| Konu: | TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ DİSİPLİN KANUNU TASARISI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 59 |
| Tarih: | 30.01.2013 |
MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 394 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, bugün milletvekili arkadaşlarımızla cezaevinde ziyaret ettiğimiz İstanbul Milletvekili Engin Alan Beyefendi'nin Türk milletinin milletvekillerine göndermiş olduğu selamı iletmek istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapan muvazzafların, emeklilerin, şehit ailelerinin ve gazilerimizin bazı sorunlarını da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Astsubaylarımızın ek göstergeleri, akademik çalışmalarının değerlendirilememesi, hukukçu kimliklerinin dikkate alınmaması, teknik görevlere atanmaları hâlinde bir derece verilmemesi, emekli maaşlarının hak ettikleri seviyede olmaması temel problemleridir. Uzman jandarmaların, erbaşların, sözleşmeli erbaş ve erlerin aylık gösterge tablosunun başka rütbelere endeksli olması, temsil tazminatı alamamaları, sağlık kuruluşları ve TSK tarafından yapılan birçok düzenlemede unvanlarının olmaması yani yok sayılmaları ve üyesi oldukları hâlde OYAK'ta temsil edilmemeleri bir ayıptan öte ciddi bir haksızlıktır.
Diğer taraftan, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde şehit ya da gazi olanlarla ilgili tanımların muğlak, mevzuatın dağınık olması sıkıntılara sebep olmaktadır. Bu sorunların çözümü için, bu durumda olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yönelik olarak mevzuatın ve yetkili idarenin tek hâle getirilmesi hususu önem arz etmektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, AKP hükûmetleri önce yargıyı dizayn etmiştir, sonra "Askerî vesayeti kaldırıyoruz." diyerek yargı eliyle Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırarak tasfiyeye başlamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki sözde "Darbeci subayları temizleyeceğiz." diyerek Amerika Birleşik Devletleri'nin "Avrasyacı" diye tanımladığı generalleri, terörle mücadelede üstün kahramanlıklar gösteren komutanları birer birer toplamaya başlamış, kimine "Ergenekoncu" kimine "Balyozcu" kimine "Andıççı" denilmiş, hatta bunlarla ilişkilendiremediklerine de ajanlık yaftası yapıştırıp hepsinin defteri dürülmüştür.
Başbakan, siyaseten sıkıntılı her karar ve icraatından önce yargıya işareti vermiş ve düğmeye basılıp askerlere yönelik sansasyonel operasyonlar başlatılmış, tutuklama dalgaları ortaya çıkmıştır. Maşallah, orduda o kadar çok sözde darbeci, sözde terör örgütü yöneticisi ve sözde ajanlık yapan hain muvazzaf varmış ki, topla topla bitmemiş, ordu bitmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri tükenmiş ama cuntacıların kökü bir türlü kazınamamıştır.
Biz ise, sürekli bu garabet durumu kamuoyuna saf saf şikâyet etmiştik. Duyarlı kesimler gazetelerde, televizyonlarda bu haksızlıkları dile getirmeye çalışmıştı. Hatta Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli "terörist" diye suçlanan Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'u ziyaret edip kamuoyunun dikkatini çekmeye ve meseleye el koymaya çalışmıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin haksız yere yıpratılmasının sadece orduya değil, ülkeye zarar vereceğini, silahlı kuvvetlerin moral bozukluğunun Türkiye'yi telafisi güç sorunlarla karşı karşıya bırakacağını anlatmıştı. Ama Başbakan bu hukuksuzluğu ve tehlikeli gelişmeyi görmezden gelmiş, tutuklamalar, sindirme ve itibarsızlaştırmalar aralıksız devam etmiştir.
İktidar yalakaları da tam da "Oh, askerî vesayetten kurtulduk, yıllardır özlediğimiz sivil vesayete sonunda kavuştuk." derken Başbakan "Terörle mücadele edecek, savaşacak komutan bulamıyoruz." deyip asıl bombayı patlatmıştır. Başbakan bu Ergenekon dalgalarını meğerse şaka olsun diye estirip dururmuş. Aslında o da ordunun komuta heyetsiz kalmasından rahatsızmış. İmralı'yla kucaklaşmış olsa da İmralı'yı pazarlığa razı etmek için güneydoğuda çarpışacak kahramanlara ihtiyacı varmış. Başbakan bütün bu haksızlık ve zulümlerin akıllıca hazırlanmış bir şaka olduğunu televizyonlardaki açıklamalarıyla ifade etmiştir. İşin ilginç yanı, şakasını sona erdirmek için de Genel Başkanımızın Silivri'ye gitmesini bekliyormuş. Şimdi Başbakan hepimize nanik yapıp gülüyor, "Ben milleti kandırdım, bu Ergenekon, Balyoz falan benim tezgâhladığım birer oyundur." diyor. Keşke mesele bu kadar basit olsaydı da biz de Başbakan gibi gülebilseydik.
Sayın Başbakan Türk Silahlı Kuvvetleri ve devletin ülkesiyle bölünmez bütünlüğünü kendi siyaset oyununa kurban etmiştir. Aileler yıkılmış, ocaklar sönmüş, itibarlar katledilmiştir. Kırk yıldır kahraman gözüyle baktığımız şahsiyetler "şeytan" diye damgalanırken, kırk yıldır şeytan olan bebek katiline ise melek kanatları takılıp uçurulmuştur. Başbakan iktidarını mutlak ve kayıtsız kılmak için orduyu ve onun şerefli mensuplarını harcamaktan kaçınmamıştır.
Bugün Başbakan, ordusu yıpranmış, morali çökmüş ve geleceğinden kaygı duyan bir ülkeyi yönetmektedir. Sıfır sorun politikasıyla çevresindeki bütün dostları kaybedip birer azılı düşmana dönüştürmüş bir ülkenin güçlü bir orduya her zaman olduğundan daha fazla ihtiyacının olduğunu anlamak ve öğrenmek durumunda kalmıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, yaşadığımız bu mübarek vatan, güçlü devlet ve milletlerin varlığını zorunlu kılan bir coğrafyadır. Anadolu, hiçbir zaman zayıflığa ve güçsüzlüğe tahammül göstermemiş, bitmez tükenmez bir biçimde üzerindeki hükümranlıkları elemiş ve sadece güçlü milletlere ve devletlere yaşama hakkı tanımıştır. Gücünü ve kudretini kaybedenler, kısa zamanda tarihin tozlu sayfalarında yok olmuşlardır. Devletleri güçlü kılanlar ise milletin bağrından çıkan nitelikli siyasal irade ve güçlü ordulardır. Siyasal iradesi ipotek altına alınmış, bu coğrafyada tarihî emelleri olanların küresel hesaplarına teslim olmuş, toplumda gerilim, kutuplaşma ve ayrışmaları körükleyen hükûmetlerce yönetilen, ordusu kendi hükûmetleri eliyle sürekli hırpalanan, yıpratılan, sindirilen, etkisizleştirilen bir devletin bu topraklarda bir ve bütün olarak hükümranlığını devam ettirmesi oldukça zorlaşmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri bizim ordumuzdur, bu toprakları bin yıl önce Türk milletine vatan yapan ve bu vatanı bin yıldır koruyan ve kollayan bu ordudur. Allah'ın dini İslam'ı Adriyatik'ten Çin Seddi'ne, Afrika çöllerinden Asya steplerine kadar taşıyan yine bu ordudur. Peygamber sancağı altında kılıç ve şehadetlerle kelimetullahı üç kıtaya hâkim kılan bizim ordumuzdur. Doğu Roma'nın fatihi, Bizans'ın kalbine Türk İslam mührünü kazıyan, Resulullah'ın şefkat ve övgüsüne mazhar olan ordu, bu ordu, bizim ordumuzdur.
Aziz milletimizin dün bu orduya biçtiği kutsal vazife ilâyi kelimetullahtı, bugün yüklediğimiz vazife ise siyasal iradenin sorumluluğu altında ve yasal çerçevede milletimizin huzur ve güvenliğini sağlamak, uluslararası çıkarlarını hasımlarına karşı korumak, son vatanımız olan Türkiye'mizin toprak bütünlüğünü korumak; bölünmesine, parçalanmasına, ufalanmasına engel olmaktır. Buna karşılık siyasal iktidarın görevi ise kendi ordusuna sahip çıkmak, onun itibarını korumak ve millî varlığımız için hayati önemi haiz olan bu kurumun görevini tam, eksiksiz ve layıkıyla yapabilmesi için gerekli siyasal ve psikolojik desteği sağlamaktır. Mevcut kadro ve yapılar tarafından bunun icra edilmesi mümkün görünmemektedir.
Başbakanın güvenebileceği ve sığınabileceği tek liman Türk Silahlı Kuvvetleri kalmıştır. Kendisini ordunun sağlayabileceği güvenli ortamda güvenli hissedebilmektedir ancak bugün karşılaştığımız tablo çağdaş, demokratik ve güçlü Türkiye adına tasvip edemeyeceğimiz bir durumdur. Türkiye devleti Hükûmetinin kendi ordusuyla hesaplaşması kabul edilemez. Romalı düşünür Tacitus diyor ki: "Kendi ordularına tahammül edemeyen milletler başka milletlerin ordularına tahammül etmek zorunda kalırlar."
Diğer yandan, ordu bünyesindeki demokratik olmayan oluşumların tasfiye edildiği, askerî vesayetin sona erdirildiği söylenirken AKP'nin parti vesayeti tesis edilmiştir. 12 Eylülün kurduğu garnizon devlet enkazının arasından AKP'nin partizan devleti inşa edilmiştir. TSK da artık "aklaşarak" aklanmıştır. Başbakan "şak" diye emretmekte, Genelkurmay "tak" diye yapmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri anayasal görev alanını dahi Hükûmete terk etmiş durumdadır. Ordunun Türkiye'nin millî güvenliği konusunda Anayasa tarafından verilmiş yetki ve sorumlulukları vardır ancak bugüne kadar ne PKK açılımı, İmralı canisiyle pazarlık masasına oturulması konusunda ne füze kalkanı ne İran ne de Suriye tehdidi konusunda tek bir cümle edip kamuoyunu bilgilendirmemektedirler. Sanki çocuklarımızı onlara değil de Millî Piyango İdaresine emanet etmişiz, sanki 8 bin şehidimiz Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutasında değil, TOKİ'nin inşaatlarında hayatını kaybetmiştir.
Ordunun üst komuta heyeti umursamazlık içerisinde, teröristle müzakereyi tribünden seyretmektedir. Bu millete, bu milletin evlatlarına yazık olmuştur. Kırk yıldır teröre verdiğimiz canlar Başbakan için şaka gibi görünebilir ama bizim için şaka değil, can yakıcı, içimizi acıtan, haysiyet, onur ve namusumuzu koruyan gerçek kahramanlardır. Buradan tekrar aziz şehitlerimizin hatıralarını minnet ve şükranla anarken onlara Allah'tan rahmet, ailelerine ve gazilerimize de yaşamak zorunda kaldıkları bu teröristle müzakere sürecinde sabır ve metanet diliyorum.
Bu duygularla, uydurma davalarla, suçlama ve isnatlarla cezaevinde ve mahkeme salonlarında zulme uğrayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensuplarına, başta İstanbul Milletvekilimiz Engin Alan Beyefendi olmak üzere hepsine sevgi ve selamlarımı gönderirken Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Türkoğlu.