GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:46
Tarih:20.12.2012

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2011 Mali Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı'nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına görüşlerimizi sizlerle paylaşmak üzere huzurlarınızdayım. Öncelikle ve bu vesileyle hepinizi, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, değerli arkadaşlar, yaklaşık on günden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bütçe kanun tasarısı ve kesin hesap kanun tasarısının görüşmelerini gerçekleştiriyoruz. Gerçekten, bu süreç zorlu bir süreç; daha önceki görüşmeler, hazırlık çalışmaları, komisyonda yapılan yoğun görüşmeler, müzakereler ve akabinde yaklaşık on günden beri Genel Kurul'da yapılan bu müzakerelerden de biliyoruz, görüyoruz ki bütçe müzakereleri gerçekten zor bir süreç. Aynı zamanda, bütçe müzakerelerinin yapıldığı bu platform, bu arena son derece -kullanılması hâlinde- önemli bir platform ve arena. Her şeyden önce hükûmet için uygulamalarının, icraatlarının hesabını verdiği, muhasebesinin yapıldığı, vermek durumunda olduğu bir alan, bir arena ve aynı zamanda, yine hükûmetin bu çerçevede, hesap verme çerçevesinde yaptıklarını anlattığı, icraatlarını kamuoyuyla paylaştığı bir arena; aynı zamanda, gelecekle ilgili projelerini, projeksiyonlarını, düşüncelerini, planlarını ortaya koyduğu, kamuoyuyla paylaştığı, âdeta kamuoyunun ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunduğu bir arena.

BAŞKAN - Sayın Canikli, bir dakikanızı rica edeyim.

Değerli arkadaşlarım, çok uğultu var. Ben şahsen, konuşulanları anlamakta zorlanıyorum, eminim ki sizin için de öyledir. Sükûneti muhafaza edersek bu görüşmeleri daha verimli bir şekilde sürdürme imkânımız olur.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, iktidar için önemli, biraz önce arz etmeye çalıştım; her şeyden önce hesap vermesi gerekiyor, yaptıklarının hangi anlamda, ne derece doğru, yerinde olduğu, olmadığı konularında kendisini anlatması gerekiyor.

İktidar için önemli ama aynı zamanda, en az iktidar kadar, bu platform, bu kürsü muhalefet için de son derece önemli. Muhalefet için de? Muhalefet, esasında iktidara aday bir siyasi organizasyondur, öyle bir iddiasının olması gerekir, son derece doğaldır bu; aksi hâlde, muhalefet olmanın bir gereği olmaz. Dolayısıyla, muhalefetin de kendisi iktidara geldiğinde neler yapacağını, bu konudaki vizyonunu, projesini, projeksiyonunu ortaya koyması için de bulunmaz bir fırsattır. Eğer var ise, ürettiği herhangi bir şey var ise; eleştirdiği konularla ilgili kendisinin ne yapacağını, nasıl sorunu çözeceğini ortaya koyması açısından da son derece önemlidir.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Ondan şüpheniz mi var Nurettin Bey? Ondan şüpheniz mi var? Ondan şüpheniz mi var, "Var ise." diyorsunuz?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet, şüphem var, şüphem var değerli arkadaşlar.

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, siz tecrübeli bir parlamentersiniz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Ama "Var ise?" Sayın Başkan, "Var ise." ne demek! Var tabii.

BAŞKAN - Müsaade ederseniz, ondan sonra sizin adınıza konuşacaklar var. Yani daha, işe böyle başlarsak bu beş altı saatlik müzakereyi nasıl götürürüz? Rica edeceğim, yapmayın.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ben aslında söylemek istemiyordum ama madem ısrar ettiniz: Şüphem var, evet, şüphem var. Neden şüphem var? Çünkü şu on günde burada muhalefetten duymamız gereken, bu anlamda, kendisinin iktidar olması hâlinde ülkeyi nasıl yöneteceğine, hep eleştirdiği hususlarla ilgili kendisinin nasıl bir model ortaya koyacağına ilişkin -kusura bakmayın, bunu söylemek durumundayız- en ufak bir şey duymadık arkadaşlar.

ENVER ERDEM (Elâzığ) - Ne zaman geldin sen? Bütçe görüşmelerine katıldın mı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Tamam, eleştireceksiniz; elbette eleştirilecek, ondan yana hiç kimsenin bir itirazı olamaz, ağır da eleştirilecek. Muhalefet, eleştirmek için? En önemli görevlerinden bir tanesi odur, yani kamu adına eleştirmek. Onu yapıyorsunuz, ondan yana problem yok, fazlasıyla da yapıyorsunuz ama bunun yanında doğal olarak otoyol projesini eleştiriyorsunuz -örnek olarak söylüyorum- AK PARTİ hükûmetlerini eleştiriyorsunuz ya da iktidarın sosyal politikalarını. Ama kendiniz eleştirdiğiniz bu projenin yerine ne koyacaksınız? Alternatifiniz nedir?

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Bütçeyi görüşmeye gel.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - On günden beri izliyoruz değerli arkadaşlar. Aklınızda bir şey var mı? Soruyorum hepinize. Benim aklımda yok, hepsini dinledim, çok dikkatli bir şekilde dinledim. Sadece eleştirmekle olmaz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Kesin hesapta harcamanın hesabını vereceksiniz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, çok âcizane bir tavsiyede de bulunmak istiyorum: Bugüne kadar bu millet, Türk milleti, hiçbir siyasi organizasyonu sadece eleştirdiği için iktidar yapmamıştır. Mutlaka ortaya bir şeyler koymanız gerekir, vatandaşı ikna etmeniz gerekir. Gerçekten, vatandaşı, iktidara geldiğinizde daha iyi yöneteceğiniz konusunda ikna etmeniz gerekir, bunun için de projeler ortaya koymanız gerekir; sadece eleştiriyle olmaz.

Bakın, hatırlar mısınız rahmetli Turgut Özal'la -yanlış hatırlamıyorsam- rahmetli Necdet Calp arasında. Boğaz Köprüsü'nün satılması konusunda bir tartışma vardı. Bunlar Türkiye için yeniydi. Sayın Özal "Ben bunu finansman imkânı sağlamak üzere ortaklık, gelir ortaklığı olarak özelleştireceğim." demişti, Sayın Calp da "Ben sattırmam." demişti; hatırlarsınız. Bakın, ikisi de bu çıkışlarından dolayı kamuoyundan puan aldılar. Bakın, ikisi de bir şeyler sunuyor, ikisi de bir şeyler söylüyor, ikisi de proje sunuyor topluma. Diyor ki: "Ben buradan bir finansman sağlayacağım ve başka yatırımların finansmanı için kullanacağım." Öbürü de diyor ki?

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Bütçeyi anlat, bütçeyi.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, bir icraat ortaya koyuyor, diyor ki: "Hayır, ben de sattırmayacağım." Bir şeyler söylüyor; doğru, yanlış; katılırsınız, katılmazsınız ama milletin önüne bir icraat ortaya koyuyor. Elin taşın altına sokulması anlamına gelebilecek bir şeyler söylüyorlar. Yapmaya çalıştığımız budur, söylediğimiz budur. Bu da doğaldır arkadaşlar, bunu eleştirecek bir şey yok. Yani iktidar eleştirilecek, iktidar hesap verecek, vermek zorunda, veriyor?

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Hükûmet sensin. Sana akıl verecek olan biz miyiz?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - ?ama muhalefet de kendi vizyonunu, dağarcığındakini, iktidar olduğunda ne yapacak, ülkeyi nasıl kalkındıracak; eğer büyüme oranını beğenmiyorsa, faiz oranından memnun değilse faiz oranını daha nasıl düşürecek, büyüme oranını daha nasıl yükseltecek somut olarak belgeleriyle, bilgileriyle ikna edici bir tarzda ortaya koymak zorundadır. Onu söylemeye çalışıyorum. Bu anlamda, burası son derece önemli bir platformdur.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Bedelini ödersen yaparım danışmanlığını Canikli. Sen boş ver onu, Başbakanın mantığı o.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Ama on günlük müzakerede "eleştiri" kısmı tamam, muhalefet bu görevini yaptı, yapıyor ama vizyonuyla ilgili, projeksiyonuyla ilgili bu görevinden maalesef istenilen performansı yerine?

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Hani kesin hesap?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - ?getiremediğini ben şahsen düşünüyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Hesap nerede, hesap?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, neyi tartışıyoruz esas itibarıyla burada, buralarda?

BÜLENT BELEN (Tekirdağ) - Bütçe görüşmelerinde yoktun zaten, nereden biliyorsun?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hükûmetin hesap verme çerçevesinde ekonominin iyi yönetilip yönetilmediğini tartışıyoruz. Sonuç itibarıyla bütün bu tartışmaların ana konusu bu yani bu soruya cevap bulmaya çalışıyoruz. Gerçekten AK PARTİ hükûmetleri, Hükûmet, iktidar ekonomiyi iyi yönetiyor mu, yönetmesi gerektiği şekilde yönetiyor mu? Bunu bulmaya çalışıyoruz. Peki, bunun ölçüsü nedir yani nasıl biz bunu anlarız, nasıl ölçeriz bir ekonominin iyi yönetilip yönetilmediğini? Tabii, birçok kriter var ama en önemlisi, en can alıcı soru büyümedir. Ekonomide temel hedef, büyümenin gerçekleştirilmesi. Hükûmetlerin en önemli görevi bu yani toplumdaki üretilen, ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin artırılması, çoğaltılması, toplumun zenginleştirilmesi; temel amaç bu. Herhangi bir tartışma var mı? Yok. Başka şeyler de var elbette tek başına yetmez ama en temel olanı bu. Önce, hükûmetin, hükümetlerin, ekonomi yönetimlerinin ekonomiyi büyütmesi gerekiyor, daha çok mal ve hizmet üretir hâle getirmesi gerekiyor. Şimdi, Hükûmet bu konuda "Evet, bu açıdan bakıldığında ben son on yılda hiçbir dönemde, hiçbir on yıllık dönemde görülmemiş derecede bu ülkede büyümeyi sağladım." diyor, rakamlar da veriyor; biraz sonra konuşacağız, paylaşacağız. Hatta, Hükûmet diyor ki: "Bu süre içerisinde -yani benim iktidar olduğum bu dönem içerisinde- on yılda yüz yılın en büyük krizine rağmen, global krize rağmen, benden kaynaklanmayan, tamamen bizim dışımızdan ihraç edilen, Türkiye'ye gelen ama etkileyen nedenlerden dolayı, ona rağmen on yılda ekonomiyi, üretimi, millî geliri reel olarak 3 kat artırdım, dolar bazında 3 kat artırdım. 230 milyar dolarlardan 770 milyar dolarlara çıkardım." diyor. Doğru mu bu rakam? Doğru, herhangi bir problem yok. Aynı şekilde bunu kişi başına da dönüştürdüğünüzde aynı gelişmeyi yani kişi başına millî geliri de 3 katı artırdığını görüyoruz. Bu önemli bir rakamdır, gerçekten çok önemli bir rakamdır. Ortalamasını aldığınız zaman da on yıldaki büyüme oranı yüzde 5,1'dir.

Şimdi, buraya kadar problem yok ama muhalefet diyor ki: "Hayır, bu büyüme oranı yeterli değildir." Birinci itirazı bu. "Büyüme oranı yeterli değildir, daha da fazla yüksek büyümenin sağlanması gerekirdi." diyor. Hatta, bu tezini teyit etmek için de Türkiye'nin geçmiş dönemlerindeki büyüme oranlarıyla bir kıyaslama yapıyor.

Şimdi, diyor ki? Mesela, bakın, Sayın Kılıçdaroğlu'nun bütçenin açılış konuşmasında bu konuyla ilgili bir açıklaması var, aynen okuyorum hiç değiştirmeden. Biraz önce ifade ettim, bu dönemde yani on yıllık dönemde Türkiye 5,1 büyüdü. "Krizlere rağmen, sıkıntılara rağmen bu çok ciddi bir büyüme oranıdır." diyor Hükûmet ama muhalefet diyor ki: "Hayır, bu yeterli değildir." Gerekçe olarak da yani muhalefetin bu büyüme, bu millî gelir artışını yeterli bulmadığının gerekçesi olarak da 1946-2002 arasındaki büyüme oranını gösteriyor Sayın Kılıçdaroğlu. Bütçe konuşmasında aynen şunu söylüyor: "1946-2002 arasında, 2 dünya savaşına, darbelere rağmen, moratoryumlara rağmen Türkiye ekonomisi yıllık olarak yüzde 5,2   -yıllık bazda ortalama yüzde 5,2- büyümüştür." diyor Sayın Kılıçdaroğlu aynen. "Dolayısıyla, Hükûmetinizin yüzde 5,1'lik büyümesi başarı değildir." diyor. Rakamları değerlendireceğiz ama ondan önce bir yanlışı düzeltmemiz gerekiyor. Benim bildiğim kadarıyla, 1946'yla 2002 arasında 2 tane dünya savaşı olmadı hatta 1 tane bile olmadı. Yani, 1945 İkinci Dünya Savaşı'nın bittiği yıl ama Sayın Kılıçdaroğlu'nun -aynen okuduğum için- ifadesi böyle. Muhtemelen, "Zor şartlara rağmen yani 1946-2002 arasında, 2 tane dünya savaşına rağmen, ihtilallere rağmen, moratoryumlara rağmen bu hükûmetler geçmişte bu büyüme oranını yakaladı ama siz on yılda yakalamadınız." diyor ama düzeltmemiz gerekiyor. Düzeltme yapıyorum sadece, ifade aynen Sayın Kılıçdaroğlu'nun metninden alındı. Yani, 1946'yla 2002 arasında dünya savaşı falan yok; 1 tane de yok, 2 tane de yok. Önce onu düzeltelim.

İkincisi: Şimdi, bakın, 1946'yla 2002 arasındaki toplam ortalama yıllık büyüme -düzeltilmesi gereken bir şey daha var- yüzde 5,2 değil, yüzde 5,12. 5,12; evet, aynen öyle, tek tek rakamların hepsi burada. 1948'li, 1968'li yılları dışarıda tutuyoruz çünkü o yıllar endeksin başlangıç yılları. Geriye elli beş yıl kalıyor. Elli beş yılın kümüle büyüme oranı da yüzde 282. Yüzde 282'yi 55'e böldüğünüz zaman -yani yıl sayısına- yüzde 5,12'yi bulursunuz. Demek ki Sayın Kılıçdaroğlu'nun yüzde 5,2 olarak verdiği 1946-2002 arasındaki büyüme oranı doğru değil, doğrusu yüzde 5,12. Bu önemli.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Büyük bir fark yok Sayın Canikli, büyük bir fark yok.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Neden önemli? Şunun için önemli: Bakın, şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu bir rakam bulmaya çalışıyor, bir rakam bulacak; on yıllık AK PARTİ hükûmetlerinin büyüme oranı 5,1 ya, onun üzerine çıkacak bir kombinasyon bulmaya çalışıyor fakat bulamıyor, bulunamıyor, yok yani, çünkü gerçekten, hangi ölçüyü, hangi başlangıcı alırsanız alın, bunun üzerinde bir büyüme oranı yok. Onun üzerine çıkarmak için, yanlışlıkla diyelim tırnak içerisinde, 5,12'yi 5,2 olarak zikrediyor ki AK PARTİ'nin büyüme oranının, ortalama büyüme oranının üzerine çıksın ama çıkmıyor, çıkmıyor: 5,12. Bunu da düzeltelim.

Üçüncüsü, bakın, daha önemlisi, değerli arkadaşlar, neden 1946'yla 2002 arası alınıyor? Neden, mesela, 1940 alınmıyor, 1941 alınmıyor? 1940 ve 1945 İkinci Dünya Savaşı yılları. Tahmin edersiniz ki bu yıllarda ekonomi dibe vuruyor; bütün dünyada; Türkiye'de de, bütün dünyada da ekonomi küçülüyor. Savaş sonrasında ise, dibe vurmuş ekonomiler âdeta şahlanıyor. 1946'daki büyüme oranı ne kadar, biliyor musunuz? Yüzde 31,9. Evet, yanlış duymadınız. 1946'daki büyüme oranı bir yıllık büyüme oranı yüzde 31,9. Sayın Kılıçdaroğlu bu tarihi esas alıyor, dedim ya 5,2'nin üzerinde bir rakam bulmaya çalışıyor. Yani diyoruz ya, AK PARTİ diyor ki: "Ben on yılda, hiçbir dönemde görülmemiş bir büyüme sağladım; kesintisiz bir şekilde, istikrarlı bir şekilde, on yıllık süre içerisinde ortalama 5,1'lik bir büyüme sağladım." Şimdi, bunun üzerinde bir büyüme rakamı bulmaya çalışılıyor ya, 1946 yılı esas alınıyor. Neden? Çünkü o yıl, ekonomi, biten savaşın da etkisiyle dibe vurmuş ekonominin savaş sonrası şahlanmalarının bütün dünyada etkisiyle bir yılda yüzde 31,9 oranında büyüyor. Dolayısıyla, bu tarihi esas alıyor, bu tarihin alınmasının hiçbir anlamı yok.

Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki: "2 tane savaş vardı bu dönemde." Hadi, bırakalım, 1 tane savaşı koyalım. Ne yapalım? 1940'tan başlatalım. Hadi onu da bırakalım, daha objektif, daha gerçekçi bir tarih veriyorum ben size: 1938, bir anlamı var, 1938. Neden? Sorumluluğun büyük oranda o tarihten itibaren sadece ve sadece Cumhuriyet Halk Partisine, ekonomi yönetimi dâhil olmak üzere, geçtiği yıl 1938. O tarihten başlatıyoruz, onun bir mantığı var. Yani savaş döneminin eksi büyümelerini de hesaba katıyor; savaş sonrası büyümesinin şahlanmasını, büyük orandaki büyümeyi de dikkate alıyor; 31,9'u da dikkate alıyor.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Ne yapsın, hiçbirini dikkate almasın mı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Nitekim, bakın, 1940'ta ekonomi yüzde 4,9 küçülüyor; 1941'de 10,3 küçülüyor; 43'te 9,8; 44'te 5,1; 45'te 15,3. Neredeyse, savaşta ekonomi yarı yarıya küçülüyor, bunları dikkate almıyor ama savaş sonrasının o büyüme oranı dikkate alıyor. Hepsini harmanlıyoruz yani lehte, aleyhte, nötr olabilmek için savaş döneminin küçülmelerini, savaş sonrasının yüksek oranlı büyümelerini de dikkate aldığımız zaman karşımıza çıkan tablo şu: Altmış dört yıllık, yani 1938 ile 2002 arasındaki Türkiye'nin yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4,1 değerli arkadaşlar; 4,1. Yani AK PARTİ döneminin ortalama büyümesinden neredeyse 1 puan daha az; dolayısıyla altında, aşağısında; altmış dört yıllık ortalamayı dikkate alıyorum bakın.

Başka bir kriter daha alalım, 1980'le 2002'yi alalım. O neden? Çünkü dataların daha sağlıklı olmaya başladığı, ekonominin dışa açıldığı bir dönemdir, bu yönüyle anlamlıdır. 1980 ile 2002, yirmi üç yıllık dönemin ortalamasını alalım, ortalama büyümeyi alalım. Orada da büyüme yıllık ortalama yüzde 3,3. Yine, AK PARTİ'nin büyüme oranının altında.

Hangisini alırsanız alın, arkadaşlar, ister yan yana toplayın ister alt alta koyun, ne yaparsanız yapın AK PARTİ'nin on yıldaki sağladığı yüksek oranlı büyüme başarısını yakalayamıyorsunuz. Yani bu nedir? Bu yapılan, kusura bakmayın ama rakamlara işkence ettirmektir.

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Sizin yaptığınız.

NURETTİN CANİKLİ  (Devamla) -  Aynen öyle, rakamlara işkence ettirmektir yani herhâlde rakam, rakam olalı böyle zulüm görmemiştir değerli arkadaşlar. Yani, böyle bir değerlendirme olur mu? 1946'dan alıyorsunuz, ona rağmen 5,1 çıkınca 5,2'ye çıkartıyorsunuz; o da tutmuyor, yine başka birtakım rakamlarla çok farklı şeyleri kabul ettirmeye çalışıyorsunuz; bunlar doğru değil.

Şimdi, bir de son olarak şunu yapalım: Acaba Cumhuriyet Halk Partisinin tek başına iktidar olduğu dönemde büyüme ne olmuş? Bu da belki bazı arkadaşlarımızın aklına gelmiştir. 1978-1979'da rahmetli Ecevit'in, tek parti, tek başına CHP'nin Genel Başkanı olarak iktidar olduğu dönem. 1978-1979 yıllarında iki yılın ortalaması binde 3,5; birinci yıl yani 1978'de yüzde 1,2 büyümüş, ikinci yıl yani 1979'da eksi 0,5 küçülmüş. Bu da Cumhuriyet Halk Partisinin tek başına iktidar olduğu iki yılın ortalaması, binde 3,5. Yani AK PARTİ'nin büyüme oranının neredeyse on beşte 1'i, ortalama olarak on beşte 1'i. Bu tabloyu da ben?

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - On yıllık değil mi?

NURETTİN CANİKLİ  (Devamla) -  Bunların hepsi kesin rakamlar yani hiç?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Bizimkiler yalan, seninkiler kesin(!)

NURETTİN CANİKLİ  (Devamla) -  Zaten kimsenin de bu rakamlara "Yanlıştır, efendim doğru değildir." deme durumu söz konusu değil çünkü hiçbir şekilde tevil edilecek veya başka anlamlara çekilebilecek bir rakam değil bunlar.

Dolayısıyla, bakın şimdi, ortaya çıkan tablo şu: On yılda AK PARTİ hükûmetleri bütün sıkıntılara rağmen, gerçekten, bizden kaynaklanmayan krize rağmen? Kriz bizden kaynaklanmadı, kriz gelişmiş ülkelerden kaynaklandı; bizi etkiledi. Neden? İhracatımız yoluyla etkiledi. Türkiye'nin ihracatı bir anda yüzde 22 oranında azaldı, başta OECD ve Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere. Neden? Çünkü İngiliz vatandaşının serveti azalınca satın alma gücü düştü; aynı şekilde Fransız'ın, bütün OECD ülkelerinin, bütün AB ülkelerinin, Amerika'nın. Ve o insanların satın alma gücü düşünce bu insanlar daha az satın almaya başladılar ve bizim ihraç ettiğimiz ürünler de bundan nasibini aldı. Bizimle hiçbir alakası yok; bizim ürettiğimiz politikalarla, AK PARTİ hükûmetlerinin uyguladığı politikalarla hiçbir alakası yok ve buna rağmen, bakın yüz yılın gördüğü en büyük krize rağmen? Avrupa hâlen yanıyor, hâlen krizin etkilerini tam olarak ortadan kaldıramadı, atamadı hem büyüme anlamında hem işsizlik anlamında, her anlamda; aynı şey Amerika için de geçerli. Buna rağmen, yüzyılın en büyük krizine rağmen, e-muhtıralara rağmen, kapatma davalarına rağmen, ciddi çalkantılara rağmen AK PARTİ hükûmetleri net bir şekilde, tartışmasız bir şekilde, on yılda ortalama olarak 5,1'lik büyümeyi sağlamış ve üç yılda millî geliri reel olarak 3'e katlamıştır değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun altının çizilmesi gerekiyor; bunun kamuoyuyla, hepinizle paylaşılması gerekiyor.

Şimdi, daha sonra, bazı arkadaşlar, muhalefete mensup arkadaşlar diyorlar ki: "Büyüme köpüklüdür." Ha, şimdi, büyümeyi kabul ettiler. Eğer birisi "Büyüme köpüklüdür, büyüme sanaldır, büyüme fiktiftir." diyorsa demek ki büyümeyi kabul etti. Tamam, bu noktaya geldik şu anda. Zaten biraz önce rakamlarla da çok net bir şekilde ortaya koydum. Hangi dönemi alırsanız alın, hangi kombinasyonu alırsanız alın bu on yıllık dönemin başarısına, büyüme noktasında ulaşmanız, bu rakamı yakalamanız mümkün değil, çok net bir şekilde. Şimdi, deniyor ki: "Efendim, tamam, büyüme var, ekonomi büyümeyi sağlamıştır ama köpüklüdür, reel değildir, fiktiftir ve ithalata dayanıyor." Bakalım gerçekten öyle mi? Yani bu tür, konusu ekonomi olan, ekonomiyle ilgili iddiaların mutlaka datalarla, rakamlarla desteklenmesi gerekiyor. Böyle, ulu orta bunlar söylenmez, datalarla desteklenmediği zaman da bunun hiçbir anlamı olmaz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, önce, somut anlamda yatırım harcamalarına bakalım. Yatırım varsa, yatırım yapılıyorsa üretim vardır, büyüme vardır. Doğru mu? Doğru. Tabii, büyüme rakamlarına bakarken hem kamunun yatırım rakamlarına bakacağız hem de özel sektörün yatırım rakamlarına bakacağız. Tekrar söylüyorum: Yatırım var ise, yatırımın varlığını tespit edebilir, ortaya koyabilirsek büyüme, kalkınma ve zenginleşme beraberinde gelir. Şimdi, devraldığımızda, bir yılda Türkiye ekonomisinde yapılan yatırımların nominal değeri o günkü rakamlarla 60 milyar lira. Bunun yaklaşık 17,3 milyar lirası kamu tarafından yapılmış, devlet tarafından, devletin kuruluşları tarafından; 42,7 milyar lirası da özel sektör tarafından yapılmış. Ne kadar? 60 milyar lira. Peki, bu rakam şu anda ne kadar? Bu rakam şu anda yaklaşık 319 milyar lira değerli arkadaşlar; yani devraldığımızda, on yıl önce Türkiye'de yapılan toplam yatırım miktarı 60 milyar lira, şu anda 319 milyar lira. Ne demektir bu? Yaklaşık 5 kattan daha fazla bir artış söz konusu. Bu dönemde enflasyonun yani on yıllık dönemde üst üste toplam olarak enflasyonun yaklaşık yüzde 140 olduğunu dikkate alırsanız, yüzde 140, 5 kat artış, yüzde 431'lik yatırım artışı reel anlamda çok ciddi bir artıştır. Ekonomi tarihinde çok ortaya çıkmaz bunlar değerli arkadaşlar, çok ülkelerde görülmez. Bu da net, kesin, tertemiz, tartışmasız rakamlardır. Yani 60 milyar lira yatırım yapılırken -kamunun ve özelin- şu anda 319 milyar lira yatırım yapılıyor. Dolayısıyla büyümenin finansmanı için yatırım yapılması gerekir. Öyle değil mi? Hatta şu soru sorulabilirdi: Tamam, büyüme rakamlarını falan ortaya koydunuz ama gerçekten bunu destekleyecek diğer datalarla uyumlu mu bu büyüme rakamları? Evet, uyumlu, yatırım rakamlarıyla uyumlu. 60 milyar liradan 319 milyar liraya çıkması toplam yatırımların, 5 kattan fazla oranda artması yatırımların, büyümenin fiktif olmadığının, köpüklü olmadığının, reel olduğunun en önemli göstergelerinden bir tanesi.

Ha "Bu yetmez." diyorsanız yani "Bu bizi ikna etmez, bu rakam yetmez." diyorsanız başka rakamlara da bakalım değerli arkadaşlar; daha somut şeylere bakalım, üretilen şeylere bakalım, toplumun çokça ürettiği, ekonomide üretilen mal ve hizmetlere bakalım. Mesela, bakın, çok kullanılan, ekonomide önemli paya sahip olan mallar seçilmiştir bu karşılaştırma yapılırken. Biz devraldığımızda bir yılda üretilen toplam buzdolabının sayısı 1 milyon 88 bin, değerli arkadaşlar, 1 milyon 88 bin; 2012'nin Eylül ayı itibarıyla bu rakam 7 milyon 160 bine çıkmıştır. Çamaşır makinesi -çok hızlı geçiyorum- 823 binden 5 milyona çıkmıştır yıllık üretim. Bulaşık makinesi 281 binden 2 milyon 900 bine çıkmıştır. Fırın 340 binden 10 kat artışla 3 milyon 332 bine çıkmıştır. Otomobil 259 binken 600 bini aşmıştır. İç hat yolcu sayısı 8,7 milyondan 59,7 milyona çıkmıştır. Dış hat yolcu sayısı 25 milyondan 62,1 milyona çıkmıştır.

Bunlar somut şeyler değerli arkadaşlar. Yani eğer gerçekten üretim somut değilse, reel değilse, köpüklü ise bu artışları, bu televizyon artışını yani 1 milyondan 7 milyona çıkan televizyon artışını nereye koyacaksınız, nasıl izah edeceksiniz?

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Borçla, borçla?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aynı zamanda tüketilende bakın, hem üretim? Üretim var, bunlar Türkiye'de kurulu fabrikalarda üretildi arkadaşlar. Üretim ne demek? Burada üretildi, bu millet tarafından üretildi, bu milletin fabrikaları tarafından üretildi. Eğer bu büyüme köpüklü ise, bu büyüme sanal ise 800 binden 500 milyonu aşan çamaşır makinesinin üretimini nasıl izah edeceksiniz, nereye koyacaksınız, nereye sığdıracaksınız?

Değerli arkadaşlar, aynı şekilde, 280 binden 3 milyona çıkan bulaşık makinesi, 340 binden 3,5 milyona çıkan fırın üretimini, keza bakın 8,5 milyon tondan 16,7 milyon tona çıkan süt üretimini nereye sığdıracaksınız eğer gerçekten bu üretim olmamışsa, bu üretim sanalsa? Aynı şekilde, yılda 160 bin olarak üretilen konut üretim adedinin 600 bine çıkarıldığını dikkate aldığınızda bu 600 bin konut üretimini ne yapacaksınız, nereye sığdıracaksınız, nasıl izah edeceksiniz?

GÖKTÜRK-2 uydusunu nereye koyacaksınız değerli arkadaşlar? ALTAY tankını nasıl izah edeceksiniz?

MUHARREM İNCE (Yalova) - GÖKTÜRK-1'in yanına koyarız.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Evet.

ATAK helikopterini ne yapacaksınız, nereye sığdıracaksınız? Türkiye'de dizayn edilen ilk millî savaş gemisini ne yapacaksınız?

Evet, GÖKTÜRK-2 Uydusunu uzaya gönderdik, şu anda yörüngesinde. Doğru, Türkiye'ye sığmadı.

Savunma sanayinde yüzde 25 olan yerli üretim oranının yüzde 54'e çıkmasını nasıl izah edeceksiniz eğer gerçekten üretim fiktifse değerli arkadaşlar? Hayır, üretim fiktif falan değildir; rakamlarla, yatırım rakamlarıyla, üretim rakamlarıyla çok net bir şekilde ortaya konulduğu gibi hepsi gerçektir, hepsi reeldir, hepsi de Türk milletinin, şu anda vatandaşlarının evlerinde kullanılıyor; hem üretiyorlar hem de tüketiyorlar. Yani şu soru da sorulabilir: Üretilmiş ama Türk milleti tüketiyor mu bunları, vatandaşımız tüketiyor mu? Evet, hem üretiyor hem de tüketiyor. İşte refah bu zaten değerli arkadaşlar, refah bu, zenginlik bu. Zenginliğin ölçülerinden bir tanesi de harcamadır. Dolayısıyla, eğer öyle derseniz bu üretimleri hiçbir yere sığdıramazsınız.

Eğer bu dediklerimiz doğruysa, gerçekten ekonomi büyüyorsa, üretim artıyorsa bunun uluslararası alanda da göstergelere, rakamlara yansıması gerekir, öyle değil mi? Evet. Yani diyoruz ki: Şu anda Türkiye 17'nci büyük ekonomi, 17'nci büyük ekonomi. Peki, daha önce nasıldı? Daha önce şöyleydi, bakın: Devraldığımızda Türkiye dünyanın 24'üncü büyük ekonomisiydi. 24'üncü büyük ekonomisi, şu anda 17'nci büyük ekonomi. 7 basamak birden ilerlemiş değerli arkadaşlar, 7 basamak birden ilerlemiş. İlerlemeye de devam edecek. 2023 hedefimiz de Türkiye'nin en büyük ilk 10 ekonomi içerisine sokulmasıdır, bunu da başaracağız. Neden biliyor musunuz? AK PARTİ hükûmetleri bunu da başaracak çünkü 24'ten alıp 17'ye düşüren -ilerleten daha doğrusu- AK PARTİ hükûmetleri bunu da başarabilecek güçtedir çünkü geçmişine baktığınız zaman bunu başarmıştır. Dolayısıyla, çok rahat, net bir şekilde bu hedefe de ulaşacağını söylemek yanlış olmaz.

Şimdi, tam bu noktada Sayın Kılıçdaroğlu'nun yine bütçenin açılış konuşmasında yaptığı konuşmada bir bölüm var, onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki: "Sayın Başbakana sorayım: Sayın Başbakan, biz 1987 yılında 14'üncü büyük ekonomiydik. Şimdi 17'nci. Neden geriye gidiyoruz? Hani ekonomi çok iyiydi? Kimin döneminde geriledik? Devri iktidarınız döneminde geriledik." Aynen ifadeleri bu. Ben önce inanamadım "gerçekten böyle mi yazıyor diye. Okudum okudum, aynı şekilde. Ya arkadaşlar, biz 1988'de iktidara gelmedik ki, AK PARTİ 2002 yılında iktidara geldi. Yani "1987 yılında 14'üncü büyük ekonomiydik şu anda 17'nci büyük ekonomi; sorumlusu sizsiniz, sizin döneminizde geriye gitti." diyor. Böyle karşılaştırma olur mu değerli arkadaşlar?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Siz nasıl karşılaştırma yapıyorsunuz?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Onun üzerine diyorum rakamlara işkence ediliyor, rakamlara Çin işkencesi.

Doğrusu ne biliyor musunuz? Doğrusu şu: 1987'de 14 -15 aslında ama hadi 14 olduğunu kabul edelim- 1987'den 2002'ye kadar yani biz iktidara gelene kadar, AK PARTİ hükûmetleri iktidara gelene kadar 14'ten 24'üncülüğe geriliyor Türkiye. Sonra biz alıyoruz, AK PARTİ hükûmetleri, bu kadro devralıyor, sonra ne yapıyor? 24'ten 17'ye ilerletiyor değerli arkadaşlar, tablo bu. 

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Bir gecede mi?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Nasıl geriye gitmiş? Kim geriye götürmüş? Bunun AK PARTİ hükûmetleriyle ne alakası var Allah aşkına, soruyorum? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, tekrar rica ediyorum. Bulunduğunuz yerden laf attığınız takdirde burada arzu edilmeyen hususlar oluyor. Bugünkü konuşmaların şöyle bir dengeli sıralaması var: Şimdi, Sayın Canikli'den sonra 3 siyasi parti grubumuz adına söz alacak değerli konuşmacılar. Konuşmalarda eleştirilecek yan varsa, yanlış yan varsa bunları grup sözcülerimiz dile getirecektir. Hassaten rica ediyorum, bu yılın son müzakeresini yapıyoruz, böyle bir kolaylığı birbirimize tanıyalım, rica ediyorum.

Buyurun Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet, ekonomi büyüdü. Büyüme sağlam, büyüme reel, ortaya koyduk. Bu, önemli, gerekli, elzem ama yetmez değerli arkadaşlar. Bu büyüme sağlanırken, ekonomi büyütülürken, mal ve hizmet üretimi artarken dağıtımın da, dağılımın da adil olması gerekir. Bu da en az millî gelirin artırılması hedefi kadar önemlidir ve kutsaldır. Yani, gelir dağılımının da, bu artırılan millî gelirin daha adil bir şekilde topluma dağıtılması gerekir. Peki, bu açıdan ne olmuş, buna bakalım. Hükûmetler gelir dağılımını etkilerler, bütçe yoluyla etkiler. Çünkü neden? Her yıl üretilen toplam millî gelirin yaklaşık yüzde 25'i bütçe yoluyla toplanır toplumdan, tekrar dağıtılır. Dolayısıyla, bütçe hükûmetler için son derece önemli araçlardır bu politikalarını hayata geçirmek açısından. Peki, bakalım ne olmuş o açıdan bakıldığında? Şimdi elimizdeki ilk rakam şu?

Tabii, yine rakamlarla konuşacağız, konumuz ekonomi, ekonomi ile rakam yan yana, ayrılmaz bir parça, bütün, onun için rakamlarla konuşacağız. Tekrar şunun da bir altını çizerek vurgulamakta fayda var: Bu rakamların hiçbir tanesi bizim dönemimizde üretilmeye başlanmadı. Hem kendileri hem de hesaplanma biçimi, hepsi, tamamı daha önceki dönemlerde uygulanmaya başlanmış, hesaplanmaya başlanmış, yöntemi de belirlenmiş olan datalardır. Biz de aynı şekilde kullanıyoruz, hiçbir değişiklik yapmadık. Yani elmayla elmayı karşılaştırıyoruz.

Bakın, devraldığımızda toplumun en zengini ile en fakiri arasındaki fark, kat 9,5 kat idi. Toplumun en zengini ile en fakiri arasında 9,5 kat zenginlik, fakirlik farkı vardı. Bugün itibarıyla -daha doğrusu, en son bu konudaki rakam yayını 2009 sanıyorum- bu oran, bu kat 8'e düşürülmüş yani zenginle fakir arasındaki uçurum azaltılmış, 9,5 kattan 8,5 kata düşürülmüş. Nitekim, baktığınız zaman toplumun en fakir yüzde 20'sinin -devraldığımızda- millî gelirden aldığı pay yüzde 5,3'ten şu anda 5,8'e yükselmiş; aynı şekilde, toplumun en zengin yüzde 20'sinin millî gelirden aldığı pay da yüzde 50,1'den yüzde 46,4'e gerilemiş. Hangi rakamı alırsanız alın. Bu noktada son olarak şunu söyleyeyim: 2002-2009 yılları arasında da Türkiye'de sayısında 6 milyonluk bir azalma meydana gelmiştir -kesin, net rakamlar- fakir 6 milyon fakir azalmıştır 2002 ve 2009 yılları arasında. 4,3 doların altında günlük gelir elde edenler 2002 yılında yüzde 30 iken -aynen öyle, evet- bugün yüzde 2,79'a düşürülmüştür.

Bütün bunlar gösteriyor ki değerli arkadaşlar, tartışmasız bir şekilde AK PARTİ hükûmetleri on yıldır ekonomiyi büyütüyor. Dünyada ve Türkiye'nin geçmiş dönemlerinde örneği görülmeyecek tarzda yüksek oranda büyütüyor ama aynı zamanda, bunu yaparken de gelir dağılımını daha adaletli hâle getiriyor. Şunu söylemiyoruz; "Şu anda da gelir dağılımı adaletlidir, yeterlidir." Demiyoruz; elbette demiyoruz, daha yapacak çok iş var. Ama önemli olan şu: Bizim devraldığımız tarihe kadar gelir dağılımı sürekli bozuluyor, sürekli bozulma trendinde, AK PARTİ hükûmetleri iktidara geldikten sonra önce duruyor, sonra gelir dağılımı düzelmeye başlıyor. Önemli olan da budur ve trend bu şekilde. Sadece 2008 ve 2009 yılındaki kriz dönemi hariç gelir dağılımı düzelmeye devam ediyor. Belli bir mesafe alınmış, alınmaya da devam edecek.

Büyük toplumsal olaylarda çok büyük değişimler elbette zaman ister değerli arkadaşlar, ama bu sürece girilmiştir. Yani, AK PARTİ hükûmetleri ismindeki "adalet" kavramının gereğini, gerçek anlamda, rakamlarla, çok net bir şekilde uygulamaya koymuş, hayata geçirmiş olan bir siyasi partidir; bu rakamlar bize bunu gösteriyor.

Şimdi, bakın, bunlar yapılıyor, bir de değerli arkadaşlar, bu büyümenin başka bazı şeylere de yansıması gerekir. Mesela, işsizliği azaltması gerekir, büyüme varsa işsizlik azalır ya da bir başka ifadeyle, eğer büyümeye rağmen istihdamda bir iyileşme, bir azalma meydana gelmiyorsa o büyümenin de çok fazla bir anlamı olmayabilir.

Yine, bu açıdan bakıldığında, devraldığımızda yüzde 10,3 olan işsizlik oranı en son eylül rakamlarına baktığımız zaman da yüzde 9,1'e düşmüştür, işsizlikte yaklaşık yüzde 12'lik bir azalma meydana gelmiştir.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Büyüme de düştü, işsizlik de.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yalnız, daha net bir bilgi vermek için oluşturulan istihdam kapasitesine bakmak lazım yani bu dönemde kaç milyon iş imkânı ortaya çıkarılmış? Global baktığınız zaman, çalışan insan sayısı -istihdam edilen kişi sayısı- 21 milyon 354 binden 25 milyon 472 bine çıkmış yani 4 milyon 118 bin istihdam imkânı oluşturulmuştur. Ha, bu rakam da yeterli değildir, daha doğrusu, olan biteni tam olarak anlatmakta yeterli değildir. Neden? Çünkü, burada esas olan, tarım dışı istihdama bakmak lazım. Türkiye'de, hâlen, dünya ortalamasının, OECD ülkelerinin ortalamasının çok üzerinde tarım kesiminde çalışan sayısı vardır. Bakın, OECD ülkeleri içerisinde tarımda çalışan oranı en yüksek Yunanistan'dır, o da yüzde 13'tür. Toplam çalışanın yüzde 13'ü sadece tarımda çalışır, diğerleri diğer sektörlerde -hizmetler, sanayi vesairede- çalışır. Türkiye'de, biz geldiğimizde, bu oran yüzde 34,9'du -yaklaşık yüzde 35- şu anda yüzde 25. Düşmeye devam edecek, gelişmenin ölçülerinden bir tanesi de bu. Ama, buradan gelenler, çalışıyor gözüküp de tarım dışı alana iş aramaya çıkanlar esasında gizli işsiz, tarımda çalışıyor gözüküyor ama çalışmıyor, tarıma bir etkisi yok. Bunu neden çok net bir şekilde söylüyoruz? Bakın, 900 binden fazla tarım kesiminde çalışan tarım dışı kesime kaydığı hâlde tarım üretimi 3 kat artmış değerli arkadaşlar Türkiye'de. Demek ki, bunların -tarımdan çekilmelerine rağmen- tarım üretimine bir olumsuz etkileri söz konusu değil, dolayısıyla gizli işsiz. Bunu da hesaba kattığınızda, tarım dışı alanda net ortaya çıkan istihdam 5 milyon 80'dir. Evet, AK PARTİ hükûmetlerince, bu yüksek ve reel, somut, net büyümenin sonucu olarak 5 milyondan fazla istihdam imkânı ortaya çıkarılmıştır. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu büyüme, bu anlamda bakıldığında, çok net bir büyümedir, reel bir büyümedir, tartışmasız. Yıllık ortalama, baktığınızda, 500 bin istihdam imkânı ortaya çıkarmaktadır ki -dediğim gibi, global krize rağmen- eğer o dönem olmasaydı bu rakam en az 600-650 bin rakamına ulaşacaktı. Türkiye'de her yıl yaklaşık olarak ilave iş piyasasına girenlerin sayısının 400-410 bin olduğu dikkate alınırsa, on yılda bu ortalamanın üzerinde bir iş imkânı, istihdam imkânı AK PARTİ hükûmetleri tarafından oluşturulmuştur. O nedenle işsizlik oranı düşüyor değerli arkadaşlar, o nedenle işsizlik oranı azalıyor ve bu arada iş gücüne katılım oranı da artmasına rağmen, yüzde 49'dan 51'e büyümesine rağmen. Büyüme var, reel; istihdam artıyor, gelir dağılımı düzeliyor.

Bu yeterli mi? Bu da yetmez. Bunlar yapılırken bir de enflasyon rakamlarına bakın. Bakın bu noktayı şu anda belki çok hatırlamıyoruz ama Türkiye ekonomisi, gerçekten, her zaman enflasyon üretmeye müsait bir ülke. Çok uzun yıllar bundan çok çekti, hâlen de o eğilimin tamamen ortadan kalktığını söylemek çok iyimser bir yaklaşım olur. Çok dikkatli olmak gerekiyor, o dikkati, o hassasiyeti ekonomi yönetimi zaten gösteriyor.

Bakın, iktidara geldiğimizden beri enflasyon çok net bir şekilde kontrol altına alınmıştır ve tek haneli rakamda tutulmaya devam ediliyor, şu anda 7'nin altındadır ve büyümeye rağmen. Çünkü, büyümeyle, aslında, enflasyon ters orantılıdır çünkü biraz ipleri gevşettiğinizde, biraz ekonomide büyüme ortaya çıktığında bu, enflasyon olarak karşımıza çıkar. Türkiye'de hep böyle olmuştur geçmişe baktığımızda da. Zaten özellik burada, hem büyümeyi sağlayacaksınız hem istihdamı artıracaksınız hem gelir dağılımını düzelteceksiniz, düzeltmeye başlayacaksınız hem de enflasyonu azdırmayacaksınız, enflasyonu kontrol altına alacaksınız.

Arkadaşlar gerçekten, bakın, bütün samimiyetimle söylüyorum: Dünya ülkelerine baktığımızda bütün bu kombinasyonların birlikte sağlandığı ekonomi çok azdır. Hatta, biraz sonra ilave edeceğimiz diğer makro ekonomik göstergeleri birlikte düşündüğünüzde bütün bunları aynı anda sağlayan -çünkü, bir tarafı yaparsınız bir yerden sızar, açık verir, bir tarafı toparlarsınız başka bir yerden patlar ama- bunların hepsinin bir arada tutulduğu, hepsinin iyiye doğru yönetildiği, yönlendirildiği bir dönemi hem dünya ekonomi tarihinde hem Türkiye ekonomi tarihinde bulmak, örnek göstermek hemen hemen imkânsızdır. Biz devraldığımızda, biliyorsunuz, yaklaşık yüzde 29,7'ydi enflasyon, şu anda 7'nin altındadır ve orada tutuluyor.

Yine önemli kriterlerden bir tanesi şu? Yani "Ekonomi yönetimi başarılı mıdır?" sorusunu baştan sorduk ya, ona cevap bulmaya çalışıyoruz. Birtakım önemli göstergeleri kullandık ve onlarda, gerçekten, hükûmetin iddia ettiği gibi, o rakamların, o gelişmelerin sağlandığını rakamlarla ortaya koyduk.

Faiz sömürünün yani yüksek faiz -öyle söyleyelim- aşırı faiz sömürünün kaynağıdır, adaletsizliğin kaynağıdır, ekonomide geriye gitmenin kaynağıdır, enflasyonun ve bütün olumsuzlukların kaynağıdır ve Türkiye, maalesef, çok uzun yıllar faiz belasından çok çekti değerli arkadaşlar.

Biz devraldığımızda nominal faiz yüzde 60'ın üzerindeydi, reel faiz de yüzde 30. Nedir reel faiz? Enflasyonun üzerindeki reel faiz. Yani, böyle bir ekonomide ekonomi, sadece faiz geliri elde edenlere çalışır, millete hizmet etmez. Reel faizin yüzde 30 olduğu bir ekonomi ya da yüzde 15, yüzde 20 olduğu bir ekonomi sadece faiz lobisine çalışır, onlara hizmet eder; dar gelirliye, çiftçiye hizmet etmez değerli arkadaşlar.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Faiz gideri ne kadar?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Şimdi söyleyeceğim. Bakın, nominal faiz ne kadar şu anda? 6'nın altında, 5,70, 5,80 civarında; doğru mu? Peki, reel faiz ne kadar değerli arkadaşlar? Sıfır. Evet, şu anda reel faiz sıfır, sıfır? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu, gerçek anlamda bir devrimdir, bir başarı öyküsüdür değerli arkadaşlar, kabul etseniz de başarıdır, etmeseniz de. Bütün dünya bunu takdir ediyor, reel faiz sıfır? Bakın, Sayın Kemal Derviş'in 18'inci stand-by mektubu çerçevesinde, IMF'ye gönderdiği mektupta çok açık bir şekilde bunu söylüyor "yüzde 30'dur" diyor ve "Böyle bir reel faizle bu ekonomi yönetilemez." diyor. Yüzde 30 reel faizden yüzde sıfıra gelinmiş bir reel faiz değerli arkadaşlar. Bunu on yıl önce size söylemiş olsalardı, yani "On yıl sonra bir iktidar gelecek ve reel faizi sıfıra düşürecek." inanın deli muamelesi yapardınız. Ama bunlar gerçek; hamdolsun yaşıyoruz, hamdolsun görüyoruz.

Şimdi, geçenlerde yine konuşmacı arkadaşlarımızdan bir tanesi dedi ki: "Ya siz, çiftçiye sorun, esnafa sorun; yani bunları söylüyorsunuz, anlatıyorsunuz da bir de onlara sorun." Soruyoruz değerli arkadaşlar, biz devamlı soruyoruz, en son 12 Haziran 2011'de sorduk. Öyle değil mi? Cevabı da biliyorsunuz zaten, tekrarlamaya gerek yok. Evet, reel faiz sıfır, reel faiz sıfır?

Evet, yine önemli tartışma konularından bir tanesi, yani "Evet, ekonomi büyüyor, büyüyorsunuz, gelir dağılımı düzeliyor, reel faiz düşüyor, istihdam imkânları artıyor da bunları neyle, borçla yapıyorsunuz." diyor muhalefet, çok sık kullanıyor. En çok kullandığı argümanlardan bir tanesi de bu. Bakalım gerçekten öyle mi? Tabii, zamanım daraldı, biraz hızlı geçeceğim. Şimdi, burada rakamlar kullanılırken yapılan bir yanlışlıklar var. Muhalefetten arkadaşlarımız, özel sektörün dış borcunu da sanki devletin, kamunun,  hükûmetin sorumlu olduğu borçmuş gibi rakamlara dâhil ediyor, bu doğru değil. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir borç rakamı böyle hesaplanmaz değerli arkadaşlar. Evet, Türkiye'de özel sektörün dış borcu artmıştır, bu da son derece doğal. Yani, büyüyen, yatırım yapan -biraz önce rakamlarını verdim- bir ekonomide makine yatırımı? Büyük çoğunluğu da bunlar zaten. 42 milyar dolardan yaklaşık olarak 214 milyar dolara çıkmış özel sektörün dış borcu.

Bakın, üç yıl önceki, dört yıl önceki bütçe konuşmalarına bakın şu ifadeyi görürsünüz: "Önümüzdeki yıl özel sektörün ödemesi gereken, döndürülmesi gereken kısa vadeli yaklaşık 90 milyar dolar borç var, bu ödenmeyecek ve patlayacak." Hemen hemen her yıl bu konuşmalar yapıldı. Ne böyle bir şey oldu ne patladı, gayet sakin bir şekilde bu borçlar döndürüldü. Neden biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Dış borcu yapanların dışarıda kaynağı var, karşılığı var. Zaten dışarıdan kredi getirerek, daha doğrusu dışarıdaki kaynaklarını teminat göstererek Türkiye'den kredi sağlıyor bu firmalar. Dışarıda hepsinin kaynağı var. Bu anlamda herhangi bir risk oluşturmuyor. Bunlar kamunun borcuna dâhil edilemez. Sadece kamunun, devletin, bu borç ödenirken döviz talep edilmesi hâlinde döviz bulundurma zorunluluğu var, döviz sağlama yükümlülüğü var. Onda da zaten problemimiz yok. Merkez Bankasının döviz rezervleri bunu karşılayacak seviyede.

Şimdi gelelim borca: 250.. Devletin, yani kamunun borcunun hesaplanması gerekiyor. Devraldığımızda 257 milyar brüt borç -devletin tüm dış ve iç borçlarının toplamı 257 milyar- 2012'de 550 milyara çıkmış. Artış yaklaşık yüzde 100. Yalnız bu tablo doğru değil. Bu tablo gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Şimdi, bazı arkadaşlar itiraz edecekler ama net borcu hesaba katmamız gerekiyor, bu da son derece doğal arkadaşlar. Net borcu neden dikkate almamız gerekiyor? Şimdi, devletin borcu var, artmış ama devletin kasasında, devlet kuruluşlarının kasasında para var, o da artmış; nakit para, nakit paradan bahsediyorum. Onu niye hesaba katmıyorsunuz? Onu da hesaba katmanız gerekir. Yani o parada da artış var. Keza, Merkez Bankasının net varlıklarında ciddi artış var. Dolayısıyla, net borcun hesaba katılması gerekiyor, gerçek tabloyu net borç gösterir. Brüt borçta bile artış yüzde 100'dür nominal olarak, bu, yüzde 140'lık global, kümüle faizin yine altındadır ve bu anlamda bakıldığında da reel bir düşüş vardır.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakın, gelelim net borca. Şimdi, devraldığımızda 257 milyar brüt borç var, üç kalemi bundan indireceğiz. Bir tanesi, borcu olan kuruluşların bankalarda nakit paraları var hem 2002'de indireceğiz hesaplarken hem de 2012'de indireceğiz yani doğru karşılaştırma yapmak için. Bu 257 milyardan 41 milyarı çıkaracağız. Neden? Merkez Bankasının net varlığı 25 milyar lira, net varlığı, nakit varlığı. Bakın, bu da çok önemli, nakit varlığı. Keza, kamu mevduatı 11 milyar lira 2002'de; bunların hepsini düşeceğiz, net borcu bulacağız. Bir de İşsizlik Fonu, Sigorta Fonu, buna da itirazlar var, biraz sonra ifade edeceğim. Bu hesabı çıktığınız zaman 2002'de devletin, kamu kuruluşlarının tamamının borcu 215 milyar liradır değerli arkadaşlar.

Peki, tablo şimdi nedir yani 2012'de nedir? 2012'de şu: Brüt borçtan aynı şekilde Merkez Bankası net varlıkları 150 milyarı düşeceğiz. Bugün Merkez Bankasının net varlıkları 150 milyar, nakit varlıkları 150 milyara çıkmış. Bunu hesaba katmadan olur mu? Kasasında para var, döviz var yani borç artıyor ama varlığı da, nakdi de artıyor. Bunu düşeceğiz, 150 milyar lirayı.  Yetmedi? Bugün, kamu kuruluşlarının yani bu borç rakamında borcu olan, gözüken kamu kuruluşlarının bankalarda 67 milyar lira nakit parası var değerli arkadaşlar, şu veya bu şekilde kendi politikaları gereği bunu tutuyorlar. 11 milyar liradan 67 milyar liraya çıkmış, bunu hesaba katacağız, nakit para bu. Ve yine İşsizlik Sigorta Fonu'nda 57 milyar lira var. Bütün bunları düştüğünüzde bugünkü net borç 274 milyar liraya düşer. Yani 2002'de 215 milyar lira, şimdi 274 milyar lira. Artış ne kadar? Artış yaklaşık olarak 60 milyar lira, nominal olarak. Artış oranı ne kadar? On yılda toplam olarak devletin, kamunun net borcu sadece yüzde 28; oranında artmış değerli arkadaşlar. Evet, yüzde 28, bu kadar, hepsi bu kadar. Bütün bu tartışmalar, bu eleştiriler bunun için yapılıyor. Yani, bu brüt borcu devletin ödeme kapasitesi var. Kamu kurumlarının bankalarında 67 milyar lira para var. Merkez Bankasının net nakit varlığı 150 milyar lira, yani borç ödeme durumu söz konusu olduğunda ödeme kapasitesi var. Bunu nasıl hesaba katmazsınız? Böyle bir şey olabilir mi? Onun için diyorum, lütfen rakamlara zulüm etmeyin arkadaşlar. Yani rakamlara bu kadar eziyet etmeye hakikaten gerek yok.

Şimdi tekrar etmem gerekiyor. Bu hesaplama biçimi bizden önce başladı. Bakın, bu hesaplama biçimini, net borcun hesaplama biçimini bizden önceki formülasyonu kullanıyoruz aynen- -hiçbir şekilde değiştirmedik, en ufak bir şeyine dokunmadık. Yani, o açıdan eğer soru işareti olan arkadaşlar varsa bunları da burada belirtmekte fayda var.

Bu noktada, borç noktasında bir de kamunun riski daha yüksek dış borcuna bakalım yani devletin bütün kurumlarının sorumlu olduğu dış borç ne kadar; devraldığımızda ne kadar, şu anda ne kadar? Tabii karşılaştırma yapmamız gerekiyor. 2002'de devletin bütün kurumlarının ödemek durumunda olduğu ya da biriken borç 88 milyar 359 milyon dolar, 2002 yılında, devraldığımızda. Bugün ne kadar biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Sıfırın altında. Evet, aynen öyle, sıfırın altında, eksi 3 milyar 471 milyon. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Neden biliyor musunuz? Çünkü dış borcu karşılayacak kadar Merkez Bankasının net nakit varlığı var da onun için? Yani devletin şu anda...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Bu olmadı Sayın Canikli!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Aynı şekilde. Bu, net rakam; 2002'de de net rakam yani orada brütü almıyorum. Orada 88 milyar olarak verdiğim rakam...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Bankalar mevduatını da al Sayın Canikli

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, biz devraldığımız olarak kullanıyorum. Yani tarihten kastımız yoktur, herhangi bir kastımız yoktur, mecburen onu kullanıyoruz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Bu olmadı Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - 2002'de 88 milyar. Bu da net dış borçtur. Değerli arkadaşlar, aynı şekilde, o dönem Merkez Bankasının net varlıkları, net nakit varlıkları düşüldükten sonra bulunan rakamdır. O da aynı, aynı. Aynı yöntemle hesap ediyoruz, başka bir şey yapmıyoruz. Demek ki, demek ki...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Canikli, bu olmadı.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, oranlara baktığınız zaman da daha önce verildi, bunları kullanmıyorum yani uluslararası alanda kullanılan oranlara baktığınızda da aynı şeyi görürsünüz.

Demek ki bir taraftan büyüme, yüksek büyüme sağlanıyor, gelir dağılımı gerçekleştiriliyor; düşük enflasyonla ekonomi yönetilebiliyor. Reel faiz sıfır. Reel faiz sıfır. Borç tarihte görülmemiş oranda düşürülmüş, net borçlar düşürülmüş. Peki, bunlar yapılırken bazılarının çok iddia ettiği yolsuzluk meselesi nedir değerli arkadaşlar? Yolsuzluk meselesindeki gelişmeler nedir? Gerçekten, maalesef bazı arkadaşlar ısrarlı bir şekilde, sürekli olarak "Efendim, işte, yolsuzluk artmıştır, sağımıza bakıyoruz yolsuz, solumuza bakıyoruz yolsuz?" Arkadaşlar -şimdi rakamları biraz sonra konuşacağız- eğer öyle diyorsanız bence sorun sağınızda solunuzdadır. Bizim sağımız solumuz tertemiz, bizim sağımız solumuzda hiçbir problem yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, söyleyeceğim rakamları, çok net bir şekilde söyleyeceğim.

Yolsuzluğu nasıl ölçeriz değerli arkadaşlar? Yani yine bir şeylerle? Ya, ben işte şurada gördüm, şurada duydum, şu oldu, bu oldu; bunlarla değerlendirme yapılamaz. Böyle bir yaklaşım bilimsel bir yaklaşım olmaz. Somut, net, ölçülebilir yöntemler, bilimsel yöntemler kullanmamız gerekiyor. Kullanılıyor zaten yani bizden önce de kullanılıyordu, biz de icat etmedik. Bu iş için kurulmuş bir örgüt var; Uluslararası Şeffaflık Örgütü. Biz iktidara gelmeden önce de dünyadaki belli başlı ülkelerin -tüm ülkelerin daha doğrusu- tüm ülkelerin yolsuzluk seviyelerinin algılanmalarını ölçen bir yöntem geliştirmişler, her yıl ölçüyorlar ve yayınlıyorlar. Yani, çok uzun yıllardan beri bu işi yapıyorlar, Uluslararası Şeffaflık Örgütü.

Şimdi, devraldığımızda tablo şu: Bir endeks yayınlıyor, Yolsuzluk Algılama Endeksi. Bu endekse göre 2002 yılında Türkiye 102 ülke arasında 54'üncü. Rakam yükseldikçe yolsuzluk oranı azalıyor. 102 ülke içerisinde Türkiye 54'üncü sırada. Bu ne demektir? En kötü 3'ün içerisinde Türkiye. Öyle mi? Evet öyle. Yani rakam büyüdükçe yolsuzluk oranı artıyor anlamına geliyor.

Ha, şunu söyleyelim: Bu Uluslararası Şeffaflık Örgütü bizim dayımızın oğlu değil, akrabalığımız yok, tanımıyoruz; sipariş vermedik, bizden önce de yapıyorlardı, tamamen objektif. Uluslararası bir kuruluş, onu tekrar tekrar vurgulamakta fayda var. 2002 yılında 102 ülke arasında 65'inci sırada Türkiye. Pardon, 54 değil, pardon? 102 ülke arasında 65'inci sırada yani en kötü, yolsuzluk liginde 3'üncü ligde. En kötü, en düşük ligde, Türkiye'nin tablosu bu.

En son 2012'de yeni veriler yayınlandı, her yıl yayınlıyor. Bu tabloya baktığımız zaman değerli arkadaşlar, 2012 yılında 176 ülke arasında bu sefer Türkiye 54'üncü sırada. Yani, en az yolsuzluğun olduğu 1'inci ligte Türkiye. Evet, tablo bu, rakamlar bunlar değerli arkadaşlar, rakam bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu girersiniz Uluslararası Şeffaflık Örgütünün İnternet sitesine, çok tartışmasız bir şekilde ortaya çıkar.

Eğer ülke sayılarını eşitleştirerek bir çalışma, bir değerlendirme yaparsak, Türkiye on yılda yolsuzluk seviyesini azaltma bakımından tam 25 basamak birden yükselmiş. Evet, 25 basamak birden yükselmiş değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - O Yolsuzluk Endeksi'nin hesabı değişti, kandırmayın.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Endeks?

Bak, onun için devamlı vurguluyorum bunu. Bu endeksi biz sipariş vermedik. Bizim akrabamız değil. Yöntem yirmi yıl önce, on beş yıl önce nasıl kullanılıyorsa şu anda da öyle kullanılıyor. Biz üretmedik değerli arkadaşlar. Üretileni -uluslararası yayınlanıyor, İngilizce- biz alıp kullanıyoruz. Siz de bakabilirsiniz. Siz de bakın.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Endeksin hesaplama yöntemi değişti ama.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani bundan bir rahatsızlık duymayın.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Biz duymuyoruz, siz çarpıtıyorsunuz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bu da yetmiyor, yine bir uluslararası denetim kuruluşu Pricewaterhouse Coopers'ın bir araştırması var 2009 yılında. Dünyadaki yolsuzluklarla ilgili bir çalışma yapıyor, bir survey, bir araştırma yapıyor. 3.037 firmaya soru soruyor uluslararası alanda iş yapan, anket yapıyor. Türkiye yüzde 15'le en iyi 3'üncü ülke değerli arkadaşlar. Evet, aynen öyle. Türkiye en iyi 3'üncü ülke. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hem de kimlerin üzerinde biliyor musunuz? Türkiye yüzde 15. Türkiye, Japonya, Hong Kong'dan sonra 3'üncü en iyi ülke. Yani yolsuzlukla mücadelede gelinen noktayı göstermesi açısından, azaltıldığı en iyi ülkelerden bir tanesi. Rusya yüzde 71, Kanada yüzde 56, Meksika yüzde 51, İngiltere yüzde 43, İtalya 19, İsviçre 17, Romanya 16?

Hadi bu da tesadüf diyelim, 2011 yılında aynı kuruluş benzer bir çalışmayı tekrar yapıyor. Türkiye yine burada hangi ülkelerden daha iyi biliyor musunuz? Bakın, İsveç'ten, Amerika Birleşik Devletleri'nden, Fransa'dan, İspanya'dan ve İngiltere'den daha iyi durumda değerli arkadaşlar.

Evet, bakın, 3 tane, size çok net, tartışmaya mahal bırakmayacak tarzda rakamlar ve belgeler sunuyorum, söylüyorum. Yani, bunların hiçbir tanesi Türkiye'de üretilmiş rakamlar, çalışmalar değil.

Şimdi, bakın, evet, son on yılda hiçbir dönemde görülmemiş ölçüde Türkiye'de yolsuzluk azalmıştır ve azalmaya da devam edecektir. Bunun en iyi göstergelerinden birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir tanesi özelleştirme gelirleri değerli arkadaşlar.

Özelleştirme, Türkiye'de 1986 yılından beri yapılmaya başlandı ve bugüne kadar hemen hemen tüm hükûmetler özelleştirme işlemini gerçekleştirdi şu veya bu şekilde, bir devlet politikası olarak ortaya çıktı. 1986-2002 arasında yaklaşık 198 tane kamu iktisadi kuruluşu? İrili ufaklı -içinde bankalar da var, GSM şirketleri de var, hepsi var- 190 tane iktisadi kuruluşun satılmasından -özelleştirilmesinden, 1986-2002 yılları arasında, toplam on altı yılda 190 tane iktisadi kuruluşun, devletin sahip olduğu iktisadi  kuruluşun, işletmelerin satılmasından- elde edilen gelir yaklaşık 8 milyar dolar. Evet, 8 milyar dolar. 2003-2012 arasında elden çıkartılan yaklaşık 90 adet, 90 tane iktisadi kuruluşun satışından elde edilen özelleştirme geliri de değerli arkadaşlar, 38 milyar dolar. Evet, 38 milyar dolar. Yolsuzluğun olduğu, yolsuzluğun arttığı bir ülkede, bir ekonomide böyle bir tablo ortaya çıkar mı değerli arkadaşlar? Şu anda özelleştirme ihaleleri bütün dünyanın gözü önünde, canlı olarak kameraların önünde yapılıyor, öyle değil mi? Bütün dünya izliyor. Bakın, biz biliyoruz ki: Açık yaraya kurt düşmez değerli arkadaşlar. Açık yaraya kurt düşmez. Her şeyin açık olması gerekiyor, her şeyin şeffaf olması gerekiyor.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Canikli, öncesini ve sonrasını da açıklayın.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Geleceğiz, ona da geleceğiz. Bakın, biraz sonra dediğiniz konuya da geleceğim.

Dolayısıyla, bu da biraz önce verdiğim rakamları destekleyen bir gösterge. Yolsuzluğun olduğu, yolsuzluğun arttığı bir ülkede böyle bir tabloyla karşılaşamazsınız yani özelleştirme gelirlerinin 6-7 kat arttığı bir tablo ortaya çıkmaz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, yarı fiyatına düştü özelleştirme.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yine aynı şekilde, bir ülkede yolsuzluk varsa ilk ortaya çıktığı alanlardan bir tanesi kamu bankalarıdır değerli arkadaşlar. Evet, öyle, kamu bankalarında patlar, kamu bankalarında ortaya çıkar. Neden? Çünkü kamu bankaları bu amaçla, yolsuzluk var ise, genelde siyasiler tarafından özel amaçlar için kullanılır. Kamu bankalarının kaynakları yani devletin kaynağı, yani milletin kaynağı bu amaçla kullanılır. Ha, bu açıdan da baktığınızda, yine devraldığımız tarih itibarıyla baktığınızda kamu bankaları batak durumundadır. Evet, batmıştır kamu bankaları 2002 yılında. Ha, tekrar söylüyorum, bunun batmasının nedeni sadece 2002, 2001, yahut 1999 değildir. Belgeler var burada. Ta, 1990'lı yıllarda, hatta 1980'li yılların sonlarından itibaren başlar; birikerek gelmiştir.

Bakın, Ziraat Bankasının batak kredi oranı 2002 yılında yüzde 11,7, Halk Bankasının yüzde 48,3. Hatta, Halk Bankasının batak kredilerin işlemiş temerrüt faiziyle birlikte normal kredilere oranı tam yüzde 95 değerli arkadaşlar 2002 yılında. Düşünebiliyor musunuz, böyle bir tablo? Batmış, bitmiş, bütün kaynakları tarumar edilmiş. Eğer, gerçekten bir yolsuzluk örneği, somut olayı görmek istiyorsanız 2002 öncesine bakacaksınız. Neden bakacaksınız? Kamu bankalarından yola çıkarak bakacaksınız. Böyle bir kamu bankası bilançosu önünüzdeyse bunun başka bir izahı yok. Halk Bankasının batak krediler oranı? Yani verilen her 100 kredinin 48'i batmış değerli arkadaşlar. Çünkü siyasiler telefon açmış, bankalar, bankacılık mevzuatının, kurallarının gerektirdiği hassasiyeti gözetmeden, teminatı almadan krediyi vermişler. Bir daha geriye dönmemek üzere ve dönmemiş? Vakıfbank'ta bu oran yüzde 24,2. Şu anda ne kadar? Ziraat Bankasında yüzde 2,7, Halk Bankasında yüzde 48 olan oran şu anda yüzde 2,8, Vakıfbank'ta yüzde 3,2. Yolsuzluk olan bir ülkede, bir ekonomide böyle bir tablo olur mu değerli arkadaşlar, böyle bir tabloyla karşılaşabilir misiniz? (AK PARTİ  sıralarından alkışlar)

Aynı şekilde, kamu ihale mevzuatı; kamu ihale mevzuatı devletin yolsuzluk alanlarından bir tanesi de budur; mal alması, mal satması sırasında ortaya çıkar, para harcaması sırasında ortaya çıkar. Kamu ihale mevzuatı Haziran 2002 yılında değiştirildi, önceki dönemde ama uygulaması esas itibarıyla -yani bizim, AK PARTİ hükûmetlerinin iktidara gelişinden kısa bir süre önce değiştirildi- büyük oranda AK PARTİ döneminde oldu. Eski 2886 sayılı İhale Kanunu'na göre Türkiye'deki kamu kurumlarının önemli bir bölümü, özellikle kaynak kullanan, mal alan, mal satan kamu kurumlarının önemli bir bölümü ihalelerini kamu ihale mevzuatı dışında yapıyordu. Kimler mesela? KİT'ler. KİT'lerin tamamının kendi özel ihale mevzuatı vardı ve İhale Kanunu'na tabi değildi. Mesela, iktisadi şirketler, belediyelerin kamu iktisadi kuruluşları, buna benzer birçok fon, özel kuruluş -özel kanun- üst kuruluşlar vesaire, her yeni çıkan kanun mutlaka kendi alım satımları, Kamu İhale Kanunu dışına çıkaran bir hüküm getiriyordu. Neredeyse devlet alımlarının yarısından fazlası Kamu İhale Kanunu dışında gerçekleştiriliyordu.  Kamu İhale Kanunu'na tabi olanların da büyük bölümü davetiye usulüyle yapılıyordu değerli arkadaşlar. 5 kişiye davetiye gönderiyorsunuz, seçiyorsunuz -evet, böyle- ihale bunların arasından yapılıyordu. Bu ne zamandı?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Şimdi öyle yapmadınız mı? Şimdi öyle yaptınız geçen getirdiğiniz kanunla.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Hayır. Bakın, söylüyorum şimdi, evet, geliyorum Sayın Aslanoğlu.

Kamu İhale Kanunu 2002 Haziran ayında değiştirildi. Değiştirenlere teşekkür ediyoruz, bizden önce değiştirildi, bakın. Ondan sonra, şu anda, daha önce Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında ihale eden kuruluşların tamamı Kamu İhale Kanunu kapsamına alındı, biz hiçbirini dışarı çıkarmadık. Dışarı çıkardıklarımız belli, belli özelliği olan yatırımlar, ya küçük yatırımlar -onlar vardı zaten- bir de büyük yatırımlar. Mesela FATİH Projesi, Marmaray Projesi, yani bütün dünyanın gözü önünde ihalesi yapılan projeler bunlar değerli arkadaşlar. Özelliği nedeniyle?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Canikli, ek süre vereceğim, lütfen konuşmanızı toparlayınız.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bütün bu istisnalar kaldırıldı ve şu anda sizin hani "İstisna getirdiniz, şöyle yaptınız." dediklerinizden sonra yapılan, kamunun yaptığı ihalelerin yüzde 90'ından fazlası şu andaki yeni Kamu İhale Kanunu çerçevesinde yapılıyor değerli arkadaşlar. Evet, tablo bu, yüzde 50'nin altındayken bu şekilde yapılıyor. Eğer öyle bir niyet olsaydı, öyle bir amaç olsaydı kamu ihale mevzuatı eski kanuna uygun hâle getirilirdi ya da eski kanunun çok suistimale açık hükümleri hayata geçirilir, uygulamaya konulurdu.

Son olarak, bununla bağlantılı, Sayıştay Kanunu meselesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Eski Sayıştay Kanunu çok uzun yıllar önce yürürlüğe girmiş bir kanundu ve 2010 yılında yürürlüğe giren 6085 sayılı yeni Sayıştay Kanunu'na kadar kurumların önemli bir bölümü Sayıştay denetiminin dışındaydı değerli arkadaşlar. Kimler? Mesela, bakın, yine sayalım: Kamu kuruluşları. Kim yapıyordu bunu? Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu tarafından yapılıyordu, Sayıştay yapmıyordu. Belediyelerin iktisadi kuruluşları; büyükşehirlerin özellikle çok ciddi, büyük ve kaynak kullanan, ciddi kaynaklar kullanan iktisadi kuruluşları var. Bunların denetimlerini yine Sayıştay yapmıyordu, hiç kimse yapmıyordu.

Biz 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nu 2010 yılında çıkardık. Bakın, bu teklifi kimler verdi değerli arkadaşlarım. Bu teklifin altında imzası olanlar: Bekir Bozdağ, Suat Kılıç, Mustafa Elitaş, Nurettin Canikli, Ayşe Nur Bahçekapılı, Fahrettin Poyraz, Alaattin Büyükkaya, Veysi Kaynak ve diğer arkadaşlar. Evet, bu teklifi biz verdik.

Peki, bu Sayıştay Kanunu ne yaptı? Bu Sayıştay Kanunu daha önce Sayıştay denetiminin dışına çıkartılmış olan bütün kurumları Sayıştay denetimine aldı, evet, aynen öyle, başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin işlemleri üzerinde de, mali işlemleri üzerinde de yüzeysel bir denetim vardı. Hatta, Hükûmet ne yaptı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Tamamen kendi yetkisinde olan denetim yetkisini -yani bakanlıklarda teftiş kurulları vasıtasıyla kullanılan bu teftiş yetkisini- teftiş kurullarını kapatarak Sayıştaya devretti, dış denetim yetkisi olarak. Başbakanlığın kendisine bağlı faaliyette bulunan ve KİT'leri denetleyen, çok ciddi kaynak kullanan, kamu iktisadi kuruluşlarını denetleyen Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine son verdi ve bu yetkiyi de Sayıştaya aktardı ve bir şey daha yaptı.

Bakın, bu kanunun 82'nci maddesinde bir hüküm var, aynen okuyorum: "Diğer kanunların Sayıştay denetiminden istisna veya muafiyet tanıyan hükümleri ile bu Kanuna aykırı hükümleri, yürürlükten kaldırılmıştır." Yani bir çırpıda, bu kanunla, biraz önce imzalarını okuduğum teklif sahiplerinin verdiği teklifle, 2010 yılında Sayıştay denetimi dışında olan kamu kurumlarının tamamı Sayıştay denetimine alındı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Denetim nerede?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bunu biz yaptık değerli arkadaşlar, AK PARTİ Hükûmeti yaptı, AK PARTİ Grubu yaptı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Canikli, denetim nerede? Lafta, lafta! Denetim nerede? Sayın Canikli, denetim nerede? Lafta!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Tamam, bütün siyasi partiler destek verdi, oy birliğiyle oldu ama takdir edersiniz ki yani teklif sahibi bellidir ve çoğunluk esas itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarından sorumludur. Dolayısıyla, yani öyle bir niyetimiz olsaydı, kendi yetkimizde olan bir?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Hani raporlar?

BAŞKAN - Lütfen tamamlayın Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - ?denetim yetkisini başka kurumlara vermezdik değerli arkadaşlar.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Canikli, raporlar nerede, raporlar? Raporlar nerede?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Raporları mı soruyorsunuz?

Bir yanlışı daha düzeltelim, raporlar geldi. Bütçelerin görüşülmesinin esasını teşkil eden -kesin hesap kanununun görüşmelerinin esasını teşkil eden- rapor geldi mi, gelmedi mi? Genel uygunluk bildirimi geldi mi, gelmedi mi? Geldi. Bunlar, bakın, gelmeyen raporlar?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Yok, yok, hayır! Lafta rapor, lafta!

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, rica edeceğim. Bak, söz sırası sizlere geliyor, eksik tarafı varsa siz cevaplayacaksınız.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, ama rapor yok ortada, Sayıştay denetiminden bahsediyor.

BAŞKAN - Ama, şimdi, sizler konuşurken de bu taraftan bu konuşmalar devam ederse biz nasıl yöneteceğiz? Lütfen?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, ortada rapor yok, rapor var diyor?

BAŞKAN - Hayır, efendim, şimdi konuşma sıraları sizlere geliyor, lütfen. Eksiği, yanlışı neresiyse siz söylersiniz, söz sırası sizlerde şimdi.

Evet, lütfen toplayalım Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, gelmeyen raporlar -isimlerinin ortak özelliği- değerlendirme raporlarıdır ve daha önceki yıllarda hiç gündemde olmayan raporlar, yine bu kanunla biz ihdas ettik bu raporları. İlk defa bu raporlar bu sene gelecekti. Neden gelmedi? Söyleyeyim, şunun için: Bütçe kanunlarının görüşülmesinin esasını etkileyen kesinlikle raporlar değil, onu etkileyen, onu denetleyen, hukuka uygun olup olmadığını denetleyen rapor geldi. O rapor Meclise zamanında sevk edildi, o rapor kesin hesap kanunuyla birlikte görüşülüyor, onda hiçbir problem yok. Bunu niye söylemiyorsunuz? O gelen raporların hepsi değerlendirme raporları, çoğu da yerindelik denetimi içeren raporlar, daha sonra bu kanunu bu Meclis değiştirdi ve hiçbir kurumun yerindelik denetimi yapamayacağı, yürütmenin alanına giren konular? Hukukilik denetimi değil, bakın, bununla karıştırmayın, hukukilik denetimi yapılıyor yani yapılan harcamaların kanuna, mevzuata uygun olup olmadığı son kuruşuna kadar denetleniyor, onların raporları da zamanında geliyor, ondan yana problem yok, dolayısıyla o konuda problem yok.

BAŞKAN - Evet, Sayın Canikli?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, özetlemek gerekirse, on yılda AK PARTİ hükûmetleri, hiçbir dönemde, hiçbir fâninin göremeyeceği ve görmediği ölçüde bu ülkeye büyük hizmet etmiştir; ekonomisini, gerçek anlamda, devrim niteliğinde, yüksek oranlarda, bütün diğer makroekonomik göstergelerle uyumlu bir şekilde artırmıştır. Sanıyorum, AK PARTİ Grubu olarak, bu başarıyı sağlayan bu kadroya bir teşekkür etmek gerekir. Teşekkür ediyoruz bu kadroya ve liderine. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ben yeni bütçe kanunun ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Canikli.