GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE?DE MEDYANIN AYRIMCI, ÖTEKİLEŞTİREN VE CİNSİYETÇİ YAKLAŞIMI HAKKINDA ALINACAK ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN BİLGİSİNE SUNULMAK ÜZERE BEKLEYEN DİĞER ÖNERGELERİN ÖNÜNE ALINARAK, 16/11/2011 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMDE SUNUŞLARDA OKUNMASI VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI BİRLEŞİMDE YAPILMASINA İLİŞKİN BDP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:19
Tarih:16.11.2011

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar? (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıklı konuşmalar) Bu böyle devam ederken, ben konuşmuyorum?

REFİK ERYILMAZ (Hatay) - Suriye'ye karşı mücadele eden muhalif gruplara karşı verilen silah desteğinden haberiniz var mı? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen yerinize oturunuz? Lütfen? (AK PARTİ ve CHP sıraları arasında karşılıklı konuşmalar) Karşılıklı konuşmayınız.

Buyurunuz.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Peki.

Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; biliyorsunuz, ben aranızda yeniyim, eskiden beri bu Mecliste olanlar var, fakat ben bu Meclise alışmakta gerçekten çok büyük güçlük çekiyorum. Çünkü, benden önce konuşan konuşmacının, Mehmet Metiner'in konuşmasını dikkatle dinledim. Şimdi, bizim üzerinde konuştuğumuz bir araştırma önergesi var, araştırma önergesinin ne hakkında olduğunu hatırlatmak istiyorum. Türkiye'de medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı ve dili hakkında bir araştırma yapılması, bu yaklaşımın doğurduğu sonuçların incelenmesi ve medyada nefret söyleminin ortadan kaldırılması için hukuki altyapının hazırlanması amacıyla bir Meclis araştırması. Metiner, bu önergenin aleyhinde konuştu, konuşmasının içerisinde bir tek kere "medya" sözü geçmedi.

MEHMET METİNER (Adıyaman) - Sizin konuşmacınız çok geçirdi çünkü.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Şimdi, böyle mi tartışacağız? Ortadaki önerge hakkında hiçbir şey söylemeden bunun reddedilmesini isteyeceğiz ve tamamen başka bir konuda nutuk atacağız ve vakit böyle geçecek, böyle geçecek, böyle geçecek kum saati akıp dolacak, fakat biz hiçbir şey yapmamış olacağız.

Şimdi, işin başına dönelim, başı şudur: Biz, Türkiye'de, özellikle içinden geçtiğimiz günlerde toplumun çeşitli kesimleri arasında artan birbirini dışlama, birbirine sırtını dönme, birbiriyle gerilerek yaşama ritminin değişmesi için medyanın oynadığı belirleyici rolde olumlu bir değişiklik için Meclisin harekete geçmesini talep ediyoruz çünkü sevgili arkadaşlarım, medya, biz onu ne kadar beğenmezsek beğenmeyelim, ne kadar eleştirirsek eleştirelim eninde sonunda toplumun birbiriyle haberleştiği en önemli ortam ve bu ortamın nasıl kurgulandığı, bunun dilinin nasıl kurgulandığı son derece önemli. Az çok bütün gençler, bütün çocuklar konuşmayı, kelime haznelerini, birbirlerine hitap şekillerini medyadan devralıyorlar, özellikle görsel ve yazılı medyadan devralıyorlar. Bu nedenle, Meclisin, Türkiye'nin bugün geçmekte olduğu zor durumu göz önüne alarak medyayı yapıcı bir role davet etmesi, şüphesiz ifade özgürlüğü, şüphesiz eleştiri özgürlüğü bahsini herhangi bir biçimde denetimi altına almaya kalkışarak değil, amma velakin yurttaşların birbirleri hakkındaki düşüncelerini nefret etmeksizin, birbirlerini dışlamaksızın ifade edecekleri bir çalışma, düşünme, konuşma, temas alışkanlığı kazandırması için harekete geçmesini istiyoruz.

Bu mesele sadece ve sadece Türkiye'de şu gün en çok konuştuğumuz Kürt meselesiyle ilgili değildir; bu mesele kadına karşı ayrımcılıkta kendini göstermektedir, bu mesele kendisini inançlara karşı ayrımcılıkta göstermektedir, bu mesele kendisini cinsel yönelimleri bakımından çoğunluktan ayrılan yurttaşlarımıza karşı göstermektedir. Dolayısıyla bir bütün olarak nefret söyleminin medyadan dışlanması için medyanın bugün nefret söylemiyle ilişkisini ve nefret söylemi karşısındaki durumunu gözlem altına alacak ve bu bakımdan tavsiyelerde bulunacak bir araştırma komisyonu öneriyoruz.

Her şeyden önce, nefret söylemi dediğimiz zaman neyi kastettiğimizin bilinmesini isterim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tanımlarına dayanarak Avrupa Komisyonunun yaptığı bir çalışmada şu noktalar nefret söylemi kapsamında görülmektedir: Birincisi, ırkçı nefretin veya başka bir deyişle kişilere veya gruplara yönelik nefretin belli bir ırka ait olmaları nedeniyle kışkırtılması. İkincisi, cinsel nedenlerle nefretin kışkırtılması. İnananlar ile inanmayanlar arasındaki ayrıma dayalı nefretin kışkırtılması da aynı kefeye konulabilir. Son olarak, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin nefret söylemi üzerine tavsiye kararında kullanılan ifadeleri kullanacak olursak saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik şeklinde ifadesini bulan, hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret türlerinin kışkırtılması.

Bugün, Türkiye medyası, bu nefret söyleminin bin bir varyantını başlıklarında, yorumlarında, analizlerinde, haberlerinde, görsel malzemelerinde, karikatürlerinde kullanagelmektedir ve bu, Türkiye'de zaten çok yaygın olmayan hoşgörü ortamının giderek daralmasına yol açmaktadır.

Deminki tartışmada, ister istemez bu tartışmanın bu önergenin başlığından ayrılmasına yol açan bir boyut var, bu boyuta geri dönmek isterim ve ben, eğer medyayı eleştireceksek, kendimizi medyadan ayırt edecek ya da medyanın olumsuz yaklaşımından ayırt edeceksek, buradan ayırt edecek bir tavrı hep birlikte benimsememiz ve bunun tersine davranışları da kendimizden uzaklaştırmamız gerektiğine dikkat çekmek isterim.

Örneğin, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın son aylarda sıkça özellikle Kürt meselesi bağlamında ortaya attığı şu tartışmayı nereye koyalım? İkide birde, kendisi gibi düşünmeyenlere ya da karşısında yer alanlara "Zerdüşt" diye seslenen Başbakanın aslında Zerdüşt yurttaşlarımızın da Başbakanı olduğunu unutması düşünülebilir mi? Türkiye gibi bu kadar çok dinsel inancın, mezhebin, ırksal köken farkının bir arada yaşadığı bir yerde velev ki yurttaşlarımız Zerdüşt'tür, velev ki Zerdüştçe davranmaktadırlar, ne olacak? Tabii, ister istemez Başbakanın ağzından çıkan bu söylem medyada dalga dalga yayılmakta ve ona hak verenler bu söylemi, bu ifadeyi olumsuz, aşağılayıcı bir ifade olarak kullanmaya devam etmektedirler.

Dünkü oturumda, buradaki nefret söylemi bağlamında açık ve net bir nefret söylemi olarak kabul edilmesi gereken bir ifade İçişleri Bakanımızın ağzından çıktı. İçişleri Bakanımız, inananlarla inanmayanlar arasındaki ayrımı körükleyecek şekilde BDP milletvekillerinden ya da Kürt militanlardan ya da kendisine muhalefet eden Kürtlerden "dinsizler" diye söz etti. Velev ki dinsizler, dinsizlerin de İçişleri Bakanı olmayacak mıdır İçişleri Bakanımız, dinsizlerin dinsiz olma hakkını korumayacak mıdır? Benim bildiğime göre, Anayasa'mız bunu emreder. Peki, ısrarla ve sistematik olarak din ayrımcılığı, inananlarla inanmayanlar arasındaki ayrımcılığın bu kürsüden, bu koltuklardan, bu mikrofonlardan yapılması kaçınılmaz bir biçimde medyada karşılığını ve yankısını bulmayacak mıdır?

Etnik kimlikleri dolayısıyla çoğunluktan ayrılan yurttaşlarımızı ya da çoğunluktan ayrılan başkalarını sistematik olarak suçlayan, örneğin, Suriye'deki çatışma söz konusu olduğunda Adalet ve Kalkınma Partisinin dış politikasını eleştiren milletvekillerini ya da politik parti liderlerini "Onlar da ötekiler gibi Alevidir." diyerek dışlamanın medyada bir karşılığı ve yankısı olmayacak mıdır? Elbette olacaktır.

Bunların Adalet ve Kalkınma Partisiyle başladığını ya da onun sözcüleri tarafından icat edildiğini söylemiyorum. Bu, Türkiye'de yaygın kendiliğinden bilinçtir. Bu kendiliğinden bilinç ne yazık ki erkektir, heteroseksüeldir, Türk'tür ve Müslüman'dır. Dolayısıyla, bu zihniyetle yetişen çocuklar büyüdüklerinde, milletvekili olduklarında eğer hoşgörü eğitiminden geçmemişlerse, hoşgörü ikliminde siyaset yapma alışkanlığı edinmemişlerse kaçınılmaz olarak bu dili tekrarlamaktadırlar. O nedenle, ben, Meclisimizin böyle bir araştırma komisyonu kurarken kendisini de araştıracağını, kendi dilini de gözden geçireceğini ve topluma ibret olabilecek bir dil, söylem, ilişki biçimi geliştirmek için kendini de kontrolden geçirmiş olacağını düşünüyorum. O nedenle, bu önergenin aleyhinde, bana sorarsanız, hiçbir milletvekilinin olmaması lazım çünkü bu, Türkiye kamuoyunu biçimlendiren son derece eksik bir medya ahlakıyla, son derece eksik bir medya örgütlenmesiyle, son derece eksik bir medya deontolojisiyle çalışan Türkiye gazeteciliğine de yardımcı olmaktır. Bu medya eğer bizim hepimizin buradaki sözlerimizin, düşüncelerimizin yayılması için ihtiyaç duyduğumuz şeyse ve burada tıpkı bir prizmada kırıldığı gibi bütün sözlerimiz, bütün düşüncelerimiz kırılarak, çarpılarak, ya küçültülerek ya da inanılmaz ölçüde büyütülerek, bağlamından koparılarak yansıyorsa, yanlış bir biçimde burada görüntüleniyor isek, bizim medya imgemiz hiçbir zaman istediğimiz gibi değilse, o zaman, bu medyanın kendi kendine bakması, bizim de ona bakmamız için yardımcı olmamız gerekmez mi? Niye bu önergenin aleyhinde konuşulur? Niçin bu önergenin reddedilmesi istenir? Bence, üyelerimizin hepsinin, bu önergeyi, bu araştırmayı, kendimizi araştırmak, toplumumuzu araştırmak, medyamızı araştırmak, medyamızın geleceğini araştırmak ve yeni ortaya çıkan medya türlerinin olumlu ve yapıcı bir iş görebilmesini sağlayabilmek bakımından desteklemesi gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - O nedenle, içinde bulunduğumuz tartışmalar ne olursa olsun, tartışmanın hangi tarafında olursak olalım, bizim hepimizin, hava gibi, su gibi, ekmek gibi, gerçeğin aynası olan bir medyaya ihtiyacımız var. Görüş ve kanaatleri, bakış açıları tamamen farklı olabilir ve olmalıdır. Çoğulcu bir medyaya ihtiyacımız var ama asla ve asla, nefret söylemiyle yurttaşları birbirine karşı konumlandıran bir medyaya ihtiyacımız yok. Bu medyaya söylemiyle, diliyle, üslubuyla, hitabetiyle, muhataplarını karşıya alışıyla kötü örnek olan, nefret söyleminin bizzat bu çatı altından topluma yayılmasına yol açan siyasetçilere ise hiç ihtiyacımız yok.

Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)