GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TOPLU İŞ İLİŞKİLERİ KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:3
Tarih:03.10.2012

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, yeni yasama döneminin tüm ülkemize, memleketimize hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum. Mecliste kavga eden, tartışan, kıran, döken ve çözüm üretmeyen bir çalışma zemini yerine, yeni dönemde ülkenin gerçek sorunlarına cesurca yaklaşan, bu konuda kararlı irade ortaya koyan bir çalışma beklentimizi buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, çalışma hayatı, mevcut hâliyle 1980 askerî darbe döneminden kalan, darbenin yasakçı ve otoriter zihniyetini taşıyan 2821 ve 2822 sayılı yasalarla düzenlenmektedir. Bu yasalar, özellikle çalışma hayatına ilişkin olarak çalışanlar nezdinde olması gereken pek çok hak gasbını içeren, örgütlenmenin önüne engeller koyan, grev hakkında "genel kamu yararı" gibi kapsamı belirsiz ve grevi engellemek için yoruma açık olan maddeleri barındırarak, çalışma hayatının dizaynını da 80 askerî darbesinin genel ruhu içerisinde ele almıştır.

Değişen ekonomik yapılar, gelişen örgütlenmeler, bilgiye erişimin kolaylaşması, darbe zihniyetini taşıyan söz konusu yasaların çalışma hayatı için artık engel teşkil ettiği konusunda toplumumuzda genel bir kanı uyandırmıştır.

Bununla birlikte, özellikle 2010 yılındaki referandumda ve yeni anayasa süreçlerinde toplu sözleşme, sendikal örgütlenme ve grev hakkının yeniden, daha özgürlükçü, daha fazla emekçiden yana bir şekilde yasalaştırılacağı sözlerini veren ve ileri demokrasi havariliği yapan AKP, önümüzdeki Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'nı mevcut hâliyle Genel Kurula getirerek sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkına ilişkin 80 askerî darbe döneminden kalan yasakçı zihniyetin devamı olan bir yaklaşımın da sahibi olduğunu tekrar tüm halkımıza göstermiştir. Gerek toplu sözleşme yapabilme şartlarındaki değişiklikle gerekse sendikal özgürlüklerin kısıtlanmasıyla grev hakkının yok edilmeye çalışılmasıyla, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı, hak ve özgürlük arayışlarına nefes aldırmak bir yana, 80 darbe ruhunun çalışma hayatı üzerindeki etkisinin devam etmesine de yol açacaktır. Oysaki hem referandum döneminde hem de yeni anayasa ile vadedilen sözleşme, grev ve örgütlenme özgürlüğü talepleri, toplumun büyük kesimi ve çalışanlar tarafından herkese sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı verilmesi, sendikaların kendi iç işleyişlerini, faaliyetlerini serbestçe düzenleyebilme yetkisi, kendi yöneticilerini serbestçe seçebilme hakkına sahip olması, çok düzeyli toplu pazarlık ve toplu sözleşme düzeninin kurulması, iş kolu barajı ve işletme barajının kaldırılması, iş yeri barajının düşürülmesi, toplu iş sözleşmesi önündeki engellerin kaldırılması, sendikaların çalışanların tümünü temsil eden örgütler olarak tanımlanması, grev yasakları ve bunun önündeki engellerin kaldırılması gibi örgütlenme özgürlüğünü içeren, toplu sözleşme yapmayı kolaylaştıran ve etkisini genişleten, grev hakkını işçinin yaptırım gücü ve doğal hakkı olarak gören temel bazı değerler üzerinden şekillenmekteydi.

Değerli milletvekilleri, tüm bu süreçler içerisinde yeni anayasadaki talepler, referandumda verilen sözlere rağmen AKP'nin, genel olarak iş gücünü esnekleştirici yaklaşımlarla işsizler ordusu içerisinde az bir kısım dâhilinde nitelikli ucuz iş gücü yaratarak, özelleştirmelere tavan yaptırarak, zamlarla toplumdaki orta ve alt gelir seviyesine sahip toplumsal kesimleri -deyim yerindeyse- yok etmeye çalışarak Türkiye toplumunun siyasi ve ekonomik sürdürülebilir yaşamsallığına bir dinamit döşediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktadan hareketle, AKP, emeğin sömürülmesi plan ve programları dâhilinde olan bir yasa tasarısı ile önümüzde durmaktadır.

Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'nı adıyla bile burada özgürce tartışmak gerekir çünkü özellikle, 19'uncu yüzyıldan itibaren işçilerin ve emekçilerin mücadelesiyle şekillenen çalışma hayatına giren sendika, grev ve toplu sözleşme tanımlamalarının bu yasanın adı belirlenirken bile özenle kullanılmadığı gibi bir gerçeklik var ortada. Oysaki, bizler, AKP'nin yeni bu tanımlamalarının salt tanımlama olmadığı, bunun yanı sıra ekonomik birtakım amaçları da içerdiğini biliyoruz.

AKP, özellikle Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'yla beraber sendikal özgürlüklerin kısıtlanması ve sendikal örgütlenmenin devlet denetimine alınması, grev hakkının aşındırılması yoluyla belli bir evreden sonra kullanılamamasını, sendikaların toplu sözleşme yapma yetkilerini elinden alarak sendikasız, örgütlenmemiş ve işveren karşısında güçsüz iş gücünü yaratmayı amaçlamaktadır.

AKP'nin demokrasiden anladığının bir tek Başbakanın kullandığı "ileri demokrasi" kavramı olduğunu ve bunun altının da yeterince doldurulmadığını bütün Türkiye halkı çok iyi biliyor. Özellikle endüstriyel hayatı ilgilendiren çalışma yaşamı endüstriyel demokrasi kavramı çerçevesinde değerlendirildiğinde, AKP'nin ileri demokrasisinin Genel Kurula getirdiği bu yasa tasarısı kapsamında da demokrasiye uğramadığını açıkça ifade edebiliriz.

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, çalışma hayatında demokratik birtakım temelleri net olarak ortaya koymak gerekiyor. Burada üç sacayağından bahsetmek gerekir: Çalışma hayatında grev, toplu sözleşme ve örgütlenme özgürlüğü, çalışma hayatının hak ve özgürlük talepleri için olmazsa olmazlardır. Önümüze getirilen yasa tasarısı incelendiğinde, toplu sözleşme yapma yetkisinin barajlarla, yetki alma şartları ile binbir zorluğa tabi tutulduğu görülecektir. Aynı şekilde, örgütlenme özgürlüğü devlete bağımlı olma mecburiyeti olarak vücut bulmaktadır.

Son olarak ise grev hakkıyla ilgili ara buluculuk ve daha birçok engellemeyle imkânsız hâle getirilmektedir. Dolayısıyla, burada, genel olarak toplumsal sorunlara "ileri demokrasi" söylemiyle yaklaşan ancak bunun altını doldurmayan bir AKP pratiğinin, aynı şekilde çalışma hayatında da karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, önümüzde bulunan bu yasa tasarısının ilgili maddeleriyle sendikal örgütlenmenin aksamaya sebep olması kaçınılmazdır. Sendikaların yönetim kurullarının sayılarını bile belirleme amacında olan bir yasa tasarısının, sendikal örgütlenme ve sendikal özgürlükle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Halbuki gerek uluslararası normlar gerekse de sosyal devlet olmanın gereği, sendikal özgürlükler ve örgütlenmenin önünün açılmasına çalışma hayatı açısından vazgeçilmez olarak yaklaşmaktır.

Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'nın bir başka düzenleme alanı ise, sendika kurma ve üye olma üzerine kuruludur. Bu alana ilişkin maddeler incelendiğinde amaçlanan, çalışanların geniş yelpazede örgütlenmelerine yönelik daraltıcı bir düzenlemeyi ortaya koymaktır. "Birden fazla sendikaya üye olmama" ibaresi, çalışanların daha güçlü bir şekilde toplu sözleşme masasına oturma şanslarının elinden alınmak istenmesidir.

Ayrıca, sendikaların iç işleyişleri ile belirlemeleri gereken teamüller kamu otoritesinin yetkisine bırakılarak sendikal özgürlüğün yerinde -deyim yerindeyse- yellerin esmesini sağlamayı getiren bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerekiyor. Sendikaya üye olma durumunun dar bir kapsamda ele alınması da çalışma hayatından, özellikle evde çalışanlar, stajyerler, çıraklar ve emekliler gibi pek çok çalışma alanını bu mücadeleden uzak tutmayı amaçladığını buradan söyleyebiliriz. Bu hâliyle bile, özellikle Uluslararası Çalışma Örgütünün 87 sayılı, sendika özgürlüğünü düzenleyen Sözleşmesi'ne aykırı bir durumun varlığını belirtmek gerekiyor.

Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'nda yer alan ve "sendika" kavramını tanımlayan maddeyi incelediğimizde, sendika üyeleri ile sendika arasındaki ilişkinin emek süreçleri dışına taşamayacağı gibi bir kısıtlamayı görüyoruz. Çalışanı sırf emeğinden ibaret görmek ve böylesi bir anlayışı devam ettirmek, bunu getiren bir kısıtlama talebini kabul etmek, çalışanın bir insan ve bir sosyal varlık olduğunu gözden kaçırmakla eş değerdir. Sendikalaşmanın bir sosyal ağın getirisi olduğu gerçekliğini dışlayan bu yaklaşımın "sendika" tanımıyla beraber burada kendini dışa vurduğunu görüyoruz.

Yine, söz konusu yasa tasarısı "federasyon" tanımını yasa dışına iterek tek konfederasyon mecburiyetini dayatmaktadır. Modern demokrasiler, sendikal örgütlenme noktasında özendirici yaklaşımlarda bulunurken Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı ile Türkiye'deki işçilerin dar ve kısıtlı bir alanda örgütlenme yapmaları için bir tasarının ortaya konduğunu söyleyebiliriz. Sendikaları emek sürecinden, çalışanları ise emeğinden ibaret görmek, yine sendikaları tek iş kolu mecburiyetine tabi kılıp federasyon örgütlenmesini yok sayan bir anlayışla çalışma hayatına ilişkin modern bir yasa yapmanın mümkün olmadığını belirtmek gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, sendikalar, kamusal hizmet vermekle beraber hedef kitlesi ve mücadelesi itibarıyla sivil, içsel bir yapılanmayı da beraberinde getirir. Yani tüm kamuoyunu ilgilendiren ve etkileyen çalışmalarda bulunmakla beraber içinde bulundurduğu ve üyesi olan kişiler için mücadeleyi esas alır. Sendikaların işlevsel yapısı, sendikalara yönelik içsel denetim ağlarının geliştirilmesi yoluyla sağlıklı bir yapının ortaya çıkmasını sağlayabilir. Bu noktadan hareketle, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı, üstü örtük yollarla, siyasi otorite denetiminin yanı sıra, yeminli mali müşavir denetimini de getirerek söz konusu etkin denetim kanallarının yollarını kapatmayı öngörmüş, daha çok, merkezî ve verimsiz denetim yollarının önünü açmayı öngörmüştür. Ayrıca, sendika şubelerinde de yeminli mali müşavir denetiminin öngörülmesi sakıncalı bir duruma tekabül etmektedir. Çünkü sendikal hareketlerin en küçük biriminden genel merkezine kadar kendi içsel denetimlerini sağlayabilmeleri demokrasi kültürünün gereği ve ön koşuludur.

Özellikle, Barış ve Demokrasi Partisi olarak komisyon ve şerh aşamalarında da belirttiğimiz üzere, sendikaya üyelik ve üyelikten çıkma aşamalarında noter şartının kaldırılmasını olumlu bir adım olarak görmekteyiz. Fakat noter zorunluluğu yerine getirilen e-devlet sisteminin sakıncalarına da vurgu yapmak gerekiyor. Özellikle, insanlara hayata bakış açıları farklı sosyal varlıklar olarak yaklaşan e-devlet sisteminin ortaya çıkaracağı sakıncaları herhâlde hepimiz tahmin edebiliriz. Örneğin, belli bir zaman diliminde çalışır durumda iken, dünya görüşü belli bir tarafta olan sendikaya üye olan bir çalışan, söz konusu iş yerinden ayrıldıktan sonra sendikadan da ayrılmış olsa bile yeni bir iş yerine başvuruda e-devlet bilgileri yoluyla yeni iş başvurusu yaptığı iş yerinin sahibi tarafından önceki tarihlerde hangi sendikaya üye olduğu şeklinde bir incelemeye tabi tutulabilecektir. Bunun sosyal hayata yansıması da bazı durumlarda iş gücü piyasasında ayrımcılık olarak vücut bulacaktır.

Belirttiğim üzere, insanların dünya görüşü sahibi ve sosyal varlıklar olduğu göz önüne alındığında e-devlet uygulamasının bu hâliyle beraberinde birçok sorunu getireceği açıktır. Bu durum, aynı zamanda işçi ve işveren arasındaki eşitsiz ilişki sebebiyle de birçok defa hayatın gizliliğinin ihlali olarak ortaya çıkabilme potansiyeline sahiptir.

Değerli milletvekilleri, söz konusu yasa tasarısı iş kolu ve işletme barajlarını yüksek oranlarda mecburi kılarak bazı iş kollarında hizmet veren sendikaların toplu sözleşme hakkını elinden alıp bazı iş kollarında da toplu sözleşme yapma yetkisini topyekûn kaldırmak istemektedir. Yasa tasarısı çalışma hayatını sosyal devlet olma gereğine ve uluslararası kurallar ile uygulamalara uyumlu bir şekilde düzenlemek amacı ile Genel Kurula indirilme amacını taşıyorsa, ya Uluslararası Çalışma Örgütünün önerdiği barajı komple kaldırma ya da gelişmiş endüstriyel demokrasiye sahip ülkelerde olduğu gibi binde 1'lik gibi sembolik temsilî bir oranla çıkmalıdır.

Burada önemle belirtilmesi gereken başka bir nokta ise 1 milyona yakın taşeron işçilerin durumudur. Taşeron işçilerin sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme hakları bulunmamaktadır. Modern çalışma yaşamının tüm dünyada en büyük bileşeni olan taşeron işçilerin söz konusu sendikal haklardan mahrum olması, çalışma yaşamı açısından, en hafif deyimiyle, facia bir durumdur. Söz konusu yasa tasarısı da öncekiler gibi taşeron işçilerin sendikal güvence haklarına ilişkin herhangi bir düzenleme getirmemektedir. Güncelde taşeron işçiler -TOGO direnişinin de gösterdiği gibi- iş güvencesi olmaksızın sendikalaşmanın sonucunu işten atılarak görmektedirler.

Yine, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı ile sendikaların toplu sözleşme yapabilmeleri için yetki ve yetki itirazı konularında tespitin yapılması noktasında da birtakım düzenlemeler öngörülmektedir. Olumlu ve olumsuz tespit için aynı işlemlerin yürütülmesini Bakanlığın "gerçeğe en yakın işçi sayısının belirlendiği" iddiası ile beraber düşündüğümüzde birçok sorunun da ardı sıra geldiğini belirtmek gerekiyor. Eğer gerçeğe en yakın sayı tespit ediliyorsa -olumlu tespit iddiasına- başvurunun sadece bir zaman kazanma aracı olacağını öngörmek yanlış olmayacaktır.

Yine, söz konusu yasa tasarısı ile iş kollarının sayısı düşürülüp, işler ortak bir potada eritilerek işverenlerin çeyrek yüzyıldır istediği bir talep gerçekleştirilmek istenmektedir.

Yasa tasarısı ile ilgili sosyal taraflarla yapılan görüşmelerde, toplu sözleşmelere toplu iş sözleşmesinden yararlanmayı engelleyen ifadeler konulamayacağını öngören hüküm "Toplu iş sözleşmesinden yararlanma" başlıklı maddeden çıkarılmıştır. Bu yöndeki düzenleme uzun dönemde toplu sözleşme hakkının yaygınlaşması, sendikal örgütlenmenin gelişmesi ve temel hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi açısından yerinde ve gereklidir. Ancak, böyle bir uygulamanın yapılamaması hâlinde, toplu sözleşme bağıtlanmış iş yerlerinde önemli hak kayıplarının gerçekleşmesini önlemek için, kapsam dışı tutulanların çoğunluk tespitinde dikkate alınmaması önerisi gündeme gelmiştir. Bu önerinin sözleşmeden yararlanmayı değil, yalnızca iş yerinde toplu sözleşme düzeninin sürekli biçimde var olmasını sağlamayı amaçladığı göz önüne alınmalıdır. Asıl olarak, tüm çalışanların sözleşmeden yararlanması ilkesi benimsenmelidir. Tüm bunlardan hareketle gerek tasarının kendi iç tutarlılığının sağlanması gerekse toplu iş sözleşmesi düzeninden beklenen toplumsal yararın elde edilebilmesi açısından tasarıda toplu iş sözleşmesini düzenleyen maddelerin değiştirilmesi zorunludur.

Değerli milletvekilleri, önümüzdeki yasa tasarısının grev hakkını düzenleyen maddelerine dikkat etmek gerekiyor. Yasa tasarısının grev ile ilgili maddelerine bakıldığında anlaşılmaktadır ki yasa maddeleri hazırlanırken sanki grev yapılmaması istemi göz önünde bulundurulmuştur çünkü çalışma hayatında grev hakkının kullanımının önceki evrelerde sendikal mücadelenin önüne oldukça fazla sayıda engel konulmuş, grev hakkının kullanımının önüne geçilmesi için de ayrı bir önemle düzenlemeler hazırlanmıştır. Öncelikle siyasi yasaklara dokunulmaması ve sendikalar çevresinde pankart açma, çadır açma gibi yasakların konulması büyük ihtimalle 2010 yılında Tekel direnişinden kalma Hükûmet korkusu olsa gerek.

Grev ile ilgili düzenlemelere bakıldığında ise zorunlu resmî ara buluculuk evresinin getirilmesi, grev ertelenmesi, ceza öngörüleri, grev hakkının kısıtlanması, Yüksek Hakem Kurulu ve basın yoluyla çalışmaya getirilen kısıtlamalar grev hakkının engellenmesi için ortaya konan düzenlemelerdir. Her biri 12 Eylül zihniyetini üreten bu anlayışlar maalesef Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'nda da ilgili maddelerde yer almaktadır. Sendikaların kusurlu hareketi sonucunda grevin ortaya çıkması durumunda oluşan maddi zarardan sendikanın sorumlu olduğu yönündeki ibare yine 12 Eylül zihniyetinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Bu maddenin yanı sıra, özellikle Bakanlar Kurulu kararı ile grev hakkının ertelenebilmesinin öngörülmesi de yine aynı yasakçı zihniyetin devamını belirtmektedir. Grev hakkının, modern çalışma hayatı, sosyal devlet ilkesi ve uluslararası normlar gereği ön koşulsuz, ara bir süreç olmadan düzenlenmesi gerekmektedir. Grev hakkı, işçinin toplu sözleşmede ortaya koyduğu taleplerinin kabul edilmesi açısından yegâne güç olarak tanımlanmaktadır. Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak grev önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, grev yasağı çerçevesinin daraltılmasını ve zorunlu ara buluculuk, Yüksek Hakem Kurulu gibi aşamalarla kamunun grev hakkına karışmaktan vazgeçmesini, modern çalışma hayatı ve endüstriyel demokrasi adına talep ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'nın bu hâliyle Genel Kuruldan geçmesi, sosyal taraflarla yeniden bir ortaklaşmanın esas alınmaması ve darbe zihniyetini yansıtan maddelerde yeterli düzenlemelerin yapılmaması gibi önemli birtakım riskleri barındırmaktadır. Bu nedenle tasarının Genel Kuruldan çekilmesi ve tekrar bir ortaklaşma zemininin aranması gerekmektedir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baluken.