| Konu: | YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 60 |
| Tarih: | 31.01.2013 |
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır'da kurulması planlanan Selahaddin Eyyubi Üniversitesinin kuruluşuyla ilgili söz almış bulunmaktayım.
Değerli arkadaşlar, en sonda söyleyeceğimiz lafı başta söyleyelim. Bir Diyarbakır Milletvekili olarak şehrimizde bir vakıf üniversitesinin kurulması tabii ki bizim memnuniyetimizi celbeden ve destekleyeceğimiz bir husustur ancak bu desteğimizin yanında, eksikliklerin, yanlışlıkların, yapılması gerekenlerin de altını çizmezsek yine bu desteğimiz eksik kalır kanaatindeyiz.
Değerli arkadaşlar, öncelikle Diyarbakır'daki üniversite serencamından başlamak istiyorum. Lafı çok fazla uzatmadan, çok çarpıcı bir iki rakamla sizlere meramımı izah etmek istiyorum. Diyarbakır Dicle Üniversitesi ilk olarak 1969 senesinde, tıp fakültesinin henüz yeterli imkânlar ve yer temin edilememesinden dolayı Ankara'da öğrenime başlamasıyla yola çıktı. 1974 senesinde resmî olarak kuruluşu tamamlandı, tıp fakültesi de yine Diyarbakır'da öğrenime başladı ve o tarihten bu tarihe otuz dokuz yıl, yaklaşık kırk yıl geçti. Türkiye'de Dicle Üniversitesi kurulduktan çok sonraları birçok üniversite kuruldu ve şu an, Türkiye'nin 81 ilinde üniversite var. Dicle Üniversitesinin daha üç yıl öncesine kadar öğrenci sayısı 12.700'dü, bu yıl bütün uğraşmalara, tartışmalara, konuşmalara ve eleştirmelere rağmen ancak 24 bine çıkabilmiştir. Peki, ne demek bu rakam? Yani, 24 bin rakamı az mı diye soracak olursanız, evet değerli arkadaşlar, Konya Selçuk Üniversitesinin 90 bin öğrencisi var, Eskişehir'deki üniversitelerin 100 bin öğrencisi var; 90 bin ve 100 bin! Yine, Diyarbakır'la mukayese edecek olursak, Erzurum Atatürk Üniversitesinden tutun Isparta Süleyman Demirel Üniversitesine kadar bütün rakamları inceleyin, Diyarbakır Dicle Üniversitesinin ne kadar ihmal edildiğini, ihmalin de ötesinde kasıtlı ve bilinçli bir şekilde engellendiğini göreceksiniz.
Yine, Diyarbakır'a seyahat etmiş olanlar ve Dicle Üniversitesinin kampüsünü görmüş olanlar çok iyi bilirler, bugün Diyarbakır Dicle Üniversitesinin kampüs alanı Türkiye'nin en muhteşem kampüs alanlarından biridir. 26 bin dönüm arazi üzerine kurulmuştur, altından Dicle Nehri geçmektedir, Dicle Nehri sınırdır. Dicle Nehri'nin bütün doğu kesimi, işte biraz evvel de bahsettiğim gibi, 26 bin dönümlük çok geniş bir arazi Dicle Üniversitesinindir. Bu kadar geniş imkânlar, bu kadar nefis coğrafi konumuna rağmen, maalesef bu üniversite bir devlet politikası, siyaseti olarak bilinçli bir şekilde taammüden tasarlanarak geri bırakılmıştır ve sürekli olarak derin yapıların, kontrgerilladan Ergenekon'a kadar, JİTEM'den farklı istihbarat kuruluşlarına kadar, devletin, bu en derin unsurlarının gözetim ve kontrolünde olmuştur. Bunun aksini iddia edenler varsa, bu böyle değildir diyenler varsa, yine Meclisin huzurunda bu arkadaşlarla deliller ve belgelerle konuşma imkânına sahibiz, buna her an hazırız.
Değerli arkadaşlar, Dicle Üniversitesinin bugünkü konumu da değişmemiştir. Şimdi "Niye Selahaddin Eyyubi Üniversitesini konuşurken Dicle'ye gittik ve Dicle'den başlıyoruz?" diyebilirsiniz. Diyarbakır'a devletin bakış açısı nedir? Diyarbakır'da eğitim ve öğrenim ne durumdadır? Diyarbakır'daki yükseköğrenim perspektifi nedir? Bunları sizlere arz ediyorum. Ondan sonra da, bu tespitlerden sonra, yine Selahaddin Eyyubi Üniversitesi ile ilgili değerlendirmelerime geleceğim. Çünkü Selahaddin Eyyubi Üniversitesi de bu değerlendirmelerin dışında ve bugüne kadar yaşanılan hadiselerin, öykülerin dışında bir geleceğe sahip değildir.
Değerli arkadaşlar, bugünkü yapısı itibarıyla da yine, Diyarbakır Dicle Üniversitesi âdeta şehre küstü. Bugün "şehre küs" tabirinden neyi kastediyorum? Şunu kastediyorum: Bugün, bölgenin siyasi, sosyal, kültürel, teknik, zirai birçok sorunu vardır ve üniversiteler kuruluşları itibarıyla da sadece bilimin veya tekniğin bir kesimiyle ilgilenmezler. Bugün Dicle Üniversitesinde de İlahiyat Fakültesinden Eczacılık Fakültesine, Mimarlıktan Tıp Fakültesine, Ziraat Fakültesinden Veterinerlik Fakültesine kadar bölümler var. Yani demek ki Dicle Üniversitesi bu konuların tamamıyla ilgileniyor. Peki, fiilî olarak yaptığı ne? Birinci olarak, şehrin sosyal ve siyasi dokusuyla ilgili hiçbir ciddi çalışması yok. Bunu sadece Kürt meselesi bağlamında da söylemiyorum. Yani çıkıp ilgililer izah etsinler, sosyolojik alan çalışması olarak o bölgenin kültürel, etno-kültürel, dinsel, mezhebî, inançsal yaşantı biçimi olarak ne gibi çalışmalar yaptılar, ortaya koysunlar. Bu konuda şehre küstür; şehrin siyasi yönelimine, dinamiklerine kapalıdır; bu konuda hiçbir ciddi yayını bulunmamaktadır. Zaten ciddi bir yayını olsaydı, bugün, dünyada bir ödül alır, derece alır, bir klasmana girer ve dünyanın bu konuda ciddi çalışmalar yapmış üniversiteleriyle karşılıklı olarak muhatap olabilir, iş birliğine girebilirdi.
"Efendim, siyaseti bir yana bırakalım." diyen bazı arkadaşlar olabilir. Bırakalım, yani tırnak içinde bırakalım, gelelim teknik konulara, zirai konulara.
Bugün, Diyarbakır'ın 8,5 milyon dönüm arazisi var ve bunun 4,5 milyon dönümü önümüzdeki beş ila on yıl içerisinde sulanabilir duruma gelecek.
Peki, üniversitenin bu konuyla ilgili -mesela bir İsrail, Fransa, Amerika, örnek verelim, dünyanın en gelişmiş gen teknolojisinden, ilminden tutun tohum üretimine kadar çalışmaları var- Dicle Üniversitesinin bölgenin bu tarımsal yapısıyla ilgili bir hazırlığı var mı? Varsa nerede? Yani üç beş tane çalakalem yazılmış broşürün ötesinde, yine biraz evvel isimlerini verdiğim, dünyada bu sahada en gelişmiş ülkeler olan İsrail, Fransa, Amerika, Almanya, Hollanda'yla ilgili bir çalışması ve bölgeyle alakalı bir gelecek perspektifi var mı?
Kentsel dönüşüm bugün Diyarbakır'da yapılıyor, TOKİ ile Büyükşehir Belediyesi arasında, Vilayet arasında anlaşmalar var, büyük projeler hazırlanıyor. Diyarbakır Mimarlık Fakültesinin bu konuyla ilgili bir çalışması var mı?
Aynı şekilde Dicle Vadisi bugün Diyarbakır'ın yüzlerce yıllık rüyasıdır, Hükûmet Programı'na da girmiştir, ancak maalesef bugüne kadar ciddi bir çalışma yapılmamıştır, bununla ilgili bir projesi var mı?
Biraz daha ilerletelim işi, Diyarbakır'daki uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması, sokak çocukları, eğitimsiz genç nüfusla ilgili -yine çalışmayı bir yana bıraktık- bilimsel hazırlık anlamında bir tasarısı ve projesi var mı?
Bunları daha da artırabiliriz değerli arkadaşlar. Ve yine, aynı şekilde muazzam bir tarımsal potansiyeli var, hayvancılık potansiyeli var. Bununla ilgili tarımsal sanayi hazırlıkları, öngörüleri, perspektifi var mı?
Ee, peki, bir üniversite tohumla ilgilenmez, genle ilgilenmez, araziyle ilgilenmez, kentsel dönüşümle ilgilenmez, uyuşturucu kullanımıyla ilgilenmez, Dicle Vadisi'yle ilgilenmez, Kürt sorunuyla ilgilenmez, sanki Patagonya Üniversitesiymiş gibi hiçbir konuya ilgi duymaz, dinî konularla ilgili çalışma yapmaz? Bugün, Ben-i İsrail'in, Hazret-i Yakup'un 12 oğlundan 11'i Mezopotamya doğumlu. Yahudiliğin en önemli merkezlerinden birisi, Hıristiyanlığın ilk olarak devlet hâline geldiği bölge, Müslümanlığın Hazret-i Ömer zamanında geldiği bir bölge. Eğer bunlarla ilgili ciddi çalışmalar yapmazsa -dinî, mezhebî, itikadi, fikrî, ilahiyat fakültesinden sosyoloji fakültesine kadar- o zaman ne yapar, ne ile meşguldür? Bu soruları sormak aklı başında herkesin üzerine farzdır, bir "Diyarbekir" Milletvekili olarak bizim üzerimize birkaç sefer daha farzdır. "Şehrin dinamiklerine küs" dediğim hadise budur.
Yine aynı şekilde, değerli arkadaşlar, bugün bir cemaatler koalisyonu olarak idare edilmeye çalışılan üniversite, bölgedeki bütün bu altüst oluş, hercümerç ve yeniden yapılanmanın âdeta dışındadır. Yani devlet ve Ankara'daki derin akıl -kimse, kimlerse- bazı mevzuları Bingöl Üniversitesine, bazılarını Tunceli Üniversitesine havale etmiştir. Özellikle, işte bir şey uydurdular: Yaşayan diller enstitüsü. Ben, "öldürülemeyen diller" deseydiler, "Yüz sefer kurşun sıktık, öldürmek istedik, bitmedi, ölmedi." deseler daha doğru olurdu diyorum. Bunları Bingöl'e, Tunceli'ye baypas etmiştir. Mardin Artuklu Üniversitesinin yapmak istediği bütün olumlu çalışmaların önü kesilmektedir ama bütün bu olayların merkezi Diyarbakır'da yaprak kıpırdamamaktadır yani ısrarla bu konuların orada tartışılması engellenmektedir. Yine, aynı şekilde devlet, Diyarbakır'da 90 bin, 100 bin kişilik yani Konya'da olduğu gibi, Eskişehir'de olduğu gibi bir üniversite kitlesini maalesef kendi siyasetine tehlike olarak görmektedir. 100 bin öğrencilik bir Diyarbakır Dicle Üniversitesi düşünün. Bu, her açıdan Orta Doğu'nun bilim ve kültür merkezi olacaktır. Belki Suriye'den, Irak'tan da öğrenci alacaktır, alması gerekmektedir. Önümüzdeki yeni Orta Doğu'yla ilgili bütün gelişmelerin -siyasi, kültürel, ekonomik, politik, sosyolojik, tarihî, felsefi- merkezi olması gerekmektedir.
Şimdi, böyle bir Diyarbakır'da Selahaddin Eyyubi Üniversitesi kuruluyor ve tabii ki Selahaddin Eyyubi, İslam tarihinin, İstiklal Marşı'mızın yazarı Mehmet Âkif'in tanımlaması ile Şark'ın en sevgili sultanıdır. "Şarkın En Sevgili Sultânı Selâhaddîn'i" diye başlayan mısraları vardır Mehmet Âkif Ersoy'un ama Sayın Başbakan, senelerdir bir kardeşlik edebiyatıdır tutturmuş gidiyor. 103 tane devlet üniversitesi, 65 tane vakıf üniversitesi, 17 tane vakıf meslek yüksekokulu ve 13 tane, YÖK'ün sitesinde bulunan diğer yükseköğrenim kurumlarının hiçbirisinin adı bugüne kadar "Selahaddin Eyyubi" değildir, bu ne biçim kardeşlikse, hiçbirisi değildir. Osman Gazi'den, Osman Gazi'nin babası Ertuğrul Gazi'den, Yıldırım Beyazıt'tan, Fatih Sultan Mehmet'ten -Selçuklu Üniversitesinden- Alpaslan'a kadar bütün isimler verilmiştir ama Selahaddin Eyyubi'nin adını bir üniversiteye vermek de yine Diyarbakırlı bir vakfın aklına gelebilmiştir, bunu da dikkatlerinize sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, son olarak da Diyarbakır'daki bu vakıf çalışmasıyla ilgili bazı görüşlerimi sizlere arz etmek istiyorum. Bu vakfın kuruluşu oldukça eskiye gidiyor, yani yaklaşık yirmi yıl önce kurulmuş bir vakıf. Bu vakfın daha önce de Diyarbakır'da bazı teşebbüsleri var. Şimdi, arkadaşlar darılmasınlar, alınmasınlar ama bunları konuşmazsak açık ve seçik bir şekilde, yine bir yere varamayız. Bu arkadaşlar, Diyarbakır Belediyesine ait, şu an Diyarbakır'da Dedeman Otelinin yanında bulunan 11 bin metrekarelik bir arsayı, o zaman "Biz buraya hastane yapacağız ve halka hizmet edeceğiz bir vakıf olarak, bir kazanç kapısı olarak değil bir hizmet kapısı olarak hizmet edeceğiz." diye çok sembolik bir fiyatla aldılar. Şimdi, sembolik fiyattan kastım ne? Düşününüz, inşaat ruhsatı 13 milyar tutuyordu o tarihte, alma bedeli 11 milyar yani ruhsat bedelinin daha altında bir fiyatla bugün o arsanın Diyarbakır'daki alım satım bedeli 15 milyon TL civarında, bugünkü bedel bu. Ve bu arsa senelerce, alındıktan sonra yani alınma da değil, bir nevi tahsis edildikten sonra çok sembolik bir fiyatla -bu fiyatlar ve bu değerler hepsi de arşivde kayıtlıdır, bellidir ne kadar- birkaç misli değer kazanmıştır yıllar içerisinde. O hastane yapılmadan, bugün bir iş merkezine satılmıştır ve bugün o bahsedilen arsanın üzerinde üç tane büyük plaza yer almaktadır. Henüz açılışı da bitmemiştir, bitmek üzeredir, inşaat hâlindedir. İnşaatı yapanların bir suçu, günahı yok, paralarını vermişlerdir, almışlardır. Ama bu işin hikâyesi ne olmuştur? Bu, parantez içinde kalmıştır. Bunu da dikkatlerinize arz ediyorum.
Şunu söylemek istiyorum: Evet, biz olumlu olan her şeyin destekçisiyiz. Memleketimize bir çivi çakanın hizmetkârıyız. Selahaddin Eyyubi Üniversitesinin kurulmasını da destekliyoruz, müspet oy vereceğiz ama yapılan bütün yanlışlıkları, eksiklikleri, suistimalleri de burada önünüze koymak durumundayız. O arsanın hesabı bugüne kadar verilmemiştir. Arsa Diyarbakır'da, plaza Diyarbakır'da, alım satım tarihi belli, alım satım bedeli belli ve bugünkü satış değeri, nasıl satıldığı, kime satıldığı belli. Bu konuda eğer bir eksikliğimiz, bir fazlalığımız varsa -sayın bakanlar da burada- lütfen, Diyarbakır'dan talep etsinler, bu evrakların hepsini önlerine koysunlar dosya üzerinde.
Değerli arkadaşlar, bir diğer sıkıntılı nokta da Yerel Diller Enstitüsüyle ilgili birçok polemik yapıldı. Bunu bir sefer, biz bölgede yaşayan Kürtler olarak, Türkiye'de yaşayan Kürtler olarak kendimize bir hakaret, bir aşağılama olarak görüyoruz. Ne demek yerel dil? Yani bir aşiret dili midir, bir kabile dili midir, bir lehçe midir? Bu da maalesef Türkiye'nin geldiği demokrasi seviyesinin tespitidir yani daha hâlâ kendi kendine birçok mevzuyu doğru düzgün ifade edemeyecek, işte, mırın kırın, "yerel diller" diyecek, "yaşayan diller" diyecek, "öldürülemeyen diller" diyecek vesaire vesaire. Meselinin adını bile doğru düzgün koyamayacak bir noktada ise Türkiye, işte, demokrasi seviyesi de hepinizin gözleri önündedir.
Değerli arkadaşlar, bölgede, dediğim gibi, bu ciddi mevzularla ilgili hem Türkiye'nin sorunlarının çözülmesine bilimsel katkı sunma anlamında hem de Orta Doğu'daki bütün bu yeni gelişmeleri kavrayabilme ve anlayabilme anlamında Diyarbakır'ın ciddi bir bilim merkezi olma mecburiyeti vardır. Onun için Hristiyanlıkla ilgili, Süryanilikle ilgili, Yahudilikle, Ezidilikle, Müslümanlıkla ve bin küsur yıllık Şafii hukukunun İslam medreselerinin merkezi olması hasebiyle de İslami ilimlerde de Diyarbakır'ın ve Diyarbakır'da kurulacak üniversitelerin ciddi çalışmalar yapma mecburiyeti vardır. Çünkü, bugünkü Orta Doğu'nun ve bugünkü Türkiye'nin genetik kodları o bölgededir. Yani inanç olarak da, etnik olarak da, sosyolojik olarak da, hatta hatta Yukarı Mezopotamya'nın ekonomik kapasitesi olarak da, Dicle ve Fırat'ın suladığı toprakların bereketi ve medeniyeti olarak da böyle bir merkez olma durumu vardır.
Yeni kurulacak üniversitelerin de bu hassasiyette çalışmaları, bütün bu meselelerin doğru anlaşılmasına büyük katkılar sunacaktır. Bugün Mardin Artuklu Üniversitesinin uyguladığı, elinden geldiği kadar doğru düzgün yapmaya çalıştığı birçok çalışma da maalesef yine baltalanmaktadır. Bingöl Üniversitesi, Tunceli Üniversitesinde aslı astarı olmayan, bilimsel kökü ve değeri olmayan birçok şey bilim adına verilirken, Mardin Artuklu Üniversitesi "Neden önüne konulan listelere göre hareket etmiyor, neden cemaatler ittifakına girmiyor, neden resmî ideolojinin doğrultusunda gitmiyor?" diye üvey evlat muamelesi görmektedir. İşte Diyarbakır Dicle Üniversitesinin de, yeni kurulacak olan Selahaddin Eyyubi Üniversitesinin de bütün bu yanlış uygulamalardan uzak, doğru düzgün bir değerlendirme ile karşılaşması ve sorunlarını çözmesi en büyük dileğimizdir.
Bu dilek ve temennilerle, yeni kurulacak Selahaddin Eyyubi Üniversitesine her türlü mülahazatlarımızı parantez içine alarak hayırlı uğurlu olsun diyoruz, başarılar diliyoruz. Doğru olan her şeyin destekçisi, eksik ve yanlış olanın takipçisiyiz.
Saygılar sunarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Tan.