| Konu: | BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 21 |
| Tarih: | 11.11.2012 |
MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri, Siirt Pervari'de hayatını kaybeden şehitlerimize Cenabı Allah'tan rahmet dileyerek sözlerime başlıyorum.
338 sıra sayılı Tasarının ikinci bölümü üzerine, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz edeceğim.
Görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı, sizlere ve kamuoyuna takdim edildiği gibi yeni yerel yönetimlerin kurulması ya da idari sınır değişikliğine ilişkin basit bir yasa tasarısı değildir. Önümüzdeki yasa tasarısı, bir yandan demokrasinin yerel düzeyde tabana yayılması ve yerel yönetimlerin evrensel demokratik kriterlere kavuşturulması, diğer yandan kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde vatandaşa ulaştırılması bağlamında taşıdığı sorunlar ve marazlar bakımından mutlaka tartışılması gereken önemli bir yasa tasarısıdır. Bundan daha önemli bir boyutu ise tasarının Türkiye'nin millî güvenliği, milletin birliği ve ülkenin bölünmez bütünlüğü bağlamında, maddeleri arasında maharetle gizlenen millî risk ve tehditlerdir.
Yerel yönetimler, demokrasinin temel yapı maddeleri, âdeta demokratik toplumun siyasal hücreleridir. Bu bağlamda, yerel yönetimler, halkın kendi yararları doğrultusunda alınacak kararlar sürecinde gündemi belirleyebilmesini, kararlara katılabilmesini ve yönetenlerden hesap sorabilmesini, halk denetimini mümkün kılan, kısaca, yönetenlerin yönetime etkin siyasal katılımını mümkün kılan en hayati demokratik kurumlardır. Demokratik toplumda yerel yönetimlerin merkezî idareye göre yönetilenlere coğrafi yakınlığı ve kapsam itibarıyla daha küçük ve daha sınırlı sayıda yönetilene hizmet sunması nedeniyle bir yandan halkın demokratik kültürünün gelişimine katkı sağlarken, diğer yandan halkın yönetime katılımını daha gerçekçi ve daha etkin hâle getirmekte ve "demokrasi" kavramıyla basitçe ifade edilen halkın kendi kendisini yönetme idealini optimum ölçekte realize etmektedir.
"Hizmetlerin, vatandaşa en yakın kamu idareleri tarafından görülmesi" ilkesi, ancak yerel yönetimler aracılığıyla hayata geçirilebilmektedir. Bu nedenle, merkezî idare, yerel yönetimlerle ilgili alacağı genel ve sisteme ilişkin kararlarda, hem "yerel demokrasi" hem de "hizmetin yerelleşmesi" ilkelerini göz önüne almak durumundadır. Bu husus, aynı zamanda, Türkiye'nin de taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın da bir gereğidir.
Büyükşehir sınırlarının il sınırını kapsayacak şekilde genişletilmesi, her iki ilke açısından da hastalıklı bir durum ortaya çıkarmaktadır. AKP, 2002 yılında iktidara gelirken iki kavramı diline pelesenk etmişti: Bunlar "demokratikleşme" ve "yönetişim" kavramlarıydı. Üzerinde görüşmeler yaptığımız tasarı, her iki kavram bağlamında, AKP'yi 2002'den bile geriye götüren bir tasarıdır. AKP, her netameli alanda olduğu gibi yerel demokrasi, siyasal hürriyetler ve yönetime katılma alanında da geri vitese takmış durumdadır. Çünkü yerel demokrasinin ve yönetime katılmanın en önemli kriteri, yönetim biriminin olabildiğince vatandaşa yakın olması ve vatandaşların da bu yönetim biriminin karar mekanizmalarına dâhil edilmesi, hesap sorabilmesidir. Hükûmet, bu birimleri vatandaşa daha da yakınlaştıracağı yerde, aksine uzaklaştırmaktadır. Vatandaşın elini uzattığında ulaşabileceği, bağırdığında sesini duyurabileceği belediye yönetimlerini kaldırıp yerine devasa, kilometrelerce uzakta yeni birimler oluşturmaktadır.
Bir belde halkının, bu dev boyutlu idarelerin karar organlarının seçimine veya alınacak kararlara katılamayacağı, yönetilenlerden hesap soramayacağı, bu idarelerin belde yönetimleri kadar şeffaf olamayacağı açıkça ortadadır.
Hani demokrasiyi tabana yayacaktınız, hani vatandaşla yönetişecektiniz, hani birlikte yönetecektiniz? Ne oldu da demokrasiden, yerelleşmeden vazgeçtiniz?
Binlerce belediye başkanımız, akşam yatağına yatarken belediye başkanı olarak uyuyacak, sabah mahalle muhtarı olarak uyanacak, belki muhtar bile olamayacak. Vatandaşın hâli belediye başkanlarından daha vahim olacak. Evine su bağlatmak isteyen vatandaş, sabah yoldan geçen muhtarı ya da belediye başkanını çevirip talebini söyleyebilirken, bu yasa çıktığında, talebini büyükşehirdeki memurlara anlatana kadar kilometrelerce yol gidecek, günlerce tanıdık birilerini bulmak için uğraşacak; üstüne üstlük, belediyenin şerefiyelerine, asfalt katkı paylarına, çöp vergilerine muhatap kalacak.
Hatay'ın Erzin Gökdere köyünden Dörtyol'un Çat köyündeki bir vatandaşın evine su getirmek için, Antakya merkezde kurulacak büyükşehir belediyesine dilekçe verebilmek için tam 150 kilometre yol gitmek zorunda kalacağını dikkatlerinize sunuyorum. Köydeki bakkalına ruhsat almak için büyükşehirde işini takip edecek ahbap çavuşlar arayacak. Bu mudur sizin yerelleşme anlayışınız, bu mudur sizin insana saygınız? Siz, halka hizmet yerine zulüm öneriyorsunuz. AKP, bu tasarıyla yerel demokrasiyi katletmeye, taammüden cinayete hazırlanmaktadır. Dolayısıyla, bu tasarı, bir cinayet aletidir.
Bu tasarı, yerel yönetimlerin merkezîleştirilmesi yanında bir diğer yanıyla, AKP Hükûmetinin 2005 yılında örtülü, 2009 yılında aleni ve resmî olarak yürüttüğü yıkım projesinin yeni bir aşamasıdır. AKP, bir taşla iki kuş vurmanın peşindedir. Bir yandan muhalif belde belediyelerinin işini bitirirken, diğer yandan PKK'nın taleplerini karşılamaya çalışmaktadır. Bu gerçeği, İmralı canisinin "Demokratik özerkliğin devletle, sınırlarla bir problemi olmaz. Bir çeşit, yerelin kendini devlet içinde ifade etmesi anlamına gelir." sözlerinde ve İmralı'da hazırladığı yol haritasında, 2/12/2007 tarihinde KCK Yürütme Konseyi ve KONGRA-GEL Başkanlık Divanının silahların bırakılması ve Kürt sorununun çözümü için yayınladığı yedi maddelik deklarasyonda, KCK iddianamesinde, Demokratik Toplum Kongresi'nin ilan ettiği Demokratik Özerklik Bildirisi'nde ve PKK ile AKP arasında yapılan Oslo protokolünde açıkça görmek mümkündür.
PKK'nın AKP Hükûmetine dayattığı çözüm önerilerinin 6'ncı maddesinde, yerel yönetim yasalarının değişmesi ve sözde Kürdistan coğrafyasında, yerel yönetimlerin merkezî yönetim yetkileriyle donatılması istenmektedir. PKK'nın siyasi uzantılarının 2009 yerel seçimleri sonrasında yaptıkları "Sandıkla, bölgenin siyasi haritası çizilmiştir." sözleri ve arkasından ilan edilen demokratik özerlik açıklaması, daha o günden, böyle bir tasarının önümüze geleceğini müjdelemişti. PKK'nın dün sandıkla çizdiğini iddia ettiği sınırlar, bugün siyasal iktidarın eliyle belirgin ve yasal hâle getirilmeye çalışılmaktadır. AKP Hükûmeti, Oslo müzakerelerinde terörist elebaşlarıyla vardıkları anlaşmanın gereğini yerine getirmektedir. Çünkü bu tasarı, bir yerel yönetim yasa tasarısı değil, ülkenin belli bir etnocoğrafyasında yarı otonom, bölgesel idari bir oluşumu gerçekleştirmeyi amaçlayan bir tasarıdır. Ancak hiç kimse, bu talebin PKK'nın nihai çözümü olduğu düşüncesine kapılmasın. Bu sadece stratejik ve taktiksel bir mevzi kazanımı, sözde bağımsız Kürdistan'a giden yolda bir ara hedeftir. Aksini iddia edenler, Hollanda ve Belçika devletlerinin toprak büyüklüğüne denk, İstanbul'un 7,5 katı, Kocaeli'nin ise yaklaşık 9 katı büyüklüğünde bir büyükşehir belediyesinin neden kurulduğunu bu millete izah etmek zorundadır.
Büyükşehir belediyelerinin sınırlarının il mülki sınırlarına kadar genişletilmesine ilişkin bu düzenlemenin etnik, coğrafi ve kültürel sınırlar çizmesi yanında, bu sınırlar içerisinde özel idareleri kaldırmanın, merkezî idare ve Türkiye Cumhuriyeti'ni taşrada temsil eden valileri yetkisizleştirmenin de ciddi sonuçları olacaktır.
Hükûmet, bu tasarı ile Türkiye topraklarının bir bölümü üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devleti merkezî yönetimine paralel otonom bölge yönetimlerine zemin hazırlamaktadır, millî egemenlik ve devletin hükümranlık alanı dışında etnisiteye dayalı yeni egemenlik ve hükümranlık alanları yaratılmaktadır.
Başbakanın sekiz yılda "siyasi çözüm", "Kürt sorunu benim sorunumdur." söylemiyle milletimiz üzerinde yaratmaya çalıştığı etnik ayrışma, bugün coğrafi ve siyasi ayırma çabalarına dönüşmüştür. Aslında bu çabalar AKP için beklenmeyen bir durum değildir. Bu çabalar, aslında AKP'nin siyasi mirasını devraldığını iddia ettiği Turgut Özal hükûmetlerinin "Federasyonu tartışmalıyız, bir koyup üç alacağız." söylemleriyle başlamıştır. Türkiye'nin otuz yıldır muhatap olduğu terör belası sürecinin yaklaşık yirmi beş yılı, bugün AKP zihniyetinin iktidar olduğu hükûmetlerle geçmiştir. Otuz yıl önce terör sorununu çözmekle görevli ve yetkili olan iktidar, bugün de işbaşındadır ve terör sorunu hâlâ devam etmektedir. O gün Özal Hükûmetinde bakan olanlar bugün on yıllık AKP İktidarında da bakanlık yapmış, AKP'nin üst kademelerinde görev yapmıştır, hâlen de yapmaya devam etmektedir.
Bu nedenle, AKP İktidarının ikide bir milletin önüne getirdiği "Bu sorun bizim iktidarımız döneminde çıkmamıştır, otuz yıldır çözülemedi, biz hemen nasıl çözelim?" mazeretinin artık kıymetiharbiyesi kalmamıştır. Başbakanın fikrî murislerinden devraldığı zihniyetin gerisinde var olan farklı egemenlik alanları, siyasal söylemlerine de yansımaktadır. Kendi tanımıyla, Fırat'ın batısında nutuk irat eylerken Türkçü gömleğini giyerek "Ya sev ya terk et; Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır." demektedir; Fırat'ın doğusuna geçtiği zaman Kürtçü gömleğini giyerek "Kürt sorunu benim sorunumdur." deyip Türk milletini otuz yedi etnik gruba ayırmaktadır.
Her nabza ayrı şerbet veren Hükûmet ve onun başı, milletimizi bu tasarıyla da aldatmaktadır. Bu ihanet tasarısı da o aldatmalardan biridir ve hemen geri çekilmelidir. Milletin hayrına olan budur.
Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.