GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:17
Tarih:07.11.2012

BDP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi adına 338 sıra sayılı Büyükşehir Belediyesi -yerel yönetim- Yasası'yla ilgili söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aslında, içinde yaşamış olduğumuz bu süreç çok kritik ve zor bir süreçtir. Hepinizin bildiği gibi, açlık grevi, 12 Eylül 2012 tarihinden günümüze kadar iki aya yakın bir süredir kamuoyu tarafından titizlikle izlenen açlık grevi eylemi bugün 57'nci gününü tamamlamış bulunmaktadır. Bu insanların siyasal görüşü ne olursa olsun talepleri insanidir, vicdanidir. Yani 57 gün 57 gece aç kalan, açlık grevinde olan insanlarımızın yaşadıkları durum ortadadır. Kendi iradeleriyle bu eyleme katılmışlardır. Bu bir irade beyanıdır. 714 kişiyle 666 cezaevinde başlatılan açlık greviyle, sayıları -5 Kasım 2012'den itibaren- on binlerle ifade edilen özgür tutsakların bulunduğu her cezaevinde, genç bedenlerini ölüme yatırarak soruna çözüm arıyorlar.

Bu açlık grevinin başlaması öyle kendiliğinden olmamıştır. Bu açlık grevi belli bir süreçten sonra başladı. Talepleri ve amaçları şöyle sıraladılar: Tecridin kaldırılması, kendi ana dilinde eğitim ve savunma hakkının verilmesi, kamusal alanda kendi ana diliyle resmî olarak kendini ifade etmesidir. Öneriler ve talepler o kadar makul ve demokratik taleplerdir ki öncelikle Hükûmet bu talepleri açlık grevlerinin sonuçlandırılmasına katkı sunabilir. Oysa bunun tersi davranıyor. İnsan hayatını hiçe sayma insanlıkla ne kadar bağdaşır, sizin vicdanınıza bırakıyorum. Cezaevinden yükselen bu çığlığa kulak vermek zorundasınız. Bingöl ve Bitlis Cezaevi ziyaretimde tutsakların durumu iç açıcı değildi; kilo kaybı, kan kusma, tansiyon düşüklüğü ve sıvı almaz durumda idiler.

Cezaevinde ölecek her vatandaştan Hükûmet sorumludur, hiç kimse kendini bu sorumluluktan kurtaramaz. Cezaevlerinden tabutların çıkmasını istemiyoruz. Büyük bir felaket. Siyasi tutsakların haklı olarak sunduğu öneri, tutsaklar özgürce yüreklerini ortaya koyarak barış için çözüm arıyorlar. Ayrıca, genç bedenlerini ölüme yatırarak, kendilerini lime lime eriterek, canından başka hiçbir olanakları olmadığını ortaya koyarak "Halklarım kardeşçe yaşasın, bir kardeş diğer bir kardeşi vurmasın, savaş dursun, kan akmasın?" Buna karşın, AKP Hükûmeti, hâlâ, çözümsüzlükte ısrar ve meydan okumaya devam etmektedir ve tutsakların taleplerini görmezlikten gelmektedir. Bu hangi anlayıştır Allah aşkına? Bu işler tehdit, baskıyla çözülebilir mi?

Bu kürsüden çağırıyorum: Bu ölümlere seyirci kalmayalım. Vicdanı olan insana, içinde insan sevgisi barındıran ve bu ülkede savaş, gerginlik ortamını istemeyen, kardeşçe ve insanca yaşamak isteyen herkese çağrımızdır: Bu konuda katkınızı sunun; duyarsız kalmayalım, sesinizi yükseltin, barış ve kardeşliğe katkı sunun. Sorunlar derinleşmeden, derinleşmesine neden olmadan bu sorunu sonlandıralım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda Genel Kurula getirilen ve sunulan yerel yönetimler yasası, 12 Eylül darbesinin yasalarını çağrıştıran bir yasanın devamı niteliğindedir. Bundan önceki yasa, 1982 Anayasası'nın 127'nci maddesine göre düzenlenmiş bir yasadır. Demek ki 127'nci maddenin ruhu hâlen devam etmektedir. Aynı zamanda ucube bir yasadır. Bu yasanın amacı: "Büyük yerleşim yerlerinde özel bir yönetim biçimi oluşturulabilinir." anlayışıyla -hükmüne uygun- 1984'te başta İstanbul, Ankara, İzmir'de kuruldu ve her bir belediyenin başkanlığına da bir general getirildi, bir paşa. 1986-1988'de rant cephesinin cazibesini çektiği için beş belediye daha büyükşehir kapsamına alındı. 1993'ten sonra da sekiz büyük kent belediyesi eklendi, bugün, toplam on altı ana kent belediyesine "büyükşehir belediyesi" unvanı verildi. Bu ana kent belediyelerin, diğer merkez belediyelerden avantajı nedir?

Şimdi, nüfus oranına göre büyükşehir belediyesi sayısı, on üç büyükşehir belediyesi eklenerek yirmi dokuza çıkarılmak istenmektedir. Yeni yasa ile büyükşehir belediyesi sayısını artırmak neyi değiştirecektir Sayın Bakanım, sormak isterim?

Sadece isim değiştirmek yetmiyor, birini büyüterek, diğerini küçülterek ekonomik büyüme sağlanmıyor, hizmet sunulmuyor. Burada vatandaşın dikkatini dağıtmakla sorun çözülmüyor, kandırmanın da bir faydası yoktur. Sözüm ona yetkiyle daha fazla hizmet sunulacaksa amenna, ama öyle değil. Yetkiyle değil, daha çok yetenekle bu işler yapılabilir. On üç yeni büyükşehir belediyesini oluşturmak için yeni yasanın sunuşu, tamamen Makyavelist bir anlayışla ele alınan bir yasadır.

Burada halkın çıkarları söz konusu değildir. Büyükşehir belediyesinin sayısını artırmanın bir avantajı şudur: Milyonlarca insanın oyunu toplu olarak bir yerde tutmadır. Bu oransız gücün oyu, ister istemez Türkiye Büyük Millet Meclisine de yansıyacaktır.

Tabii ki büyük kent belediyelerinin rolünü kimse tartışamaz. Esasında bu, yasaların değişimi, dönüşümü altında yapılıyorsa da özünde özelleştirme amacı taşıyan neoliberal politikaların gelişimidir. Herkes biliyor ki bu politikalarının altyapısı 24 Ocak ekonomik kararlarıyla alınıp, uygulamada zorlandığında imdadına 12 Eylül rejimi yetişmiştir.

Bu süreçte, Dünya Bankası, büyük kent belediyelerine yatırım amaçlı destek sunarak belediye hizmetlerini kolaylaştırmak için ortak oldu. Bununla da yetinmedi, belediye hizmetlerini hızlandırmak için belediye ortaklığıyla taşeronluk getirildi. Büyükşehir belediyesi bu yönetimle hizmet sektöründen kurtulmayı da başarmış oldu. Bu nedenle, rant paylaşımına yönelik yerel yönetim anlayışı arttı. Herkes "Rant pastasından nasıl nasibimi alabilirim?" havasına girdi.

Bu yasayla, kentsel dönüşümün önündeki engeller bir bir kalkacaktır , "Oh, gel keyfim, gel." diyecektir. Vatandaş bu tiyatroyu seyrederken ne diyecektir? "Evim gitti, malım gitti? Ah vah!" mı edecektir? İşte, AKP Hükûmeti, iktidarını bu temele dayandırarak kurmaya çalışmaktadır. Çünkü yasa, düşük yoğunluklu savaş nedeniyle göçleri hızlandırmak, dolayısıyla metropol kentleri hedef göstermektedir.

Amaç, bütün belediye hizmetlerini özelleştirmedir. Nüfus kriterleri, yüz ölçümü böyle bir proje için de yeterli olmayabilir. Yerleşim yerinin sosyal, kültürel, ekonomik talepleri dikkate alınmadan gerçekleştirilmek isteyen böyle bir yasa toplumda ister istemez bazı sıkıntılara ve huzursuzluklara neden olabilir.

Yönetim, sadece kamuya ait bir olgu değildir, aynı zamanda özel kesim için de bir alan kavramıdır. Gelişen teknoloji, çağımızda, özel, sosyal yaşamlarda bir değişim yaratmadı. Bu istekleri planlamaya katmadan idari ve siyasi planlama, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımında engel teşkil eder. Büyük kent sınırlarını genişletmek ve ilçe belediyelerinin yetkilerini azaltmak yeniden sorun yaratacaktır.

Bu vizyon, büyük kent belediyesini elinde tutan iktidar partisinin lehine gelişecektir. Bu yasayla aynı zamanda merkezi güçlendirmek uğruna belde belediyelerinin kaldırılmasını, köylerin mahalle yapılmasını vatandaşa yapılan en büyük haksızlık olarak görmekteyiz. Halkın doğrudan yerinden yönetime katılmasını engellemekten başka bir şey ifade etmez bu yasa. Burada düşünce ayrılıklarını yaratmadır. Gerçekten, yasa özel idareyi kaldırıyor, yetkileri başka bir kuruma devrediyorsa bunun ne yararı vardır? Kim bize izah edebilir? Yatırım izleme koordinasyon merkezi kurularak valilere yerel yönetimler üzerinde denetleme yetkisini verecektir. Bu yetki artırımıyla ne yapmak isteniyor? Hani deniliyordu ya "Seçilenleri atanmışlara ezdirmeyeceğim." Bu ne anlama geliyor?

Şimdi, AKP Hükûmeti, böyle, bu söylemin neresinde duruyor? Bu yasa, tamamen, demokratik işlevi askıya alan bir yasa görünümündedir. Sözüm ona, yatırım izleme koordinasyon merkezi idarenin taşradaki işlerini yerine getirecektir. Tam tersini düşünebiliyor musunuz? Yasaya göre, tüm etkinliklerde verimliliği sağlamak için kaynakları yerinde görmek, aksamaları denetlemek, rehberlik etmektir. Öyle bir şey yoktur bu yasada.

Yasa yalnız ilin sınırlarını kapsayabilirdi, özel idarenin boşluğunu doldurabilirdi ya da bir idari, siyasi, yatırım koordinasyon izleme merkezi hâline getirmek daha anlamlı olurdu. Ama maalesef, AKP Hükûmeti bütün bu gelişmeleri gördüğü için? Bu projeyle kendini yerel yönetimlerde güçlü çıkaracağını sanıyorsa aldanıyor demektir.

AKP Hükûmetinin asıl amacı, büyükşehir belediyeleri, yerelden yönetim anlayışı, demokratik özerklik projesine neoliberalist projeyle engel olmaktan başka bir şey ifade etmiyor. Demokratik Toplum Kongresinin geliştirmiş olduğu demokratik özerklik projesini boşa çıkarmaktır amacı. Oysa bizim geliştirmek istediğimiz proje, sadece bölgemizde değil, Türkiye metropollerinde istediğimiz demokratik özerklik, -diskalifiye etmeleri, bu amacı taşımaktadır. Oysa biz diğer bölgelerde 20'ye yakın bölgenin oluşmasını isteyip, oralardaki derin uçurumları bertaraf etme projesidir.

Demokratik özerklik projemiz, sadece yerel yönetimleri model olarak ele almamaktadır, aynı zamanda bir kardeşleşme projesi ve güçlendirmedir. Bu projenin tanımlandığı yerel yönetimler modeli ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel temelde bir dehadır ve devrimci demokratik dönüşüm programının tıpkısıdır. Stratejik bir proje olan demokratik özerklik projesi, halkın kendi kendini idare etmesi demektir. Bu modelle belediyelerin temelde devletten hiçbir şeye ihtiyaçları olmayacaktır. Tecrübe, yaratıcılık, yerinden yönetme, deneyim, kazanım geliştikçe güçlenme sağlanacak, kazandıkça daha güçlü belediyeler oluşacaktır.

Gönül isterdi ki AKP Hükûmeti, demokratik projeye benzer bir model geliştirsin. Yerel yönetimlerin en güçlü sacayağı olan köy ve mahalle örgütlenmelerini güçlendirerek demokrasiyi güçlendirmiş olsaydı, halkın doğrudan doğruya katılımıyla oluşacak olan meclisler söz sahibi olacaktı. Ne yazık ki bu örgütlenme modelinden korkuluyor. Demokratik gelişim, tabii ki, halkı aydınlatıyor. Siz halkın örgütlülüğünden korkuyorsunuz, gelecekten korkuyorsunuz. Nafile, ne yaparsanız yapın, hangi projeyi getiriyorsanız getirin, artık korkunun ecele faydası yoktur.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Zenderlioğlu.