| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 5 |
| Tarih: | 09.10.2012 |
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her zaman olduğu gibi bir oldubittiyle karşı karşıyayız. Adalet ve Kalkınma Partisi, Meclis açılır açılmaz yerel seçimlerin yaklaşık beş ay öne alınmasıyla ilgili bir anayasa değişiklik teklifini Meclise getirdi.
Öncelikle şunu söyleyelim: Seçimlerin önümüzdeki yıl, yani 2013 senesi 27 Ekim'inde değil, isterseniz bu Pazar günü de yapılmasına hazırız.
Yine arkadaşlarımızın verecekleri, hazırladıkları bir değişiklik önergesiyle de bu seçimlerin Ekim ayında değil, Mayıs ayında yapılmasını istediğimizi yine huzurlarınıza getireceğiz, getiriyoruz; biraz sonra görüşülecek, konuşulacak.
Sevgili arkadaşlar, birinci itirazımız şuna: Parlamentoda yapılan bütün işler bir oldubittiyle yapılıyor ve bu Parlamentonun esas görevi, esas işlevi oturup Türkiye'nin bütün meselelerini iktidarıyla muhalefetiyle müzakere etmek olmasına rağmen, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi, diğer muhalefet partilerini yok farz ederek, canı istediği zaman da biriyle veya birkaçıyla görüşerek paldır küldür bu yasaları getiriyor. Bu seçimlerin öne alınmasına, ilgili Anayasa değişikliği hazırlanırken de partimize hiçbir şekilde bir görüş sorulmadı, bir fikir alınmadı ve yine aynı şekilde bu Adalet ve Kalkınma Partisiyle bir muhalefet partisinin iş birliği şeklinde Meclise geldi. Bu demokratik teamüllere, Türkiye'nin barışına ve bu Meclisin işlevine aykırı bir davranıştır. Önce bunun altını çiziyoruz.
İkincisi, öne sürülen şartlar: "Efendim, mart ayından çıkıldığı vakit, martın sonuna doğru yapılacak bir seçim, kış sonrası bir seçim, şartlar müsait değil, onun için biz bunu sonbahara alıyoruz." gibi görünüşte gayet masum bir gerekçelendirme var, buna da kesinlikle inanmıyoruz. Biraz evvel de söylediğim gibi eğer kış şartlarını bahane ediyorsanız, sonbaharın 27 Ekimi de öyle çok rahat bir zaman değil, yağmurun çamurun başladığı bir dönem. Gelin bunu mayıs ayında yapalım. Esas sebebin de bu olmadığı kanaatindeyiz çünkü Cumhurbaşkanı olma sevdasına düşmüş bulunan Sayın Başbakan, ne pahasına olursa olsun Türkiye'nin bütün siyasi sorunlarını, seçimleri, Suriye'yle ilgili Tezkere'yi, hatta başkanlık sistemini ve daha aklınıza ne kadar şey geliyorsa, kendi önüne koyduğu siyasi hedef doğrultusunda planlıyor, zamanlamasını buna yapıyor. Diyebilirsiniz ki ne var bunda, yani gönlü böyle istiyorsa yapsın. Sevgili arkadaşlar, burası kimsenin kendi şahsi ikbalinin, kendi arzu ve isteklerinin yerine getirilme mekânı ve platformu değil. 75 milyonun menfaati, çıkarı, geleceği neyi gerektiriyorsa zamanlamanın da, planlamaların da, kanunların da, yönetmeliklerin de ona göre düzenlenme mecburiyeti var. Arka arkaya seçimler olacak; yerel seçimler var, Cumhurbaşkanlığı seçimi var, ondan sonra milletvekilliği seçimi var, belki bu arada bir yeni anayasa referandumu var. İşte bunların hepsiyle ilgili "Aman, bunlar bana bir zarar vermesin, benim siyasi ikbalim tehlikeye düşmesin, bunun zamanlamasını öyle yapayım, bu merdivenleri öyle çıkayım ki sağ salim hedefime varayım." diye bir zamanlama ve planlamayla karşı karşıyayız.
Bir diğer en önemli endişe de mart ayıyla ilgili olan endişedir. Mart ayı biliyorsunuz "nevroz" kutlamalarının yapıldığı bir aydır -21 Mart- ve bu dönemde bütün bir Kürt coğrafyası ayaktadır, coşku içerisindedir, bunun da hemen "nevroz" sonrası 26 veya 27 Martta yapılacak bir seçimin BDP'ye yarar sağlayacağı endişesi vardır. Buradan da çok açık bir ifadeyle meydan okuyoruz; bizim için bundan sonra her gün "nevroz"dur. (BDP sıralarından alkışlar) Yani seçimi hangi güne alırsanız alın, ne zaman yaparsanız yapın, isterseniz her sandığın başına bir tank koyun ki son milletvekili seçimlerinde polisler sandık başlarına kadar geldiler -yani bırakınız o yasal mesafeyi- yine de netice değişmedi, bu yerel seçimlerde de sonuçlar değişmeyecek. Bugün korktuğunuz ve endişe duyduğunuz ne ise başınıza gelecek; korkunun ecele faydası yok, bunu da burada söyleyelim.
Seçimlerin sağlıklı yapılması, seçim propagandalarının kışa gelmemesi gibi masumane bir gerekçeyle yine öyle bir tablo ortaya konuluyor ki sanki iktidar partisi sabah akşam "Aman, bu seçimler nasıl demokratik olur, nasıl rahat olur, nasıl güzel olur?" diye düşünüyor fikrine kapılabiliriz bir an için fakat işin gerçeğine baktığımız vakit, sevgili arkadaşlar, bunun kesinlikle böyle olmadığını görüyoruz. Son yirmi beş sene, hatta yirmi dokuz senedir, 1983'ün sonu, 1984'ün başından bu yana yerel seçimlerle ilgili çarpık kanunlar bugüne kadar düzeltilemedi. Ben burada iddia ediyorum, sayın milletvekillerine tek tek soralım -çok az bir kısmını tenzih ederim- büyük bir çoğunluğu bu Yerel Seçimler Kanunu'nda belediye meclis üyeleri ve il genel meclis üyelerinin nasıl hesaplandığını bilmiyorlar. Yüzde 10 oy her partiden siliniyor. Bakınız baraj yok, baraj değil. Aldığınız oylardan yüzde 10 siliniyor, yok farz ediliyor ve ondan sonra yeni bir hesaplama yapılıyor yani yüzde 20 oy alan bir partinin yanında yüzde 11 bir parti oy almışsa, normalde yüzde 20 oy alanın yüzde 11 oy alanın 2 misli kadar il genel meclisi veya belediye meclisi üyesi çıkarması lazım ama şu an yürürlükte olan kanuna göre yüzde 11'den 10 çıktığı vakit 1 kalıyor, yüzde 21'den 10 çıktığı zaman 10 kalıyor -1'e 10- 10 misli bir fark çıkıyor ortaya. İşte hesap bu. Bilen var mıydı, bilmiyorum. Tekrar tekrar söylüyorum, bilen çok az arkadaşımı tenzih ediyorum.
Peki, bu çarpıklıkları düzeltmeden, doğru düzgün bir seçim kanunu yapmadan, doğru düzgün bir siyasi partiler kanunu getirmeden neyin seçimini yapıyoruz? Tekrar, bundan önceki seçimler gibi "bul karayı, al parayı" misali bir kaptıkaçtılıkla yine temsildeki adaletsizliği devam ettireceğiz demektir bu neticeye göre.
Siyasi partilerin hazineden aldıkları yardımla ilgili hiçbir netice yok. Bakın, arkadaşlar -bu arkadaşlarımızın büyük bir kısmıyla Mecliste namaz kılıyoruz- şu an aldığınız paralar haram. Hazineden hazine yardımı alıyorsunuz. Diyelim ki 300 milletvekiliniz var, 327 milletvekiliniz var, bizim de 35 milletvekilimiz var, sizin onda 1'iniz kadar almamız lazım. 80 trilyon para alıyorsunuz ama bize bir kuruş yok. Bu çarpıklıklar düzeltilmeden, bunlar hakkında doğru düzgün bir düzenleme olmadan o zaman bu, "Efendim, biz seçimlerin doğru düzgün yapılmasını istiyoruz.", "Propaganda şartlarını düzenlemek istiyoruz.", "Kışa gelmesini istemiyoruz." gibi iyi niyetli gözüken bütün ifadelerin arkasında o meşhur "Kırmızı Başlıklı Kurt" hikâyesindeki gibi kendini sevimli gösteren bir kurt tablosu ortaya çıkıyor.
Sevgili arkadaşlar, yine bir diğer konu: Bakın, elimde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı vasıtasıyla verdiğim bir soru önergesi var, Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek'e. Sayın bakanlarımız da burada, dikkatlice dinlemelerini talep ediyorum, rica ediyorum, istirham ediyorum. Sorduğum soru bu. Bu yerel yönetimlerle ilgili, belediyelerin ve belediyelere bağlı iştiraklerin yani ASKİ, İSKİ, DİSKİ gibi vesaire, EGO gibi kuruluşların hazine kefaletiyle yurt dışından aldıkları kredi miktarı var.
Sorduğum soru gayet basit. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve iştiraklerinin 31/12/2011 tarihi itibarıyla kullandıkları hazine kefaletli dış kredi miktarı ne kadardır? Aynı şekilde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin kullandığı hazine kefaletli dış kredi miktarı ne kadardır? Basit bir soru. Cevap: Sayın Maliye Bakanımız sağ olsun, 13/04/2012'de cevap vermiş, kalem kalem, madde madde bunları sentine kadar yazmış.
Ankara Büyükşehir Belediyesinin bizzat aldığı 536 trilyon 472 bin 292,89 Amerikan doları, ASKİ'nin aldığı 213 trilyon -yani eski parayla- 223 bin 0,73,33 Amerikan doları ve yine, aynı şekilde, EGO'nun kullandığı 697 trilyon 444 milyon 740 bin 29 Amerikan doları. Toplam, ceman 1 katrilyon 447 trilyon -ve küsuratı var bunların toplamının- Türk lirası. Yani 1,5 katrilyon, 1,5 katrilyon?
NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) - Demin "Amerikan doları." diyordun.
ALTAN TAN (Devamla) - Gayet iyi dinleyin. Bakın, siyasi bir şey söylemiyorum, rakam veriyorum. 1,5 katrilyon, yuvarlak hesap. Ne demek bu? 1.500 trilyon. Peki, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ne kadar almış? 1.500 trilyona karşı yarım trilyon bile değil, yarım trilyon, 332 bin 716,78 Amerikan doları. İşte, buyurun. 4 bin misli kredi kullanmış, 4 bin misli. İşte, yerel seçim yapıyoruz, yerel seçimlere gidiyoruz. Ankara 4 bin kullanıyor, Diyarbakır'a 1 veriyorsun. Hazine yardımı yok. Yüzde 10'unu siliyorsun. Böyle bir seçim kanunuyla giriyorsun. "Dostlar alışverişte görsün." diye seçim yapıyorsun. Ondan sonra da diyorsun ki: "Diktatörlüklerde seçimler böyle oldu, filan yerde yüzde 99 çıktı, filan yerde yüzde 98 çıktı." İşte, burada da kibari bir ne var? Bunu söylemiyorum, parantezin içini boş bırakıyorum, size bırakıyorum. Rakamlar, belgeler Sayın Maliye Bakanımızın verdiği rakamlar.
Bütün bunları üst üste koyduğumuz vakit? Peki, ne söylüyoruz, ne istiyoruz? Şunu söylüyoruz:
1) Sevgili arkadaşlar, seçimleri istediğiniz en erken zamanda yapalım, itiraz yok.
2) Gelin, doğru düzgün bir siyasi partiler ve seçim kanunu yapalım.
3) Gelin, bu hazine yardımını düzenleyelim.
4) Bu yerel yönetimlerin birisine 1.500 trilyon, öbürüne yarım trilyonun da altında, çeyrek trilyon verecek bir haksızlık ortaya koymayalım. Bu Meclis bunların tamamını düzenlesin.
Yine, tekrar tekrar söylüyorum, canınız istediği vakit? Bunlar bir gecelik işler, bir gecelik.
Şimdi, yine, bu canınızın istediğine örnek: Yeni büyükşehirler kurulmasıyla ilgili bir kanun teklifi geldi Meclise. Yıllardır biz de bekliyoruz, fikir doğru, gidişat olumlu yani bu konuda bir itiraz yok -bölgesel yönetimlerin güçlendirilmesi- ama her zamanki gibi yine paldır küldür. Ben dün gece, üşenmedim -dün Meclise verilmiş, aldım- şu kadar bir kanun teklifi, okudum, inceledim. Benim uzmanlık alanım. Yetkiler ve sorumluluklar bile doğru düzgün tarif edilmemiş, bütçeden hangi kaynakları alacak doğru düzgün tarif edilmemiş. Yani öyle yükler konulmuş ki üzerine, bütün köy yollarından? Ki doğru bir düzenleme, bakın, tekrar söylüyorum yani amaç olarak gidişat doğru ama paldır küldür. İlçeler ayrılmış, yeni belediyeler kurulmuş, bir kısmı kaldırılmış.
E, peki, sevgili arkadaşlar, hani halk arasında bir şey söylerler, ya bu eroin midir, esrar mıdır, silah mıdır saklıyorsun. Yani sonuçta bu ülkenin gelişmesi için bir kanun teklifi hazırlıyorsunuz, bunu beş, altı, yedi aydır bu kadar gizli kapaklı, kapılar arkasında yapmanın bir anlamı var mı? Getirin sorun, danışın, kamuoyuna açın, tartışılsın; daha güzeli, en doğrusu ne ise onu beraber yapalım. Sizin getirdiğiniz o doğru şeye biz "Hayır." dersek, çıkın deyin ki: "Bakın kardeşim, biz bu kadar güzel şeyler yapıyoruz, bu adamlar da her şeye karşı çıkıyorlar."
Yine, aynı şekilde, bu yapılan düzenlemelerde, mesela 2003 senesinde Sayın Ömer Dinçer'in hazırladığı ve o dönem Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Meclisten geçmesine rağmen veto ettiği bir kanun var; hazırlanmış, Meclisten geçmiş. Bugün bu düzenleme o 2003'tekinin gerisinde. Yani bende o da var. Mesela 2003'teki düzenlemeye göre, sağlık hizmetlerinin, gençlik spor hizmetlerinin, yereldeki hizmetlerin önemli bir kesimi de yine o yerel yönetimlere veya yerel idarelere devredilmekte ama bugünkünde bu da yok. Yani yeni bir düzenleme yapıyorsunuz, 2003'ün gerisinde kalıyor. Valinin yetkisinde ne kalıyor? Emniyet müdürlerinin yetkisinde ne kalıyor? Seçilmiş bir büyükşehir belediye başkanı var iken ve bütün il sınırlarından oy almışken, tek bir meclis varken -ki tekrar söylüyorum, başta da söyledim, bunlar doğru- peki, valinin yetkisi ve formasyonu ne? Bunların hepsi birbirine karışmış durumdadır.
Sevgili arkadaşlar, eğer burayı bir noter gibi kullanırsak, işte, tenkit ettiğimiz, karşı çıktığımız Suriye'nin, Suudi Arabistan'ın, Katar'ın, İran'ın durumuna düşeriz. Yani "Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmiştir." veya "Kabul edilmemiştir." Memleketin bütün bir idaresini şekillendirecek bu düzenlemeleri bile yangından mal kaçırır gibi, detaya, özele, kılcal damarlara inmeden götürürsek, altı ay sonra bir daha kanunu değiştireceğiz, bir daha tartışacağız, tekrar tekrar.
Bunların olmaması için biz şunu söylüyoruz: Gelin, bütün bu meseleleri yani biraz evvel konuşmamın ilk bölümünde altını çizdiğim Seçim Kanunu'yla ilgili, hazine yardımıyla ilgili, propaganda yasakları ve şekilleriyle ilgili, yüzde 10 oyların silinmesiyle ilgili, yetki ve sorumluluklarla ilgili ne varsa bunları doğru düzgün konuşalım ve tartışalım. Bir komisyondan bunu aynı gece geçirdiğiniz vakit neyi tartışacağız biz ve nereye varacağız? 2003'ün gerisinde, kendi yaptığınız işin gerisinde bir şey getirirseniz siz nereye varacaksınız? Biz -tekrar söylüyorum sevgili arkadaşlar- eğer bunları bu şekilde doğru düzgün konuşamazsak bu kaos ve çelişkiler yumağı devam edecek.
Yerel yönetimlerde şu an Türkiye nüfusunun yüzde 75'i bu yeni kapsama giriyor yani 29 büyükşehir belediyesinin toplam nüfusu -yeni ilan edilenler tabii dâhil, hepsi- 56 milyon küsur. Bir ülkenin yani 75 milyonluk bir ülkenin 56 milyonunu yeni bir şekille idare etmeyi önünüze koyacaksınız, nüfusun yüzde 75'ine yeni bir perspektif sunacaksınız ama bu işi, böyle bildiğiniz gibi, baştan savma, dibini, başını, sonunu düşünmeden götüreceksiniz. Nereye varacaksınız? Kafa duvara çarpacak, bir daha geri döneceksiniz.
Sonuç olarak, şunu söylüyoruz: Gelin, seçimlerin öne alınmasıyla ilgili de, seçim kanunlarıyla ilgili de, bu son yerel yönetimlerle ilgili de doğru düzgün bir çalışma yapalım. Bu çalışmaya, biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak her türlü katkıyı sunalım, sunmaya hazırız. Bu ortaya koyduğumuz model Orta Doğu'ya da bir model olsun, yeni Orta Doğu federasyonuna, eyaletler birliğine bir ön hazırlık olsun ve yüzümüzün akıyla bunları, bu Meclisten geçirelim.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Tekrar ediyorum: İstiyorsanız bu pazar seçime hazırız, buyurun, hodri meydan!
Selamlar, sevgiler, saygılar.