| Konu: | CHP'Lİ BELEDİYELERİN ALMAN VAKIFLARINDAN KREDİ ALARAK TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM ETTİKLERİ İDDİASINDA BULUNDUĞU HÂLDE, BUNU İSPATLAMADIĞI VE BÖYLELİKLE ÜSTLENDİĞİ GÖREVİ YERİNE GETİRMEDİĞİ İDDİASIYLA, BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN HAKKINDA ANAYASA'NIN 99'UNCU VE İÇ TÜZÜK'ÜN 106'NCI MADDELERİ UYARINCA BİR GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN 11/4 ESAS NUMARALI GENSORU ÖNERGESİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 25.11.2011 |
BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Alman vakıflarıyla ilgili açıklamaları nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında vermiş olduğu gensoru hakkında söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bildiğimiz gibi, Başbakan Erdoğan 29 Eylül 2011 tarihinde, Makedonya dönüşünde, uçakta gazetecilere şöyle bir cümle kullanmıştı: "Özellikle Alman vakıflarının bölgedeki faaliyetleri çok dikkat çekici. Bu tür vakıflar özellikle CHP'li ve BDP'li belediyelerle kredi sözleşmeleri yapıyor. Bu kredi sözleşmelerini yapmakla kalmıyorlar, hangi müteahhitlere iş vermeleri, iş yapmaları gerektiği konusunda işaret veriyorlar. Bu yolla resmen PKK'ye para gönderiyor bu vakıflar." Yani, BDP'li belediyelerin Alman vakıfları yoluyla kredi sağladıkları ve bu kredileri de PKK'ye aktardıkları yönünde çok ciddi ithamlar var.
Yine aynı röportajda Başbakan tarafından Hakkâri Belediyesine devlet tarafından 17 trilyon gibi bir paranın aktarıldığını, bu paranın belediyecilik hizmetleri dışında farklı amaçlar için kullanıldığını belirtiyor.
SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen sessiz olalım. Salonda büyük bir uğultu var. Hatibi dinleyelim lütfen, Sayın Hatibi.
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Aynı şekilde, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve diğer belediyelerde örgüt elemanlarının belediye kadrolarında yer aldığına dair istihbaratlarının olduğunu kesin bir dille vurguluyor.
Değerli milletvekilleri, her şeyden önce şunu belirtmek istiyorum ki bu iddiaların tamamı asılsız, gerçek dışı ve mesnetsiz iftiralardır.
Şimdi, bu iftiralarla ilgili konuşmama geçmeden önce, Türkiye-Almanya ticari ilişkileri hakkında birkaç bilgi vermek istiyorum: 2003 yılından bu yana Türkiye'nin Almanya'ya ihracatı toplam ihracat içerisinde yüzde 16'lık bir payı oluşturuyor.
Yine, Türkiye'nin Almanya'dan ithalatının ise toplam ithalat içerisindeki payı yüzde 13'ü buluyor.
Yine, Almanya-Türkiye ekonomik iş birliği çerçevesinde son yıllarda Türkiye'de Almanların hibe ve kredi destekleriyle 400 proje uygulanmıştır. Bunun toplam parasal hacmi 4,5 milyar avro olarak gerçekleşmiştir. Bunun 4,3 milyar avrosu koşullu kredi olarak verilmiştir.
Değerli milletvekilleri, yine Türkiye Hükûmetine 1 Ocak 2011 tarihinde, Alman Uluslararası İşbirliği Kuruluşu ile teknik iş birliği kapsamında 277 milyon avro tutarında geri ödemesiz hibe yapılmıştır. Bu anlaşmada belediyelerde ulaştırma, çevre, altyapının desteklenmesi, özel sektör ve KOBİ'lerin desteklenmesi ve kapasite teşvik programları bu ikili iş birliğinin öncelikli alanları olarak belirlenmiştir.
Şimdi, bu düzeyde önemli ticari ilişkilerin olduğu Almanya'ya ait vakıfların Türkiye aleyhine PKK'ya para aktardıkları iddiasının mantığını anlamak mümkün değildir. Eğer böyle bir mantık doğru ise Almanya ile her yıl artan düzeyde ticari ilişkileri biz nasıl açıklayacağız? Kaldı ki burada belediyelere hibe ve kredi sağladığı iddia edilen bir gizem verilerek bahsedilen kurumlar Alman Kalkınma Bankası ve Alman Kalkınma Ajansıdır. Yani Alman Hükûmetinin yetkilendirmiş olduğu kurumlardır. Bu kurumların dışında, Türkiye'de, özellikle sivil toplum örgütleri, insan hakları kurumları, araştırma enstitüleri ve meslek odalarıyla ortak çalışmalar yürüten Heinrich Böll Vakfı gibi bazı vakıfların da siyasi parti ayrımı yapmadan AB tarafından finanse edilmiş bazı projeleri yerel yönetimlerle beraber yürüttükleri bilinen bir gerçekliktir. Nitekim, bu vakıflardan Heinrich Böll Vakfı Başkanı Ralf Fücks ve Dufner, Türkiye temsilcisi Dufner, yaptıkları açıklamalarda, Türkiye'de bu çalışmaları yürüttüklerini ve bu kapsamda AKP'li yerel yönetimlerle de çalıştıklarını net bir şekilde ifade etmişlerdir. Yine, Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl, Alman Kalkınma Bankası ile Uluslararası İşbirliği Kurumun Alman Federal Hükümeti adına yaptığı bütün yardımların AKP Hükûmetinin bilgisi dâhilinde olduğunu açıklamıştır. Pohl, kredilerin sadece BDP'li belediyelere değil, AKP'li belediyelere ve yerel yönetimlere verildiğini de net bir şekilde ifade etmiştir.
Bakın, Pohl'ün kullanmış olduğu cümleleri sizlerle paylaşalım: "Alman Kalkınma Bankası ve Uluslararası İşbirliği Kurumu, Alman Hükûmeti adına, yüz yirmiden fazla ülkede mali ve teknik iş birliği projeleri gerçekleştiren önemli kuruluşlar arasındadır. Alman Kalkınma Ajansı, Türk devlet kurumlarının başvuruda bulundukları projeleri de yürütmektedir. Projeler, Türk bakanlıklarının ve kurumlarının iş birliğiyle yürütülmektedir. Proje başvuruları ve projelerin uygulama aşamaları Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Çevre ve Dışişleri bakanlıklarının bilgisi dâhilinde gerçekleşmektedir. Sadece Diyarbakır'da değil, Kayseri'de de atık su projesi gerçekleştiriliyor." Bu, Alman Büyükelçisinin kendi cümleleriyle buradan size ifade ettiğim bir değerlendirmedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de bulunan üç bin beş yüz belediyenin birçoğu bu kredilerden ya yararlanmış ya da hâlen yararlanmak için bir çaba içerisindedir. Bu Alman kurumları, özellikle altyapı projeleri, kapasite artırım projeleri ve kadınlara destek gibi toplumsal projelere hibe ve kredi vermektedir.
Şimdi, BDP'li belediyeler aracılığıyla PKK'ye para aktarma iddiasında bulunan Başbakanın partisine mensup birçok belediyenin bu kredi ve hibelerden faydalandığını biz biliyoruz, örneğin Bursa tramvay projesi, örneğin Galata Köprüsü projesinde AKP'li belediyeler bu fonlardan yararlanmışlardır. Aynı şekilde, Kayseri Belediyesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Malatya ve Denizli belediyelerinin de aynı şekilde projeleri birlikte yürüttükleri ve bu portföyün büyüklüğünün 700 milyon euro civarında olduğu bilinmektedir.
Değerli milletvekilleri, Alman Kalkınma Bankasının yakın zamanda devam eden projeleri ise hâlâ Samsun, Van, Batman, Siirt, Trabzon, Antalya, Diyarbakır ve İzmir belediyeleriyle kredi anlaşmaları şeklinde devam etmektedir.
Bakın, bu verilen kredilerle ilgili birkaç somut bilgiyi ben burada sizlerle paylaşmak istiyorum. AKP'li Urfa Belediyesi, 2006-2008 yılları arasında atık su fizibilite çalışmasını Alman Kalkınma Bankasıyla ortak bir çalışmayla yürüttü.
SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, saygıya, adaba davet edin!
BAŞKAN - Bir saniye Sayın Milletvekili, bir saniye?
SIRRI SAKIK (Muş) - Bu kadar saygısızlık olur mu ya, bir hatibi dinleyin ya.
BAŞKAN - Sayın bakanlar, lütfen 3'üncü defa oldu. Sayın milletvekilleri, lütfen oturur musunuz. Lütfen, Sayın Başkan?
Buyurun Sayın Milletvekili.
İDRİS BALUKEN (Devamla) - AKP'li Muş Belediyesi, altyapı çalışmaları için 70 milyon liraya denk gelen bir kredi ve hibe sözleşmesini imzaladı. Siirt'in AKP'li Belediye Başkanı Mervan Gül, 2007 yılında Alman Kalkınma Bankası ile Siirt'in altyapısı için 32 milyon euro'luk kredi ve hibe sözleşmesini imzaladı. Bu verilen kredilerin nereye gittiğini merak ediyorsanız, Siirt halkıyla bir diyalog sağlayın. Yine Kayseri Belediyesi, atık su arıtma tesisi için 25 milyon euro kredi kullandı. Adana Büyükşehir Belediyesi, 99 ve 2004 yılları arasında Alman Kalkınma Bankasından 55 milyon dolar kredi ve hibe kullandı. Van Belediyesinin AKP'li Başkanı Burhan Yenitürk döneminde Alman Kalkınma Bankasından 11,5 milyon euro'luk kredi ve hibe kullanıldı. Nevşehir, Avanos, Ürgüp ve Göreme'yi içine alan, on bir ilçeyi kapsayan içme suyu projesi 22 milyon euro kredi karşılında Alman Kalkınma Bankasından sağlandı.
Şimdi ben size bu listeyi saatlerce uzatabilirim. Burada elimde resmî rakamlar da var. Bunun için Avrupa Birliği Bakanlığının sitesine girmeniz yeterlidir. Ama bütün bu veriler ortadayken, bu konuyla ilgili dünyayı sanki yeniden keşfediyormuş gibi medya ve Başbakanın bu konuyu gündemleştirmeleri ve buranın üzerinden partimize yönelik suçlamalarını kabul etmek mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, bu tablo şöyle bir gerçekliği de açığa çıkarıyor: Hükûmetin ve İller Bankasının sorumlulukları ve yükümlülükleri yerine getirmesi ve belediyelere kredi olanakları açması durumunda Türkiye'de hiçbir belediyenin yurt dışında kredi veya hibe peşinde koşmasına gerek kalmayacağı gibi bir gerçeklik var önümüzde.
Değerli arkadaşlarım, tüm bu projelerin onaylanma merkezi Hazine Müsteşarlığıdır. Aynı şekilde paranın çıktığı yer yine Hazine Müsteşarlığıdır. Alman Kalkınma Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası, Türkiye'nin üç büyük bankası olan İş Bankası, Garanti Bankası ve Şekerbank'la iş birliği yapmaktadır. Bütün bu projelere başlayabilmek için ilk koşul hükûmetler arasında sözleşme imzalanmasıdır. Bu mantıkla, velev ki iddiaların doğru olduğunu kabul edelim, yani Alman kurumları aracılığıyla PKK'ya para aktarıldığını kabul etsek bile burada sorumluluğun yine AKP'de olduğu gibi bir gerçeklik önümüze çıkıyor. Çünkü söz konusu Alman kurumlarından hibe ve kredi almanın ilk yolu, tekrar altını çizmek istiyoruz ki hükûmetler arasındaki uluslararası sözleşmeden geçiyor.
Bu konuyla ilgili bu iddialardan sonra bugüne kadar ortaya konan tek bir somut delil yoktur. Belediyelerimiz hakkında somut tek bir belge, tek bir yargılama sürecinin olmaması bile bu iddiaların iftiradan öteye geçmediğini gözler önüne sermektedir.
Değerli milletvekilleri, bir başka iddia Hakkâri Belediyesiyle ilgilidir. Başbakanın iddiasına göre "Hakkâri Belediyesine 17 trilyon para aktarılmış. Bu para farklı yerlere gönderilerek belediyecilik alanında kullanılmamış." diye bir iddia var. Bakın, bu iddianın özü şudur: Başbakan, seçim mitingi öncesinde gittiği Hakkâri'de gazetecilerin bulunduğu bir ortamda Hakkâri Belediyesine 13,5 trilyon bir yardımın tahsis edildiğini belirtiyor. Ancak bu tahsis edilen 13,5 trilyonun 2,8 trilyonu yine İller Bankası tarafından kesiliyor, kalan 10,7 trilyon ise hiçbir şekilde Hakkâri Belediyesine gönderilmiyor. Tahsis edilmiş ve aylık ödeme planları şeklinde gönderiliyor.
Bakın, geçen ay Hakkâri Belediyesine gönderilen miktar 600 milyar TL'dir. Sadece Hakkâri Belediyesinin aylık personel giderleri 700 milyar TL'dir. Yani, gönderilen bu parayla bırakın birtakım hizmetler ortaya koymayı ya da belediyecilik alanında bazı projeleri yerine getirmeyi ya da farklı bir yerlere para aktarmayı, personel giderlerini karşılamak bile mümkün olmamaktadır.
Bakın, bu konuyla ilgili ilk iddia ortaya atıldığı zaman biz bir basın açıklaması yaptık ve Başbakanı, 17 trilyonu hangi banka kanalı aracılığıyla, hangi kamu kurumu aracılığıyla Hakkâri Belediyesine göndermişse, ispata davet ettik. Eğer ispat etmezse kendisini müfteri olarak ilan edeceğimizi belirtmemize rağmen, bugüne kadar Başbakan hiçbir belgeyi kamuoyuna açıklayamamıştır.
Değerli milletvekilleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesiyle ilgili iddialara gelmek istiyorum. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde ve diğer belediyelerde örgüt elemanlarının çalıştığını iddia etmek, sadece bu belediyelere yönelik siyasi soykırım operasyonlarına meşru bir zemin hazırlamanın kılıfıdır. Zaman içerisinde bunu daha net biçimde ortada gördük.
Şimdi, biz Diyarbakır Büyükşehir Belediyesiyle ilgili yaranın nereden geldiğini biliyoruz. 2009 yerel seçimi öncesinde Başbakan, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini, alınmasını en fazla istediği belediye olarak tüm Türkiye kamuoyuna deklare etmişti. Buna hepimiz şahitlik yaptık. Bizler de o dönem, bu deklarasyona karşılık "Diyarbakır, özgürlüğün ve demokrasinin kalesidir." diyerek açıkça bir demokratik mücadele çağrısında bulunmuştuk.
Bizim bu manifesto çıkışımıza karşı, atom karıncasını da yanına alarak Diyarbakır'a giden Başbakanın seçimde yaşadığı hezimeti hepimiz biliyoruz. O hezimeti kolay kolay unatamayacağını tahmin edebiliyorduk.
Başbakan, o gün atom karınca ile yapamadığını, bugün Belediyeye istihbarat böcekleri sokarak yapmaya çalışıyor. Olayın özeti budur. (BDP sıralarından alkışlar)
Ama şunu belirtelim ki Atom karınca nasıl ki Diyarbakır surlarından geri döndüyse, aynı şekilde bu istihbarat böceklerinin yürüttüğü politika da o şekilde Diyarbakır surlarından geri dönecektir.
Değerli arkadaşlarım, bu kadar önemli iddialara Başbakanın bir delil sunmasını bizler beklerken, Güney Afrika gezisi öncesi Atatürk Havalimanı'nda bir cevap verdi. Bu cevapta da aslında Başbakanın elinde hiçbir belge olmadığı, daha önce medyada yayınlanmış birtakım haberlere dayanarak bu iddiaları ortaya koyduğu, hem CHP'ye hem BDP'ye "Siz kendiniz belediyelerinizle ilgili bir çalışma yürütün, bir zemin oluşturun, gerekirse bana dönersiniz, ben de size yardım ederim." gibi anlaşılmaz bir tavır içerisinde kamuoyunu yanıltmaya çalıştı.
Biz bu tutumu, iddiaların asılsızlığını kamuoyundan gizleme, tartışmaları zamana yayarak gündemden düşürmeye yönelik acemi bir politik hamle olarak değerlendirdik.
Değerli milletvekilleri, buradan Başbakana tekrar çağrıda bulunmak istiyoruz: Bu ciddi iddialarınızı kanıtlamak zorundasınız. Aksi takdirde, tüm bu iddialarınız altını dolduramadığınız çelişkili açıklamalar olarak tarihteki yerini alacaktır.
Siyasi tarihimizde Başbakanın çelişkili açıklamalarına alışkınız. Bakın, bu çelişkili açıklamalardan dış politikayla ilgili olan birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha önce Kaddafi'den İnsan Hakları Onur Ödülü alan Başbakan, 1 Mart 2011 tarihinde gazetecilerin soruları üzerine Libya'ya müdahale konusunda şunları söylüyor: "Libya halkının cezalandırılması anlamına gelecek her türlü yaptırım ve müdahale büyük ve kabul edilemez sıkıntılara sebep olabilir. Şimdi, bize basın mensupları soruyor, çok enteresan: `NATO Libya'ya müdahale etmeli midir?' Böyle bir saçmalık olur mu yahu! NATO'nun ne işi var Libya'da? NATO, mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması hâlinde böyle bir şey gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya'ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın, Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez."
Tabii, NATO'nun müdahalesinden sonraki süreci de hepimiz biliyoruz. Çantalarla Libya'ya giden milyonlarca dolarlarla Dışişleri yetkililerinin kameralara vermiş olduğu pozlar sadık Amerikan tarihine altın harflerle yazılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu çelişkili açıklamalara bir pencere de Suriye'yle ilgili politikalarla açmak istiyorum. 2 Temmuz 2010 Halep Üniversitesinin Başbakana fahri doktora unvanı verdiği törende Erdoğan konuşuyor: "Ben, şahsım ve ülkem adına iki ülkenin bu yakınlığından gurur duyuyorum. İnanıyorum ki başta Değerli Kardeşim Sayın Esat olmak üzere tüm Suriye halkı da şahsımın bu duygularını paylaşıyor, bizlerle aynı gururu duyuyorlar. İşte, onun için diyorum ki: İstanbul, Antep, Urfa, Mardin gibi Şam, Halep, Lazkiye aynı kültürün, aynı kardeşlik ikliminin şehirleridir. Sevgili Kardeşim Esat ile bu kardeşlik iklimini geliştirmek için büyük gayret sarf ettik." 21 Kasım 2011'de ise aynı Başbakan şunu söylüyor: "Suriye'de haklarını isteyen, daha insanca bir yaşam talep edenlere karşı tankların, topların, silahların ateşlenmesini asla ve asla insani görmüyoruz. Eğer sen bir lider olarak kendine inanıyorsan, kendine güveniyorsan sandıkları açarsın, herkes sandıklara yürür. O sandıklar seni iktidara getiriyorsa iktidar olursun ama tanklarla, toplarla iktidar bir yere kadar. Gün gelecek sen de gideceksin çünkü o koltuklar baki değil, o koltuklar geçicidir."
Şimdi, buradaki "Suriye" kelimesini kaldırıyoruz, başına Türkiye getiriyoruz, bu belediye başkanlarımıza yönelik tutuklamaları da hatırlatarak bu paragrafı sizlerden tekrar değerlendirmenizi rica ediyoruz.
SIRRI SAKIK (Muş) - Bin kere ayıp. İdris Bey, dön arkaya konuş, dön, dön. O saygısızca davrananlara söyle. Böyle bir şey olur mu?
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Biz kendi söyleyeceklerimizi buradan söyleyelim. Onlar zaten asılsız iddialar ortaya atıp altını doldurmamakta da maharetli sayılırlar. O yüzden, biz konuşmamıza devam edelim, dinleyip dinlememe veya cevap verme onların bileceği iş.
Değerli arkadaşlarım, zaman yeterli olmadığı için sadece şunu söylemek istiyorum: Başbakanın bütün bu iddialarından sonra, 29 Eylül 2011'den sonra partimize yönelik siyasi soykırım operasyonları artarak devam etmiştir. Akademisyen, yazar, aydın, sanatçı dinlemeden demokrasi ve özgürlük güçleri sindirilmek istenmiştir. En son yapılan tutuklama furyasında 47 avukat arkadaşımızın da bulunduğu yüzlerce kişi yine gözaltına alınmıştır. Hâlen 6 milletvekilimiz, 25 belediye başkanımız, 81 belediye meclis üyemiz, 17 il genel meclis üyemizin aralarında bulunduğu 4.500 BDP'li siyasetçi tutukludur. Bunların detaylarına girmeden Başbakanın belediyelerimize karşı kin ve nefret dolu yaklaşımına sadece bir Van örneği vermek istiyorum.
Van'ın geçirdiği doğal afeti hepimiz biliyoruz. Altyapısı tamamen harap olmuş bir kentte hâlen Van Belediyesine aktarılan ödeneklerden yüzde 40 kesintiler yapılıyor. Bugüne kadar Van'a aktarılan paralardan Van belediyesine bir tek kuruş bile aktarılmamıştır. Van'a aktarılan paranın büyük çoğunluğu Emniyet Müdürlüğüne, Millî Eğitime ve diğer kamu kurumlarına aktarılırken Van Belediyesiyle ilgili hiçbir iyileştirme projesi ortaklaştırılmamıştır.
Bakın, biz buradan Sayın Başbakana seslenmek istiyoruz: Van Belediyesiyle uğraşacağınıza "Evlerinize güvenle dönebilirsiniz, şu anda deprem açısından en güvenli il Van'dır." diyen, keşke Erdoğan Bayraktar'la uğraşmış olsaydı ya da?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Peki, ben zaman yeterli olmadığı için bazı bilgileri geçiyorum.
Ancak CHP'nin Başbakan hakkında vermiş olduğu gensoruyu desteklediğimizi ve lehinize oy kullanacağımızı belirtmek istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)