| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE LİBYA HÜKÜMETİ ARASINDA ASKERİ EĞİTİM İŞ BİRLİĞİ MUTABAKAT MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 22.11.2012 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, haber aldığımıza göre Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Profesör Doktor Turan Yazgan Hakk'a yürümüştür. Kendisine Yüce Allah'tan rahmetler sunuyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Hocamız Turan Yazgan'a şükranlarımızı sunuyoruz çünkü o büyük bir Türk milliyetçisidir, milletine hizmeti ibadet bilmiş, ömrünü bu yolda harcamış bir büyük millet evladıdır.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından önce Türk dünyasında faaliyete başlamış, okullar açmış, o yönde çalışmalar yapmış ve o günden bu yana bu gayretini büyük bir fedakârlıkla devam ettirmiştir. Dergiler çıkarmış, kitaplar çıkarmış, ilmî ve kültürel toplantılar yapmıştır. Ömrünü Türklük davasına adamış, insanlığa hizmeti ibadet bilmiş bir büyüğümüzü kaybetmiş olmanın üzüntüsü içerisindeyiz. Onu, tekrar, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak rahmetle ve şükranla anıyor, tüm sevenlere ve Türk milliyetçilerine başsağlığı diliyoruz.
Değerli milletvekilleri, bazı konularda müzakere yapmak, konuşmak gerçekten önemli fırsatlar, önemli imkânlar verir. Bir uluslararası sözleşmenin kanunlaştırılması kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu üzerinde grubum adına konuşmayı da böyle bir fırsat olarak değerlendiriyorum ve dış politikada ülkemizin dışında gelişen olayları bir ufuk çizerek size takdim etmeye çalışacağım, endişelerimi ifade etmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlar, bazı konular, özellikle dış politika konularının iki özelliği var bence, birçok farklı özelliklerle birlikte. Birincisi, dış politika bugünün meselesi değil, geleceğin meselesidir. Dış politikayla geleceği tanzim ediyoruz. Onun için, bu konuda yapılan konuşmalar siyaset üstü olmak durumundadır, siyasi partilerin kendi aralarındaki kavgalarının üstüne çıkarak millî bir duruşla, milletimizin geleceğiyle ilgili umutları, endişeleri dile getirdiğimiz bir müzakere olmalıdır. Bu pencereden bakmalıyız. Özellikle devlet adamları, özellikle ülkeyi millet adına yöneten hükûmetler, siyasetçiler, bu konuya bu pencereden bakarak geleceği tanzim ettiklerinin idrakinde doğru adımlar atmak, doğru duruşlar ortaya koymak ve doğru beyanlarda bulunmak mecburiyetindeler.
Tarihe geri dönüp bakınız, her acı sonuç o günü yöneten iktidarların, o günü yöneten siyasetçilerin yanlış politikaları, yanlış anlayış ve algılamaları sonucu hasıl olmuştur, yanlış beyanlarıyla şekillenmiştir. Bunun için, bu konuyu, bana göre, günün, gündemin tartışmalarının ötesinde, partilerimiz arasındaki çekişmenin ötesinde, milletimizin geleceğinin endişesiyle, umuduyla, hayaliyle değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu kanun teklifiyle, kanun tasarısıyla getirilen husus, Libya'ya yeni kurulmaya çalışılan, yeniden tanzim edilmeye çalışılan Libya'ya Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin eğitim desteği vermesini tanzim ediyor. Buna karşı çıkmak olmaz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu konuda destek veriyoruz. Dışişleri Komisyonundaki beyanımızda da buradaki beyanımızda da bu kanun tasarısına destek vereceğimizi öncelikle ifade edeyim. Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihin ve coğrafyanın getirdiği bir zorunluluk, bir mecburiyet olarak bu bölgenin bu türde tüm ihtiyaçlarına katkı vermek gibi bir tarihî misyonu ve sorumluluğu var. Dolayısıyla, yapılan düzenleme eksikleriyle, yanlış anlamalarıyla birlikte doğru bir düzenlemedir, buradan sizlerin oylarıyla da kanunlaşacaktır. Ancak, bunu fırsat bilerek Libya, Libya üzerinden Orta Doğu bölgesi ve onun üzerinden de dış politikamız üzerinde birkaç cümle söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Libya'yı gözünüzün önüne getirmenizi diliyorum. Libya yeni bir kelime, eskisi ne kadar geriye gider onu bilmiyorum ama bizim tarihimizde Libya deyince Trablusgarp ve Bingazi gelir, başka yerler gelir. Bizim tarihimizde Trablusgarp'ın, Bingazi'nin çok önemli yerleri vardır.1550'li yıllarda Turgut Paşa tarafından fethedilerek Osmanlıya katılan bu coğrafya, Trablusgarp vilayeti ve Bingazi sancağıyla yönetilmiştir. Biz -burayı terk ettiğimiz 1912 yılına kadar- burayı yaklaşık üç yüz atmış yıl yönetmişiz. Üç yüz atmış yıl, buradaki halkların, ne farklılığına ne inancına ne diline müdahale etmeden, adalet içerisinde buraları yönetmişiz ama bundan tam yüz yıl önce?
Değerli milletvekilleri -ilgilisine söylüyorum, tarihe not düşmek için söylüyorum- eğer devlet adamları bugünün tarihteki iz düşümünü doğru belirleyemezlerse bugünü anlamakta, geleceği doğru öngörmekte yanılırlar. Bakın, bugünden tam yüz yıl önce, 15 Ekim 1912 yılında biz Libya'yı İtalyanlara kaybetmişiz. İtalya, Osmanlının Libya'ya zulmettiği iddiasıyla, medeni hâle getiremediği iddiasıyla yani Libya'ya medeniyet getirmek iddiasıyla, özgürlük getirmek iddiasıyla Libya'yı Osmanlıdan bir notayla talep etmiş, Osmanlının Libya'yı terk etmesini talep etmiş, o günün devlet adamları bunun ne anlam taşıdığını bile anlayamadan maalesef çok kısa bir sürede Libya'yı, 1 milyon 750 bin kilometrekare, bugünkü coğrafyamızın 2 katı büyüklüğündeki Libya'yı biz kaybetmişiz arkadaşlar. O günün dünyasında, o günün Osmanlısında, devletimizi yöneten siyaset adamları -eğer tarihe dönüp bakarsanız- bugüne benzer yanlışlıklar yapmışlar. Dünden hareketle bugünü sorgulayıp gelecekle ilgili endişelerimizi ifade ederken tarihî gerçeklere atıfta bulunmak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, İtalya, aynen bugünkü gibi, özgürlük, hürriyet, medeniyet, demokrasi getirmek adına Libya'yı işgal etti. Osmanlının o gün devleti yöneten yönetimi Sadrazam Hakkı Paşa eski Roma Büyükelçisidir, İtalya'nın bu niyetlerinden haberdar olmaması mümkün değil. Hatta İtalya'nın verdiği nota ülkenin Başbakanı olan Hakkı Paşa'ya bir İtalyan paşasının evinde briç oynarken götürülüp takdim ediliyor. paşa briçi bozmuyor, oyunu bozmuyor. Bu notanın içeriğinden haberdar olan, Osmanlı jandarmasını ıslah etmek için, ıslahat yapmak için davet edilen İtalyan Paşa Türkiye'nin Sadrazamı Hakkı Paşa'yı teskin ediyor, "Merak etmeyin, üzülmeyin." diyor ama sonuç itibarıyla verilen o notayla İtalyanlar Libya'yı işgal ediyorlar ve kısa sürede 1 milyon 750 bin kilometrekare vatan toprağı Osmanlıdan çıkıyor. Hakkı Paşa, bunun üzerine "Eskiden olduğu gibi eğer bir sorgulama olursa beni asarlar." diyerek o günün iktidarı olan İttihat ve Terakkiye sığınıyor ama netice itibarıyla siyasi sorumlusu olan İttihat ve Terakki Hakkı Paşa'yı koruyor.
Bunları şunun için anlatıyorum: Değerli arkadaşlar, yüz yıl önce bugünkü coğrafyamızın 10 katı coğrafyayı kaybettiğimiz bir süreç yaşamışız. Yalnız Libya'yı kaybetmemişiz, Libya'dan sonra İtalya -Rodos, Girit, Sisam, Midilli, Sakız adaları- 12 adayı da almış, Osmanlı bunu engelleyememiş. Sonuçta bir yıl sonra yapılan anlaşmanın üç gün sonrasında yani 15 Ekim 1912'den üç gün sonra, 18 Ekim tarihinde, bu defa Balkan savaşları başlamış. Balkan savaşları sonrasında koca Rumeli'yi kaybetmişiz, 167 bin kilometrekare vatan toprağı, 6,5 milyon nüfusu kaybetmişiz. Bir tespit var: 1821 Yunan isyanından 1922 Millî Mücadele'nin sonuna kadar olan o sürede Türk milleti, 5,5 milyon insanını savaşlarda kaybetmiş, 5 milyon insanını da vatan dışı kalan topraklarda kaybetmiş. Yüz yıl önce yaşanan süreç bugün, maalesef, yeniden yaşanmaya çalışılıyor.
Bu kanun dolayısıyla hatırlatmak istediğim hadise şu: Ülkeyi yöneten siyasetçiler bugünün tarihteki iz düşümünü göremez, onun sebep ve sonuçlarını doğru sorgulayamazlarsa bugün yaşananları anlayabilmeleri, pozisyon almaları, değerlendirebilmeleri ve geleceğe tedbir alabilmeleri mümkün değil.
Şimdi, yüz yıl sonra yaşadığımız hadiseye bir bakınız lütfen. Biraz önce bir tartışma yaşandı burada, Sayın Başbakanın Orta Doğu'nun bölge lideri olduğu iddia edildi. Sayın Başbakan bu yönde çok yoğun bir gayret içerisinde bu görüntüyü oluşturabilmek için, özellikle son günlerde Türkiye'ye bile gelmeye fırsat bulamıyor. Türkiye'nin bölgede, dünyada lider olması hepimizin gönlünü hoş eder ama bir sonuç olarak şunu sorgulamanızı istiyorum: Bu liderliğiniz, bu "Büyük Ortadoğu Projesi" denen projenin eş başkanlığınız, bu bizim coğrafyamız olan, yüz yıl önce bizim vatanımız olan bu topraklarda kanı durdurabiliyor mu?
Değerli arkadaşlar, Libya'da, Irak'ta, Suriye'de, İslam coğrafyasında, Türkiye'nin bölgedeki liderliği akan Müslüman kanını durdurabiliyor mu? Bunu bu açıdan sorgulamak lazım.
Sayın Başbakan, bizim Genel Başkanımızı "İslam ülkeleriyle hiç ilgisi yok." diye suçluyor. Sizin ilginizin ne faydası var? Sizin yani İslam ülkelerine, Orta Doğu bölgesine gösterdiğiniz ilginin kime ne katkısı var? Bu akan kanın sorumluluğu kimin?
Değerli arkadaşlar, Libya'da 50 bin Müslüman öldürüldü. Bununla, Libya'daki NATO operasyonuna destek vermekle övündünüz. Irak'ta 1,5 milyon Müslüman'ı katlettiler, Amerikan askerlerinin sağlığına dua ettiniz. Bu mudur bölge liderliği?
Suriye, kapı komşumuz; soydaşlarımız, kardeşlerimiz -Kürt'üyle, Arap'ıyla, Türkmen'iyle kardeşlerimiz olan bu insanlar- bugün birbirlerini boğazlıyorlar. Sizin bölgedeki liderliğiniz bu boğazlaşmayı önleyebildi mi? İki yıla yaklaşıyor neredeyse, bir buçuk yılı geçti. Bugün, bu coğrafyada artık bin yıldır beraber yaşayan insanların birlikte yaşama imkânı kalmadı, aynen Irak'taki gibi. Irak'ta da Sünni'si de Arap, Şii'si de Arap, birbirini boğazlıyor. Türk'ü de, Türkmen'i de, Kürt'ü de, Arap'ı da Müslüman, birbirlerini boğazlıyorlar.
Bölge liderliğimizin, Türkiye'nin veya Sayın Başbakanın bölge liderliğinin bu kanı durdurmak noktasındaki hesabını sormak lazım, bununla övünmek lazım. Eğer gücümüz, eğer liderliğiniz barışı temin etmiyorsa o politikalar yanlış, o politikalar doğru değil.
Ben size çok acı bir gerçeği söyleyeyim, -biraz önce bir sayın devlet büyüğümüzü ziyaret ettim, ona da arz ettim- bakın, bu coğrafyada Türkiye'nin varlığı çok önemli, çok değerli. Bu coğrafyanın tüm halklarının Türkiye'nin hakemliğine, büyüklüğüne, iradesine, iktidarına, dirayetine ihtiyacı var ama size, bakın, buradan bir acı gerçeği söyleyeyim: Irak'ta da, Suriye'de de -ben inanıyorum ki- diğer bölgelerde de Türkiye güvenilmez bir ülke durumuna düştü. Bunu yüreğim yanarak söylüyorum, bunu bir iç politika polemiği olarak söylemiyorum.
"Muhalifleri destekliyoruz, eli kanlı Beşar Esad gitsin, kendi halkını öldürenin arkasında durmayız." dediniz, bugün "muhalif" dediğiniz grup maalesef bir milim mesafe katedemedi.
Tampon bölge oluşturulamadı. Benim kendi köyüm Türkmen bölgesi, Türkiye ile arasında Arap köyü yok. Türkiye koruyamadı, hepsi Türkiye'ye göçtü ve bize sığınan bu insanlara bugün maalesef suçlu muamelesi, sığıntı muamelesi yapıyoruz.
Buradan huzurunuzda, ben, bu konuda gerek Sayın Bakana gerek bu konuda gayreti olan herkese teşekkür ettim bu kürsüden ama bugün Türkmenlerin sığındığı, bizim de talep ettiğimiz o kamp, bir açık hava cezaevine dönüştü. Sayın Bakan dinliyor, sebebini de biliyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir valiye gücü yetmiyor. Açık hava cezaevine dönüştü? Üç öğün yemeği 6,9 liraya, yani 6 lira 90 kuruşa alınan üç öğün yemeği bir lütuf gibi ifade eden, "Bunu veriyoruz, bu yetmez mi?" diyen bir Sayın Valiye Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin gücü yetmiyor ve bu, Türkmenlere zulmediyor. Bu insanlar Türkiye'ye geldiklerine pişman ve "Öleceksek kendi köyümüzde ölelim." noktasına geliyorlar. Bütün çığlığımıza rağmen, Hükûmetin bütün gayretine rağmen, ama bir sonuç olarak söylüyorum, ne desteklediğiniz o muhalifler bir mesafe katedebiliyor? Bundan üç gün önce, Yayladağı'nın 10 kilometre ilerisinde Hükûmet güçleri 20 tane muhalifi -birçoğu da benim akrabam olan- Bayır Bucaklı Türkmen çocukları katletti. Koruyamadık, koruyabilmek mümkün değil. Türkiye'nin hemen hudutlarındaki Suriye şehirleri hâlâ Hükûmet güçlerinin elinde.
Türkiye'nin desteğinin Suriye halkına ne faydası var değerli arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun! "Halkı destekliyoruz." diyorsunuz; halkı desteklemek bu mu? Bu mu halkı desteklemek? Sizin desteğinizin Suriye halkına ne faydası var ölümden başka?
MUHARREM VARLI (Adana) - Amerika'ya var ya, yeter!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Türkiye'ye sığınıyorlar, zulmediyorsunuz, acıyarak söylüyorum. Ben bu sözleri buradan söylemem, söylememem gerekir ama -Sayın İçişleri Bakanına arz ettim, Sayın Başbakan Yardımcımıza arz ettim- bu Vali bu halka zulmediyor. 7 liraya üç öğün yemeği bir lütuf gibi milletin başına kakıyor. Açık hava cezaevi gibi içeriye girenleri dışarıya bırakmıyor, dışarıda kalanları içeriye almıyor ve bunu aşamıyoruz.
Şimdi, bu mudur liderlik? Bu mudur büyük devlet olmak? Bu mudur bölge liderliği değerli arkadaşlar? Sizi milletime şikâyet ediyorum Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli yöneticileri, değerli milletvekilleri.
Siz, Türk milletinin geleceğini bir ham hayal peşinde, aynen yüz yıl önce yaşadığımız o felaketin kaosuna, girdabına sürüklüyorsunuz. Süre bitiyor, bu sözün açılımını da bir başka sebeple yapacağım ama bilesiniz ki tarih tekerrür ediyor. Yüz yıl önce bugünkü topraklarımızın 10 katı büyüklüğündeki vatan topraklarını kaybettiğimizdeki gaflet, maalesef bazı yönleriyle bugün ülkemizi yöneten siyasetin gafletiyle aynı; üzülerek ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şandır.