GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ROMANYA HÜKÜMETİ ARASINDA DENİZCİLİK ANLAŞMASININ İMZALANMASI HAKKINDA ( S.S.,41)
Yasama Yılı:2
Birleşim:19
Tarih:16.11.2011

AK PARTİ GRUBU ADINA VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İle Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, Romanya'da dört sene büyükelçilik yapmış bir kişi olarak bu anlaşmanın onaylanması aşamasında burada konuşuyor olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Dost ve müttefik ve Karadeniz üzerinden komşumuz olan Romanya ile ilişkilerimizin ulaştığı düzeyden gerçekten memnuniyet duymaktayız ve ülkelerimiz arasında hazırlıkları devam etmekte olan bir stratejik ortaklık bildirisinin de imzalanmasıyla dostluğa dayanan, son derece önemli iş ilişkileri olan, ticaretimiz olan, komşumuz olan Romanya'yla bir başka boyuta da yakınlarda geçecek olmamızın bu anlaşmanın burada görüşülmesiyle aynı zamana tesadüf etmesini de önemli bir gelişme olarak nitelendiriyorum.

Romanya'yla bu anlaşmanın hangi amaçlarla imzalandığı aslında gerekçede yer almaktadır. Deniz ticaretinin geliştirilmesi, gemi ve gemi adamı belgelerinin karşılıklı olarak tanınması, deniz çevresinin korunması, denizcilikle ilgili uluslararası platformlarda iş birliği, ekonomik ve ticari faaliyetlere ivme kazandırılması, gemi inşası, bakım, onarım ve diğer alanlarda iş birliği sağlanması, denizlerdeki yasa dışı olaylarda iş birliğine gidilmesi, liman hizmetleri ve kolaylıklarından karşılıklı yararlanılması, deniz taşımacılığını engelleyici tedbirlerden kaçınılması.

2010 yılında ticaret hacmimizde kaydedilen önemli artışla 6 milyar dolara ulaşmış bir ticaret hacmine sahip olduğumuz bir ülkeyle Denizcilik Anlaşması'nın da, yürürlüğe girmesiyle birlikte, hem ticaretimize hem dostluğumuza önemli katkılar sağlayacağını düşünüyoruz. Bu anlaşmanın, onaylanması hâlinde, Türkiye'ye katkı sağlayacağını, ilişkilerimize katkı sağlayacağını ve bölgede yeni bir ilave iş birliği imkânı yaratacağını düşünüyoruz.

Romanya'yla ilişkilerimizden söz ederken tabiatıyla daha önce söz almış çok değerli konuşmacılarımızın değindiği bazı hususlarla ilgili olarak da görüşlerimi belirtmek istiyorum.

Öncelikle, otuz sekiz yıl beş ay yirmi gün diplomasi hayatında dirsek çürütmüş bir kişi olarak ve şu anda Mecliste meslektaşınız olarak, diplomasiyi siyaset gibi dinamik bir süreç olarak nitelendirmemiz lazım ve tek bir resme bakıp sürekli olarak o resim üzerinden politika üretmenin ve diplomasi alanında stratejiler geliştirmenin yanlış olduğunu bilmemiz lazım. Diplomasi ve siyaset son derece dinamik unsurlardır ve bazen bir günde dahi meydana gelen değişiklikler, uygulanacak stratejilerin, alınacak kararların değişik olmasını gerektirebilecektir. Bunun ötesinde, aynı stratejiyi değişik ülkelere uygulamak da mümkün değildir. Her ülkenin kendi özelliklerinden kaynaklanan, komşularıyla ilişkilerinden kaynaklanan, ekonomik yapısından kaynaklanan, siyasi yapısından kaynaklanan değişiklikler vardır ve bu ülkelerle ilişkilerde bunları kale almaksızın politika uygulandığı takdirde de sonuç yanlış olabilecektir.

Dış politika ayrıca bir devlet politikasıdır. Benim yaşadığım meslek hayatımda dış politika her zaman Türkiye bakımından bir devlet politikası olmuştur ve muhalefetiyle iktidarıyla, kol kırılır yen içinde kalır hesabı içinde politikaların doğruluğu yanlışlığı tartışılmıştır ama hiçbir zaman, bu politikalarda, yurt dışında yabancı muhataplarımızın karşısına çıkıldığında ayrı görüşler içinde olmamışızdır. Son zamanlarda buna tam uymayan davranış biçimlerini görmekten de duyduğum üzüntüyü  daha önce de bu kürsüden dikkatinize getirmiştim. Ancak burada çok önemli bir unsura parmak basmak istiyorum: Türkiye, cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Gerek ekonomik istikrarıyla, ulaştığı ekonomik boyutlarla, siyasi istikrarıyla bölgesinde ve dünyada oynamakta olduğu uluslararası rol ile gerçekten cumhuriyetin hiçbir döneminde rastlamadığımız ve mukayese etme imkânı bulunmayan bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Türkiye bu nedenle eski politikalarıyla bu yeni düzeni devam ettirme imkânına sahip değildir. Türkiye büyük, güçlü bir devlet hâline gelmiştir ve büyük ve güçlü bir devletin uyguladığı politikalarla küçük ve ezik bir devletin uyguladığı politikalar arasında da farklı olması son derece doğaldır. Bu, Türkiye'nin bugün ulaştığı noktaya gelmesi bir günde ve kolaylıklarla olmamıştır. Türkiye, tırnaklarıyla kazıyarak, son derece önemli engelleri aşarak, doğru politikalar uygulayarak ve Türkiye'nin haklarını doğru şekilde ve güçlü bir şekilde savunarak bu noktaya gelmiştir.

Türkiye'nin bu noktaya gelmesi aslında bir vizyondur. Gerçekten bu vizyon akla gelmeyen politikaların son dönemde gerçekleştirilmesiyle bu noktaya gelmiş bir Türkiye'den bahsediyoruz.

Bugün Türkiye, daha önce gerçekten "Gidelim mi gitmeyelim mi? Var olalım mı olmayalım mı?" denilen Afrika'da en güçlü şekilde büyükelçilikler açarak, iş adamlarını yollayarak, okullar açarak, son derece önemli bir ilişki kurarak Afrika'da mevcudiyetini artırmaktadır. Büyükelçilik sayısı yakında otuza yükselecektir.

Latin Amerika'ya baktığınızda Türkiye'yi Latin Amerika'da görüyorsunuz, Uzak Doğu'ya baktığınızda Türkiye'yi Uzak Doğu'da görüyorsunuz. Dünyanın neresine baksanız Türkiye orada güçlü bir şekilde diplomasisiyle, ekonomisiyle, iş adamıyla, eğitim kurumlarıyla, gönderdiği bürokratlarla, siyasi alanlarda katkılarıyla gözlemlenmektedir.

Dolayısıyla Türkiye'nin bugün ulaştığı noktadan dolayı aslında hepimizin iftihar etmesi, bundan da bir sıkıntı duymamamız gerektiğini düşünüyorum. Dünyada gerçekten bir siyasi değişim süreci ve bir tarafta da çok büyük bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Dünya tarihinde görülmemiş bir ekonomik kriz içinde yaşanırken ve dünyada gerçekten otuz-kırk yıldır beklendiği hâlde bu yıla tesadüf etmiş olan çok önemli siyasi bir değişim süreci yaşanırken Türkiye'nin bunlardan etkilenmediğini, bilakis ekonomik krizden ve bu siyasi değişim sürecinden çok daha güçlenerek çıktığını gördüğümüz zaman bununla aslında iftihar etmemiz gerekiyor.

Şimdi, bakınız, Birleşmiş Milletler, İkinci Cihan Savaşı'nın sonrasında oluşmuş yanlış bir yapı nedeniyle bugün âdeta iş göremez ve itibarını kaybetmiş bir kurum niteliğindedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri, veto hakkına sahip üyeleri İkinci Cihan Savaşı'nın galipleri arasından seçilmiştir ve burada aslında bulunmayı hak eden Brezilya gibi, Hindistan gibi, Almanya gibi, Japonya gibi ve Türkiye gibi belki ülkeler burada yer almadığı için aslında dünyanın gerçekleriyle ve diplomasinin gerçekleriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir yapı ortaya çıkmıştır. Birleşmiş Milletler, dünyadaki hiçbir soruna artık el uzatamaz bir konuma gelmiştir. NATO'nun keza özellikle bizim bölgemizde çok büyük sıkıntıları vardır.

Şimdi, böyle bir örgüt, dünya örgütü eksikliği varken bir de dünyada önemli lider eksikliği gözükmektedir. Bakınız, Amerika Birleşik Devletleri'nde bir Başkan Yardımcısının olduğunu geçenlerde 11 Eylülü anma töreninde Amerika Başkan Yardımcısı Biden konuşma yaparken hatırladık hepimiz. Oysaki eski dönemlere baktığınızda, Orta Doğu'da bir Arap baharı yaşanacak, ülkeler liderlerini devirecek, demokratik hareketler olacak, eskiden olsa Amerika Başkanı, Amerika Başkan Yardımcısı evine gitmez oralarda yaşar hâle gelirdi. Amerika'yı buralarda göremiyorsunuz. Avrupalı liderler, kendi dertlerine düştüğü için bu bölgede artık önemli görüntüler veremiyorlar. Dünyada ve Avrupa'da bugün önemli lider diye saymaya kalksanız sayıları, renkleri ve liderlik kapasiteleri o kadar azalmıştır ki dünyada eskiden görmeye alıştığımız dünya siyasetine damgalarını vuran liderlerden de şu aşamada pek fazla görmüyoruz. Şimdi böyle bir ortamda Birleşmiş Milletler sıkıntıdayken, NATO bölgemizde etkili olamazken, bu lider eksikliği varken Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı bölgede ve dünyada ismi hatırlanan 5-10 liderden biriyse, saygı duyulan, sevgi duyulan bir liderse, bu Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına gittiği her yerde büyük bir sevgi seli gösteriliyorsa, içten sevgi duygularıyla karşılanıyorsa, nümayişler yapılıyorsa bundan dolayı neden üzüntü duyalım da gurur duymayalım bunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Dünyada Türk pasaportuyla dolaşırken eskiden Türk pasaportunu göstermekten sıkıntı hissettiğimiz dönemleri hatırlıyoruz. "Türk pasaportunu aman göstermeyelim." diye pasaportun üzerine deri kılıflar taktığımız, başka isimler yazan kılıflar kullanıp da "Aman Türk olduğumuz belli olmasın." dediğimiz dönemleri hep birlikte yaşadık ama bugün böyle değil. Dünyanın neresini dolaşsak Türk pasaportunu iftiharla çıkartıyoruz, üzerine hiçbir kap geçirmeden de ay yıldızı göstererek âdeta gurur duyuyoruz. Şimdi diyeceksiniz ki: "Bize bu vizeyi Avrupa Birliği vermiyor, dünyada sıkıntı çekiyoruz." Vizenin Türkiye'ye neden konulduğunu da iyice hatırlamamız lazım çünkü insan hafızası bazen unutkan olabilir. Vize neden konulmuştur sayın milletvekilleri? 12 Eylül askerî darbesinden sonra Türkiye'de baskıya tabi tutulan, işkenceye tabi tutulan Türk vatandaşlarının yoğun bir şekilde Avrupa ülkelerine gitmesi nedeniyle bu vize Türkiye'ye konulmuştur ve biz 1982 yılından beri bir askerî rejimin Türkiye'ye mirası olan bir vizeyle de yaşamak zorundayız. Şimdi böyle bir durumdan çıkmak için ne kadar uğraşsak bu sıkıntı, bu korku Avrupa ülkelerinde giderilmiş değildir ama bunun çok fazla da önemi de yoktur. Türkiye eğer bu kadar güçlüyse, bu kadar güçlenmeye de devam edecekse, Avrupa Birliği ülkeleri bu ekonomik sıkıntı içinde becelleşmeye devam edeceklerse, Avrupa Birliği ülkeleri ekonomik çıkışlarını Türk insanının oraya yatırım yapmasında, turist olarak gitmesinde, orada iş yerleri açmasında bulacaklarına ve buldukları noktada da bu vizeyi kendilerinin kaldırmayı talep edeceklerine ben yürekten inanıyorum. Öyle günler çok yakındadır ki Türkiye ile Avrupa Birliği arasında vizeyi kaldırsak, Türkiye'den Avrupa'ya giden insan sayısına bakarsanız, Avrupa'dan Türkiye'ye gelen, çalışmak için, iş aramak için gelen insan sayısı çok daha fazla olacaktır.

Bakınız, Brüksel'de veyahut Avrupa'da insanlar otuz beş saat çalışıyorlar haftada. Bu otuz beş saatin de acaba kaç saatini kaytarabilirim, acaba ne kadar az çalışabilirim görüntüsü içindeler. Yunanistan'da bir tabir var -neden ekonomik kriz içindeler ve neden çıkamazlar sorularının cevabı da burada- Yunanistan'da çok güzel bir tabirleri var: "Sadece saatler ve enayiler çalışır." diyorlar Yunanistan'da. Oysa bakın, Yunanistan bu ekonomik krizden çıkmak için çırpınırken ve şahsi kanaatime göre de çıkma imkânını pek fazla bulamayacakken, Türkiye yaşadığı 2000 ekonomik krizinden, bankacılık krizinden neden bir buçuk iki senede çıkabilmiştir? Çünkü Türk insanı son derece çalışkandır, vizyon sahibidir, son derece emek taraftarıdır ve günde on altı saat de çalışır, yirmi saat de çalışır, yirmi beş saat olsa yirmi beş saat de çalışır. Böyle bir Türk insanıyla, böyle bir Türk devletiyle, böyle bir Türk iş adamıyla ve böyle bir ilişkiler manzumesiyle Türkiye'nin gelecekte bu vize sorununu da aşacağına tamamıyla inanıyorum.

Bakınız, Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğini yıllar sonra eline geçirdi ve bunu gayet takdir edilecek bir şekilde de yerine getirdi ve normal olarak belli sürelerin geçmesinden sonra talip olduğunuz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine Türkiye yeniden talip oldu ve bu üyeliği tekrar elde etme imkânı da son derece olağan gözüküyor. Çünkü dünyada kazandığı itibar, dünyada ülkelerin Türkiye'ye duyduğu güven, Türkiye'ye duydukları sıkıntılı anlarındaki ihtiyaç Türkiye'yi gerçekten hem uluslararası bir aktör hâline getirmiştir hem de bu uluslararası aktör hâline gelen Türkiye, bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine tekrar adaylığını koymuş ve kazanma yolunda ilerlemektedir.

Bakınız, dünyadaki çok önemli görevlere Türkler tayin olmaktadır. Bugün İKÖ Genel Sekreteri bir Türk vatandaşıdır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi Başkanı bir Türk vatandaşıdır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin Başkanı ilk defa Sayın Mevlüt Çavuşoğlu sayesinde Viyana'nın doğusuna gidebilmiştir, bundan iftihar duymamız lazım. UNCTAD Başkanlığını bir Türk yapmıştır. Akdeniz İşbirliğinin Genel Sekreterliğinde Türk vardır. Bütün önemli kuruluşlarda, bütün önemli örgütlerde Türkiye adaylığını koysun diye gözümüzün içine bakan bir dünyayı görüyoruz. Bunun gocunulacak ne tarafı vardır? Bundan ancak hepimizin iftihar etmesi gerekmektedir.

Burada çok önemli bir hususa daha değinmek istiyorum. Türkiye çok uzun zamandan beri sıfır sorun politikasını uygulamaktadır.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Büyükelçi, sırf sorun mu, sıfır sorun mu?

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Sıfır sorun politikası aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri uyguladığı bir politikadır. Türkiye'nin komşuları on üç tanedir. Türkiye dünyada en çok komşuya sahip dördüncü ülkedir. Bu kadar çok komşuya ve renkli komşuya sahip bir Türkiye'nin komşularıyla sıfır sorun politikasını uygulamasında ne yanlışlık vardır Allah aşkına?

Türkiye bu sıfır sorun politikasını uygularken eğer bu komşularında sorunlar çıktıysa, Türkiye'nin katkısı olmayan, elinde olmayan nedenlerle kırk yıldır mevcut olan diktatörlükler yıkıldıysa, bu diktatörlükler yıkıldıktan sonra Türkiye bunlarla olan ilişkilerini gözden geçirdiyse, bu ilişkileri sıfır sorun politikasının başarısızlığıyla bağlamanın ne anlamı vardır?

Suriye'yle dostluk kurduk diye burada tenkit edilmenin ne anlamı vardır? Suriye bizim komşumuzudur, Suriye'yle eğer iyi ilişki kurmayan bir Türkiye düşünülebiliyorsa bu en büyük yanlışlığın başıdır.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Şimdi niye düşmanlık yapıyorsunuz peki?

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Suriye'ye biz iyi ilişki de kurarız, Suriye eğer demokrasiye uymuyorsa, halkını öldürüyorsa o Suriye yönetimiyle biz kötü ilişki de kurmayı biliriz.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Suudi Arabistan'da var mı demokrasi? Katar'da, Birleşik Arap Emirliklerinde?

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Ama, burada Türkiye tercihini Suriye devletinden, Suriye Hükûmetinden yana değil, Suriye halkından yana kullanmıştır ve Suriye halkından yana dostluk elini uzatmış, politikalarını buna göre düzenlemiş bir Türkiye Suriye'de geleceğe yatırım yapmaktadır ve Türkiye'yle Suriye dost olmaya mahkûmdur, Türkiye komşularıyla dost olmaya mahkûmdur. Dolayısıyla sıfır sorun politikasında komşularımızla veya dünyanın bazı bölgelerinde, bazı ülkelerde sorunlar çıktı diye...

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Büyükelçim, göz göre göre bizi aptal yerine koyuyorsunuz ona üzülüyorum ya! Bizi kör, sağır, dilsiz zannediyorsunuz ya!

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - ...efendim, bayram edip de "Türkiye'de aman sıfır sorun politikası uygulanamadı, ne güzel oldu. Keşke bu ülkelerle kötü ilişki olsa da Türkiye savaşa girse de, asker sevk etse de, Türkiye'nin refahı için harcayacağı kaynakları savaş için kullansa da..." diyebilen Türkiye'de insanlar görüyorum ve bundan üzüntü duyuyorum.

Gerçekten, Türkiye bir barış amaçlı bir ülkedir. Türkiye dış politikası her zaman barış içinde olmuştur ve barış amaçlı olmuştur. Eğer Türkiye sıfır sorun politikasını uygulamaya...

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sırf sorun politikası, düzeltin bunu.

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - ...devam edecekse bunu desteklememiz lazım, kösteklemememiz lazım.

Burada, Sayın Başbakanımıza atfen, daha önce söz alan bir milletvekili gerçekten Sayın Başbakanımızın hak etmediği bazı ibarelerde bulundu. Bu arada Sayın Başbakanımıza atıfta bulunurken de "Efendim, işte monşerler hakkında şunu dedi, bunu dedi." dediler. Arkadaşlar, ben Dışişleri Bakanlığında otuz sekiz yıl görev yapmış, on beş yılı büyükelçi olarak geçirmiş bir arkadaşınızım ve bu dönemde...

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - O zaman daha doğruları söyleyin.

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Ve bir memur çocuğu olarak tırnaklarımla bugün, buraya gelecek bir sürecin içinde yaşadım. Ben otuz sekiz yıl boyunca Dışişleri Bakanlığında, 52 şehit vermiş bir kurumda monşer görmedim.

Sayın Başbakanımızın kimlere "monşer" dediğini belki de burada tekrarlamakta fayda var. Eğer Sayın Başbakanımız birilerine "monşer" dediyse benim o zaman AK PARTİ'den milletvekili olmamam gerekirdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Arada 1-2 monşer gerekiyor canım!

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Ben neden buradayım da daha önce başka partilerimizde yer almış ve esas Başbakanımızın "monşer" tabirini kullandığı kişiler şayet bu partilerimizde şu anda görev yapmıyorsa o zaman "monşer" tabirinin...

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Monşerlerin de bir temsilcisi olsun Parlamentoda, yakışır!

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - ...kimler için kullanıldığını, ne anlamda kullanıldığını da iyi hatırlamamız lazım.

"Monşer" tabirini ben size anlatayım. "Monşer" tabiri, hayatın nimetlerinden istifade eden ve hayatın güçlükleriyle hiç ilgisi olmayan ve benim Dışişleri Bakanlığında görev yaptığım dönemin çok öncesinde görev yapmış, senede iki tane telgraf çekip çektikleri telgrafları kokteyllerle kutlayan ve çok çalışmaktan yorulan, az çalışmaktan keyif alan bir zümre için kullanılmıştır. Bugün Dışişleri Bakanlığında ve Türkiye'de "monşer" denilebilecek kişi yoktur, dünyanın her tarafında en zor şartlarda, savaş şartlarında çalışan Dışişleri mensupları vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sayın Başbakanımızın "monşer" olarak nitelendirdikleri de bugün ne Meclisimizde vardır ne de Dışişleri Bakanlığında vardır.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Bana göre temsilcileri var.

VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)