GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CEZA MUHAKEMESİ KANUNU İLE CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:24.01.2013

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; madde üzerine verdiğimiz değişiklik önergesi hakkında söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu bölüme ilişkin, özellikle çocuk tutuklu ve hükümlülerin görüşme süresine ilişkin bir değişiklik önergesi veriyoruz. Çocukların hem ailesiyle hem de görüşmecileriyle daha uzun süre kalmaları onların cezaevi koşullarında daha sağlıklı yaşamaları açısından önemli bir konu. Bu açıdan bu önergemizin dikkate alınmasını umuyoruz.

Sevgili arkadaşlar, tabii "çocuk hakları" diye ifade edince, Türkiye'de çocuklardan bahsettiğimizde birçok alanda, çocukların çalışma yaşamında, sosyal yaşamda, sokakta yaşayan ya da çalışmak zorunda kalan çocuklara ilişkin söyleyeceğimiz çok şeyler var ama biz biraz daha çocukların haklarına ilişkin, ki bu yasa kapsamında özellikle ana dil bağlamında tartıştığımız için bu bölüme ilişkin birkaç şey ifade edeceğim.

Biliyorsunuz, aslında, Türkiye bütün uluslararası sözleşmelerde çekince koymuş durumda. Bu çekincelerin temel nedeni de aslında birkaç gündür burada tartıştığımız Kürt sorunu. Yani, ne zaman ki uluslararası sözleşmelerde Kürtlere veya diğer halklara yönelik bir hak varsa bunlara çekince konulmuş. Çalışma yaşamına ilişkin maddelerde bile, uluslararası sözleşmelerde bile çekince var. Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde de bu çekinceler yerini koruyor. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde, Türkiye eğitim, ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi dilini kullanma hakkını içeren 17, 29 ve 30'uncu maddelere çekince koymuş durumda yani Türkiye'de, Türk çocukların dışındaki Kürt, Laz, Çerkez, Arap çocuklar kendi ana dilini kullanamıyorlar, kendi ana dilinde eğitim yapamıyorlar, kendi dillerinde kendilerini ifade etme hakları yok; kendi kültürünü yaşatma, kendi dilinde kendi kültürünü yaşatma konusunda bir hakka sahip değiller yani bunu uluslararası sözleşmelerde bile biz engellemişiz. Dolayısıyla, bu çekincelerin kaldırılması gerekiyor. Eğer gerçekten biz Türkiye'de bir demokratikleşme sürecinden, bir barış sürecinden bahsediyorsak, eğer birlikte, bu kürsüde çok ifade edildiği gibi, eşit haklara yönelik bir yaşam sağlayacaksak önce çocuklarımızdan başlayalım. Çocuklarımızın, diyeyim ki, geleceği için onurlu bir gelecek, barış içerisinde bir gelecek, demokratik bir gelecek diye ifade ettiğimiz bir yaşam bırakmayı istiyorsak o zaman öncelikle yapmamız gereken şeylerden birisi de bu çekinceleri kaldırmaktır.

Aslında bu kürsüye gelen herkes bugün Türkiye'de Türkiye demokrasisi önünde engel olan, otuz yıldır yaşanan savaşın, çatışmanın neye mal olduğunu, insan yaşamından tutalım sosyal, ekonomik, kültürel olarak bizlere neyi kaybettirdiğini? Orta Doğu'daki bu değişim sürecinde, bir yandan "Türkiye nasıl bu değişim sürecinde kendisini düzenleyecek?" diye konuşmak yerine burada "Niye bu sorunu çözüyoruz?" Hatta ortada bir sorun çözme durumu henüz yok, başlatılan bir diyalog var. Bu diyaloga anlam biçme, bu diyalogun bir müzakereye dönüşmesi, buradaki halkların birlikte, eşit, özgür yurttaşlık temelinde bir arada yaşamasının yolunu açacak, ölümleri durduracak, demokratik bir sürecin önünü açacak bir tartışmayı ne yazık ki muhalefetin şeyine dönüştürebiliyoruz.

Değerli milletvekilleri, eğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, o söylediğimiz gibi, 75 milyonun temsilciliğini yapıyorsak herkes kendi şapkasını önüne koyup düşünmek durumunda. Barış konusunda ne düşünüyoruz, özgürlükler konusunda ne düşünüyoruz? Şimdi, "Bu görüşmeler niye oldu?" diye kıyamet koparılıyor. Aslında "Niye olmadı?" diye kıyamet koparmak gerekir. "Niye bugüne kadar müzakere yöntemi denenmedi? Niye sorunların çözümü konusunda hiçbir adım atılmadı? Niye bu ülkede 20 milyon Kürt'ün hak ve özgürlükleri konusunda bir çalışma yapılmadı? Niye bu konuda diğer halkların kendisini özgürce var etmesi konusunda, ana dilini kullanması konusunda bunlar yapılmadı?" diye konuşmak gerekir. Bunları konuşmadığımızda neyi konuşuyoruz? Katliamları konuşuyoruz. Neyi konuşuyoruz? Aslında, ayrımcılığı, nefret söylemini konuşuyoruz. Bakın, daha bugün İstanbul'da Samatya'da bir Ermeni kadın öldürülmüş. Bu, bir nefret cinayeti. Bir ayda neredeyse 4 tane saldırı oldu. Bunların nedeni ne? İşte, burada kullanılan bu nefret söylemi, nefret dili. O açıdan, bunlardan vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle, bu sürecin gerçekten demokratik bir sürece evrilmesi konusunda uluslararası sözleşmelerde çekincelerin kaldırılması, çocukların kendi ana dillerini kullanması, kendi ana dillerinde kültürlerinin yaşatılması konusunda da adım atmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunu hep birlikte yapacağız. Bu, herhangi bir siyasi partinin sorumluluğu değil. Biz, yıllardır bunun mücadelesini veriyoruz ve bundan sonra da vermeye devam edeceğiz. Özgür bir gelecek, demokratik bir gelecek bırakmak için çocuklarımıza, buradan başlayalım diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.