| Konu: | TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 122 |
| Tarih: | 20.06.2012 |
ŞAFAK PAVEY (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı'nın 7'nci maddesine bakınca anlıyoruz ki, politbüro mantığından esinlenen Hükûmet, insan haklarını, atama ile denetlemek arzusundadır. Bu mantığı anlayabiliyorum çünkü Hükûmet on yıllık icraatı boyunca insan haklarına hiç aldırmadı ama insan haklarına aldırıyormuş gibi yapmanın itibarına talip olmaktan da geri kalmadı.
Bu tasarı, insan merkezli değil, devlet merkezli bir yaklaşım getirmektedir. Bizzat, insan hakları ihlallerindeki en şaibeli kuruma güç vermektedir. Düşünün, Uludere'de 34 çocuğu katleden kurum insan haklarını denetleyecek, bir düşünün. Size, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiseri Navi Pillay'ın sözlerini hatırlatmak isterim: "İnsan hakları mermer binalar içindeki kudretliler için değil, sıradan kadınlar, sıradan çocuklar, sıradan erkekler için vardır." Tasarıda insan haklarında olmazsa olmaz kabul edilen katılımcılık, kapsayıcılık ve şeffaflık ilkeleri dikkate alınmamıştır. Hükûmet, her alanda doyurulamayan bir iştahla gerçekleştirdiği kontrol etme tutkusunu, hatta saplantısını insan hakları alanında da tekrarlamıştır. Üyelerin atanmasını doğrudan siyasi erke bağlamıştır. Hangi devlet memuru Türk Hava Yollarındaki örgütlenme hakkı ihlallerini, engellilerin erişilebilirlik haklarının çiğnenmesini, cezaevinde tutuklu ve mahkûmların yakılmasını, pankart asan öğrencilerin uğradıkları tacizi, LGBT haklarının gasbını izleyebilme cesaretine sahip olabilecektir? Bu, bana atalarımızın kuzunun kurda teslim edilmesinden duydukları kaygıyı anlattıkları atasözünü hatırlattı. Fakat Hükûmet unutmamalıdır ki, artık insan hakları kurt kapanına hapsedilemeyecek kadar güçlü bir küresel değerdir.
Siyasete atılmadan bir yıl önce Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği adına tam da bu Hükûmete Paris İlkeleri konusunda eğitim vermek için görevlendirilmiştim, ancak tasarıyı görünce anlıyorum ki ilkeler konusunda Hükûmeti ikna edememişiz. Bu kurum ne bağımsız ne de özerktir yani arkadaşlar, Selahattin'in deyimiyle "Bu çocuk olmamış, yapamamışsınız."
Hükûmetin en sevdiği çalışma tarzının ideolojisine ve yönetme hırsına uygun, gizli kapaklı, el altından kendi kendine kanun yapmak olduğunu biliyorum. Şu anda olduğu gibi en temel insan hakkı üstüne bir kurum tasarısını bile son dakika golüne çevirmiştir ama bu tarz, sizi, kendi gücünüzü de kendi silahınızla yok etmeye sürükleyecektir, bundan emin olabilirsiniz. Yönetenler bitmek bilmeyen kutlamalar, tapınma seviyesinde övgüler, sınırsız böbürlenmelerle besleniyorlarsa arkalarında mutlaka mahrumiyet, sefalet ve ihlal vardır. Bu kültür özgür ve bağımsız bireyler yaratma üstüne sosyal politikalarla değiştirilmediği sürece insana dair haklar hak ettiği yere ulaşmaz.
Mesela, memleketimden son birkaç günün manzarasına bakalım hep beraber. Şu anda sosyal ve ulusal medya polislerin, eşi ve çocukları önünde kıyasıya dövülen vatandaşımızın görüntüleriyle sarsılıyor. Sarıyer'de asansörlü tek okul imam-hatibe çevrilerek engelli öğrencilerin okula gitme hakkı gasbedildi. Urfa'da 13 mahkûm yanarak ölünce aslında 200 kişilik cezaevinde 1.050 mahkûm kaldığını gördük. Kalp gözümüze mil çekilmiş gibi.
Bir insanın özgür ve bağımsız olması için en temel insan hakkı prensibi olan "erişilebilirlik" prensibi ihlal edildi. Hükûmet zamanına bile kendi kendine karar verdiği yedi yıllık erişilebilirlik vaadini tamamlayamadı ve son derece doğalmış gibi yine mağdurlarına danışmadan kendi kendilerine üç yıl daha uzatma kararı alındı. İşte size mahrumiyet, işte size sefalet, işte size ihlal! Hangi mağrur mermer kurumdan aşağıya bakarsanız bakın, adını insan haklarıyla temizlemeye çalışsanız da gerçek muhakkak bir yerden gözlerinizin önüne yükselir, itaatiniz sarsılmasa da vicdanınız muhakkak yaralanır.
Teşekkür ederim, saygılarımla. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Pavey.