GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:125
Tarih:27.06.2012

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 302 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Yine konu ve amaç bütünlüğü olmayan, içerik itibarıyla aralarında hiçbir bağlantı bulunmayan otuz beş kanun ve kanun hükmünde kararnamede değişiklikler yapan torba kanun teklifiyle karşı karşıyayız.

Bu teklif ile hane içindeki kişi başına düşen geliri aylık net asgari ücretin 1/3'ünden az olan kişiler, sigortalı olsa da, emekliği aylığı alsa da sosyal yardım kapsamına alınmaktadır. Temmuz 2012 itibarıyla net asgari ücrete göre hane içindeki kişi başına düşen geliri 246 lira 60 kuruşun altında kalan yani 4 kişilik bir aileye göre 986 lira 40 kuruşun altında kalan geliri olanlar kapsama girmektedir. Tabii ki çocuk sayısı arttıkça daha yüksek geliri olan aileler de kapsama girmektedir.

Bu kıstasın adaletli olduğu söylenemez. Uygulamada birçok şikâyetle karşılaşılacağı şimdiden görülmektedir. Doğru olan, ailelerin birey sayısına göre asgari geçim tutarının belirlenerek buna göre sosyal yardım kapsamının tespit edilmesi ve fakir kütüğünün oluşturulmasıdır. Esasen, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun amaç ve kapsamına fakruzaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan, sigortalı olmayan ve emekli aylığı almayan vatandaşlar girmektedir. Dolayısıyla, kanunun amaç ve kapsamına da tezat bir düzenleme yapılmaktadır. O nedenle kanunun tümüyle gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Burada dikkat çeken husus, AKP İktidarının vatandaşlarımızı yoksulluğa mahkûm ettiğini, fakru zaruret içinde bıraktığını, bir torba kömüre, bir paket makarnaya muhtaç hâle getirdiğini zımnen kabul etmesi ve bunu kanun maddesi olarak düzenlemek zorunda kalmasıdır.

Nitekim, devletin kurumları olan TÜİK ve Merkez Bankasının raporları da vatandaşın yoksullaştığını, yoksulluğun yanında borç batağına girdiğini teyit etmektedir.

TÜİK araştırmalarına göre, vatandaşın yaklaşık üçte 2'si maddi yoksunluk içinde olup yüzde 87,5'i evinden uzakta bir haftalık tatili bile ekonomik nedenle yapamamaktadır.

Merkez Bankasının raporlarına göre de AKP İktidarı boyunca ailelerin geliri 3,4 kat artarken borçları tam 37,6 kat artmıştır.

Daha geçtiğimiz günlerde Konya Valiliğinin önünde intihar eden vatandaşımızın yanında 26 bin lira borcu olduğunu gösteren kredi kartı ekstresi bulunmuştur. Dolayısıyla, Türkiye'nin büyüdüğü, zenginleştiği, kişi başına gelirin 10 bin doları aştığı sözlerinin laftan ibaret olduğu görülmektedir.

Tabii ki büyüyüp zenginleşenler de var; AKP döneminde kaçakçılar, vurguncular, faizciler, tefeciler, rantiyeciler ve yandaşlar köşe olmuştur. Asgari ücretliler, emekliler, işçiler, memurlar, esnaf, çiftçiler ve köylüler ise fakirleşmiş, genel olarak sosyal yardıma muhtaç hâle gelmiştir. Bu teklifte yapılan düzenleme de bu durumun kanunen tescili anlamına gelmektedir.

Afetten zarar görenler de sosyal yardım kapsamına alınmaktadır. Afetten zarar görme hususunun 3294 sayılı Kanun kapsamına alınması doğru değildir. Afet konusunu içeren ilgili kanunlarda iyileştirme yapılması daha doğru olacaktır.

AKP Hükûmeti, afetten zarar gören çiftçilerimizin zararını telafi etmediği gibi, ayrımcı uygulamalar da yapmaktadır. Son bir yıl içerisinde don, sel, kar basması, kum fırtınası, kuraklık gibi afetler nedeniyle Konya'nın birçok ilçesinde çeşitli tarihlerde afetler yaşanmış ancak çiftçilerimizin hasarları telafi edilmemiştir. Bu ay içinde yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile don nedeniyle ürünleri yüzde 30'un üzerinde hasar gören patates üreticilerine dekar başına 300 lira destek verilmiş ancak Güneysınır ilçemizde yüzde 95'e kadar hasar olduğuna dair resmî tespitler bulunmasına rağmen dikkate alınmamış, Emirgazi, Karatay ve Seydişehir ilçelerimizde hububat ve patateste don ve kuraklık nedeniyle büyük hasar olmasına rağmen kararname kapsamına alınmamıştır. AKP Hükûmetinden ayrımcı uygulamalara son vermesini ve afetten ürünleri hasar gören çiftçi ve köylümüze bir an önce sahip çıkmasını talep ediyorum.

Değerli milletvekilleri, teklif ile şehit yakınları ve gaziler de sosyal yardım kapsamına alınmaktadır. Şehit yakınlarını ve gazileri sosyal yardıma muhtaç hâle getirmesi AKP Hükûmetinin en büyük ayıbıdır. Sözler de verilmiş olmasına rağmen, şehit yakınları ile gazilerin özlük haklarının iyileştirilmesi, haklarının genişletilmesi ve aralarındaki adaletsiz uygulamaların giderilmesi için gerekli düzenlemeler bugüne kadar yapılmamıştır. İstismarda sınır tanımayan AKP, referandum sürecinde, özel ayrımcılık yapacağım diye gazileri ve şehit yakınlarını aldatmıştır. Sosyal yardım kapsamına almak mıydı verdiğiniz sözler? Kömür vererek mi özel ayrımcılık yapacaksınız? Bu durum, AKP zihniyetinin istismar ve ikiyüzlü siyaset anlayışının bariz göstergelerinden birini ortaya koymaktadır. Şehit yakını ve gazilerin aylıklarının iyileştirilmesi, şehit yakını ve gaziler arasında adaletsiz ve ayrımcı uygulamaların düzeltilmesi, iş imkânının ikiye yükseltilmesi, şehidin anne ve babasına yaş ve muhtaçlık şartı aranmaksızın aylık bağlanması, şehit ve gazi çocuklarına üniversite kontenjanı verilmesi, şeref aylığının başka bir gelir veya aylık alınıp alınmadığına ya da bir işte çalışıp çalışmadığına bakılmaksızın kesintisiz ve tam olarak ödenmesi, konut kredisinden yararlanma gibi konularda Milliyetçi Hareket Partisi olarak onlarca kanun teklifi verdik. Gelin, oy birliğiyle bu konuları bu teklife dâhil edelim, bu onuru hep birlikte yaşayalım, şehitlerimizin emanetlerine ve gazilerimize hep beraber sahip çıkalım. Özellikle, iktidar sorumluluğu olan AKP Grubuna sesleniyorum: Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin sorunlarına çözüm getirmeye her zaman olduğu gibi şu anda da varız. Bu teklif bir fırsattır. Gelin, verdiğiniz sözlerin de yerine gelmesi için bu imkânı kullanalım. Yoksa, Başbakan ve bakanlar "Meclis kapanmadan çıkacak." diye yine mi aldattılar?

Başka verilen sözler de yerine getirilmemiştir. AKP Hükûmeti sürekli umut tacirliği yapmaktadır. Başta belediyeler ve il özel idarelerinde olmak üzere sözleşmelilere kadro sözü veren Sayın Başbakan değil miydi? "Sözleşmelilere kadro çalışması yapıldığını açıklayan Başbakan Erdoğan'ın bu konuda bir televizyon kanalında bir ifadesi olduğunu söylediler, ben de bu konuda, konuyu Başbakanımıza aksettirdim ve o da bu konu hakkında çalışma yapmamızı söyledi. Önümüzdeki Bakanlar Kurulunda bu durumu gündeme getirebiliriz." diyen Çalışma Bakanı nerede? 4/C mağdurlarına kadro sözü verenler, 4/C'lilere aile yardımı verileceğini söyleyen Sayın Hayati Yazıcı nerede? "Taşeron işçileri köle gibi. Bu kabul edilemez." diyen, iyileştirme için çalışma başlatıldığını söyleyen Çalışma Bakanı nerede? Kadroya geçemeyen geçici işçilerin durumuna üzülen, "Bu geçici işçi kardeşlerimizin sorununu çözmek inşallah yine bizlere nasip olur." diyen Sayın Başbakan nerede?

Yıllardır muhtar maaşlarının iyileştirileceği sözünü veren AKP hükûmetlerinin tüm içişleri bakanları, "Ben de emekli olursam herhâlde bir köyde muhtarlığa aday olabilirim." diyerek Köy Kanunu'nun çıkacağına yönelik umut veren Sayın Bülent Arınç nerede?

2007 seçimlerinden bir hafta önce, 15 Temmuz 2007 tarihinde bir televizyonda yaptığı açıklamada, seçimden sonra ilk masaya yatırılacak konunun polislerin özlük hakları olduğunu söyleyen Sayın Başbakan nerede?

Verilen sözlerin hepsi arşivlerde kayıtlı ancak bu yasama yılının da sonuna geldik, bizzat Başbakan ve bakanlar tarafından verilen sözler yine bir başka bahara kalmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifi ile TÜBİTAK ve ÖSYM Başkanlığına, şirket kurma, kurulmuş şirketlere ortak olma yetkisi verilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığına 25 müşavir, Sanayi Bakanlığına 10 müşavir, YURTKUR'a 5 müşavir, ÖSYM Başkanlığına 5 müşavir kadrosu ihdas edilmekte, bazı bakanlık ve kurumlarda yeni birimler oluşturulmaktadır.

Şu AKP zihniyetine bakın ki bir taraftan kendilerine hoyratça müşavirlikler dağıtıp yeni arpalıklar oluştururken, bir taraftan da ilçelerde vatandaşa hizmet eden askerlik şubelerini ve adliyeleri birer birer kapatmaktadır. Adliyelerin kapatılması işlemi tam bir rezalete dönüşmüştür. Başlangıçta 218 adliyenin kapatılacağı ifade edilirken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 15 Haziran 2012 tarihli kararıyla 146 adliye kapatılmış ancak Adalet Bakanlığının müdahalesi sonucu HSYK geri adım atarak 22 Haziran 2012 tarihli kararı ile kapatılan adliye sayısını 102'ye düşürmüştür. HSYK, AKP'nin çiftliği hâline mi gelmiştir? Bir haftada ne olmuştur? Aldığı kararı neden değiştirmiştir? Hangi etkili ve yetkili AKP'lilerin tesiri olmuştur? HSYK, 22 Haziran 2012 tarihli kararında "Coğrafi şartları, nüfusu, güvenlik ve iş durumları ile birleştirilen adliyelere olan uzaklık ve ulaşım imkânlarını dikkate aldım" diyor. Peki, bir hafta önceki kararda neyi dikkate almıştınız? Adliyesi kapatılan Hüyük ilçemizin Beyşehir'e uzaklığı bazı köyleri itibariyle 50 kilometreye kadar varmaktadır. Emirgazi ilçemizin Konya'ya uzaklığı da 60 kilometreden fazladır. Hüyük'ün nüfusu, kapatılması iptal edilen 44 ilçenin  bile 23'ünün nüfusundan fazladır. Hüyük Adliyesinin iş yükü yine bu ilçelerin birçoğundan daha fazladır. Lütfen, ilçe adliyelerinin dosya sayılarını açıklayın, yapılan haksızlıkları o zaman görürsünüz. Dolayısıyla ortaya konulan gerekçeler doğru değildir. Nüfus itibarıyla çok daha küçük, iş durumu çok daha az, il merkezine veya bir başka ilçeye daha yakın birçok ilçede adliye kalırken Hüyük ve Altınekin adliyeleri neden kapatılmıştır? Hüyüklü ve Altınekinli hemşehrilerim bunun hesabını sizden soracak. İlçeler arasında ayrımcılık yapanların ve buna seyirci kalanların yakasına da elbette yapışacak.

AKP'nin amacı vatandaşa hizmet etmek mi, yoksa vatandaşa hizmet eden kurumları kapatmak mı? Askerlik şubelerini kapat, adliyeleri kapat, şimdi de sıra belde belediyelerinin kapatılmasında. Zaten "Kapatacağım" diye belediye başkanlarımızın yetkilerini de gasbettiniz. Ama biliniz ki, vatandaş da AKP'nin defterini bir daha açılmamak üzere kapatacaktır. Hele ki, Habur'da teröristlerin ayağına gidip mahkeme kurarken, ilçesindeki mahkemeyi kapatanları vatandaş asla unutmayacak ve affetmeyecektir.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifinin can alıcı maddesi 39'uncu maddesidir. Bu madde ile Sayıştay Kanunu'nun 35'inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkının kullanımına ve denetim görevini yerine getirmesine katkılar sunan çok önemli anayasal bir kuruluşumuzdur. Ancak teklif ile Sayıştay denetimi göstermelik bir hâle dönüştürülmektedir. Sayıştay denetimi etkisizleştirilmekte, denetimden kaçılmaktadır. Sayıştay, bağımsız dış denetim kurumu olmaktan çıkarılmakta, bakanlık, hatta denetlenen kurumun denetim birimi konumuna sokulmaktadır. Denetim raporlarının içeriği sınırlanarak, denetlenen idarelerin uygun görmediği bir denetim raporu düzenlenmesi imkânsız hâle getirilmektedir.

6085 sayılı Sayıştay Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 5 Aralık 2010 tarihinde kabul edilmiş olup, yürürlüğe gireli bir buçuk yıl olmuştur. Sayıştay, daha bu Kanun'a göre yaptığı denetimleri tamamlamamıştır. Henüz ortada Sayıştay denetim raporu bulunmamaktadır.

Hâlihazırda denetim elemanları tarafından hazırlanan denetim raporu taslakları denetlenen kurumlara gönderilmiş olup, bu kurumların cevabına göre oluşturulacak nihai taslaklar ilgili Sayıştay dairelerine gönderilecek, daireler bu taslak raporları değerlendirecek ve daha sonra da yine Sayıştay üyelerinden oluşan Rapor Değerlendirme Kurulu tarafından taslak rapor değerlendirilip son  şeklini aldıktan sonra denetim raporuna dönüşmüş olacaktır.

Dolayısıyla, yeni Sayıştay Kanunu'na göre denetim süreci tamamlanmış değildir. Bu nedenle bir yanlış ya da eksik uygulamadan bahsetmek mümkün değildir. Bu durumda teklifte yer alan hususların bir ihtiyaçtan doğduğunu söylemek de mümkün değildir. O hâlde neden korkuyorsunuz? Gocunduğunuz konular mı var? Bu telaşınız nedendir?

Yapılan düzenleme ile Sayıştayın bağımsız daire ve kurullarının yapması gereken rapor değerlendirme işlevi, sicil, disiplin, terfi yönünden başkanlık etkisinde ve emrinde olan denetçilerin oluşturduğu komisyonlara devredilmektedir. Denetimde fiilen yer almayan kişilerden süzgeç komisyonlar oluşturulmaktadır. 

Sayıştay Kanunu hükümlerine göre Sayıştay üyelerinden oluşan bağımsız daireler ve Rapor Değerlendirme Kurulu varken, raporların bu kurullara gelmeden Başkanlık bünyesinde ön elemeye tabi tutulması, denetimin bağımsız ve tarafsızlığını ortadan kaldıracaktır.

Yine, ilama konu olması gereken, kamu zararına ilişkin denetim raporlarının ilgili Sayıştay dairesi tarafından yargılanmadan önce ön inceleme ve ayıklamaya tabi tutulması yargı dairelerini işlevsiz kılacak ve denetçilerden oluşan bu komisyonları dairelerin üzerinde yetkili bir konuma getirmiş olacaktır.

Yapılan düzenlemeyle, denetimin kapsadığı iş ve işlemler ile bunlardan ilgili mevzuata uygun olduğu tespit edilen hususlara da raporda yer verilmesi hükme bağlanmaktadır.

Denetim raporları -adı üzerinde- faaliyet raporu değildir. Mevzuata uygun işlemlere denetim raporunda yer verirseniz kurumların tüm faaliyetlerini rapora yazmanız gerekir ki böyle bir denetim raporu olamaz.

Yine, bir denetimde tespit edilemeyen kanuna aykırı bir işlemin, bir yolsuzluğun sonraki bir denetimde tespit edilmesi hâlinde, o konuda rapor düzenlenmesinin yasaklanmasını öngören düzenleme asla kabul edilemez, böyle bir denetim anlayışı olamaz.

Yapılan düzenleme ile "?gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüş ve öneri içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu düzenlenemez." denilmektedir. 

Kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılması, hesap verebilirliğin ve mali saydamlığın sağlanması hususuna ilişkin hükümler; 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 1'inci ve 68'inci maddelerinde, Sayıştay Kanunu'nun 1'inci, 7'nci ve  35'inci maddelerinde açık bir ifadeyle yer almakta, bakanların, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumlu oldukları belirtilmektedir.

Bütün bu hükümlere rağmen etkililik, ekonomiklik ve verimlilik ilkeleri yönünde görüş ve öneri içeren rapor düzenlenemeyeceğine ilişkin düzenleme yapılması, tam bir çelişki ve karmaşaya neden olacaktır. Denetim elemanı, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılması konusunda rapor yazabilecek mi, yazamayacak mı? Birçok maddede hatta aynı maddede hem yaz diyor hem de yazamazsın diyor, gel de çık işin içinden. Modern denetim kavramlarını kanunla yerindelik kapsamında değerlendirmek uluslararası standartları ve genel kabul görmüş çağdaş denetim anlayışıyla bağdaşmamaktadır.

Sonuç itibarıyla bu düzenleme AKP zihniyetinin kamu kaynaklarını etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanmadıklarının da itirafıdır. AKP Hükûmeti Türkiye Büyük Millet Meclisine hesap vermekten kaçmaya yönelik düzenleme yapmaktadır. Hesap verme korkusuyla denetimden kaçış için zemin aramaktadır. Kaçacak delik aramaktadır. Bunun başka bir izahı bulunmamaktadır. Biliniz ki hangi düzenlemeyi yaparsanız yapın, hangi kanunu çıkarırsanız çıkarın denetimden kaçamayacaksınız. Yargı önünde hesap vermekten kurtulamayacaksınız. Çıkardığınız kanunlar buna engel olamayacaktır. Korkunun ecele faydası yoktur. Devleti yağmalayan, kul hakkına el uzatan bütün soyguncu ve vurguncuların yakasına yapışılacaktır. Yetim hakkı yiyenlerden, devleti soyanlardan hesap sorulacaktır. Bu hesabı da sormak Cenabı Allah'ın izniyle Milliyetçi Hareket Partisine nasip olacaktır.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.