GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:120
Tarih:14.06.2012

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Muhterem Başkanım.

Değerli milletvekilleri, demin kaldığım yerden devam etmek istiyorum.

Şimdi, böylesine bir teşkilat kurmuş Osmanlı Devleti'nin tabii ki -biraz önce söylediğim gibi- çok uzak coğrafyalara kadar uzanan idari teşkilatı içerisinde yönetimle halk arasındaki ilişkilerin nasıl takip edileceği önemli bir mesele hâline gelmiştir. Dolayısıyla "Osmanlı Devleti altın oranı yakalamış." demiştim demin yani adaleti en üst seviyede uygulamış bir devlet olarak, bu çerçeve içerisinde, kamunun yöneticilerle ilişkisini çok iyi bir şekilde düzenlemiştir, şöyle ki: Bugün ombudsmanlık olarak ortaya çıkarılan ama Divân-ı Hümayûna doğrudan doğruya bağlı bulunan bir müfettişlik kurmuştur, bu müfettişlik "mehayif müfettişliği" adını almıştır, mehayif müfettişliği, "hayf" kelimesinden geliyor. Dolayısıyla bu müfettişlik doğrudan doğruya Divân-ı Hümayûna bağlıdır. Divân-ı Hümayûn, bugünkü        -dediğim gibi- Türkiye Büyük Millet Meclisinin karşılığıdır yani yasama organıdır. Dolayısıyla bu kişiler doğrudan doğruya değişik şartlarda coğrafyaları geziyorlar.

Ancak şurasını da özellikle belirteyim: Osmanlı Devleti'nde sadece mehayif müfettişleri gibi bir müfettişlikle taşradaki yönetimle halk arasındaki ilişkiler düzenlenmiyor, aynı zamanda halkın doğrudan doğruya Divân-ı Hümayûna şikâyetlerini yazma hakkı var, bu yazılıyor. Nitekim Osmanlı arşivlerine baktığınız zaman "şikâyet defterleri" adı altında defterler mevcuttur. Burada şikâyetler Divân-ı Hümayûnda doğrudan doğruya görüşülüyor ve verilen karar nihai karardır ve değiştirilemiyor, mahkemelerin de üzerindedir. İşte mehayif müfettişleri de değişik şehirlere, bu şikâyet edilen yerlere gidiyorlar, halkın her türlü sorunlarını görüşüyorlar. Mesela, bir dava konusunda tereddütte bulunan bir kişi meselesini bu müfettişe bildiriyor, müfettiş bunu yazılı olarak Divân-ı Hümayûna getiriyor, gerekirse kişi çağrılıyor, orada kendisini savunma hakkı da veriliyor, orada direkt olarak görüşme yapılabiliyor ve Divân-ı Hümayûnda verilen karar kesin karar oluyor. Dolayısıyla şunu da özellikle belirteyim: Halktan herhangi bir kişi, kamudan herhangi bir kişi oradaki yöneticilerden şikâyetçi olduklarında, o yönetici oradaki halka en küçük bir zarar vermeye kalkıştığı takdirde doğrudan doğruya Divân-ı Hümayûn tarafından ya görevden alınıp cezai işlem yapılıyor ya kafası kesiliyor, dolayısıyla böylesine ağır yükümlülük var. Dolayısıyla herhangi bir şekilde yöneticilerin şikâyetçi olan halka bir baskı yapmaları da söz konusu olamıyor. Dolayısıyla mehayif müfettişliği, devletin herhangi bir şekilde gereksiz vergi almalarından tutun herhangi bir baskı, mahkemelerde herhangi bir şekilde adaletsiz hüküm verme gibi değişik konularda doğrudan doğruya Divân-ı Hümayûnunun sesi hâline geliyor, kendilerinin sesini duyuracak bir kişi hâline geliyor.

İşte, Demirbaş Şarl'ın aslında faydalandığı ve ombudsmanlık olarak ortaya koyduğu sistem doğrudan doğruya bu mehayif müfettişliklerine dayanıyor, Kadiul-kudâta değil veya Dîvân-ı Mezâlime bağlanmıyor, o tarihlerde dediğim gibi yok. Çünkü Demirbaş Şarl, 1709'da Poltava'da Ruslara yenildikten sonra Osmanlı Devleti'ne sığınıyor, önce Özi'ye geliyor, Özi'de bir müddet kalıyor, sonra Dimetoka'ya alınıyor, İstanbul'a hiçbir zaman getirilmiyor ama Dimeteko'ya geldiği zaman Edirne'ye de gittikleri oluyor. Dört sene kalıyor, 1713 yılına kadar kalıyor, o sırada Osmanlı devlet sistemini inceliyor, o bölgelere giden mehayif müfettişlerini inceliyor. Dolayısıyla onlardan esinlenerek ülkesine döndüğünde kendi terimleri olarak "ombudsmanlık" olarak nitelendirerek böyle bir teşkilat kuruyor.

Dolayısıyla değerli milletvekilleri, bu sistemi kurduğumuzda yapacağımız en önemli şey, eğer başarıya ulaşmak istiyorsak, herhangi bir siyasi iradeye mahkûm olacak veya siyasi iradenin etkisinde kalacak bir sistem kurmamamız gerekiyor. Bu birinci şarttır eğer bunun gerçekten iyi işlemesini istiyorsanız. Osmanlı'da son derece iyi işlemiştir, çünkü herhangi bir şekilde siyasi iradeye tabi değildir.

İkinci olarak, bakın, buna benzer birçok kurumlar oluşturuluyor, kurulan kurumlar da aynı şekilde maalesef? Mesela, Başbakanlıkta İnsan Hakları kurumu kuruluyor ama ne yazık ki üyelerinin 7 tanesi, 11 üyeden 7 tanesi Bakanlar Kurulu tarafından atanıyor. Böyle bir şey olduğunda, zaten yürütmeyi denetleyecek olan insanların yürütme tarafından atanması asla onun başarıya ulaşmaması anlamına gelir. Burada da, ombudsmanlıkta da aynı şeyin yapılması gerekiyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Halaçoğlu.