| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 46 |
| Tarih: | 20.12.2012 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık elli günden bu yana bir bütçe müzakeresinin sonuna geldik. Heyecansız, ruhsuz, anlamsız, Hükûmetin ve iktidar grubunun ilgi göstermediği, bir şekil şartının yerine getirilmesinden öte geçmeyen bir müzakere yaptık maalesef. Bugüne kadar yapılan bütçe görüşmelerinin bana göre en verimsiz olanı maalesef bu bütçe görüşmeleri oldu. Hâlbuki bütçe müzakerelerinin, devlet yönetiminin, devlet yönetmenin ve siyasetin öğrenildiği, öğretildiği âdeta hızlandırılmış bir siyaset okulu gibi olması gerekirdi. Son on yılda her geçen yıl bütçe görüşmeleri maalesef bu özelliğinden sizlerin sayesinde uzaklaştırıldı. Öncelikle sözlerime bu konudaki üzüntülerimi ifade ederek başlamak istiyorum.
Yine de bu bütçe tasarısının hazırlanmasında emeği geçen, başta devlet bürokrasisi olmak üzere, katkı vermek için gayret gösteren milletvekili arkadaşlarıma ve Meclis personeline partim ve şahsım adına teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Her şeye rağmen bu bütçe tasarısının ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini baştan dileYErek sözlerime başlıyor ve sizleri şahsım ve grubum adına saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe müzakereleri, aslında ülkenin gündemi üzerinde bir genel görüşmedir. Ayrıca, bütçe kanun tasarısının bizatihi kendisi ve bütçe üzerinde yapılan müzakerelerin tutanakları önemli ve değerli birer siyaset belgesidir. Burada birlikte tarihe not düşüyoruz. Her siyasi parti, ülke ve millet için gelecek öngörülerini, ülke için tehdit algılamalarını, tedbir ve yatırım önceliklerini bütçe müzakerelerinde ortaya koyarlar. Bu yönüyle bütçe görüşmeleri, siyasi partilerin misyon ve vizyon sahnesidir. Bu sahnenin seyircisi de millettir. Aslında burada birlikte yaptığımız müzakere bir anlamda dün, bugün, yarın tartışmasıdır. Geleceğimizi birlikte ve sesli düşünmekteyiz; müzakere, muhasebe ve muhakeme yapmaktayız. Bu sebeple, bütçe görüşmeleri, iktidar için icraatının hesabını verebileceği bir fırsat olarak değerlendirilmeli, muhalefet partileri için de millet adına iktidardan hesap soracağı bir görev ve kendi iktidar projesini takdim edeceği bir zemin olarak görülmelidir.
Her ne kadar Sayın Nurettin Canikli "Burada hiçbir öneriniz olmadı." diyorsa da muhalefet partilerinin sayın konuşmacılarının tutanaklardan konuşmalarını okusunlar, orada çok sayıda öneri olduğunu görecekler. Biz bu konuda daha önceki bütçe müzakerelerinde böyle bir hazırlığı yaptık, haber verdik ama hiç ilgilenmediklerini de burada hatırlatmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini her zaman bu anlam ve bu kapsamda görmekteyiz ve bunun gereğince davranmaktayız. Burada MHP'li milletvekili arkadaşlarımız çok önemli konuşmalar yaptılar, değerlendirmeye alırsanız çok sayıda ve değerli önermelerde de bulundular ancak Hükûmetten ve AKP Grubundan aynı duyarlı yaklaşımı gördüğümüzü söyleyebilmek mümkün değildir.
Her aralık ayında aynı nakarat: Rakamlara takla attırarak övünmeler, muhalefeti suçlamalar, ilgisizlik, tahammülsüzlük, sığ, vizyonu olmayan konuşmalar, Başbakana methiyeler ve geçmişi suçlamalar. Bütçe görüşmelerinin iktidar grubu açısından manzarası maalesef budur. Bana göre bu bütçe görüşmelerinde de siz, milletin zamanını ve umutlarını boşuna tükettiniz. Maalesef ne dünü doğru konuştuk ne bugünü doğru tartıştık ne de geleceğe dönük bir ufuk turu yapabildik. Ne yazık ki bütçe görüşmeleri, bir anayasal sorumluluk gereği ve bir şekil şartının yerine getirilmesi anlayışıyla yapıldı ve tamamlanmak üzere.
Değerli milletvekilleri, bütçe kanun tasarıları millete ait olan kaynakların nasıl kullanılacağını, hangi önceliklere ve politikalara göre dağıtılacağını anlatan ve bir bütünlük içinde belirleyen hukuki belgelerdir. Bütçe görüşmelerinde toplum kendi kaynaklarının nasıl kullanıldığını, nasıl kullanılacağını öğrenir ve bir önceki yılın uygulamalarını denetlemek imkânına sahip olur. Bu bir toplumsal haktır. Toplum bu hakkını kullanarak ülkeyi yönetecek siyasi partiyi doğru seçmek sorumluluğundadır. Bu imkânı bütçe görüşmelerinde sağlayabilir, ulaşabilir. Buna bütçe hakkı denir. Bütçe hakkı demokratik sistemin temel bir kurumu ve kuralıdır. Demokratik toplum yapısının gelişmişliğinin ve hukuk devleti olmanın çok önemli bir göstergesidir, ölçüsüdür. Kısaca bütçe hakkı temel bir haktır, demokrasi anlayışının ve demokratik sistemin vazgeçilmez bir unsurudur. Bütçe kanunu müzakereleri kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığını ve nasıl kullanılacağının milletçe öğrenilebilmesi için iktidarın muhalefet partileri tarafından sorgulanmasıdır bütçe hakkı.
Değerli milletvekilleri, öncelikle birçok arkadaşımız tarafından ifade edildi. Bu sorgulamanın bir belgeye ve bilgiye dayalı yapılması gerekir. Biz bu bilgileri Hükûmetin, idarenin uygulamalarını millet adına denetleyen Sayıştayın denetim raporlarından öğrenebiliriz, aynı dernek kongrelerinde olduğu gibi. Derneklerin denetim kurulları vardır, yönetimin faaliyetlerini denetim kurulları rapora bağlar ve kongrede genel kurula sunar, genel kurul ibra eder veya etmez. Ne yazık ki 2012 bütçe müzakereleri Sayıştay raporu olmadan yapıldı. Bu, Meclis tarihinde ilk defa oluyor. Anlaşılıyor ki AKP Hükûmeti sona yaklaşırken milletin gözünden bir şeyler saklama telaşına düştü. Bunun başka anlamı yoktur. Sayın Canikli'nin dediği doğru değildir. 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nun ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun ilgili maddeleri -maddelerin fotokopilerini çıkarttım, buraya getirdim. Sayın Canikli doğruyu söylemiyor- bu kanunların yani 5018 ve 6085 sayılı kanunların ilgili maddeleri gereğince Sayıştay tarafından hazırlanması gereken raporlar şunlardır: Dış denetim genel değerlendirme raporu, faaliyet genel değerlendirme raporu, mali istatistikler genel değerlendirme raporu, hazine işlemleri raporu ve diğer ilgili raporlar. Bunların bütçe görüşmeleri öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine, Plan ve Bütçe Komisyonuna sunulması gerekmektedir. Parlamentonun denetim yetkisini yerine getirebilmesi için Sayıştayın denetim raporlarının Meclise ulaşmış olması gerekmekte ve Hükûmetin getirdiği bütçe gerçekleşmeleri yani kesin hesap kanun tasarısı bu raporlar doğrultusunda müzakere edilmelidir. Bu hem Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevini belirleyen Anayasa'nın 87'nci maddesi hem Sayıştayın görevlerini belirleyen yine Anayasa'nın 160'ıncı maddesinin amir hükümleridir. Türkiye bir hukuk devletiyse, öncelikle siyasi iktidar, anayasal ve kendi imzalarıyla çıkarttıkları bu kanun hükümlerine uymak mecburiyetindedir. Her ne kadar Plan Bütçe Komisyonu Başkanı bu konuda doğruyu söylemişse de, yani bu raporların gelmesi gerektiğini söylemişse de, maalesef muhalefet partilerinin ısrarlı taleplerine rağmen bu raporlar Plan Bütçe Komisyonuna gelmeden müzakereye başlamış ve müzakereleri tamamlamıştır.
Değerli milletvekilleri, bize göre bu durum, bu sonuç göz göre göre bir hukuksuzluktur, hukuk ihlalidir. Hem Anayasa'nın hem de mevcut cari hukukun ihlalidir. Bu bütçe görüşmelerinin başlangıcında işlenen bu kanunsuzluk hâli oylarınızla maalesef, o kirletilmiş parmaklarınızla? Bunu 2'nci defa tekrarlıyorum: Burada yapılan bir hakareti parmaklarınızla ortadan kaldırdınız. Artık, o parmaklarla burada yaptığınız oylamaların meşruiyeti sürekli tartışılır hâle geldi. Maalesef bütçe görüşmelerinin başında işlenen bu kanunsuzluk hâli kesin hesap kanununun da meşruiyetini sorgulanır hâle getirecektir arkadaşlar. İbra edilmeyen, yani Genel Kurulunda uygulamaları, harcamaları ibra edilmeyen bir 2011 yılının bütçesinin sahibi Hükûmetle meseleleri müzakere etmekteyiz. 61'inci Hükûmetin 2011 yılı bir kesin hukuk sonucu olarak ibra edilmemiş sayılır.
Değerli milletvekilleri, hesap ahrete kalmaz, bir gün bu kanunsuzluğunuz mutlaka önünüze çıkartılacaktır. "Kanunu değiştirdik, Sayıştay raporlarına gerek yoktur." denilmesi, "Meclisin denetim yapmasına lüzum yoktur." demektir. Bu anlayış Anayasa ve demokrasiye aykırıdır. Milletten neyi saklıyorsunuz? Hangi yolsuzlukları örtüyorsunuz? Size bu soru sürekli sorulacaktır. Bu konudaki ısrarınız Hükûmetinizin 2011 yılı işlemlerini şaibeli hâle getirecektir. Sayıştay denetiminden kaçan bir Hükûmetin hesap vereceği yer gayet açık, net, Yüce Divan olacaktır. Bu dünyanın hesabı bu dünyada da mutlaka sorulacaktır. Akıllı ve dürüst yönetimler hesabı öte dünyaya yani ahrete bırakmazlar. Yaptığınız iş, bana göre, sizin adınıza akıllıca değildir. Ayrıca, "değiştirdik" dediğiniz yasa çıkmadan önce de Sayıştayın raporları vardı, o raporları da Meclise göndermediniz, Plan Bütçe Komisyonunda tartıştırmadınız. "Değiştirdik" dediğiniz kanun haziranda çıktı, Haziran öncesi raporlar yine Meclise gelmedi.
Değerli arkadaşlar, Sayıştay 6.700 kurumu denetlemek mecburiyetinde. Hukukun emri budur. Bu kurumlardan yalnız 132'sini denetlemiş, yani denetleme görevini yüzde 1,97 oranında yerine getirmiş. 900 denetçi 142 milyon TL kullanarak 132 kurumu denetlemiş, her rapor 1,1 trilyona gelmiş. Bu milletin kaynağının bu kadar hor kullanılmasının hesabı sorulmayacak mıdır zannediyorsunuz? Değerli arkadaşlar, bu sonuç sizin açınızdan, gerçekten, AKP Hükûmeti açısından bir handikap olarak her zaman önünüze getirilecektir, bunu bilmenizi istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetin bu bütçe görüşmelerinde bir diğer yanlışı da şudur: Orta Vadeli Plan, her ne hikmetse, yıllarca, 2006 yılından bu yana süresi içerisinde sunulmamaktadır. Hâlbuki kanun gereği, belirlenmiş tarihte sunulması lazım ve devlet bürokrasisi hükûmetin sunduğu bu Orta Vadeli Plana göre bütçe hazırlamak durumundadır. Ama bu sene de siz Orta Vadeli Planı, programı otuz yedi gün geç sunduğunuz, ilan ettiğiniz için devlet bürokrasisi, maalesef, bu bütçeyi sizin öngörülerinizin, sizin politikalarınızın dışında hazırlamak durumunda kalmıştır. Bu durum bana göre yanlış bir durumdur. Usul, esastan önce gelir. Usule uymayan bir düzenleme sakat kalır. Bu bütçe, sonuçları itibarıyla, hem hukuken meşruiyeti hem usulen sakatlığı tartışılır bir bütçe olmuştur.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin 11'inci bütçesini görüşüyoruz, on yılı tamamladınız 11'inciyi bu ilgisizlik, bu duyarsızlıkla müzakere ediyoruz. Gelin milletimizin önünde? Sayın Canikli burada rakamlara -vukufiyeti fazla- takla attırarak ifade etti, "Büyüdük ve başarılıyız." dedi. Gelin bir muhasebe yapalım, samimi bir muhasebe yapalım. Siz dinleseniz de dinlemeseniz de milletimiz bizi dinliyor. Milletimizin huzurunda, gelin, bir muhasebe yapalım, gelin, bir muhakeme de yapalım. İnanıyorum ki milletimiz o muhakemeyi bundan sonraki seçimde yapacaktır.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim: Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, milletimize, ülkemize bir gram hizmeti dokunan tüm iktidarlara, tüm insanlara şükranlarımızı sunuyoruz. Ancak, biz, bu milleti, her şeyin en güzeline, en çoğuna layık görüyoruz. Bizden azla yetinmemizi beklemeyiniz. Tabii ki yaptıklarınızı tenkit edeceğiz. "Sizler bir şey yapmadınız." demiyoruz, ama yaptıklarınızı yeterli bulmamızı bizden beklemeyiniz. Bu millet çok daha fazlasına layıktır. Kaldı ki yaptıklarınız da yeterli ve doğru da değildir, biraz sonra sonuçları itibarıyla bunları ifade edeceğim.
Sizi tenkit etmek, millet adına hesap sormak bizim görevimiz, hukuken de görevimiz siyaseten de görevimiz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu görevi bihakkın yapmaya çalışıyoruz.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim: Değerli milletvekilleri, siyasi iktidarlar yaptıklarıyla övünmek yerine yapamadıklarından dolayı üzüntülerini ve özürlerini ifade etmek mecburiyetindeler. Siz AKP iktidarı, on yıldan bu yana ülkeyi tek başına yönetiyorsunuz. Buraya çıkıyorsunuz, sürekli, yaptıklarınızı 2002 ile mukayese ederek ve rakamlara takla attırarak övünüyorsunuz. İktidarınız, icraatınızı olması gerekenle değil, geçmişin terazisinde tartıyor ve sürekli övünüyorsunuz. Siz, âdeta yaptıklarınızı milletin başına kakıyorsunuz, halbuki görevinizi yapıyorsunuz. Milletin size bu desteği üç dönemdir vermiş olmasının sebebi, gidip bu millete hizmet etmenizi emrettiği içindir. Yaptıklarınız, tamamen milletin size verdiği yetki ve güçle ortaya koyduklarınızdır. Yapamadıklarınızdan dolayı bu kürsüden özür dilemek sizin borcunuzdur.
Bir başka şey daha yapıyorsunuz, sizden önce hiç iyi bir şey yapılmamış gibi cumhuriyet dönemiyle kendinizi mukayese ediyorsunuz. Her ne kadar Sayın Başbakan açılış konuşmasında bu yanlışı, bu eksikliği bu defa düzeltmek istediyse de tüm sözcüleriniz, tüm konuşmacılarınız "Bugüne kadar yapılan hiç iyi bir şey yok, ne varsa ne iyi yapıldıysa onu biz yaptık." diyorsunuz, o anlamlar çıkıyor. Yaptıklarınıza tekrar şükranlarımı sunuyorum milletim adına ama bu övünme kompleksinin sebebini de sorgulamak istiyorum. Bu hangi psikolojinin dışa vurumudur, suçluluğun mu, kibrin mi? Yapamadıklarınızın suçluluğuyla mı övünmek gereğini duyuyorsunuz, yoksa gerçekten milletin size verdiği desteğin anlamını idrak edemiyor, kibre mi düştünüz? Bana göre her ikisi de sağlıklı ve faydalı bir durum değildir.
Değerli milletvekilleri, şunu unutmayın, ülkeyi on yıldan bu yana siz AKP hükûmetleri yönetiyor ve tek başına yönetiyor. Artık kendinizi kendinizle mukayese etmelisiniz. Hiçbir mazeretiniz geçerli olmaz, temenni, şikâyet, bahane, vakitler; vaatleriniz karın doyurmuyor. Gelecekle değil, siz geçmişle boğuşuyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, mukayese ettiğiniz, kendinizi başarılı göstermek için terazisine çıktığınız 2002 yılını bana göre doğru ve dürüstçe de değerlendirmiyorsunuz. Bakın, size kısaca bir ifade edeyim: 57'nci Cumhuriyet Hükûmeti istikrarsız on yılların sonunda bütçesi bile yapılamayan bir Türkiye'yi teslim almıştı.
2 büyük deprem, 2 büyük krizle yaşama pahasına üç buçuk yıl 3 ortaklı bir iktidardı. Sonuçta, size teslim edilen Türkiye'de enflasyon düşüyordu, borçlanma faizleri düşüyordu, yükselen bir büyüme yakalanmıştı, dış ticaret açığı, cari açık problem değildi. Yapısal birçok düzenleme yapılmıştı; para piyasaları düzenlenmiş, bankalar güçlendirilmiş, Merkez Bankası ve kamu bankaları özerkleştirilmişti. Üç yıllık bir program yapılmış, bir istikrar ve güven ortamı tesis edilmişti. Hatta 2007 yılı programınızda, sizin kendi programınızda, ulaştığınız başarının 57'nci Cumhuriyet Hükûmetinin hazırlamış olduğu programın ve yapmış olduğu, gerçekleştirmiş olduğu yapısal düzenlemelerin eseri olduğunu kendi hazırladığınız 2007 yılı Ekonomik Programı'nda kendiniz ifade ettiniz, itiraf ettiniz.
2002 yılı sonunda etnik, bölücü terör artık kan akıtamaz bir noktaya çekilmişti. Dünyada kriz bitmiş, yurt içinde ve yurt dışında çok önemli avantajlar ve imkânlar yakalanmıştı.
Tekrar hatırlatıyorum, iktidarınız on yılı doldurdu. Şimdi, size soruyorum: 2002'de var olup da bugün olmayan, unuttuğumuz hangi sorunumuz var? Hangi sorun bitirildi? En basit, kendi kendinize sorun, hangi sorun kesin çözüme kavuştu? On yılın sonunda, insanımızın hayatında iyiden yana, güzelden yana ne değişti? Bize göre, bugün ülkemiz dünden farklı veya dünde yaşanan sorunların hiçbirinde dünden daha iyi ve daha güzel bir durumda değildir. On yılda ülkemizin hiçbir temel ekonomik sorunu çözülmemiştir. Üretim, cari açık, yoksulluk, gelir dağılımındaki sorunlar çözülememiş, üretim yerine tüketim, ihracat yerine ithalat, rekabet yerine tekelleşme, tasarruf yerine borçlanma anlayışı hâkim kılınmış, ülkemiz, cari açığın yanı sıra bütçe açığı ve tasarruf açıklarıyla daha derin bir şekilde muhatap olmaya başlamıştır. Hane halkının borçlarının hane halkı geliri içerisindeki payı artmakta ve tasarruf oranları hızla düşmektedir. Milletimiz ayrıca birçok sosyal sorunlar içerisinde de boğuşmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu noktada çok şey söylenebilinir. Zaten on gündür de bunu söylemeye çalışıyoruz. Ancak, ben burada bir sonuç olarak bazı hususları dikkatinize sunmak istiyorum. "Büyüdük, kalkındık." diyorsunuz. "Millî gelirimiz 10 bin doları geçti diyorsunuz. Avrupa'nın 6'ncı büyük ekonomisi olduk." diyorsunuz. Ancak, ortada iki sonucunuz var, reddedemeyeceğiniz, kılıf uyduramayacağınız iki sonucunuz var: Biri işsizlik. Bu kadar büyüdünüz, on yıldır ülkeyi tek başına yönetiyorsunuz, işsizlik hâlâ yüzde 9,1 Türkiye ortalaması. Kırsalı bunun içerisinden ayırırsak, tarım kesimindeki işsizliği bunun içerisinden ayırırsak, işsizlik şehir merkezlerinde yüzde 12'nin üzerinde. Çalışmaya, işe ihtiyacı olan genç nüfusun içinde de işsizlik yüzde 20'nin üzerinde, bu mudur büyüme? Büyüyen bir ekonominin sonucu bu mu olmalıdır? Kendi insanına iş bulamayan bir ekonomi, bir ülke, bir iktidar "Büyüdük." derse bu doğru olur mu? Tekrar soruyorum; işsizlik sorununu çözemeyen bir ekonomiye "büyüdük" denilebilir mi, "büyük ekonomi" denilebilir mi?
İkinci husus: Yine büyümenin, kalkınmanın, zenginleşmenin bir sonucu olarak, bireysel ve toplumsal olarak tasarruflarımızın artması lazım. Yani para kazandınız, kazandığınız paranın bir miktarını yastığın altına koyarsınız, tasarruf edersiniz. O çok tenkit ettiğiniz ve kendinize referans aldığınız 2002'de toplumun tasarruf oranı, gayri safi millî hasılaya oranı yüzde 20'ye yakındır, yüzde 18,6'dır. On yıl sonra, bu kadar büyümeden sonra toplumun ve bireyin tasarruf oranı yüzde 10'lara doğru düşmüştür. Nerede bu büyüme değerli arkadaşlar? Yapılan bir araştırmaya göre halkın yalnız yüzde 10,3'ü tasarruf yapabiliyor, yüzde 61'i hiç tasarruf yapamıyor. Ayrıca bu tasarruf oranları da sürekli düşüyor, bu arızi bir şey değil. Bakın, 2011 Ekim, Kasım, Aralık aylarında tasarruf yapabilenlerin oranı yüzde 12,1 iken 2012'nin ilk üç ayı sonunda yani ocak, şubat, mart ayı sonunda tasarruf yapabilenlerin oranı yüzde 10,3'e düşmüş. Bu gidiş gelecek açısından hiç de doğru değil, büyük riskler taşıyor değerli arkadaşlar. Ben tekrar soruyorum; büyüdüğü iddia edilen bir ekonominin tasarrufları neden artmıyor? Demek ki büyüme yalanı, "büyüme" dediğiniz hadise doğru bir hadise değil. Birileri büyüyor, hiç itiraz etmiyorum, birileri büyüyor ama milletimizin büyümediği, halkımızın büyümediği çok açık ve net.
Değerli milletvekilleri, bir başka husus, ekonomiden sorumlu sayın bakanlar dış kaynak ihtiyacının her geçen gün arttığını ve iç tasarrufların yetersizliğini bir problem olarak ileri sürüyorlar, "Birçok sorunun kaynağı buradan geliyor." diyorlar. Şimdi buradan soruyorum; gayrisafi yurt içi hasılanın içindeki yabancı sermayenin payı ne kadardır? Her yıl yurt dışına ne kadar kâr transferi yapılmaktadır? Büyüme oranının ne kadarı bize ait değildir? İşte, "Yüzde 3 dolayında büyüyeceğiz." Ben inanıyorum ki -uzmanların ifade ettiğini söyleyeyim- bu yüzde 3'lük büyüme Türkiye'de bulunan yabancı sermayenin kârını bile karşılamaya yetmeyecektir.
Ayrıca "Kamu borcu düştü." diyorsunuz. Vatandaşın ve özel şirketlerin borcunu hiç hesaba kattığınız yok. AKP Hükûmetinin ekonomik politikaları sonunda yabancının parasıyla yabancının malını tüketen bir ülkeye dönüştük. Türkiye cari açık ile bütçe açığı arasındaki ters orantının esiri hâline getirildi. Toplumun tüketim potansiyeline yatırım yapan yabancı sıcak paranın acımasız kollarında geleceğimizi ipotek ediyorsunuz, Türkiye'yi hızla yabancılaştırıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, 2012 yılı Nisan ayı itibarıyla bugün ülkemizde 30.110 adet uluslararası sermayeli şirket faaliyet gösteriyor. Toplumun tüketim potansiyeline yatırım yapan 30.110 adet yabancı sermayeli şirket var ve bu şirketlerin kârını karşılamak için, Türk toplumu, bugün, kredi kartı ve tüketici kredisi borcu olarak toplam 252,9 milyar lira borç batağına saplanmış durumdadır. Bu toplum geleceğini satıyor, çocuklarının geleceğini satıyor, yabancı sermayenin kârını ödeyebilmek için, onu besleyebilmek için. Hâlbuki -tekrar hatırlatıyorum- toplumun kredi kartı ve tüketici kredilerinin toplam miktarı 2002 yılında 6,5 milyar dolardı. O kadar da değil, 6 milyar 351 milyon dolardı. "Bugün nereden nereye geldik." dediğinizi bir de bu teraziye çekmenizi size tavsiye ederim.
Değerli milletvekilleri, maalesef Türkiye'yi üretimden çıkardınız. Sanayici ithalatçı oldu, küçük esnaf iş yerini kapattı, çiftçi her yıl üründe zarar eder hâline geldi, her yıl her bölgede ve her üründe. On yıl sonunda her 4 çiftçiden 1'i tarlasını sattı, tarımdan çıkarak işsizler ordusuna katıldı. 2002 yılında tarımda kullanılan arazi 24 milyon hektardı ama sizin iktidarınız sonunda bu miktar 20 milyon 500 bin hektara dönüştü. Yani 3,5 milyon hektar ekilebilir arazimiz maalesef boş duruyor, ekilmiyor çünkü çiftçi her üründe zarar ediyor, ne kadar ekerse o kadar zarar ediyor. Eseriniz bu. Türkiye'yi, kendi insanımızı, bildiği iş, kendi toprağında dişi tırnağıyla, çoluk çocuğuyla kendi emeğini ortaya koymak, ekmeğini kazanmak imkânından mahrum ettiniz. Eseriniz bu.
Şimdi size buradan bir paragraf okuyacağım. Deniliyor ki: "Sanayinin kredi maliyetlerinin yüksekliği, kayıt dışı ekonomi, düşük fiyatlı ithalattan kaynaklanan haksız rekabet, bürokrasinin fazlalığı, kamunun sağladığı bazı girdilerin fiyatlarının uluslararası fiyatlara göre yüksekliği, vergi oranlarındaki yükseklik gibi temel sorunları devam etmektedir on yılın sonunda. Ayrıca, teknoloji üretiminde yetersizlik, ileri teknoloji kullanımının hızla yaygınlaştırılamaması, nitelikli iş gücü eksikliği, yüksek katma değerli ürünlerde sınırlı üretim kabiliyeti, tesislerin üretim ve yönetim yapılarındaki modernizasyon ihtiyacı, sanayinin kapasitesi ve potansiyeli konusunda yatırımcıların bilgiye erişimindeki zorluklar gibi genellikle yapısal nitelikteki sorunların çözülmesi acilen gerekmektedir."
Değerli arkadaşlar, yani üretim sektörü olan sanayinin bu kadar büyük, bu kadar derin sorunları varsa siz hangi büyümeden bahsediyorsunuz? Bunları biz de söylemiyoruz. Bunları siz söylüyorsunuz değerli arkadaşlar. İşte 2013 yılı programınızda söylüyorsunuz bunları. 2013 yılına ulaşmışsınız, hâlâ sanayinin bu sorunlarının olduğunu söyleyerek mazeret üretiyorsunuz. Bunun adı "Türkiye'yi kötü yönetiyoruz." demektir, "Başaramadık." demektir.
Değerli milletvekilleri, halkımız, milletimiz yaşanan yoksulluk karşısında çaresiz, yolsuzluklar karşısında öfkeli, yaygınlaşan adaletsizlikler karşısında cinnet geçiriyor.
2002'ye göre hapishaneler doldu taşıyor, 2 katını geçti. Mahkemelerdeki icra sayısı 2002'nin 2 katına çıktı. 9 milyon 400 binmiş icra dosyası, bugün 20 milyon 772 bine çıkmış. Kalkınan, refah içerisindeki bir toplumun suç oranının bu kadar artmasının sebebi ne özellikle de ekonomik suçlarda?
Sayın milletvekilleri, bunun yanında başta asgari ücretliler olmak üzere çalışanların ve emeklilerin büyük çoğunluğu açlık sınırının altında aylık almaktadır. Daha önce yeşil kartlı olarak bilinen aile içi kişi başına düşen geliri asgari ücretin üçte 1'inden az olduğundan dolayı genel sağlık sigortası primi devlet tarafından karşılanan kişi sayısı 2012 Eylül ayı itibarıyla 5 milyon 172 bin kişi. Bu, yeşil kartlı 9 milyondu, şimdi bir düzenlemeyle bunu 5 milyona düşürdünüz.
Bir sonuç olarak söylüyorum: Tarım sektöründen geçimini sağlayan 20 milyon civarındaki çiftçimiz, 10 milyon 300 bin emeklimiz, 5 milyon 172 bin yeşil kartlımız, 5 milyonun üzerindeki asgari ücretlimiz, 1 milyon 250 bini aşan 2022 sayılı Kanun'a göre aylık bağlanan yaşlı ve engellilerimiz, 2,5 milyon işsizlerimiz ile bu kesimlerin bakmakla yükümlü olduğu kimseler dikkate alındığında denilebilinir ki milletimizin nüfusunun yarısı bugün yoksulluk sınırı altında kıvranmaktadır. AKP iktidarının eseri budur. On yılın sonunda ulaştığınız nokta budur.
Değerli milletvekilleri, daha da kötüsü şu: Maalesef uyguladığınız politikalarla, hatta övündüğünüz politikalarla bugün Türkiye'yi hızla yabancılaştırdınız. "Özelleştirme" adı altında cumhuriyetimizin binbir emekle kurduğu o stratejik değerdeki tesislerini, üretim varlıklarını yabancılara sattınız. Bugün ülkemiz yabancılar için bir açık pazar hâline geldi. Satışa sunulmayan neyimiz kaldı? En son otoyolları ve köprüleri de sattınız. Ne kaldı? Yani bütçe açıklarını kapatmak için daha neyi satacaksınız? Muhtemel kıyılarımız kaldı, zaten onları da satıyordunuz.
TÜİK'in 11 Haziran 2012 tarihinde açıkladığı Yabancı Kontrollü Girişimler Araştırmasına göre, size bağlı TÜİK'in araştırmasına göre söylüyorum: Bankacılık, sigorta ve medya sektörü hariç, Türkiye'deki toplam girişimlerin yüzde 15,4'ü yabancı kontrolündedir. Tütünde yüzde 90,4; ilaçta yüzde 51; otomotiv, TELEKOM, bilgisayar sektöründe yüzde 50; yabancı payı yüzde 30'u geçen toplam 9 sektör mevcut olup, sigorta ve bankacılık da dâhil yabancıların 11 sektörde büyük ağırlıkları bulunmaktadır. Enerjide dışa bağımlılık bulunmakta, ara malı sanayi büyük ölçüde ithalatla yabancıların elinde bulunmaktadır. Aynı şekilde, bankalarımızın yarıdan fazlası, sigortacılık sektörümüzün tamamına yakını yabancıların eline geçmiş bulunmaktadır. İktidarınızın on yılının sonunda ekonominin kontrolü ve toplumun mevduatlarının kontrolü maalesef yabancıların eline geçmiştir.
Değerli milletvekilleri, bundan daha kötü bir durum daha vardır. O da, ne yazık ki topraklarımızı da yabancılara satıyorsunuz. "Alıp götürüyorlar mı?" demeyiniz. Yahudilere satılan İsrail'i de alıp götüren olmadı ama bugün itibarıyla, iktidarınız döneminde, 442 sayılı Köy Kanunu'nun 87'nci maddesini değiştirdiniz. Artık köy arazileri, tarım arazileri de dâhil Türkiye'nin yüzde 10'una kadar yabancılara, mütekabiliyet esası aramaksızın satmaya hukuk çıkarttınız, kanun koydunuz. Sonuçta, bir sayın bakanınızın ifadesiyle söyleyeyim, Sayın Erdoğan Bayraktar'ın ifadesiyle söyleyeyim: Bugün, 81 milyon 864 bin
Değerli milletvekilleri, bir sonuç olarak söylemek gerekirse -benim meslektaşımı salonda göremiyorum, onun anlayacağı sözle ifade edeyim- maalesef Türkiye'yi dikili kuru hâline getirdiniz. Türkiye, bugün dışından bakınca dallı budaklı, görkemli ama içi boş, içi boşaltılmış, tüm kabuk böceklerinin saldırısına açık bir duruma geldi. Maalesef sonuçlar bu.
Şimdi, önümüze getirdiğiniz bütçeye bakalım: Bu bütçe, fakir fukaranın sırtına dolaylı vergi artışları ve zorunlu tüketim mallarına zam öngören bir zulüm bütçesidir. Doğal gaza dokuz ayda yüzde 29, bir yılda yüzde 49 zam yaptınız. 2012 yılında asgari ücrete yüzde 12, memura ve emekli aylıklarına yüzde 8 düzeyinde artış yapmıştınız. Elektriğe, doğal gaza, LPG'ye, mazota, benzine, oto gaza yapılan zamların ardı arkası kesilmiyor. Hatta, fakirin mutfakta kullandığı tüp bile 75 liraya çıktı. 2013 yılı vergi gelirlerinde yüzde 14 oranında artış öngörüyorsunuz. Bunun anlamı, Hükûmetin vergi zulmüne devam edeceğini göstermektedir. Faizciden, rantiyeciden, iş dünyasından, zenginden yeterli vergi alamayan, vergileri toparlayamayan Hükûmet, dolaylı vergilerle yüklenerek dar gelirli vatandaşa, çalışana, emekliye, garibana vergi zulmü uygulamaktadır. Maalesef, AKP Hükûmetinin vergi politikası bu şekildedir.
Değerli milletvekilleri, TÜİK tarafından yayınlanan ve 17 Eylül 2012 tarihinde açıklanan bazı sonuçları sizlerle paylaşmak istiyorum. Aynayı önünüze koyayım, bir seyredin lütfen. Bakınız, TÜİK diyor ki: Nüfusumuzun yüzde 35,8'i ihtiyacı olsa da yeni bir giysi alamıyor değerli milletvekilleri. Nüfusun yüzde 80,3'ü eskimiş ve yıpranmış mobilyalarını yenileyemiyor. Nüfusun yüzde 41,6'sı akan çatısını, çürüyen pencere çerçevesini tamir ettiremiyor. Nüfusun yüzde 41,7'si sıcak bir yuva hayaliyle yaşıyor, kışın üşüyor, evini ısıtamıyor. Nüfusun yüzde 67,6'sı beklenmedik ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Nüfusun yüzde 60,2'si et, tavuk veya balık satın almakta güçlük çekiyor. Nüfusun yüzde 86,5'i evden uzakta bir haftalık bir tatile bile gidemiyor. Türkiye'de 18 yaş ve üstü nüfusun yüzde 65'inin lise eğitimi yok, yüzde 25'i hiçbir okula gitmemiş. AKP iktidarı döneminde büyüme, yıllık ortalama yüzde 5,3 olduğu iddia ediliyor ama sonunda toplumun aynası budur. Bu sizin eseriniz değerli milletvekilleri, sizin iktidarınızın eseri. Dolayısıyla, burada gelip övünmenizin hiçbir haklı dayanağı olmaz.
Tüm bu sebeplerden dolayı, konuşmamın bundan sonraki bölümünde anlatacağım sebeplerden de dolayı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz bu bütçe tasarısına ret oyu vereceğiz değerli arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, bu anlattıklarımdan sonra bir hüküm cümlesi olarak ifade ediyorum: Maalesef, Türkiye kötü yönetilmektedir. Uygulanan ekonomik politikalarla belki bugünü kurtarıyor olabiliriz, ancak geleceğimiz çok büyük tehdit ve tehlikeler altına atılmıştır. Öncelikle, içine düştüğünüz kimlik bunalımı, başlattığınız açılım politikaları ile Türk milletinin ve Türkiye'nin siyasi birliğini parçaladınız. Burada bazı milletvekili arkadaşlar bir başka milletin milletvekili gibi konuştular, bundan hiç rahatsızlık duymadınız maalesef. Ben size hatırlatıyorum: Taviz vererek, İmralı, Kandil ile müzakere yaparak nereye varacaksınız? Bunu görmediniz mi daha?
Sayın Genel Başkanımın sorularını burada tekrarlıyorum, cevabı verilmesi gereken sorular: Üç yıl önce demokratik açılım veya son hâliyle Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi ilan edilmişti. Terör saldırılarında bir azalma oldu mu? Sözde "Kürt sorunu" veya "Kürt kardeşlerimin sorunları" sözlerinin bir faydası görüldü mü? İmralı'ya yüz sürmenin, Oslo'da masaya oturmanın, Habur'daki karşılama törenlerinin acıdan ve milletimizi hayal kırıklıklarına uğratmaktan başka herhangi bir sonucu yaşandı mı? Verilen kararlılık mesajlarına, atılan adımlara, yapılan görüşmelere rağmen, askerimizin, polisimizin, korucumuzun ve masum sivil vatandaşlarımızın şehadeti önlenebildi mi? Şu ibretlik manzaraya bakınız: Müebbet cezaya çarptırılmış bir terör suçlusu, tarafınızdan, fiilen siyasi aktör hâline getirildi, Kandil'i İmralı'dan sevk ve idare eder gibi bir statüye kavuşturuldu. Değerli milletvekilleri, bu, Türk milletine ve Türkiye devletine yakışıyor mu? Bu utancı nasıl taşıyacağız?
Değerli milletvekilleri, bir hususu da üzülerek ifade etmek istiyorum: Sayın Bülent Arınç'ın, geçen bütçe konuşmasında, 21 Aralık 2011 tarihinde, bu kürsüden "Kürt kimliğini tanıyorum, bu kimliğin tüm siyasi ve sosyal haklarını vereceğiz." sözünden sonra, maalesef, 31 polisimiz, 132 askerimiz, 42 sivil vatandaşımız bölücü terör örgütü tarafından katledildi. Ne anaların gözyaşı dindi, ne şehit kanı durdu. Sayın Arınç'a göre, daha fazlasını vermek gerekiyor, hatta dağa çıkmak gerekiyor.
Bir hatırlatma da yapayım: Sayın Arınç bu konuşmayı burada yaptığında Türkiye'nin büyüme oranı yüzde 8,5'tu, Sayın Arınç'ın bu konuşmasından sonra Türkiye'nin büyüme oranı yüzde 2,5'a düştü. Bu konuşmaya devam edin, Türkiye'yi nereye götüreceğinize hep beraber bakacağız.
Değerli milletvekilleri, bu konuda aslında benim merak ettiğim konu Sayın Başbakanın tavrıdır. Sayın Başbakanın bölücü terör örgütüyle mücadelede ortaya koyduğu kararlılığı her defasında Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi ifade ediyoruz. Ama dağa çıkmayı masumlaştıran, meşrulaştıran Sayın Arınç'ın bu beyanı karşısında Sayın Başbakan ne düşünmektedir? Ne düşünmektedir?
ALİM IŞIK (Kütahya) - Rol paylaşımı, rol!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Arkadaşımın söylediği gibi, bu bir rol paylaşımı mıdır, yoksa bir arızi durum mudur?
Değerli arkadaşlar, devleti suçlayarak, güvenlik güçlerini suçlayarak dağa çıkmayı bir hak hâline getirirseniz? Hatta gazetelerde okumaya başladık: İmralı canisi çok masummuş, Nurcuymuş, imammış, suçlu devletmiş! Böyle bir anlayış?
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Nurcu değil.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Nurcu olacakmış, evet.
Şimdi, bunu gazetelere yansıtmak, Sayın Arınç'ın buna sahip çıkması? Siz ne yapmak istiyorsunuz? Yani safınızı bölücü terörden yana kararlaştırdıysanız bunu söyleyin bu millete. Bir yandan "Bölücü terörle mücadele edeceğiz." diye nutuk atacaksınız, bir yandan da bölücü terörü sahipleneceksiniz, dağa çıkmayı kutsallaştıracaksınız. O zaman bu memlekette dağa çıkmayan insan mı kalır yani Sayın Arınç'ın mantığıyla?
Ben tekrar soruyorum: Sayın Arınç'ın bu tavrı karşısında Sayın Başbakanın tavrını görmek istiyoruz. Bu düşünceleri paylaşıyor mu ya da bu düşüncelere sahip olan Sayın Arınç'la çalışmaya devam edecek mi?
Değerli arkadaşlar, buradan milletimize ve sizlere, Milliyetçi Hareket Partisinin, bu konuda, bu bölücülük konusunda, başlattığınız bu kimlik sorunu konusunda çok net bir mesajını vermek istiyorum. Sayın Genel Başkanımızın beyanıyla bir mesaj vermek istiyorum. Sayın Genel Başkanımız diyor ki, burada söyledi, bu kürsüde: "Kökeni, yöresi, mezhebi, anasının dili ne olursa olsun, Türk milletinin her ferdi, bizim için yeri dolmaz, eşsiz, saygın ve eşit özelliktedir. Hakkâri ile İzmir'in, Şırnak ile Kırşehir'in, Diyarbakır ile Balıkesir'in kaderi çok şükür ayrı olmamış, ayrı düşmemiştir. Terörün gayrimeşru ve gayrikanuni bir yol olup sözde hak ve hukuk alanına sırtını yaslayarak, yurdumuzun bir bölümündeki insanımızın temsilcisi gibi hareket etmesi karşılık bulmamalıdır, bize göre bulmayacaktır da. Bizim için, bölücü terör sorununun üstesinden gelmek için tam saha mücadele etmek, terörün insan, mali ve finansman kaynaklarını kurutmak acilen sağlanmalıdır ve Kandil teröristlerin başına yıkılmalıdır.
Türk milleti ortak paydası altında, Türk vatanı müşterek zemininde ve Türkiye çatısı içinde, dün olduğu gibi yarın da beraberce yaşama istek ve arayışında olan herkesle kavuşmaktan, kaynaşmaktan ve kucaklaşmaktan zerre kadar vazgeçilmemelidir?"
AHMET TÜRK (Mardin) - İyi de nasıl kucaklaşalım?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - "?Bu şartlar altında herkes eşittir Türkiye'dir.. Türkiye Türk milletinindir."
Türk milleti? Sayın Genel Başkanımızın yine bu konuda 4 Mayıs 2005 tarihinde yapmış olduğu basın toplantısında tüm siyasi partilere yaptığı çağrı çok açık; burada diyor ki Sayın Genel Başkanımız: "Gelin bu Türk milletini tanımlayalım. `Alt kimlik', `üst kimlik', `Türkiyelilik kimliği' olarak `Türkiyeli'nin öznesini yok etmeye hakkınız yok. Gelin bu Türk milletini tanımlayalım." diyor ve 4 maddede tanımlıyor, diyor ki: "'Türk milleti' bu topraklarda yaşayan halkın adıdır. `Türk milleti' Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanların toplamıdır. `Türk milleti' tabiri `kan ve soy bağı' demek değildir; yaşanan binlerce yıllık, yüzlerce yıllık bir geçmiş ve yaşanacak gelecek iradesidir, ülküsüdür. İşte bu Türk milleti ortak paydasında, değerli arkadaşlar, hiç kimse kendini bunun dışında tutmamalıdır. Herkes eşittir ve herkesin bu eşitliğinin karşılığı da Türkiye'dir. Türk milleti de Türk vatandaşlarının birlikte vücut verdiği muazzam sosyolojik, kültürel ve tarihî hazinenin adıdır. `Ne mutlu Türk'üm diyene!' sözü ırkı ve ırkçılığı dışlayan bütünsel bir çağrıdır. Unutmayınız ki bu topraklar şehit kanıyla vatanlaşmıştır, 1 metrekaresinden bile vazgeçilmesi, tek insanıyla ilgili farklı hayaller kurulması olmayacak duaya amin demekle eş değerdir. Aklından zoru olanlar, şuurları kapanıp da gözleri kararanlar aksini iddia ediyorlarsa Türk milletinin ne yapacağını ve mukaddesatı uğruna nelere katlanacağını tüm boyutlarıyla görecekler ve acı bir şekilde yaşayacaklardır." Sayın Devlet Bahçeli bunları bütçe konuşmasında bu kürsüden söyledi.
Değerli milletvekilleri, işte böyle bir Türkiye; üretmeyen, üretim araçları yabancılaştırılmış, üretim bilgisini kaybetmiş borçlu bir ülke, üstelik birliğini de kaybetmişse, artık küresel projelerin kolay hedefi ve lokması hâline gelecektir. Türkiye'yi getirdiğiniz nokta burasıdır. Biz bunu tarihte yaşadık değerli milletvekilleri. Osmanlı Devleti böyle bir sürecin sonunda yıkıldı. Öyle bir sürecin sonunda vatanımızın bugünkünün 10 katı büyüklüğündeki toprağını kaybettik, milletimizin 5 milyonunu o dağlarda kaybettik. Aynı süreci bize yaşatmak, Türk'ü yeniden ateşle imtihan etmek niyetine düşenler, bu niyetlere taşeronluk yapanlar, karşılarında Türk milletinin Millî Mücadele'yle ortaya koyduğu o azmi, o kararı, o iradeyi bulacaklardır, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Değerli milletvekilleri, milletimiz, 3 seçimdir, on yıldan bu yana ülkemizin yeni yüzyıla hazırlanması görevini, güçlü bir siyasi irade oluşturarak, o iradeyi de sizin arkanıza koyarak, size bir görev olarak verdi. Bugün şu saate kadar konuştuklarımız ve yaşadıklarımız sonucunda bir şey tartışmak lazım. On yıl sonunda sonuçlar böyle mi olmalıydı? Bugün bu konuları mı tartışmalıydık? Bölünmeyi, ayrışmayı mı tartışmalıydık? Yabancılaşmayı mı tartışmalıydık? Sizleri, zaman ve mekân bütünlüğünde birlikte düşünmeye davet ediyorum. Gelin bir vicdan muhasebesi yapalım değerli milletvekilleri.
Yeni bir yüzyılın, hatta yeni bir bin yılın başındayız. Bana göre, Türk milleti tüm zamanların en şanslı bir dönemini yakalamışken mutfakta yangın çıkarmak isteyenler var, evin düzenini bozmak isteyenler var. En kötüsü, daha da kötüsü değişim, dönüşüm adına küresel güçlerin, emperyalist heveslerin siyasi emelleriyle kendi şahsi çıkarları birleşmiş maalesef devlet adamları var. Yangının başlangıcında yeterince ve zamanında tedbir alamazsak -Allah korusun- bin yılda bir yakaladığımız bu tarihî fırsatı kaçırmak üzereyiz. Bugün, Türkiye ve Türk dünyası coğrafyası tüm yüzyılların başlangıcından çok daha değerli ve önemli bir jeopolitik, jeostratejik konum kazandı. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği merkezli bir küresel dünya düzeninden çok merkezli bir dünya düzenine evrilen dünyamızda Türkiye ve Türk dünyası, yeni küresel güç adaylarıyla eskilerinin arasında tarihî bir fırsat ve çok değerli bir jeopolitik yakaladı. Şimdi, bir tercih noktasındayız; ya tarih yazacağız, 21'inci yüzyıl Türk asrı olacak ya da maalesef küresel güçlerin küresel projelerinin ayak altında kalacağız.
Değerli milletvekilleri, küresel güçler bu bölgeyi kontrolleri altında tutabilmek için günümüzde âdeta savaş düzeni aldılar ve maalesef mevzileri bizim topraklarımız üzerinde kuruyorlar. Her yeni yüzyılın ilk çeyreğinde olduğu gibi 21'inci yüzyılın bu ilk çeyreğinde de dünya düzeni şimdi yeniden kuruluyor. Tarihin sonunun geldiğini ve artık medeniyetler çatışması yaşanacağını düşünen ve dünya imparatorluğu kurmak iddiasında olan küresel güçler, bölgemizde küresel projeler uyguluyorlar.
Şimdi buradan Hükûmete soruyorum: Bu yeni yüzyılda Türkiye için öngördüğünüz bir konum var mı? Türkiye'yi nereye koyuyorsunuz? Dünyanın yeniden tanzim edildiği bu süreçte Türkiye, paylaşılan, parçalanan bir ülke mi olacak yoksa paylaşılamayan, itibarlı, güçlü ve lider bir ülke mi olacak? Bu bütçe tasarısıyla, Hükûmet olarak Türk milletinin önüne hangi hedefleri koyuyorsunuz? Bir siyaset belgesi olarak bu bütçe tasarısının bir siyaset felsefesi var mı? Topluma heyecan veren ve bir gelecek umudu ortaya koyabiliyor musunuz? Denetimden kaçan, öz güvenini yitirmiş, ülke sorunlarını bu sorunları çıkaranların insafına terk etmiş bir Hükûmetle hangi umudu yaşatacaksınız?
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki biz bu bütçe tasarısında böyle bir gelecek öngörüsü göremiyoruz. Bir tablo hazırlattım; uzun bir tablo hazırlattım. Bakın, "10'uncu ülke olacağız." diyorsunuz. Bu tabloyu size verebilirim. 10'uncu büyük ekonomi olacaksanız 2023'te, bugünkü 10'uncu ülke İspanya. İspanya'nın kişi başına millî geliri 30.026 dolar. Siz bu gidişle millî geliri ancak 16.988 dolara çıkartacaksınız. Tüm parametrelerle, bu kaplumbağa hızı ve bu sorunlarla Türkiye'yi 2023 yılında 10'uncu ekonomi hâline getirebilme şansınız yok. Ne kendinizi kandırın ne milleti kandırın. Rakamlar burada, merak edene verebilirim.
Yaklaşık elli günden bu yana bütçe tartışıyoruz. İktidarıyla muhalefetiyle bütçe hakkını yeterince yerine getirdiğimizi de söyleyebilmemiz mümkün değil. Sorunları derinlemesine tartışamadık, alınması gereken tedbirler için ortak akıl geliştiremedik. İktidar ile muhalefet arasında boş-dolu bardak tartışmasının ötesinde bir şey olmadı. Ne bardağın boşu ne dolusu bu milletin karnını doyurmuyor. Siz bu bardağı kovaya dönüştürebiliyor musunuz, bunu konuşmanız lazım bütçede ama maalesef, trajikomik bir oyun olarak boş-dolu bardak tartışmasıyla milletin gününü, zamanını tükettiniz. Hâlbuki bugün, bu elli günde Türkiye'yi nasıl lider ülke Türkiye hâline getireceğimizi konuşabilirdik. Eğer iktidar olarak böyle bir vizyon getirmiş olsaydınız muhalefet olarak biz de buna katkı verirdik. Sayın Canikli "Hiç proje sunmadınız." diyor. Hayır, bundan iki yıl önce, yine aynı sözün üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin burada yaptığı konuşmalarda yaptıkları önermeleri bir araya getirdik, size sunduk, hiç dikkate almadınız. Aslında, muhalefet proje sunma sorumlusu değil. Ülkeyi siz yönetiyorsunuz. Danışmana ihtiyacınız varsa o ayrı bir hadise. Ama maalesef, iktidar sorumluluğunda bu ülkenin geleceğini konuşturmadınız.
Değerli arkadaşlar, dünyanın hızla eksen değiştirdiği, güç kaymalarının yeni haritalar çizdiği, dostların düşman, düşmanların müttefik olduğu, herkesin yeni durumlara göre yeni pozisyonlar belirlediği bir süreçten geçiyoruz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak kendi hayalimizi, kendi iktidar projemizi size anlatıyoruz. Hatırlatıyoruz size de. Ülkemizin kronikleşmiş hastalıkları, sorunları ve zaafları olabilir ve vardır. Dünyanın yaşadığı değişim ve dönüşümün etkileri ve mecburiyetleri ne kadar ağır olursa olsun Türkiye bu coğrafyada güçlü olmak mecburiyetinde. Bu coğrafya, büyük olanların egemen olduğu bir coğrafyadır. Bu coğrafyada zayıflara hayat hakkı yok. Bugün ülkemizin ve milletimizin geleceği açısından en önemli sorunu hâline gelen etnik bölücü terörü ve siyasal bölücülük taleplerini bu anlam ve bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu coğrafyada gözü olanların öncelikle hedef aldıkları konu bizim birliğimizdir, bizim kimliğimizdir.
Değerli arkadaşlar, bir devletin kimliği milletidir. Bir cümlenin öznesi yoksa yükleminin anlamı yoktur. Eğer bu devlet, bağımsız, onurlu, güçlü olmak istiyorsa öznesini güçlendirmek mecburiyetinde. Şimdi siz özneyi ortadan kaldırdınız kimlik tartışmasıyla. "Milletim, milletim, aziz milletim" diyorsunuz. Kim bu millet değerli arkadaşlar? Bu millet Türk milleti, isteseniz de Türk milleti, istemeseniz de Türk milleti. Ama, siz maalesef, etnik bölücü terörü küstürmemek adına, küresel güçleri küstürmemek adına bu ülkenin millî kimliğini, kurucu hukuktan kaynaklanan kimliğini sulandırdınız, tartışmaya açtınız.
Türkiye'nin zaafları, kangren olmuş sorunları, geçmişinde imza attığı yanlışlıkları vardır ve düzeltilmesi için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini, can yakıcı kararlar alınıp uygulanmasının zorunlu olduğunu hepimiz birlikte biliyoruz. Ancak, artık bugün yeni bir durumla yüzleştiğimizi, sorunun sadece bu ülkenin zaaflarıyla sınırlı olmadığını, bölgede olup bitenlerin birbirini tetiklediğini, Türkiye'nin yapayalnız yürüdüğü tehlikeli bir yolculuğa çıktığını, aslında bunun uzun bir yürüyüş olduğunu, bir meydan okuma olarak algılandığını, bu ülkenin 20'nci yüzyıl defterini kapatmak istediğini, bunun da kendi müttefiklerimiz tarafından bile tehdit olarak kabul edildiğini ve bize diz çöktürmek için önce bölücü terör üzerinden birliğimizi parçalamayı bir proje olarak bize dayattıklarını hepimiz görmek mecburiyetindeyiz. Ve ne yazık ki, milletin oylarıyla iktidar olmuş bu iktidarın Sayın Başbakanı bu projelere eş başkan olmakla övünüyor, acı olan da bu.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'yi ve Türk milletini tarih, coğrafya, kültür, inanç bağlamında ve bir zaman-mekan bütünlüğünde düşünürsek, Türkiye gerçekten bir merkez ülke olarak büyük bir ülkedir. Milletiyle, devletiyle, birikimiyle, iradesiyle büyük bir ülkedir. Öncelikle bu büyüklüğe inanmak mecburiyetindeyiz ve bu büyüklüğün gereğini yapmak mecburiyetindeyiz. Bunun anlamı şudur: Türkiye'yi yönetenler tüm dinamiklerin gücünü kullanırken, tüm faktörlerin bileşkesinde strateji belirlerken, planlama yaparken, hatta iş birlikleri, ittifaklar yaparken millî düşünmek, başkent Ankara merkezli bakmak zorundadır. Washington, Brüksel, Erbil merkezlerinden yükselen taleplere ve projelere eş başkanlık yapmak hevesi, hayali Türkiye için bir stratejik derinlik değil, stratejik komiklik olur ve siz maalesef bunu yapıyorsunuz. Sizi bu konuma cesaretlendirenler gün gelir sizden vazgeçer, ortada kalıverirsiniz, birçok olayda yaşadığımız gibi.
Değerli milletvekilleri, büyük medeniyetler, toplumların bunalım dönemlerinde bu bunalımdan çıkış gayretleriyle kendilerini geliştirir, ifade ederler ve sorunu enerjiye dönüştürürler. Ben inanıyorum ki bugün Türkiye'miz, cumhuriyetimizin kuruluşundan seksen, doksan yıl sonra yaşadığı bu bölücülük sorununu aşarken yeni bir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şandır, ek süre veriyorum. Lütfen tamamlayınız.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - ?yüzyılın ilk çeyreğinde büyük olmak iddiasını, idealini yani lider ülke Türkiye olmak idealini bir enerjiye, bir iradeye, bir karara dönüştürecektir ve bunu gerçekleştirecektir inşallah. İşte bunun için gerekli olan husus, millî bir siyaset, milliyetçi bir siyaset ve bir milliyetçi kadroya ihtiyaç bulunmaktadır, milliyetçi bir anlayışa ihtiyaç vardır.
Milliyetçilik dediğimiz hadiseyi hepiniz biliyorsunuz ama en basit tarifiyle söyleyeyim: Mensubiyet şuuru. Sahip olduklarımıza mensubiyetin asabiyeti milliyetçilik. Biz binyıllık bir tarihe, bu kadar geniş bir coğrafyaya ve acısıyla tatlısıyla bir geçmişe sahip bir millet olarak buna duyduğumuz mensubiyetin enerjisi? O enerjiyle ülkemizi ve milletimizi büyük yapmak bize göre zor değil ama bunun yapılabilmesi için milliyetçi bir anlayışın, milliyetçi bir siyasetin ve milliyetçi bir kadronun bu ülkeyi yönetmesi lazım.
Bakınız, bizim bir projemiz olarak size ifade edeyim. Bunu gerçekleştirebilmek için öncelikle farklılıkların farkında olarak ve farklılıklarımıza da saygı göstererek hiç kimsenin kendine ait özeline itiraz etmiyoruz ama biz Türk milletiyiz, hepimiz birlikte Türk milletiyiz. Herkesin soyu kendine ait. Birlikte yaşamayı -bizim en önemli değerimiz bu, birliğimiz- bir cazibe merkezi hâline getirmeliyiz ve bunu bir ülkü hâline getirmeliyiz. Bunu bir enerjiye dönüştürmemiz ve bundan bireysel çıkarımı maksimize edecek projeleri de milletimize sunmalıyız. Ayrıca, adil, şefkatli bir devlet yönetimi ve bunu yönetecek siyasi kadrolarda sorumluluk duygusunu bir ahlak hâline getirmiş bir siyaset ve siyaset kurumu geliştirmeliyiz. Bunun için, küreselleşen dünyada, küresel projelerin kesiştiği, çarpıştığı coğrafyamızda bunu gerçekleştirecek ancak bir millî siyasete ihtiyaç vardır.
Değerli milletvekilleri, toplumsal psikoloji bir öz güven ile yeniden inşa edilmelidir. Toplum bir büyüklük hayali içinde ortak gelecek kurmaya ikna edilmelidir. Ayrışmayı besleyen söylem ve siyasetlerden ve bunu destekleyen terör saldırılarından hızla kurtulmak gerekmektedir. Toplumu, birlikte oluşturdukları tarihi ve binlerce yıl birlikte yaşadıkları coğrafyayı birlikte sahiplenmeye ikna etmemiz gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisinin iktidar projesi bunu amaçlayan, bunu gerçekleştirmeyi projelendiren bir iktidar anlayışıdır.
Değerli milletvekilleri, çok güzel bir söz vardır, bir özdeyiş. "Yay ne kadar gerilirse ok o kadar ileri atılır." Ancak, o yayı gerenin sağlam bir zemine basması lazım. Öznesi olmayan bir milletin, öznesi olmayan bir devletin ileriye atacağı ok yok ancak kendi ayağına sıkar. Maalesef, ülkemiz bugün bunu yaşamaktadır. Bize göre, 21'inci yüzyıl Türk yüzyılı olacaktır, Türk asrı olacaktır ve bunu hep birlikte, birlikte gerçekleştireceğiz. Milletimizin hiçbir ferdinden; ülkemizin, vatanımızın bir tek çakıl taşından bile vazgeçmeden bunu gerçekleştireceğiz inşallah. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bu anlayışla bu göreve hazırız. Bu bütçe görüşmesiyle bunu aziz milletimizin takdirine sunuyoruz.
Bu değerlendirmeler ve hedefler doğrultusunda bu bütçeyi yeterli bulmuyoruz. Bunun için, ret oyu vereceğiz. Tekrar ediyorum: Milletimize bir gram hizmet edene şükranlarımızı sunuyoruz. Ancak, biz milletimizi hizmetin en iyisine, en çoğuna layık görüyoruz.
Etini, sütünü, buğdayını hatta samanını yurt dışından satın alarak, binyıllık kardeşliği tartışarak, ayrışarak, küresel projelere taşeronluk yaparak bu topraklarda egemen ve özgür yaşamanın mümkün olmayacağını biliyoruz. Bedelini atalarımızın kanlarıyla ödeyerek vatan yaptığımız bu topraklarda kıyamete kadar Türk ve Müslüman kimliğimizle ve bağımsız devletimizle yaşayacağımıza yürekten inanıyoruz.
İnşallah diyorum ve her şeye rağmen, görüştüğümüz bu bütçenin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini dileyerek yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şandır.