| Konu: | BAZI SORUŞTURMA VE OPERASYONLARDA KOLLUK GÜÇLERİNE HUKUKA AYKIRI UYGULAMALAR YAPTIRDIĞI, YARGIYA MÜDAHALE ETTİĞİ, AÇIKLAMALARINDA KULLANDIĞI BAZI İFADELERLE DEVLET ADAMI CİDDİYETİNDEN UZAKLAŞTIĞI VE YETKİLERİNİ HUKUKA AYKIRI OLARAK KULLANDIĞI İDDİALARIYLA İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN HAKKINDA BİR GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 15.11.2011 |
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim Şahin hakkında verilmiş gensoru önergesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızda bulunuyorum.
İdris Naim Bey'in öz geçmişine baktım buraya gelmeden evvel çünkü bugün ortaya koyduğu parlak bakanlık mutlaka bir birikim gerektiriyor. Kaymakamlık, mülkiye müfettişliği ve başmüfettişliği yapmış ama bence esas birikimi 1994 yılında başlamış çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesinde genel sekreter yardımcılığı yapmış. Kendisine bağlı birçok birim var ama İnternette gördüğümüz kadarıyla itfaiye de kendisine bağlı, itfaiyeyi de yönetmiş Sayın Şahin. Arkasından Adapazarı'na gitmiş, büyükşehir belediyesinin genel koordinatörlüğünü yapmış bir süre, sonra İstanbul'a gelmiş ve devam etmiş.
AKP'nin kurucuları arasında kendisi. 2002 yılından bu yana milletvekili. 2002 ve 2007'de İstanbul milletvekilliği yapmış ve 2011'den bu yana da Ordu Milletvekili.
Kendisinin bir de facebook sayfası var. "İdris Naim Şahin hayranları" diye de bir ayrı bölüm var. Geniş de bir hayran kitlesi olduğunu düşünüyorum. Ordu'dan milletvekili adayı gösterildiği zaman "Ordu'ya hayırlı olsun." diye mesaj yayınlamış Sayın Şahin. Yani hayırlama durumu kendisine ilişkin bir durum değil, Ordu'ya ilişkin bir durum. Aslında bu hayırlama, âdeta sonradan olacakların bir habercisi niteliğinde.
Kuruluşundan bu yana AKP'nin genel sekreterliği görevini sürdürüyor. 61'inci Hükûmette de İçişleri Bakanı olarak görev yapmış.
Dolayısıyla bu gensoru sayın milletvekilleri, dokuz yıllık milletvekili ve dört aylık İçişleri Bakanı olan İdris Naim Şahin hakkındadır. Ancak hakkını teslim etmek gerekirse Sayın Şahin bu yüz yirmi günü çok iyi değerlendirmiştir ve genel sekreterlik dönemindeki uzunca bir sessizliğinden sonra kendisini Türkiye kamuoyuna çok iyi bir şekilde tanıtmıştır.
Bu tanıtma o düzeydedir ki değerli arkadaşlar, sosyal medyada çok sayıda mesaj görürsünüz, AKP yetkililerine atfen atılmıştır. "Neden bizden bugüne kadar Sayın İdris Naim Şahin'i sakladınız." demektedirler milyonlarca yurttaşımız.
Şimdi, Sayın Şahin konuşmayı seviyor ama üstelik de bir İçişleri Bakanı için çok tehlikeli olacak bir şekilde konuşmanın şehvetine kapılıyor. Bu, gerçekten, bir İçişleri Bakanı için çok tehlikelidir.
Arkadaşlarımız söylediler ancak okursak tam anlamını bulabiliyoruz. Sınır operasyonu için şunları söylüyor: "Tabii kara harekâtı, bugün, yarın başlamış, başlıyor değil. Şartlara göre her an olabilir. Bugün olabilir, bir saat sonra da olabilir. Bunun tarihini verecek değiliz, vermiş de değiliz. Yapıldığı zaman fark edilir. Yapılır mı, yapılmaz mı o da değerlendirilir."
Arkadaşlar, sözlerin çok veciz olduğu ortada ama Başbakan maalesef aynı fikirde değil. "Sürçülisan etmiş" sözleriyle bu veciz sözleri karşılamış.
Yine örneğin, 13 askerimizin şehit olduğu Silvan saldırısında çıkan yangının nedenini bütün kamuoyu merak ederken, "Askerlerimiz nasıl ölmüş?"ü bütün kamuoyu merak ederken İçişleri Bakanı şu açıklamayı yapmakta hiçbir sakınca görmüyor: "Yangın, ya ateşle çıkar ya bombayla çıkar ya roketle çıkar ya benzinle çıkar."
Sayın Bakanım, başka nedenlerle de yangın çıkabilir. Yani sayılan kadarıyla değil, başka nedenlerle de yangın çıkabilir.
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) - Soruya bak. Soruyu oku da ondan sonra. Uçaklar bombaladı mı, bombalamadı mı, o soruya bak.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - "Netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır. Sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir şey ifade etmiyor." Arkadaşlar, bu açıklama kimse tarafından düzeltilmiş değildir. Onun için ben kısmen bir açıklama gereği içinde oldum.
İdris Naim Şahin Bey'in açıklamaları, yalnızca meşhur gafları değil İçişleri Bakanı için uygun olmayan lafları. Bunun yanında çok önemli bir farkı daha var. Terör olaylarında kaybettiğimiz yurttaşlarımız için gerekli saygıyı gösteremiyor Sayın Bakan çünkü bunu içselleştirememiş. Eğer ruhunda bunu duysaydı Kızılay'da ölen yurttaşlarımız için "adet" diyemezdi. Bu, basit bir sürçülisan değildir, o saygıyı içselleştirememenin bir göstergesidir.
Şunu diyor gene: "Yaptıkları bina içi incelemede sokakta ve caddede can kaybımız yoktu." Güzel? "Ancak binaların içinde yaptıkları incelemelerde, aramalarda, adli makamların yani Ankara Savcılığının intikal eden ön bilgilere göre 3 adet vatandaşımızın patlamadan dolayı can kaybına maruz kaldığı bilgisi var elimizde." Allah'ınızı severseniz, bir laf bu kadar mı dolandırılır yahu? "Bir patlama oldu ve 3 yurttaşımızı kaybettik." lafı bu kadar mı dolandırılır?
Bu konuda en canımızı acıtan konuşma ise Hakkâri-Çukurca'da meydana gelen ve 24 askerimizin şehit olduğu saldırının ardından Sayın Bakanın yaptığı açıklamadır. Zap Suyu'nda bulunan ve Şehit Uzman Çavuş Erhan Ar'a ait olduğu açıklanan cenaze için "Ceset parçaları bulundu." diyebilmiştir Sayın Bakan. Bu sözü "Başka bir söze hacet var mı?" diyerek bir yoruma gerek bırakmadan geçiyorum.
Çoğu kez Sayın Bakanın ne demek istediği anlaşılamayan konuşmalarına muhatap oluyoruz. Yine bir örnek: Türkiye Muharip Gaziler Derneği Ordu Şubesini ziyaret ediyor Bakan ve şöyle diyor: "Bedel ağır ödendi. Bu bedeli yok sayamayız. Bu bedel çocuk oyuncağı değil. Bu işin şakası olmaz. Bu işin ciddisi de olmaz. Bu işin hiçbir şeyi olmaz." (CHP sıralarından gülüşmeler) Arkadaşlar, bu sözlerin Sayın Bakanın zihin dünyasında bir karşılığı var ki söylemiş ama ben kendi zihin dünyamda bir karşılık bulamıyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Bence her gün Genel Kurula gelsin.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Sayın İçişleri Bakanının insanların tutuklanmasını değerlendirirken kullandığı ölçüt, samimiyetle söylüyorum ki hem kendisinin hem de benim mezun olduğum İstanbul Hukuk Fakültesinde öğretilen bir ölçüt değildir. Şöyle diyor Sayın Bakan: "Büşra Hanım Türkiye'deki binlerce profesörlerden bir profesördür. Bu ülkede bütün profesörler tutuklanmış olsa merak eder, sorabiliriz. Ama binlerce profesörden 1 profesör tutuklanmış olabilir."
Şimdi, değerli milletvekilleri, Sayın Naim Şahin'in mantığına göre, tutuklanmasından şikâyet eden bir insana bizim ilk soracağımız soru şudur: "Kaç kişiyle beraber tutuklandın? Tek başına mı? Geç kardeşim, geç. Ne var bunda? Bir kişi rahatlıkla tutuklanabilir. Binlerce tutuklanırsa o zaman bakarız." Söylediği söz budur. (CHP sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN (Ordu) - Hayır, saptırma, saptırma!
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Kaldı ki sayın, değerli milletvekilleri, binlerce insanın tutuklu bulunduğu tutukluluk kamplarında da insanlara ne tür muameleler yapıldığını hep beraber yine görüyoruz.
Bakanın sorun algılaması Başbakana paralel bir değişim gösteriyor, bu da normal aslında. Önce "Kürt sorunu vardır." diyen Başbakan, daha sonra "Kürt sorunu yoktur, Kürt yurttaşlarımızın sorunu vardır." demiştir. Sayın İçişleri Bakanı bu konuda daha fazla dayanamamış ve bir beyanat daha patlatmıştır. Şöyle diyor: "Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki maalesef, uzaktan, Çankaya'dan, Nişantaşı'ndan, Etiler'den Boğaz'a bakarak, denizi seyrederek, yeşilliklere bakarak, gökyüzüne bakarak -biraz kısaltsak Sayın Bakanım- kâğıdı kalemi eline almış, muhtemelen de saatine göre içeceğini yudumlayarak yazı yazan birileri benim yaşadığım gerçeği, benim gördüğüm Hakkâri'yi -nereden Sayın Bakanım, Ankara'dan mı, Ordu'dan mı?- Muş'u, oradaki gerçeği farklı yazıyorlar. 'Kürt sorunu' diyorlar, `sorun, sorun' diyorlar. Sorun ne? Ben arıyorum, bulamıyorum."
Değerli milletvekilleri, eğer Sayın İçişleri Bakanı bir sorun arıyorsa, önce, iki yıl evvel "Çok güzel şeyler olacak." diyen Cumhurbaşkanına gitsin, bir sorsun, "Çok güzel şeyler olacak." diyen Cumhurbaşkanına sorsun. Ondan sonra belki Sayın Beşir Atalay'la konuşma gereği hisseder, "Atatürk Orman Çiftliğinde kimlerle, ne konuştunuz?" diye bakar, Habur skandalını araştırır, Oslo görüşmelerine bakar ve ondan sonra bu sorunu belki anlar. Ama burada da gördüğümüz şudur ki İçişleri Bakanı zihin dünyasında bu sorunu bitirmiştir ve böylece Türkiye'nin bu ciddi sorununu da İçişleri Bakanı ortadan kaldırmış bulunmaktadır.
Nihayet Erciş'te çadır kenti gezerken espriyi patlatmış Sayın Bakan: "Koskocaman sarayda oturuyorsunuz, hiç `gel' dediğiniz yok." O "saray" diye tanımladığınız çadır, Sayın Bakan, şu anda üzerine kar yağarken ısınmaya çalışan 10 binlerce yurttaşımızın mekânı niteliğindedir ve daha fazla ciddiyeti elbette hak etmektedir. Sonra, yanındaki Diyanet İşleri Başkanının şaşkın bakışları altında şu sözleri söyleyebiliyor: "Sayın Başkanım, yani biz de bir çadırda, burada bir mekân tutalım."
Bakın, arkadaşlar, haksızlık etmek istemem. Siyasetçinin asık yüzlü olanına espri yapma yeteneği olanını tercih ederim. Espri iyi bir şeydir, bunu aşağılıyor da değilim, kötülüyor da değilim ama bir milletvekili arkadaşımız altını çok güzel çizmişti, "Sayın Bakan, çok iyi espri yapamıyorsunuz, lütfen zorlamayın." demişti. Bunlar ciddi konular.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, şüphesiz espri yeteneği İçişleri Bakanı olmanın ölçütü değildir. İçişleri Bakanının bu en önemli Meclis denetimi karşısındaki durumunu saptayabilmek için 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ve diğer ilgili mevzuatın İçişleri Bakanına yüklediği görevlere bir bakmamız lazım. Şunları yapacak İçişleri Bakanı: Anayasa ve yasalarımıza uygun olarak Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, güvenlik ve asayişi, kamu düzeni ve genel ahlakı, Anayasa'mızda yazılı hak ve hürriyetleri korumak, suç işlenmesini önlemek ve suçluları takip edip yakalamak, her türlü terörle, kaçakçılıkla ve organize suçlarla mücadele etmek. İkinci bir görevi daha var temel görevleri arasında: Belediyeler, il özel idareleri, mahallî idare birlikleri ve köy muhtarlıklarıyla ilgili olarak mevzuatla verilen vesayet yetkisini kullanmak ve bu mahallî idarelerin merkezî idare ile olan ilişkilerini düzenlemek. Bu görevleri Sayın İdris Naim Şahin nasıl yürütüyor? Tartışmamız gereken temel nokta budur.
Üzülerek görüyoruz ki Türkiye'nin hızla polis devleti niteliğine dönüştüğüne ilişkin çok sayıda olgu vardır. Bu durum yeni değildir ancak giderek hız kazanmaktadır. Bu gidişinin son aşamasının yöneticisi ise temmuzun ortasından bu yana Sayın İdris Naim Şahin'dir.
Sayın Şahin soruyorum size: Bir zamanlar Eskişehir Emniyet Müdürlüğünü yapan bir yöneticiniz görevi başındayken bir kitap yazarak bazı iddialar ortaya koydu ve "Emniyet Genel Müdürlüğünün atanmış bir genel müdürü vardır ama başka bir zat emniyet genel müdürü olarak görev yapmaktadır. Özellikle polisin istihbarat biriminde toplanmış ve amaçları Emniyet Genel Müdürlüğünün yasal amaçlarıyla örtüşmeyen bir grup çok sayıda soruşturmada savcıları yönlendirmekte, bunların yazdıkları aynen iddianamelere geçirilmektedir." demişti, "Emniyetin elinde demirbaş kayıtlarında bulunmayan dinleme cihazları vardır." demişti. Sonra bir şey daha söylemişti: "Emniyet bugünkü kapasitesiyle eğer isterse yasa dışı cep telefonu dinlemelerinin tamamını, yüzde 100'ünü derhâl saptayabilir."
Bu iddiaların sahibi, yaşamını sol bulduğu her şeye saldırarak geçiren bu iddiaların sahibi, değerli arkadaşlar, şu anda Devrimci Karargâh Örgütü duruşmasından yargılanmaktadır, hapistedir. Kitabı yazdığı zaman da zaten söylemiştir "Bu dünyayı bana dar edecekler, biliyorum." demiştir.
Bu öylesine trajikomik bir durumdur ki Devrimci Karargâh Örgütünde yargılanan diğer kişiler bu kitabı yazan kişiyle aynı duruşma salonunda bulunmamak için duruşmalara bile girmemektedirler. Yani bu kadar trajikomik bir durum.
Peki, ben şimdi soruyorum: Görev yaptığınız bu zaman dilimi içerisinde bu çok ciddi iddialara ilişkin herhangi bir araştırma yaptınız mı? Dört ay boyunca bu alanda herhangi bir adım attınız mı?
Değerli milletvekilleri, bir ülkenin sineması, yaşanılan döneme tanıklık eden ve gelecek kuşaklara bu olayları aktaran özellikler taşır. Örneğin, Kemal Sunal filmlerini izlerseniz, bu ülkede rüşvetin, adam kayırmacılığın, banker skandallarının iktisadi ve politik arka planını çok net bir şekilde görürsünüz. Eski Türk filmlerinde suça bulaşmış polis tiplemeleri de tasvir edilmiştir. Masum insanların evinde arama yaparken yanlarında getirdikleri az miktarda esrar, eroin gibi maddeleri sanki o evde bulmuş gibi göstererek insanları suçlayan sahneler de bu filmlerden hatırlanır.
Bunlar hiç şüphesiz, değerli milletvekilleri, her yerde olduğu gibi polis teşkilatımızda da bulunabilecek yanlışları ortaya koyan örneklerdir. Aradan uzunca bir zaman geçti, teknoloji elbette ilerledi, şimdi başka olaylara tanık oluyoruz. Örneğin, gözaltında tutulan teğmenin cep telefonuna hiç yapmadığı bir telefon görüşmesinin kayıtları kopyalanıp atılabiliyor. Böylece soruşturmanın seyri, polis tarafından bir noktaya doğru çekilmeye çalışılıyor. Bu ne kadar korkunç bir şey değil mi? Bu, emniyette yapılan bir komplodur. Peki münferit bir olay mıdır? Kimse "Bu olay münferittir." diyebilecek konumda olamaz. Çünkü bu olayın münferit olabilmesi için o polisle o teğmen arasında geçmişe dayalı bir özel ilişkinin olması lazım. Onlar birbirlerini tanımadıklarına göre, bu, sistemli bir soruşturmada polisin pozisyon alma tutumudur. İşte asıl sorun da bu noktada başlıyor. Kamu yararından başka hiçbir amacı olmaması gereken, savcının emrinde hukuki gerçekleri aramakla görevli olan polis, kendisini devletin değil, siyasi iktidarın memuru olarak görüyor ve yaratılan bu kaosta taraf oluyor. Bu nokta, polis devletine dönüşün en temel işaretidir. Şimdi soruyorum: Emniyette zanlının telefonuna özel kayıt yüklemekte sakınca görmeyen zihniyeti, o polisi demiyorum, zihniyeti engellemek için ne yaptınız? Bu sistemli tutum alışın neresindesiniz Sayın Bakan?
İddialar bununla bitmiyor. Yine bir davadan tutuklu sanık gazeteci Müyesser Yıldız'ın bilgisayarından elde edildiği iddia edilen ve suça konu olan dosyaların Yıldız'ın bilgisi dışında yüklendiğine ilişkin uzman raporlarının bulunduğu basına yansımaktadır. Avukatının iddiasına göre bu dosyalar Yıldız'ın bilgisayarına gözaltına alındığı gün yüklenmiştir. Birinci olayla ilgili olarak birlikte değerlendirdiğimizde haklı şüphelerimize konu olan bu olayla ilgili ne yaptınız? İddialar doğru mu, yanlış mı? Eğer doğruysa buna da "münferit bir olay" deyip geçecek misiniz?
Değerli milletvekilleri, sevgili çalışma arkadaşlarım; bugün Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan grupta yaptığı konuşmada Sayın Genel Başkanımıza her zamanki dikkatsiz tutumuyla güya yüklenerek diyor ki: "Sen bir kaset komplosuyla geldin." diyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Doğru.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Her zaman söylüyoruz. İçişleri Bakanlığı elinizde. Emniyetin, MİT'in her türlü imkânı elinizde. Bugüne kadar siyaseti dizayn etmekle ilgili olarak bu kaset komplolarında, Milliyetçi Hareket Partisinin genel başkan yardımcılarına karşı yapılan bu kaset komplolarında ne yaptınız? Hangi araştırmayı sonuçlandırdınız? "Failleri bunlardır. Siyaseti dizayn etmeye çalışanlar bunlardır." dediniz de biz mi duymadık?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Boş kovanları buldular denizin altında.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Eğer İçişleri Bakanlığını yürütemiyorsanız işte o zaman haklı olursunuz. Siz oradan bana "doğru" diyecek yerde değilsiniz; siz araştırma yapacak yerdesiniz, araştırıp gerçekleri ortaya koyacak yerdesiniz. Sizin fikirlerinize ihtiyacımız yok, gerçeğe ihtiyacımız var. Gerçek de araştırmakla ortaya çıkar.
Değerli milletvekilleri, bir ülke, yurttaşını, temel insan haklarından ve onların kullanımından ne kadar uzak tutuyorsa o kadar polis devletine yaklaşıyor demektir. En yakın örneğini Van'da yaşadık. Başbakan yardımcısı ve bazı bakanlar Van'da meydana gelen ikinci depremde yıkılan binalarda incelemelerde bulunuyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız, buyurunuz.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Vatandaş, birinci deprem sonrası "Evlerinize girin, güvenle yaşayın. Bir sorun yoktur." diyen Valiye tepki gösteriyor, "Vali istifa." diye bağırıyor. Dikkat edin, Başbakan Yardımcısına bağırmıyor, Bakana bağırmıyor. Tabii eğer Çevre ve Şehircilik Bakanı orada olsaydı, ona bağırırdı çünkü Vali bu sözü ondan öğrenmiş. Büyük deprem uzmanı Erdoğan Bayraktar "Bir şey olmaz, evlerinize girin." demiş, Vali de bu sözü tekrar etmiş, insanlar evlerine girmişler, 40 kişi ölmüş.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Eve giden yok, otele girmişler.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Araştırmak gerekiyor dediğiniz gibi.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Buna "Vali istifa!" diye tepki koyuyor vatandaş. Peki, ne oluyor? Vatandaş "Vali istifa!" diyemez mi sizce? Vatandaş "Vali istifa!" diye bağıramaz mı sizce? Heyet oradan ayrılıyor, sen misin "İstifa!" diye bağıran, henüz enkaz oradayken basıyor polis biber gazını, copu. Bu biber gazından, arkadaşlar, enkazda çalışma yapan kurtarma ekipleri bile etkileniyorlar. Siz buna "Normal" diyorsanız, siz buna "Demokrasinin doğal gereğidir." diyorsanız, sizin ve bizim anladığımız demokrasi arasında çok fark var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Günaydın.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Bir dakika kullanabilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN - Bir dakika ek süre verdim efendim.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Peki, sağ olun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)