| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 15.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'yla ilgili, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2013 bütçesi, AKP'nin geçtiğimiz on bir yıllık bütçeleri gibi sınıfsal tercihleri belirleyen özellikler içermektedir. AKP Hükûmeti bütçesinin, kuşkusuz sömürünün, savaşın, rantın, yoksulluğun bütçesi olacağı şimdiden anlaşılıyor.
Ülkede son aylarda savaş ve savunma maliyetinin giderek artmakta olduğu görülmektedir. Türkiye'nin son yıllarda dünyanın en fazla silahlanan ülkeleri arasında olduğu görülmekte. "Silahlanma, kriz, yoksulluk dinlemiyor." adı altında ülke kaynakları silah tekellerine aktarılıyor.
Maliye Bakanlığı verilerine göre, 2012 Temmuz, Ağustos aylarında bütçede silah araç gereç ve mühimmata yapılan harcamaların yılın ilk altı ayında yapılan toplam harcamaların üzerine çıktığı görülüyor. Bu yılın Ocak-Haziran döneminde güvenlik ve savunmaya yönelik malzeme, hizmet alımları tutarı toplamı 732,7 milyon lira. Bu harcamalar Temmuz ayında 473,5; Ağustosta ise 372,4 milyon lirayı bulmuş durumdadır.
Hâl böyle olunca, AKP Hükûmeti savaştan doğan bütçe açıklarını finanse edebilmek için bir elini emekçilerin cebine atıyor, diğer bir eliyle ise halkı vergilendiriyor.
Son aylarda iğneden ipliğe, doğal gazdan benzine, elektriğe, suya, ekmeğe kadar her şeyin zamlanması, "Bütçe açıklarını nasıl kapatırım?" telaşındandır.
"Peki, halkın cebinden zorla alınan bu vergiler nereye gidiyor?" derseniz sayın milletvekilleri, tabii ki bu vergiler yol, su, elektrik olarak halka dönmemektedir, Amerika'nın çıkarları uğruna bu kaynaklar silah tüccarlarının cebine akmaktadır.
AKP iktidarı, toplumun yoksullaşması, sofrasındaki ekmeğin küçülmesi pahasına büyük silah yatırımları yapıyor. 100 adet F-35 uçağı, insansız hava araçları, Deniz Kuvvetlerinde 24 bin tonluk bir uçak gemisi, saldırı helikopterleri, askerî uydular, füzeler, bombalar almak için kolları sıvamış durumda. Bu kadar silah almak ne işe yarar? Oysa, barış için bu kadar çaba sarf edilseydi silahlara gerek kalmayacaktı. Çünkü savaş; kandır, ölümdür, göz-yaşıdır.
Öte yandan, millî savunmaya ayrılan pay sadece silah alımlarıyla sınırlı değildir. Savunma sanayi alanında Türkiye hatırı sayılır silah üreten ülkeler arasına girmektedir. Bütün bu silahlanmanın, üretim faaliyetlerinin maliyeti halkın sırtından çıkmaktadır. Silahlanma bir avuç emperyalist ülkelerin dışında kimseye mutluluk, refah getirmediği gibi, aksine, silahlanan üçüncü dünya ülkelerinin ekonomileri dibe vurmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de ordu âdeta kapalı bir kutu gibidir. Ne olup bittiğini öğrenmek yasaktır. Ordunun harcamaları şeffaf değildir; ordu ne yer, ne içer kimse bilmemektedir. Anayasa'nın 160'ıncı maddesindeki değişikle TSK'ya ait olan silah, bina gibi taşınır, taşınmaz malların denetlenmesi üzerindeki gizlilik hükmü kaldırılmıştı. Bu durum bir olumluluktu. Taşınır, taşınmaz malların Sayıştay denetimine tabi olması planlanıyordu. "Sayıştay; bu Kanun ve diğer kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve kesin hükme bağlama işlerini yaparken işlevsel ve bağımsız olan bir kurumdur." şeklinde tanımlama yüzünden, Sayıştay denetçileri ordunun elindeki malların sayımını yapacak ve denetleyecekti ama askerî harcamalara ilişkin denetim raporlarının kamuoyuna açıklanması TSK'nın hazırlayacağı yönetmeliklere göre olacak. Ancak bu yasa işlemedi, askerî harcamalar hâlen gizli kaldı. Aslında, Sayıştay ordunun tüm harcamalarını denetim altına almalıdır. Ordu bu ülkenin bir kurumudur, bu kurum şeffaf olmalıdır, halka hesap verebilmelidir. Bu, demokrasinin ve demokratikleşmenin de bir gereğidir.
Değerli milletvekilleri, halkın vergileri savaşa, silaha, savunmaya aktarılmaktadır. AKP Hükûmetinin uyguladığı yanlış politikalar yüzünden toplum yoksullaşmaktadır. Vatandaştan toplanan vergiler, AKP'nin söylediği gibi, toplumun refahına değil, sermayeye, silaha, gaza, bombalara, ölüm makinelerine gitmektedir. Biliyorsunuz ki uygar dünyanın gözü önünde Türkiye tarihinin en büyük sivil katliamı yaşandı. 2011 yılında, Şırnak'ın Uludere ilçesinin Roboski köyünde savaş uçakları bir saat boyunca sivil, savunmasız köylüleri bombalamıştır. Bombalama sonucu 19'u çocuk 34 vatandaş bu katliamda hunharca öldürülmüştür. Ardından bir yıl geçmesine rağmen, soruşturmanın gizliliği bahane edilerek, hâlâ bu katliamın failleri açıklanıp yargı önüne çıkarılmamıştır. Bu da manidardır. Roboski halkı ve bizler bu katliamın faillerini, ardındaki zihniyeti elbette biliyoruz. Ne var ki Türkiye Parlamentosu sadece Roboski katliamıyla değil, bu coğrafyada yapılan tüm katliamlarla yüzleşmek ve hakikatleri açığa çıkarmak zorundadır. Artık Türkiye'de bu nesil bu günahları yaşayamaz ve bu ağır vebali taşıyamaz. Devlet, geçmişte eliyle işlediği toplumsal cinayetlerle hesaplaşmak, yüzleşmek zorundadır.
Değerli milletvekilleri, bu bütçe bu hâliyle, yoksulluğu, hukuksuzluğu, adaletsizliği giderek derinleştirecektir; eşitsizlikleri artıracaktır; emekçi sınıflara yönelik esnek, kuralsız çalışma yaşamını âdeta kural hâline getirecektir. Çünkü, AKP Hükûmeti, son on yıldır, sermaye kesimlerine sonsuz teşvikler ve muafiyetler sağlarken, emekçi sınıflarını ise açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm etmiştir. Yoksullaşan kitleler yaşanan örgütsüzlük ve çözümsüzlük ortamında AKP tarafından oy deposu olarak devşirilmeye çalışıldı. Bu politikalara karşı çıkan Kürtler, demokratik talepleri dile getiren, hak arayan, itiraz eden emekçi kesimler de organik kimyasal gazlarla bertaraf edildi ya da cezaevlerine atıldı. AKP Hükûmeti
toplumun konuşmasını, örgütlenmesini, söz söylemesini istememektedir. Halk demokratik taleplerini dile getirmekte zorlanmakta ve de kaygı taşımaktadır. Bu nedenle, devletin bu bütçede millî savunmaya bu kadar büyük pay ayırmasının ardında, antidemokratik, militarist anlayışı ve kronikleşmiş Kürt sorunu bulunmaktadır. Bu sorunu sivil hükûmetlerin çözmesi gerekirken askerlere havale etmesinin bir anlamı yoktur çünkü Kürt sorunu bir asayiş sorunu değildir, bir ekonomi sorunu değildir, siyasi bir sorundur. Bu devletin, vatandaşını düşman ilan etmesinin bir faydası da yoktur. Kürtler, Aleviler, kadınlar, işçiler, köylülerden yaşadığımız doğaya kadar her şey AKP Hükûmetinin "düşman" tanımlaması içindedir ya da ötekileştirmektedir. Bu anlayışın yanlış olduğunu ifade ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri zorunlu askerliktir. On beş aylık zorunlu askerlik bir eziyete dönüşmüş durumdadır. Bugün toplumda hiç kimse çocuğunu askere göndermek istememektedir. Türkiye'de bütün gençlerin askerliğe zorunluluk dışında gitmek istemediği ortadadır. Kuşkusuz, askere alımda da yaşanan eşitsizlikler, Türkiye'de otuz yıllık çatışmalı süreç, kışlalarda ölümler, toplumu giderek artan oranda askerliğe gitmeme ve askerliği reddetme noktasına getirmiştir. Avrupa'nın birçok ülkesinde zorunlu askerlik kaldırılırken Türkiye'de 760 binin üzerinde ordu besleme doğru bir yaklaşım değildir.
NATO'nun en büyük ordusu olmakla övünen iktidar çevreleri bu ordunun giderlerinin kimin cebinden çıktığını açıklamamaktadır. Kaldı ki zorunlu askere alınan Anadolu çocukları askerî bürokrasinin emrinde askerî orduevlerinde yer yer çalıştırılmaktadır. Toplumun askerliği reddetmesi demokratik ve insani bir haktır. Bu nedenle askerliğin zorunlu olmaktan çıkarılması herkes için hayırlısıdır.
Kuşkusuz, en acil yapılması gereken şey, atılması gereken adım, vicdani ret hakkının anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Hiç kimseye iradesi dışında askerlik hizmeti yaptırılmamalıdır ama Türkiye'de vicdani reddini açıklayanlar sürekli olarak askere alınıp bırakılmakta, askerî cezaevlerinde işkenceye maruz kalmakta, sosyal hayatta ikinci sınıf bir
vatandaş muamelesi görerek yaşamaya zorlanmaktadırlar. Oysa vicdani ret bir insani haktır. Parlamento bu sese kulak vermelidir, toplumun bu yönlü taleplerini ve isteklerini dikkate almalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetinin bütçesi, halktan en adaletsiz şekilde toplanan ağır vergilerin sermayedara, savaşa ve ranta aktarıldığı, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik başta olmak üzere, tüm kamu hizmetlerinin yok edildiği bir bütçedir. On yıllık iktidar tarihi boyunca Kürtlere kan kusturan, emekçileri sömüren, yoksulluktan başka bir şey sunmayan AKP Hükûmeti yıllardır topladığı vergilerle kendi otoriter, baskıcı ve sömürücü düzenini inşa etmiştir. Şimdi de ülkeyi Enver Paşa zihniyeti ile yeni maceralara sürüklemeye çalışmaktadır. Dün "dost",
Kuşkusuz ki bu ve benzeri operasyonların bedeli yoksul emekçi sınıflardan çıkmaktadır. Aslında 2013 yılı bütçesi AKP Hükûmetinin zihinsel dünyasını ifade etmektedir ya da sınıfsal tercihlerini hayata geçirmektedir. Son on yılda kazanımları uluslararası sermaye çevrelerine peşkeş çekmiştir. Ayrıca yollar, limanlar, fabrikalar, iletişim, enerji alanları, orman arazileri, sularımız ve daha sayamadığımız birçok kamusal kazanımlar sermaye kesimlerine yok pahasına satılmıştır.
Değerli milletvekilleri, peki, AKP Hükûmeti bu paraları ne yapmıştır?
İçeride ve dışarıda savaş politikalarında ısrar eden AKP hükümeti tüm kaynakları savaşın hizmetine sunmuştur. İçeride ise baskıcı ve otoriter gücünü büyüterek toplumsal yapıyı susturup ülkeyi bir polis devletine dönüştürmüştür.
Şüphesiz ki bu baskı aygıtı, halktan toplanan vergilerle bu hâle getirilmiştir.
Hükûmet, Kürt sorununda demokratik çözüm yerine silah ve şiddetteki ısrarını sürdürmektedir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, muhalif olan herkesin baskı altına alındığı, diz boyu hukuksuzluğun egemen olduğu ülkemizde cezaevleri binlerce öğrenci, gazeteci, sendikacı, akademisyen ve siyasi tutuklularla doldurulmuş vaziyettedir. 2016 yılına kadar 200 binin üzerinde insanın kalabileceği sayıda cezaevi yapılmasının ardındaki zihinsel gerçek budur.
Değerli milletvekilleri, geçenlerde söyleniyordu: "Bu ülke bir NATO toprağı değildir." deniliyordu. Evet, "NATO toprakları değildir." deniliyordu biz hepimiz kızıyorduk. Evet, "NATO ülkesi veya NATO topraklarıdır." denildiğinde ülke bir baştan bir başa kiralanmıştır. Bugün, İzmir'de kurulan NATO karargâhı? NATO'nun 2'nci büyük havaalanı ana jet bakım üssü olarak kullanılmaktadır. Türkiyeli yetkililer NATO'dan sivil uçuşlara açılması için Afyonkarahisar NATO Üssünü talep etmiştir ancak NATO kabul etmemiştir.
İncirlik Hava Üssü NATO'nun en önemli bölgesel bir depo üssüdür. Adana'ya 10 kilometre uzaklıkta bulunan üs, Akdeniz'e 56 kilometre uzaklıktadır. ABD Hava Kuvvetleri 39. Jet Üssü burada görev yapmaktadır.
Şile Üssü Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır.
Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak Savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS'lar burada üslenmiştir.
Balıkesir'de 9. Hava Jet Üssü ortadadır.
Muğla'da Aksaz Deniz Üssü, Ankara Ahlatlıbel, Amasya Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır Pirinçlik, Eskişehir, İzmir Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas Şarkışla, İskenderun, Ordu, bir baştan bir başa NATO tarafından kiralanmış topraklardır.
Şimdi de NATO'ya bir kurtarıcı bir gözle bakılıyor. Oysa ki NATO hiçbir zaman bir kurtarıcı olmamıştır. İşte Afganistan'ın deneyimi ortadadır. Burada ne yapılmıştır? Orada Müslüman bir ülke Müslüman kardeşlerini öldürmüştür. Şimdi de Suriye'ye yönelik böyle bir çalışma hazırlığı içerisindedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Devamla) - İnsan kendi dağlarını, ovalarını bombalayarak, vatandaşını öldürerek sorunu çözebilir mi? İşte bu askerî eski karargâhları yaptığınız yerlerde birçok insanımız yaşamını yitirmiştir.
Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
BAŞKAN - Sayın Zenderlioğlu, teşekkür ediyorum efendim.