| Konu: | İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU TASARISI VE TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 120 |
| Tarih: | 14.06.2012 |
CHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, varsa buradaki milletvekilleri; duyurabildiğimiz kadar çok önemli bir yasayı dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir meclisinde bu yaklaşımla tartışan ve böylesi bir önemli yasayı da Meclisinden geçiren bir Meclisin daha dünya tarihinde olmayacağının bir tespitiyle sözlerime başlamak istiyorum. Yüce Meclisteki, burada bizi dinleyen, duyarlı olan milletvekillerimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yakın zamana şöyle bir göz atalım: Kahramanmaraş'ta kot kumlama fabrikasında meydana gelen patlamada 4 işçi öldü, 9 işçi yaralandı.
Elâzığ'da meydana gelen iş kazasında 5 işçi öldü.
İstanbul'un Esenyurt ilçesinde bir AVM inşaatında çalışan 11 işçi inşaat alanı yakınında uyudukları çadırda yanarak can verdi.
24 Şubatta Adana Kozan'da baraj inşaatı sırasında baraj kapağının patlaması sonucu ölen 10 işçiden bazılarının cesedi henüz bulunamadı.
Geçen yıl 3 Şubatta Ankara Ostim Organize Sanayi Bölgesi'nde patlayan oksijen tüpü nedeniyle 20 işçi iş cinayetine kurban gitmiştir.
11 Şubat 2011'de, Kahramanmaraş Afşin ilçesinde kömür sahasında toprak kayması sonucu 10 işçi yaşamını yitirmiş, 9'unun cesedine koskoca devlet hâlâ ulaşamamıştır. Arkadaşlarımızın cenazeleri hâlâ toprak altından çıkarılamadı, çalıştıkları iş yeri kendilerine mezar oldu.
31 Ocak 2008'de İstanbul Davutpaşa'da kaçak bir iş yerinde meydana gelen patlama sonucu 23 işçinin ölümünden sorumlular hâlâ cezalandırılmış değil.
Tuzla tersanelerinde üst üste yaşanan ve sonu gelmeyen işçi ölümleri hafızalardan silinmedi.
Madenlerdeki iş kazaları hız kesmeden devam ediyor. Zonguldak'ta, Edirne'de, Balıkesir'deki madenlerde yaşanan iş cinayetleri, yerin yüzlerce metre altında bu ülke insanları için canlarını riske atarak çalışan madencilerimizin yaşadığı yüzlerce ölümlü iş kazalarından sadece bazıları.
İşçiler ölüyor; geride kalanları, eşleri, çocukları yetim kalıyor, yoksun kalıyor, aç kalıyor. Ne yazık ki bu ülkenin Başbakanı, madenlerde yaşanan cinayetleri işçilerin kendi kaderi olarak sunabiliyor. Yine, dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer "Güzel öldüler." diyebiliyor. "Kader, mukadderat" gibi söylemlerle işçi ölümleri normalleştiriliyor.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, "Çarklar susmasın, ekonomi sıkıntıya girmesin." diyorlar. İnsanın yaşamı ucuzlaşıyor, insan değersizleşiyor.
Peki, değerli olan ne? Bu toplumda yaşayan bütün insanlara karşı öncelikle bir sorumluluğumuz var, yaşam hakkını savunmak. Yaşam hakkının bir ayrılmaz parçası da sağlıklı bir şekilde çalışmanın sağlanmasıdır. Burada üzerinde önemle durulması gereken nokta, güvenli ve risksiz bir ortamda çalışma çabasının yaşamın her alanında var olduğunun bilincine varmaktır. Yani güvenlik, evde, okulda, iş yerinde, seyahat sırasında, yürürken her an varlığının hissettirilmesi gereken bir ihtiyaçtır. İş yerinde bu güvenlik alanları en titiz biçimde sağlanmalıdır.
Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü 1950 yılında işçi sağlığı ve iş güvenliğinin tanımını şöyle yapmıştır: "Tüm mesleklerde işçilerin bedensel, ruhsal, sosyal iyilik durumlarını en üst düzeye ulaştırmak, bu düzeyde sürdürmek, işçilerin çalışma koşulları yüzünden sağlıklarının bozulmasını önlemek, işçileri çalışmaları sırasında sağlığa aykırı etmenlerden oluşan tehlikelerden korumak, işçileri fizyolojik ve psikolojik durumlarına en uygun mesleksel ortamlarda yerleştirmek ve bu durumlarını sürdürmek, özet olarak, işin, insana ve her insanın kendi işine uyumunu sağlamak.
Ayrıca, bu tanımla, çalışanların sadece fiziksel değil, ruhsal ve sosyal anlamda da iyileştirmelerini hedeflemektedir ancak bu iyileştirme, çalışanların sağlık ve güvenliklerinin belli bir düzeye getirilmesini değil, çalışanların sağlığının sürekli olarak çok daha iyiye götürülmesi anlamına gelmektedir. İşçi sağlığı ve güvenliğinde çalışanların çalışma yaşamı ve çalışma koşulları birbirinden ayrılamaz. İşçinin çalışma yaşamı onun iş yeri dışındaki yaşamını etkileyeceği gibi, dışarıdaki yaşamı onun iş yerindeki yaşamını da etkileyecektir. Ancak, ne yazık ki ileri demokrasimizde bu tanımlamada yer alan işçi sağlığı ve güvenliği yıllardır ihmal edilmiş, göstermelik düzenlemelerle geçiştirilmiş, kanuni bir düzenleme ne yazık ki yapılamamıştır. Sanayileşme ve kalkınma bedeli, asla iyi eğitilmemiş, yeterli derecede beslenemeyen, iş kazalarından ve meslek hastalıklarından gereği gibi korunamayan, işsiz kalmak ve işini kaybetme korkusu yaşayan, örgütlenmeleri engellenen, sosyal güvenliğinden endişe duyan bir çalışan kesim yaratmak olmamalıdır.
Kısacası, insanın refahı, mutluluğu, sağlığı ve güvenliğinden ödün veren bir sanayileşme ve kalkınma anlayışı benimsenemez. Gelişmiş ülkeler yasal düzenlemelerle, toplumsal eğitim ve bilinçlendirmeyle sorunun çözümü yönünde oldukça mesafe katederken bizim gibi ülkelerde bu yara kanamaya devam etmektedir. ILO kaynaklarına göre her yıl 1,5 milyon kadın ve erkek iş kazaları ve meslek hastalıkları dolayısıyla hayatını kaybetmektedir. Yine aynı kaynaklara göre her yıl 250 milyon insan iş kazaları, 160 milyon insan ise meslek hastalıkları sonucu ortaya çıkan zararlara maruz kalmaktadır. Türkiye, ölümlü iş kazalarında dünyada 3'üncü sırada yer alıyor. Resmî istatistiklere göre her geçen yıl iş kazaları nedeniyle ölümler artıyor. Özellikle son on yılda iş kazaları nedeniyle toplam 10.723 işçi, her yıl ortalama 1.072 işçi ölmüştür. Türkiye'de her gün 4 işçi iş kazaları nedeniyle ölüyor ve ne yazık ki önlem alınamıyor.
Meslek hastalıklarında ise durum daha da vahimdir. Türkiye'de resmî istatistiklere göre meslek hastalıkları az görülmektedir. Dünyada iş kazaları oranı yüzde 44, meslek hastalıkları oranı yüzde 56 iken, Türkiye'de iş kazaları oranının 99,3, meslek hastalıklarının ise binde 7 olması çok açık bir çelişki oluşturmaktadır. Gerçek şudur: Meslek hastalıklarını kayda bile almıyoruz. İşçilerin işlerinden kaynaklanan hastalıkları meslek hastalıkları sayılmıyor. Sebep, parasal yükümlülükler ortaya çıkmasın.
Son yıllarda yoğunlaşan taşeronluk zinciri iş kazalarına âdeta davetiye çıkarmaktadır. Kayıt dışı çalışmanın kayıt altına alınma süreci bir an önce tamamlanmadan işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda cinayetler devam edecektir. Türkiye açısından çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması ve geliştirilmesi için etkin önlemler alınması ve özel bir yasa çıkarılması gerektiği sürekli olarak yenilenmesine rağmen AKP İktidarında bırakınız özel bir yasanın çıkarılmasını, iş sağlığı ve güvenliği açısından geri bir gidiş söz konusu olmuştur.
İşçi sağlığı ve güvenliği tüzüğü yürürlükten kaldırılmış, yerine çıkarılan yönetmeliklerde ise asıl amaç işçinin sağlığının ve güvenliğinin korunmasından ziyade işletmelerin korunması olmuştur. İş yeri hekimliği ve iş güvenliğine yönelik mühendislerin görevleri ticaretleştirilmiş, piyasalaştırılmış, bu tür görevlilerin mesleki bağımsızlığı yok edilmiştir. Örneğin Tuzla'da göz göre göre işçi sağlığı ve iş güvenliği kuralları hiçe sayılarak ucuz, kuralsız ve güvencesiz işçi çalıştırmanın sonucu iş cinayetleri yaşanıyor. Bu cinayetler işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması, bunların ihmal edilmesi ile denetim ve yaptırım eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Aynı şekilde madenlerde ve inşaat sektöründe iş kazalarında Türkiye birçok ülkeden açık ara önde gitmekte ve her türlü önlem alınamamaktadır. Çalışma Bakanlığı önlem almak yerine iş müfettişlerinin iş yerlerine giderek denetlemesine dair sistemi kaldırıyor ve yerine iş verenin çağrılmasına yönelik bir uygulama başlatıyor.
Bu tablonun en önemli nedeni, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin iş verenlerin ezici çoğunluğu tarafından bir maliyet unsuru olarak ele alınması, kurallara uyulmaması ve iş yerlerine sendika sokulmaması, iş yerlerinin denetlenmemesidir.
Uzun yıllar işçi kıyımlarına göz yuman Hükûmet, sonunda AB uyum projeleri çerçevesinde bu yasayı gündeme almaya bir nevi mecbur kaldı. Öncelikli olan insan hayatı değildi. Yine öncelikli olan Avrupa Birliği normlarına göstermelik de olsa uyum gösterebilmekti. Niyet ne olursa olsun işçi sağlığı ve güvenliği sayısız işçi kıyımının yaşandığı ülkemizde bizler için çok önemli bir umut kaynağı idi. Gel gör ki 2005 yılında başlayan bu yasa serüveni 2012 yılına kadar âdeta süründürüldü. Bu süreçte binlerce işçi inşaatlarda, fabrikada, gemi inşaatlarında, tersanelerde, maden ocaklarında yaşamını yitirdi, binlerce ocak söndü. 2012 yılına gelene kadar evrim geçiren yasa tasarısının adı ilk önce "İşçi Sağlığı, Güvenliği" iken, karşımıza çıkan yeni tasarıda "İş Sağlığı ve Güvenliği"ne dönüştü. Sadece bu isim değişikliği bile öncelikli olanın insan yaşamı olmadığını gözler önüne seriyor.
Peki, insan hayatının en son gözetildiği bu yasa bize neler getirecek, işçi ölümleri duracak mı? Hayır değerli arkadaşlar, ölümler durmayacak. Yasa bu hâliyle iş kazalarını önlemekten uzak, sorumluluğu işverenden çok işçilere ve iş güvenliği şirketlerine devreder durumdadır. Beğenmediğimiz, eksik, yanlış dediğimiz mevcut yasal haklar ve yükümlülükler bile geri götürülmektedir. İşçilerin en temel haklarını, grev hakkını, yaşam hakkını, sendikalaşma hakkını elinden alan bu sistemin sağlık ve güvenliği ne derece güvenli kılacağı şüphelidir.
Tasarı ile işçiye "iki yıl daha ölme, dayan" deniliyor. Yasanın yürürlük maddesinin az tehlikeli iş yerlerinde üç yıl, diğer iş yerlerinde iki yıl ertelenmesiyle ölümlü kazaların devam etmesine onay verilmiştir. Tasarının bu hâliyle yasalaşması ölümlü iş kazalarının büyük çoğunluğunun yaşandığı iş yerlerinde "ölümler devam etsin" ya da işçilere "iki yıl daha ölmemek için dayansın" demek anlamına geliyor.
İşçi sağlığı şirketlerine emanet edilen bir yasa. Tasarı, işçi sağlığı ve güvenliğini piyasalaştıran, iş yerlerinde yerine getirilecek mühendislik, hekimlik hizmetlerini esas olarak piyasaya yaptıran, eğitimlerin de anlaşılmaz biçimde sektör yaratma konusu yapıldığı bir hâl almıştır. Devlet, işveren, çalışanlar ve sendikaları, iş güvenliği mühendisleri ve iş yeri hekimlerinden oluşan bir yapı oluşturulmalıdır. Bu dört unsurun doğru kurgulanması ve güvenlik meselesinin bir kültür biçimi hâline getirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yasa çıkarmakla işçi ölümleri son bulmayacaktır.
Tasarı, işveren sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırarak tüm sorumluluğu, neredeyse kazayı, iş cinayetini yaşayan ve kısıtlı imkânlarla yetki olmamaksızın ve iş güvencesiz çalışan mühendis, teknik eleman ve hekimlerin sırtına yıkmaktadır. Özetle, bu serüvenin sonunda Hükûmet tasarıyla, sermaye, devlet, AB ile uyum sürecinin gereğini yapmanın huzurunu da yaşamak istiyor. Buradan sormak istiyorum: Bu üçgenin içinde insan nerede duruyor, her gün yaşanan işçi ölümleri nerede duruyor? Neden tek bir yetkili çıkıp da hesap vermiyor? Yoksula, işçiye, ölümü reva mı görülüyor? Bu pervasızlık, bu vurdumduymazlık artık son bulmayacak mı? Hukukunuz, adaletiniz işlemiyor, yasalarınız çare olmuyor. Peki, vicdanınıza ne oldu, o da mı yok oldu? Ben burada konuşurken daha kim bilir kaç işçi evine ekmek götürürken yaşamını yitirdi. Vazgeçtik yasalardan, biraz olsun vicdanınıza bakın.
Günlerce komisyonlarda bir tek önerimiz kabul edilsin diye mücadele verdik. Tüm mücadelelere rağmen tek bir önerimiz kabul edilmedi. Önerilerimizin hepsi işçiyi daha fazla korumaya yönelikti, hepsi insani ve yaşamı savunmaya yönelikti. Burada yine vereceğiz. Bu sefer vicdanlarınızla bu önergeleri değerlendirmenizi istiyoruz.
Şimdi size birkaç örnek vermek istiyorum: İş kazası ve meslek hastalıklarının yoğun olarak yaşandığı ülkemizde bu konuya geniş bir bakış açısıyla yaklaşabilecek bir ulusal iş sağlığı ve güvenliği konseyi kurulmasını önerdik. Bu konseyin etkin bir şekilde faaliyet gösterebilmesi için özerk bir yapının bulunması, aldığı kararların etkili olabilmesi ve bileşimin demokratik katılıma olanak verecek şekilde belirlenmesi gerektiğini düşündük. Birçok sorunu çözecek bu konsey önerimiz de ne yazık ki reddedildi. Tasarı, iş güvencesinin olmadığı bir ülkede iş yeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve işçi ile emekçilere işvereni Bakanlığa şikâyet etme hakkını veriyor. Tasarıda geçen işçi ve emekçinin çalışmaktan kaçınma?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) - Sayın Başkan, bir iki dakika rica edebilir miyim?
BAŞKAN - Usulümüz değil, kusura kalmayın Sayın Çelebi.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) - Sonra tamamlamak üzere, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.