başarılı olmasanız zaten size halk yüzde 50 oy vermezdi. Eğer başarının ölçüsü halkın verdiği oylarla ölçülecekse demek ki yaptığınız uygulamalar başarılı bulunmuş, yüzde 50 oy vermiş. Ben bu nedenle bir şey demiyorum, ancak her vesileyle, bu sizin yüzde 50 oy almanız, bu kürsüde yapılan konuşmalara tahammülsüzlük göstermeniz anlamına gelmiyor. Yani, neredeyse şöyle bir hava estirmeye başladınız: Türkiye'yi susturdunuz, herkesi susturdunuz, yani muhalefetin eleştiri hakkını da elinden alacaksınız. Sayın Bakanı dinlerken gerçekten üzüldüm -Sayın Bakan çok sevdiğim birisidir kendisi- "Yahu, bu çok önemli bir anlaşma, konuşmadan da geçiverse olmaz mı?" gibi bir tavır içerisinde. Bu tavrın demokratik anlayışla bağdaşmadığını ben düşünüyorum.
Seçimlerde halkımız oy kullandı, sizlere devleti yönetme yetkisini, hakkını ve görevini verdi. Siz devleti yönetmek hakkına ve yetkisine sahipsiniz ama aynı zamanda da göreviniz var, sorumluluğunuz var. Yönetememekten dolayı sorumluluklarınızın da hesabını verme gibi bir göreviniz var ama iktidar öteden beri, hem geçen dönemde hem bu dönemde yaptığı başarıları kendi üzerine alıyor, maşallah, çok güzel ama nerede bir başarısızlık varsa orada başarısızlığı başkalarına yıkma alışkanlığından bir türlü vazgeçemedi.
Şimdi, arkadaşlar, Anayasa'mızın 8'inci maddesi yürütme yetkisi ve görevini tanımlamış, yani bunu Hükûmete veriyor. Yürütme bir bütündür.
Şimdi, tutturmuşsunuz "Devlet, hükûmet ayrıdır." diye. Ben gerçekten bu hukuksal tanımı bir türlü anlayamadım. Yani devlet, örneğin -teşbihte hata olmaz- attır, devleti yöneten hükûmettir. Zaten siyasi partiler, seçimlerde o atın binicisi olmak için yarışırlar, yani arabanın şoförü olmak için yarışırlar. Devlet soyut bir kavram değil ki.
Şimdi, Sayın Başbakan ikide bir bazı vesilelerle hep şunu söylüyor: "Canım ben devleti yönetme yetkimi muhalefetle mi paylaşacağım?" diyor. Çok doğru ama o zaman devleti yönetememe sorumluluğunu da Parlamentonun ve muhalefetin üstüne yıkma anlayışından vazgeçmelidir diye düşünüyorum ben.
Ben bir milletvekili olarak ülkedeki yönetimin başarısının da başarısızlığının da siyasi iktidarda olduğuna inanan birisiyim, Parlamenter demokrasinin gereği budur. Halk bize muhalefet etme görevi vermiş. Ben bir muhalefet partisinin milletvekili olarak devleti, devlet gücünü, kamu gücünü kullanma yetkim olmadığına göre, sizin yaptıklarınızı denetlemekle yükümlüyüm. E, Parlamentodaki denetleme yetkim zaten kısıtlanmış.
Şimdi, deprem oluyor, depremle ilgili... Elbette ki deprem bir doğa olayıdır. Depremin meydana gelmesini insanoğlunun bugünkü koşullarda önlemesi mümkün değil ama depremin verdiği zararları en aza indirmek, mümkünse zararları yok etmek, deprem olmadan önce koruyucu önlemleri alabilme, insanoğlunun yetkisindedir, gücündedir.
99 depremi olmuş bu ülkede. 99'dan sonra 2000 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara gelmiş, o günden bugüne kadar hiçbir önlem alınmamış ve şimdi Van sokaklarında halkın seçtiği belediye başkanını da devre dışında bırakıyorsunuz. Bir yandan "millî irade" diyorsunuz ama sizin millî iradeniz, sanıyorum ki Mecliste AKP'li milletvekillerinden ibaret, Türkiye'de ise AKP'li seçilmiş belediye başkanlarından ibaret. Oysa millî irade, siyasi görüşü, düşüncesi, inancı, mezhebi, etnik kökeni ne olursa olsun halkın seçtiği kişiler tarafından kullanılır. Siz Van'da Belediye Başkanını dışarı çıkartmışsınız sırf kendi partinizden olmadığından dolayı, 3 tane battaniyeyi de dağıtamıyorsunuz. Ondan sonra Sayın Başbakan muhalefeti suçlarken bize diyor ki: "Canım siz 3 koyunu güdemiyorsunuz." Siz de 3 tane battaniye dağıtamadınız ya. Şimdi de Sayın Vali hem bir yandan Belediye Başkanını dışlıyor hem bir yandan battaniye dağıtamıyor. Gece saat on ikide Van'dan benim dostlarım aradı. "Van Cumhuriyet Mahallesi'nde oturuyoruz Sayın Vekilim. Hâlen daha biz battaniyelerimizi alamadık." dediler.
Şimdi, arkadaşlar, bu ülkede referandum öncesi kış kıyamet gününde, karda fırtınada kamyonların şoför mahalline binerek buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtan valiler nedense bir depremde 3 tane battaniye dağıtamıyorlar. Sayın Başbakan diyordu ki: "Ben o valilere talimat veriyorum kaymakamlara. Kamyonların şoför mahalline binsinler, kömür dağıtsınlar." Şimdi o valiye lütfen talimat verilsin, oradaki insanların dertlerine çözüm bulunsun değerli arkadaşlarım.
Şimdi, saygıdeğer milletvekillerim, bu elimde?
RIFAT SAİT (İzmir) - Azerbaycan konuşuyoruz burada.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) - Maddeyle ilgili konuş.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Ben ne konuşacağımı çok iyi bilirim.
Bu elimdeki gazete bugünkü gazete. Burada değerli milletvekilleri, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç'ın benim de altını kırmızıyla çizdiğim sözleri var. "Hüküm verilinceye kadar tutukluluk süresinin uzamasının doğru olmadığını belirten Arınç Deniz Feneri e.V davası bağlantılı soruşturma kapsamında 3 kişinin çok doğru, haklı ve yerinde bir kararla tutukluluk cezaya dönüşmesin diye tahliye edildiğini dile getirdi. `Bunları tahliye eden hâkimin verdiği kararın başka davalardaki hâkimlere örnek olmasını diliyorum.' dedi." Devam ediyor Sayın Arınç: "Sebahat Tuncel isimli bir bayan parlamentere tanınan bir imkânın bugün milletvekili seçilmiş Mustafa Balbay, Haberal, Engin Alan'a uygulanmamasını benim vicdanım kabul etmiyor." diyor. Ben ilave ediyorum. KCK davasından tutuklu diğer milletvekillerine uygulanmamasını da benim vicdanım kabul etmiyor.
Değerli arkadaşlarım, bunları şu nedenle söylüyorum: Biz bu Parlamentoda ne kadar yasa yaparsak yapalım, 23'üncü Dönemin sonunda, son 1 Ekim açılışında Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül bu kürsüden konuşma yaptı. Tutukluluğun fiilî mahkûmiyete dönüştüğünü, bunun önlenmesi gerektiğini, eğer yasal düzenlemeler eksikse bunun yapılması gerektiğini, uygulamadan kaynaklanan hatalar varsa bunun giderilmesi gerektiğini söyledi.
Şimdi, "Tutukluluk" denilince iki tane temel ilke var: Birincisi tutuksuz yargılanmak esas, ikincisi ise tutuklama kararlarına yönelik itirazlar ve buna ilişkin verilen kararlar ana davadan bağımsız bir süreçte ele alınıyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'de suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın kaçma şüphesi gibi nedenlerle bir kişinin tutuklanamayacağını ısrarla belirtiyor, "Bu tutuklama nedeni olamaz." diyor. Suçun vasfı ve mahiyetini zaten tanımlayan iddia makamıdır.
Buradaki üstünde durulması gereken mesele, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi bağlayan bir yasa mıdır, değil midir? Yani biz Parlamentoda yasa çıkartsak ne olacak? Eğer bizim çıkarttığımız yasalar pratikte uygulanamıyor ise bir anlamı yok.
Şimdi, diyor ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi "Sen, kardeşim, suçun vasıf ve mahiyeti ne kadar ağır olursa olsun buna bakamazsın." diyor, "Ancak koşulları varsa kaçma şüphesi ve delilleri karartma nedeniyle buna bakabilirsin." diyor, bizim mahkemelerimiz tutuklamaya devam ediyor Anayasa'nın 90'ıncı maddesine aykırı olarak.
Şimdi, ben Bülent Arınç'ın şu sorusunu sorarak sözlerimi bitirmek istiyorum. Deniz Feneri'ndeki davada uygulanan kanun da Ceza Muhakemesi Kanunu, onu uygulayan da hâkimler, Silivri davasında, Ergenekon davasında ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki KCK davasındaki mahkemelerin uyguladığı kanun da aynı kanun, aynı Anayasa ve aynı hükümler uygulanıyor, orada da hâkimler var, diğer mahkemelerde de hâkimler var ama diğer mahkemelerdeki hâkimler Anayasa'ya aykırı davranışlarını devam ettirmektedirler. Bu konuda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun aslında anayasal görevini yerine getirmesi gerekmektedir çünkü, burada mevcut yasa hükmüne hatta Anayasa hükmüne uymama durumu vardır.
Ben Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç'ın dileğinin gerçekleşeceği umuduyla hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)