| Konu: | YARGI HİZMETLERİNİN ETKİNLEŞTİRİLMESİ AMACIYLA BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI VE BASIN YAYIN YOLUYLA İŞLENEN SUÇLARA İLİŞKİN DAVA VE CEZALARIN ERTELENMESİ HAKKINDA KANUN TASARI VE TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 129 |
| Tarih: | 01.07.2012 |
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verdiğimiz önerge üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, ne kadar sağlıklı bir çalışma koşulu, herkesin takdiri. Bu kadar yoğun ve yorucu bir çalışmada doğal olarak çok sağlıklı bir tartışma da yürütülmüyor.
Sayın milletvekilleri, bu önergemiz daha çok telefon dinlemelerine ilişkin. Özellikle son dönemlerde "KCK" adı altında yürütülen siyasi soykırım davalarında en çok kullanılan yöntemlerden birisi bu telefon dinlemeleri. Hukuka aykırı olarak da dinlenen ya da bütün dosyalar neredeyse ana dava diye ifade ettiğimiz Diyarbakır'daki 2009 yılında başlayan dava da, yarın 2 Temmuz vesilesiyle İstanbul'da başlayacak ve 193 arkadaşımızın yargılanacağı -Profesör Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu arkadaşlarımızın yine İstanbul il, ilçe yöneticileri, gençlik kadın meclisi çalışanlarımızın yargılandığı, 195 kişinin yargılandığı- davada da benzer bir durum var. Birçoğu telefon dinlemesi, telefon dinlemelerini bir gerekçe yaparak aslında suç delili saymış durumda. İlginçtir, sadece telefon kullanmak değil aslında bu yargı istediğinde kullanmamayı da suç hâline getiriyor. Niye telefon kullanmıyorsun? Demek ki çok iyi bir şey yapıyorsun. O zaman telefon kullanmamak da suç, telefon kullanmak da suç. Telefonda konuştuğunuz her kelimeyi, her cümleyi kendine göre yorumlayan bir anlayış var.
Türkiye'nin demokrasisi tam da bu yani özel hayatın gizliliği diye bir durum kalmadı. İnsanlar artık telefonla birbiriyle konuşamaz hâle geldi, "Acaba dinleniyor muyuz ya da bu dinlendiklerimiz bizim karşımıza nasıl çıkacak?" diye şüphelenir hâle geldi. Eminim ki iktidar partisindeki milletvekilleri de benzer bir durumu yaşıyordur, yaşamıyorsanız ileriki dönemde zaten önünüze çıkacak diye düşünüyoruz.
Dolayısıyla, böylesi bir yöntemle geliştirilen bu hukuk sistemi, ne yazık ki Türkiye'de yargının da tartışılmasını beraberinde getiriyor birçok yerde. Kaldı ki şöyle de bir durum var, tabii, bu KCK davalarında, dava devam da edemiyor, kişi kendisini savunamıyor ana dilinde savunma hakkı verilmediği için.
Şimdi, dolayısıyla, iddianame okunuyor, iddianamede, işte, yoklama yapılıyor, burada mısınız, değil misiniz diye "?" (*) dediklerinde, diyor "otur." Kürtçe konuşmaya çalıştığında diyor ki: "Kürtçe konuşamazsın." Sırasını başkasına veriyor. Diyarbakır davası özellikle üç yıldır sürüyor ve üç yıldır bir tane arkadaşımız kendisini savunamadı yani. Bir tane arkadaşımız bu kendilerine isnat edilen suçlar hakkında görüş bildiremedi, muhtemel ki yarınki davada da benzer bir sorun olacak, çünkü ana dilde savunma hakkı konusunda ciddi bir şey var, dolayısıyla, aslında bu telefon dinlemeleriyle dolan dosyaya karşı bir cevap da veremiyorsunuz.
O kadar ilginç bir durum ki sayın milletvekilleri, muhtemelen bu iddianameleri siz de okuyorsunuzdur, okumuyorsanız okuyun, bunlar tarihe geçecek çünkü, ne kadar komik duruma düştüğümüzü, gerçekten hukuk açısından ne büyük şeylere imza attığımızı bir kez daha sizler de görün.
Mesela, bu ülkede, işte, telefonda "ketçap" ve "mayonez" dediği için, bunu örgütsel delil olarak sayan bir yaklaşım var ya da "Avon" markasını örgütsel bir delil olarak kullanan bir zihniyet var ya da mesela Şırnak davasında "Akşam eve amcam gelecek." diyor, "Ne demek istiyorsun sen, `amcam' derken polislerden mi bahsediyorsun?" diye kodlayan bir yaklaşım var. Yani o kadar ilginç bir dosya şeyi var ki insanlar artık espri yaparken, birbiriyle konuşurken, bunların hepsi zorlama bir yorumla, örgütsel faaliyet hâline getirilmiş durumda.
Ben, buradaki özellikle AKP'li milletvekillerine öneririm, bu dosyaların hepsini bir okuyun yani, gerçekten rezalet denilebilecek bir durum söz konusu, o zaman anlaşılır aslında bu davaların tam da siyasi soykırım davası olduğu, Kürtlere karşı siyaseten etnik temizliğe gidebilecek bir dava olduğu.
En son KESK davasında, ilginç, soruyorlar, diyorlar ki: "'?' (*) demek
ne demek?" "?"(*) Kürtçede arkadaş demek. "Vay, sen "?"(*) dediysen o zaman bu örgütsel bir terimdir. Dolayısıyla, sen örgüt adına suç işlemişsin." Böyle bir şey olabilir mi? Yani, bunlar bizim yaşadığımız şeyler. Biz, her gün yaşıyoruz tabii. Dolayısıyla, bunların, bir defa, artık bizim yaşamımızdan çıkması gerekiyor gerçek anlamda hukuka inanıyorsak, adalete inanıyorsak. Kaldı ki, adalete yönelik bizim ne yazık ki güvenimiz kalmadı çünkü yeterince olumsuz örnek gördük. Bugün gazeteciler, öğrenciler, çocuklar, siyasetçiler, akademisyenler, aydınlar; hepsi bu tip bahanelerle tutuklanıyor, zindanda. Dolayısıyla, adalete yeniden güven sağlanabilmesinin temel şeyi hazırlanan kanunlar olmalı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Bugün, burada gördük ki, adalete güven olmuyor.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
(x) Bu bölümlerde Hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.