| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 11.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği kurumları üzerinde Barış ve Demokrasi Partisinin düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Keşke bu önemli görüşmelerde arkadaşlarımız bir miktar Parlamentoda gelip bizi dinleseydiler; ne demek istiyoruz, ne söylüyoruz, taleplerimiz nelerdir, bizi dinlemiş olsaydılar mutlu olurduk.
Şimdi, genelde tabii ki biz çok böyle rakamlarla filan konuşmayız, bizi de çok fazla ilgilendirmez ama bütçeler önemlidir. Uzun yıllardır bütçeler hazırlanır. Biz sürekli bu kürsüde bütçelerin barışa hizmet etmesini umut ederiz ama ne hikmetse, bu ülkede bütçeler sürekli savaşa, sürekli çatışmalara hizmet etmiştir. Ben, bu dileğimi ve bu temennimi yeniden seslendireceğim. Diliyorum, umuyorum, 2013 yılı bütçesi Orta Doğu'da ve ülkemizde savaş bulutlarını, savaş rüzgârlarını barış meltemlerine dönüştürecek bir bütçe olsun, buna vesile olsun diyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Cumhurbaşkanımızın seçildiği günden bugüne kadar sürekli kamuoyuyla paylaştığı olumlu mesajlarına kamuoyunda hep birlikte tanıklık ediyoruz. Bu ülkenin temel sorunlarından olan Kürt sorununun çözümü için kardeşlik projesi öneren, "İyi şeyler olacak, farklılıklar bizim zenginliğimizdir." diyen bir Cumhurbaşkanı ve seçildiği günden bugüne kadar grubumuz, sürekli Cumhurbaşkanını kollayan, koruyan, halkın iradesi olduğu için de bu söylemlerini önemseyen bir grubuz. Cumhurbaşkanına haksızlık yapıldığı zaman da bu Parlamentoda kürsüye çıkıp ilk buna karşı duruş sergileyen yine biziz.
Bakın, 2008, 2009, 2010 yılı bütçelerinde biz özellikle Sayın Cumhurbaşkanın Çankaya'da kuşatma altında olduğunu söylediğimizde AKP Grubundan bir tek ses çıkmıyordu, diğer muhalefet gruplarından da çıkmıyordu ve biz bir şeyi görmüştük ve Cumhurbaşkanını Köşk'te kuşatma altına almışlardı. O tarihte bizim yaptığımız konuşmalarda Sayın Cumhurbaşkanının eşinin ve çocuklarının Çankaya Köşkü'ne alınmadığını burada seslendirdik ama hiçbiri, bu noktada sizler bir hassasiyet göstermediniz. En son, bizi teyit eden, Hayrünisa Gül Hanımefendi'nin bir açıklaması oldu. Diyor ki: "Köşk'ün birkaç kapısı vardı. Resmî törenler, resmî karşılamalar A kapısından yapılırdı. Eğer konuk cumhurbaşkanı eşiyle birlikte gelmişse bizim Cumhurbaşkanımız ve eşi beraber karşılar. Bize kadar böyleydi ama biz geldikten sonra bu uygulama bize farklı uygulandı; bizi A kapısından almazlardı, C kapısından içeri alırlardı." Yani C kapısı dediğiniz nedir? Ötekileştirme kapısıdır. "Oradan alırlardı ve bu bana, bu Türkiye'de bize ve kadınlara yapılan en büyük haksızlıktır." Aslında Hanımefendi çok kibar davranıyor, olup bitenlerin belki c kısmını anlatıyor ama a, b kısmını anlatmıyor. Ve biz o tarihte ne demişiz? "Sayın Cumhurbaşkanının eşi ve çocukları niye Köşk'te yok?" demişiz. Sizin grubunuzdan hemen haber, hemen ona laf yetiştirmeye çalışmışlar: "Efendim, yok böyle bir şey, Köşk tadilatta." Bakın, 2007 ve bugün hâlâ Sayın Cumhurbaşkanı, eşi ve çocukları Dışişleri konutunda ikamet ediyor çünkü Sayın Cumhurbaşkanını, eşini ve çocuklarını orada ikamet ettirtmiyorlardı. Bu kadar netti ve buna da sahip çıkan bizdik. Gelinen bu noktada kapıların açılması olumludur ama bu kapılar sadece Cumhurbaşkanı, eşi ve çocukları için açılmamalıdır, bu ülkenin ötekileri için de bütün kapılar açılmalıdır. Yani 29 Ekim kutlamalarında bir resepsiyonda sadece türbana özgürlük anlamında olmamalı; diğer halkların haklarına gem vurulmuş, bunun gereği de yapılmalıdır. Ve Sayın Cumhurbaşkanının son dönemlerde özellikle Sivas olaylarıyla ilgili Devlet Denetleme Kurulunu faaliyete sokması çok önemlidir. Bizim buradan çağrımızdır. Yargı görevini yapmıyor ve Roboski olaylarında yargı arpa boyu kadar yol almadı. Onun için, sığınacağımız son limandır, Sayın Cumhurbaşkanımıza çağrıdır. Siz, Devlet Denetleme Kurulunu Roboski'de lütfen görevlendirin çünkü Roboski'nin yaraları sarılmadığı müddetçe? Yani Kürtlerin Kudüs'ü Roboski olacaktır, bunu böyle biliniz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben Sayın Meclis Başkanımıza da bir teşekkür ederek başlamak istiyorum. Yani yıllarca tanıdığımız bu şahsiyet, genellikle hep böyle milliyetçi damarlardan beslenerek siyaset yapan bir şahsiyetti. Seçildikten sonra uzlaşı tavırlarıyla, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda göstermiş olduğu o çabadan dolayı, bazı yasal değişikliklerden ve hatta milletvekillerinin özgürlüklerine kavuşması adına göstermiş olduğu çabadan dolayı da kendisine teşekkür ediyoruz ve bu çalışmaların, bu çabaların devam etmesini diliyoruz ve umuyoruz.
Sevgili arkadaşlar, bizim açımızdan biz bütünlük içerisinde bunları değerlendirirken, burada, bizlere karşı, Kürtlere ve diğer halklara karşı, farklı inanç gruplarına karşı sömürgeci bir hukuk anlayışı bu ülkede egemendir, diğerlerini ötekileştiriyor. Geçmişte aynı sıkıntıyı, siz bu hukuk sisteminden bu sıkıntıları çekerken, bu hukuk sistemini hem ön hem arka bahçesine dönüştürerek, hukuk burada halklara zulmediyor.
Şimdi size birkaç örnek vereceğim. Bu, özellikle Sayın Başbakanın son dönemlerde "Parlamento had bildirecek." sözünden yola çıkarak? Aslında, bu Parlamento had bildirecekse, ilk önce bu Parlamento dönmeli, haksızlıklara karşı bir duruş sergilemelidir. Bakın, puşi takan, pankart açan, halay çeken, Kürtçe konuşan, yazan, siyaset yapan sivil toplum örgütleri, hukukçular bugün cezaevindedirler. Sizler, sizin iktidarınız, daha birkaç gün önce, ölen 2 gerillanın cenazesine tazyikli suyla? İçişleri Bakanının talimatıyla, iktidarınızın talimatıyla cenazelerimize bile saygısızlık yapıldı, gaz bombaları atıldı. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir hukukunda, hiçbir dininde cenazeye saygısızlık yoktur ama bizim ülkemizde vardır. Yargı bu isimlerini saydığım Kürt çocuklarının, Kürt gençlerinin katillerini aramıyor; yargı Roboski'de 34 tane masum Kürt'ü katledenlerin katillerini aramıyor. Ne yapıyor? Bu Roboski'de katliamcıların kimliklerini beklerken, bunların yargının karşısına çıkmasını beklerken ne oluyor? 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan "Hayata Dönüş" operasyonunda daha önce Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü olan adama bu Meclis "Üstün Hizmet Madalyası" ödülü veriyor. Bakın, bu Meclis ve sizin iktidarınız döneminde bu veriliyor. Roboski'de 34 kişinin katliamından sorumlu olan ve itham edilen şahsa, Türk Silahlı Kuvvetleri buna yine üstün şeref madalyaları veriyor. Bu madalyalar ne kadar şerefliyse de anlamıyorum. Yani, birileri 32 kişinin, görevde olduğu dönemde bu insanların ölümünden sorumlu olacaklar -görev yapıyorsunuz- buna bu Parlamento madalya verecek ve Roboski'de birinci derecede sorumlu olan Mehmet Erten -yani iddialar bu- Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından da buna madalya veriyorlar. İşte bizim açımızdan sömürgeci hukuk anlayışı budur. Yani bu ülke hukukunu dizayn ederken diğer halklara eğer kapılarını açmazsa hukukun kapılarını açmazsa iç barışımızı sağlayamayız.
Bakın, bu Parlamento ne yaptı? Bu Parlamento, cezaevinde bulunan 8 milletvekilini özgürleştirmek için bir çaba içerisinde olmadı. Ama bu Parlamento 12 Eylülde 7 tane TİP'li öğrenciyi boğarak öldüren, katleden katilleri bir gecede özgürleştirdi. Şimdi, bize dönüp laf söyleyenler dönüp bir de aynaya gidip baksınlar. Siz kimi özgürleştirdiniz, kimin adına bu kararları verdiniz. Eğer Parlamento had bildirecekse ilk önce dönüp aynadan kendisine bakmalıdır. O katillerden biri Cumhuriyet Halk Partisinin 2 belediye başkanını katletmişti. 7 tane de işçi? Türkiye İşçi Partisinden gençleri katledenleri bu Parlamento akladı. Şimdi, onun için bu Parlamento gerçekten eğer sorunların çözümü için çaba sarf edecekse derhâl bir toplumsal uzlaşıya yani üçüncü yargı paketini getirerek, etrafından dolanarak, katilleri kollayan koruyan bir anlayış değil, açık ve net olarak gereğini bir an önce yapmalısınız.
Bakın, sadece hukuk değil siz sistem olarak da ayrımcısınız, bölücüsünüz, tekçisiniz ve ırkçısınız. Türkiye'nin bütün kurumları, elimde tek tek araştırdım, Anayasa Mahkemesinde 17 tane üye vardır, bir tek tanesi Kürt, Alevi ve muhalif üye bulamazsınız. Hâkimler ve Savcılar Üst Kurulunda kaç üye varsa bir tane Kürt, Alevi, muhalif bulamazsınız. Siz, Danıştayda, Sayıştayda, Yüksek Seçim Kurulunda, hiçbir bakanlığın müsteşarlığında bir Kürt bulamazsınız; Cumhurbaşkanlığında bulamazsınız, Başbakanlıkta bulamazsınız, Alevi bulamazsınız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) - İstanbul Büyükşehir Belediyesinde bile yok.
SIRRI SAKIK (Devamla) - Siz, Türk ve Sünni ararsınız. Elimden belgelerle konuşuyorum, belgelerle, bende hilaf yok. Siz böyle davranırsanız, sömürgeci anlayış budur. Siz eğer, bakın -İsterseniz okuyayım, Kayseri'den Hatay'a, Ordu'ya kadar onlarcası genel müdüründen bilmem neyine kadar, tek tek, oturdum ve araştırdım, boş konuşmuyorum- hukuktan bahsediyorsanız, ilk önce bu hukuksuzluğunuzu ortadan kaldıracaksınız, bunları, bunları kaldıracaksınız. Biz böyle bir hukuk tanımıyoruz. Eğer, siz, Kürtlere ve muhaliflere karşı böyle acımasızsanız, biz -Anayasa'da da, yasada da bize karşı uygulanan zalimane politikaları- ne Anayasa'yı tanırız ne yasaları tanırız. Böyle bir uygulama dünyanın hiçbir yerinde yoktur ve bize uygulanıyor ve yıllardır, bu, uygulanıyor.
Genelkurmayda bir tane Kürt bulamazsınız, hiçbir yerde ve sonra dönersiniz dolaşırsınız dersiniz ki: "Aman aman, bu Kürtler ne istiyor?" Vallahi, şimdi size söyleyeyim arkadaşlar: Kürtler sizinle eşit olmak istiyor, birlikte yaşamak istiyor yani Sayın Başbakanın sahip olduğu bütün haklara Kürtler de sahip olmak istiyor. Burada otururken buraya ters bakacak bir hukuk istemiyoruz. Hepimiz eşit bir hukuk istiyoruz ve tarih size bir fırsat sundu, hayat da size bir fırsat sunuyor; bakın, Orta Doğu'da ciddi çatışmaların ve kavgaların olduğu bir yerde, size, tarih bir fırsat sunuyor. Bu tarihî fırsattan yararlanın. Ne yapın? Gelin, Türkiyeli Kürtlerle barışınızı sağlayın, gelin? Nasıl daha önce güney Kürdistan'daki gelişmelere karşı bir bütün olarak ayaktaydınız, "kırmızı çizgilerimiz" diyordunuz, gidiyordunuz, yani "Merkezî Hükûmette Sayın Celal Talabani Cumhurbaşkanı olmasın." diye kıyametleri koparıyordunuz ve Mesut Barzani ve oradaki yönetime karşı gidip Kerkük'te Türkmenleri destekleyip, Musul'da Arapları desteklediğiniz ve "kırmızı çizgilerimiz" dediğiniz bu çizgiler, hayat bu çizgilerinizi yerle bir etti ve sonra ne yaptınız? Gittiniz, güney Kürdistan'daki oluşumla, oturdunuz -doğru yol buydu- 12 milyar dolar anlaşma yaptınız. Kötü mü oldu? Hayır. Oradaki Kürtlerin size bir zararı mı var? Hayır. Peki, niye, şimdi kendi Kürt'ünüzle de bu barışı sağlayıp Orta Doğu'da ciddi bir devlet olmak, daha güçlü bir devlet olmak zor mudur? Aslında zor da değil ama bizi siyasetin kurbanı ettiniz, bizi? Cumhurbaşkanlığı seçimleri için elinizden ne geldiyse yaptınız. Bakın, bugün ne yaptınız? Bugün sizin medyanız, yani yarı resmî gazetelerinizde Eş Başkanımız Gülten Kışanak'la ilgili, yok "KCK'den dağa götürülüyor." Yok böyle bir şey kardeşim, yok böyle bir şey. Asparagas haberlerle bizim üzerimize yargıyı, kolluk kuvvetlerini salmayın. Bu yol çıkmaz yoldur, bu yolla siz sonuç alamazsınız. Demokratik kanalları tıkamayın, bizi yok hükmünde sayarak bunları yapmayın.
Eğer siz gerçekten Suriye'deki Kürtlerle dostça ilişki içerisinde olursanız, Suriye de güney Kürdistan kadar önemli bir yer, buradan da dostlukla köprüler kurup onlarla da güney Kürdistan'da oluşturduğunuz hukuku oluşturabilirsiniz ama ilk önce buradan başlayan bir mücadeleyle? Oslo'da başlayıp ve sonra askıya aldığınız süreci yeniden gündeme getirin, bundan korkmayın. Oslo görüşmeleri önemliydi ama Kürt sorunu sadece bir asayiş, bir terör sorunu olarak algılanmamalıdır; Kürt sorunu bir hak, hukuk ve adalet sorunudur. Kürt sorununa sadece istihbarat birimleriyle yaklaşmak doğru değildir. Evet, ben, içinde MİT'in de olduğu önemli şahsiyetler var, biliyorum. Vallahi, siyaset dünyasından, çok daha ileride olan şahsiyetleri de biliyorum, nasıl vicdan sahibi olduklarını, onların da bu süreçte yer alması gerektiğine inanıyorum ama asıl önemli olan mekanizma burasıdır. Yani siz burada Parlamentoyu çekim adresi olarak görürseniz, yani demokratik kanalları tıkamazsanız Kürt sorununun çözülmemesi için de hiçbir neden yoktur.
Bakın, başka bir şey söyleyeyim size. Dün Sayın Başbakan da söyledi. Buradan diyor ki: "Biz 27 Nisana karşı dik durduk." İyi ettiniz, burada kötü bir şey yok ama 27 Nisan var, 28 Şubat var. Ee, 28 Şubat ile Nisan arasında bir ay var, adı da mart ayıdır. Ee, bu mart ayında da bir darbe oldu burada; yani askerler talimat verdi, siyasetçiler de bunu yerine getirdiler. O tarihte sizin milletvekilleriniz, 28 Şubatta kimse tutuklanmadı ki! Biz hepimiz gittik, acı dolu yıllar yaşadık ve biz gittik, cezaevlerinde kaldık. Biz tutuklandığımız için Anayasa değişti, yoksa sizin o dönem Refah Partisinde olan bütün vekillerin vekilliği düşecekti. Ödediğimiz bedelden dolayı siz vekil oldunuz, iktidar oldunuz, cumhurbaşkanı oldunuz ama Darbeleri Araştırma Komisyonu çünkü Kürdü insandan saymıyor, Kürtlere uygulanan zulüm politikalarını araştırma ve bunu soruşturma hiç mi hiç akıllarına gelmiyor. Geliyor, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs, hepsini araştırıyor. Allah evinizi yıksın! Peki, yok muydu 2 Mart darbesi, yok muydu? O insanlar on yıl cezaevinde kaldı, partileri kapatıldı, milletvekillikleri düştü. Bir kısım milletvekili şu anda yurt dışında. Yok mular? Onlar da orada sizin ve bizim gibi halkın iradesiyle gelmişti ve bugün de yurt dışındalar ama bu Darbeleri Araştırma Komisyonu bunu bile araştırmıyor, buna bile ihtiyaç duymuyor.
Yine, Sayın Başbakanın işte Gazze'yle ilgili açıklamaları vardı. Çok da zamanım kısaldı, onun için? Doğru, iyi yaptınız, Gazze'deki barış çabalarınız ama bu, sizin Orta Doğu'da barışçıl bir kimliğinizin olduğunun göstergesi değil ki! Keşke siz Orta Doğu'da bir barışçıl politika izleseydiniz. İşte söylüyoruz, Kürtlere karşı düşmanlıklar var. Onları hayata geçirin ama bunu yapmayıp, Gazze'de barışçıl, kendi topraklarında savaş nutukları atmak, savaş naraları atmak; vallaha, bunlara artık hepimiz doyduk. Sayın Başbakan diyor ki: "Yıl 1994 değil." Evet, yıl 1994 değil ama Allah adına söylüyorum ki, 1994'teki devletin ret ve inkâr politikaları neyse, 1924'lerin ret ve inkâr politikaları neyse, biz Kürtler açısından, yıl 2012, ret ve inkâr politikalarınız bir bütün olarak devam ediyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar yani şeklen, zaman zaman bir şeyler söylüyorsunuz ama karşılığı hukukta yoktur, karşılığı demokraside yoktur, karşılığı halkta yoktur. Onun, için 1994'ün 2012'nin ruhu 1924'lerin ret ve inkâr ruhunda geçiyor.
Şimdi, son olarak şunu söyleyeyim: Roboski bizim için kapanmaz yara. Roboski'nin failleri? Bakın, birkaç gün sonra hep birlikte Roboski'de olacağız ve bu Roboskili ailelerin yaralarını sarmak hepimizin görevidir; insanlık adına, İslamiyet adına insanlık adına hepimizin görevidir. Biz Kürtler için, özellikle Roboski'de yaşayan aileler için evimiz mezara, mezarlarımız eve dönüşmüştür. Her gün, aileler şafakta uyanır, gider mezarlığa çocuklarıyla, akşama kadar mezarda dualar okur ve onun için, zalimin yanında yer almayın. Siz de zulme uğradınız. Bu yaraları hep birlikte sarabiliriz, biraz vicdan, biraz sağduyu.
Ben tekrar bu bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. Bu ülkemiz üzerinde esen rüzgârların barış meltemine dönüşmesine diliyorum, hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Sakık.