| Konu: | YARGILAMA SÜRELERİNİN UZUNLUĞU İLE MAHKEME KARARLARININ GEÇ VEYA KISMEN İCRA EDİLMESİ YA DA İCRA EDİLMEMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT ÖDENMESİNE DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 29.11.2012 |
CHP GRUBU ADINA DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı konusunda söz almış bulunuyorum grubum adına.
Genel Kurulda görüşmekte olduğumuz bu tasarının genel gerekçesinde, tasarının insan haklarına saygı, insan hakları konusunda ortaya çıkan aksaklıkları kendi iç hukukumuzda çözüme bağlama ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından pilot dava olarak belirlenen Ümmühan Kaplan kararının gereğinin yerine getirilebilmesi için hazırlandığı ifade edilmektedir. Aynı zamanda, tasarının amacının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruların tazminat ödenmesi suretiyle çözüme kavuşturularak bir taraftan insan haklarına saygı ilkesinin tam anlamıyla tesis edilmesi, diğer taraftan da ülkemizin uluslararası alanda insan haklarına saygı konusunda özensiz olduğu şeklindeki bir algının önüne geçilmesi olduğu vurgulanmıştır. Ancak, insan haklarına saygı ilkesinin tam anlamıyla tesis edilebilmesi için, ihlalden sonra tazminatın ödenmesinin yeterli olmadığını ve aslen, insan haklarına saygılı bir ülkede bu ihlallerin gerçekleşmesinin önlenmesi gerektiğini belirtmek gerekir. Ne yazık ki tasarı bu anlayışla hazırlanmamıştır.
Tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları, geçici çözümler değil hak ihlallerine neden olan sorunların özüne yönelik kalıcı çözümler üretilmesini ve hak ihlallerine karşı ise başvurulabilecek etkin iç hukuk yollarının düzenlenmesi sorumluluğunu ülkemize yüklemektedir.
Tasarı gerekçesinde sözü edilen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından pilot dava olarak seçilen, ülkemize bazı yükümlülükler getiren Ümmühan Kaplan davasının karar içeriğine baktığımızda, adil yargılama hakkını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 6: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir." Yani, davanın koşulları bu olmadığı için, Ümmühan Kaplan davasında bu hakkın ihlal edildiği belirtilmektedir. Yine, aynı kararda, iç hukuk alanında hak ihlallerine karşı etkili başvuru yolunun bulunmadığı belirtilmektedir.
Hükûmet tarafından getirilen tasarıda ise uzun yargılamaların asıl kendisinin bir hak ihlali olduğu göz ardı edilmekte ve sadece 23 Eylül 2012 tarihine kadar yani Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının uygulamaya geçtiği güne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruların tazminat ödenerek üstü örtülmeye çalışılmakta, bataklık kurutulmamakta, sivrisineklerle uğraşılmaktadır. Oysa ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 6, adil yargılama ilkesi çerçevesinde yer alan makul yargılama süresi düzenlemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları asıl olarak uzun yargılamalara neden olan mevzuatın düzenlenmesini, bu konuda yaptırımlar getirilmesini öngörmektedir. Hükûmetin bu konuda ciddiye alınabilecek bir çalışması olmadığı gibi tasarıda da uzun yargılamaların önlenmesine dair bir yaptırım yoktur. Uzun yargılamaların varlığı ve âdeta kaçınılmazlığı kabul edilerek sadece tazminat ödenmesi yoluyla geçici bir çözüm yaratılmaya çalışılmaktadır.
Diğer yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından pilot dava olarak seçilen Ümmühan Kaplan davasında Türkiye'de 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanındığı, uzun yargılamalar ve diğer hak ihlalleri konusunda bu yöntemin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları da göz önünde tutularak etkili bir iç hukuk yolu olarak uygulanması beklentisinin olduğu görülmektedir.
Oysaki Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını düzenleyen Anayasa madde 148/3 "Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır." hükmünü içermektedir. Bu maddenin yoruma dahi izin vermeyen açıklığı ve emredici nitelikte olması nedeniyle olağan kanun yolları tüketilmemiş hiçbir konuda bireysel başvuru hakkının kullanılamayacağı görülmektedir yani hak ihlali niteliğindeki tüm mahkeme kararları Yargıtay safhasından geçip kesinleştiği takdirde ancak bireysel başvuruya konu olabilir. Bu durumda ise uzun yargılamalar nedeniyle dava devam ederken bireysel başvuru hakkının kullanılamayacağı aşikârdır.
Uzun tutukluluk hâlleriyle ilgili olarak 23 Eylül 2012 tarihinden sonra yani Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının başlamasından sonra, mahkemeye tutukluluğun kaldırılmasıyla ilgili talepte bulunduğunda, mahkeme bunu reddettiğinde diğer bir mahkemeye başvurup bu mahkeme de reddederse bunu kesinleşmiş gibi kabul edebileceğini söylüyor Anayasa Mahkemesinin bazı raportörleri ve bu çerçevede, uzun tutukluluklarla ilgili, 23 Eylül 2012'den sonraki başvuruların belki kabul edilebileceğine dair bir yorum var ama henüz nasıl bir karar verildiği, nasıl bir karar verileceği belli değil. Bu konuda başvurular var ama Anayasa Mahkemesinin nasıl bir karar vereceği belli değil. Uzun tutukluluk hâlleriyle ilgili böylesi bir yol geliştirilebilse bile yani mahkemece verilen, ikinci mahkemece verilen, itirazen verilen kararın kesin karar gibi olduğu düşünülerek belki uzun tutukluluklarla ilgili konuda Anayasa Mahkemesi karar verebilecek olsa dahi ancak uzun yargılamalarla ilgili kanun yollarının tüketilmesini emredici hüküm olarak koyduğu için Anayasa Mahkemesinin uzun yargılamalarla ilgili bireysel başvuruları kabul etmesi olanaksız görünmektedir.
Yukarıda belirtilen tüm nedenlerden de anlaşıldığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş olan bireysel başvuru hakkına gereğinden fazla bir önem atfetmekte, çok büyük bir beklenti içine girmektedir. Oysaki, Anayasa Mahkemesi, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği sonucunda, üyelerinin seçilme şekli itibarıyla siyasallaştırılmış, AKP'nin etkisi ve baskısı altına girmiş, bağımsız ve tarafsız bir şekilde içtihat geliştirme yeteneğini kaybetmiştir. Hem Mahkemenin bu yapısı hem de bireysel başvuru hakkına olağan kanun yolları tüketildikten sonra başvurulabilecek olmasından dolayı kısa bir süreç içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin beklentisinin gerçekleşmediği ne yazık ki görülecektir.
Sonuç olarak, uzun yargılama süreçleriyle ilgili olarak olağan kanun yolları tüketilmediği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruları kabul edilemez bulacağından, bu süreç, sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruyu geciktirme sonucunu getirecek ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bir süre sonra uzun yargılamalara yönelik başvurular yine yığılmaya başlayacaktır.
Yukarıda açıklanan tüm bu nedenlerle, tasarının "Süre" başlığıyla düzenlenen 9'uncu maddesinde -çıkarılacak kanunun- "23 Eylül 2012 tarihi itibarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde kaydedilmiş başvurular hakkında uygulanır." hükmünü getirmesi, bu tasarının geçici nitelikte olduğunu, günü kurtarmak amacıyla çıkarıldığını, sorunu çözümlemeyi amaçlamadığını göstermektedir.
En önemlisi de hem bu tasarıyla yapılacak düzenleme hem de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 13'te belirtilen hak ihlallerine karşı iç hukukta etkili bir yol oluşturma yükümlülüğünü karşılamadığından, uluslararası kuruluşlar nezdinde ülkemizin daha da prestij kaybı söz konusu olabilecektir. Ülkemizde, bir taraftan ileri demokrasi söylemi AKP İktidarı tarafından sıkça kullanılırken, diğer taraftan insan hakkı ihlallerinin oldukça arttığı görülmektedir.
Biraz önce, Sayın Bakanın da açıkladığı gibi, 31 Ağustos 2012 tarihi itibarıyla ülkemiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru açısından 16.650 başvuru ile 47 ülke arasında Rusya'dan sonra 2'nci sıradadır. Ayrıca, verilen ihlal kararları açısından ise 47 ülke arasında 1'inci sıradadır. Ayrıca, ülkemiz geçen yıl itibarıyla hakkında en çok ihlal kararı verilen ülkelerin arasındadır ve bu ihlal kararlarının çoğunluğu da ne yazık ki AKP İktidarının son on yıllık döneminde meydana gelmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında uzun ve haksız tutuklulukların peşin cezaya dönüştüğü ve bu durumun ağır insan hakkı ihlali oluşturduğu açıkça vurgulanmaktadır yani bu tasarı da makul süreyi aşan haksız tutukluluklarla ilgili herhangi bir başvuruyu ne yazık ki kapsamamaktadır.
Yine, The Economist dergisinin her yıl yayınladığı demokrasi endeksine göre Türkiye 88'inci sıradadır, Filipinler, Endonezya ve Tayvan gibi ülkelerin de gerisindedir.
Yine, Freedom House'un 2012 Dünyada Özgürlükler Raporu'na göre Türkiye "kısmen özgür" ülkeler arasında yer almakta ve Tanzanya, Zambiya ve Filipinler gibi ülkeler, ülkemizle aynı kategoride yer alan ülkeler konumundadır.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün araştırmalarına göre, ülkemiz, 2011-2012 Basın Özgürlüğü Endeksi baz alındığında en kötü durumda olan ülkeler içerisinde yer almaktadır. Türkiye, bir önceki rapora göre 10 sıra gerileyerek, 179 ülke arasından 148'inci sırada yer alarak, Fas, Uganda, Gambiya gibi ülkelerin de gerisine düşmüştür. İşte, bu düşüşümüz AKP İktidarının neden olduğu hak ihlalleri nedeniyledir.
Yine, Avrupa Birliği Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu'nda göre `"Ergenekon', `Balyoz' gibi davalar da başta olmak üzere savunma hakkı, yargılama öncesi tutukluluk sürelerinin uzunluğu ile fazlasıyla uzun ve çok kapsamlı iddianameler bakımından endişeler devam etmekte olup bu durum söz konusu yargılamaların hukuka uygunluğunun kamuoyu tarafından kayda değer ölçüde sorgulanmasına yol açmıştır." sözleri ile yargımızın, yargılamamızın ne kadar kötü bir durumda olduğu açıkça belirtilmektedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı, Deniz Feneri davasındaki savcıların görevden alınması, yargı üzerindeki yürütmenin baskısını yansıttığı yönünde endişeler doğurduğu İlerleme Raporu'na giren saptamalar arasında yer almaktadır.
Hâkimlerin genel yükümlülüğü olan kararlarını gerekçelendirmelerine ilişkin hükümlerin, Ergenekon, Balyoz, Kafes, Oda TV ve diğer siyasallaşmış davalarda uygulanmasına yönelik sorunların bulunduğu, yine 2012 yılı AB İlerleme Raporu'nda açıkça belirtilmiştir. Hele bu davalar sonuçlandırıldıktan sonra, bu konuda gidecek başvuruların daha ne kadar hak ihlallerine neden olduğunu gösterecektir AKP'nin var olan durumu açısından.
Evet, sevgili arkadaşlar, şimdi, tasarıya genel olarak böyle bir bakışımız var, ama bunun dışında tasarının içeriği açısından maddelere baktığımızda ise maddelerde Anayasa'ya aykırılık da dâhil olmak üzere pek çok sakınca var. Bunları Komisyonda tartıştık, ama ne yazık ki biz size önerilerimizi getirmemize rağmen bu önerilerimizi kabul ettiremedik.
Tasarının "Amaç" başlığını taşıyan 1'inci maddesinde, sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair bir düzenleme olduğu belirtilmektedir. Bu durumda, uzun yargılamalardan, uzun tutukluluklardan ya da mahkemelerin kararlarının yerine getirilmemesi, eksik yerine getirilmesi gibi konularda mağdur olmuş, ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunmamış kişilere başvuru hakkı tanınmamaktadır. Biraz önce Sayın Mahmut Tanal da söyledi, işte, o zaman Anayasa'nın eşitlik ilkesine gerçekten aykırı davranılmaktadır. Mağdur olmuş, ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yolunu bilmediği için ya da bu sorunu uluslararası bir makama taşımak istemediğinden ya da parası olmadığından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yapamamış mağdurlar için tasarıda başvuru yolunun kapatılması, aslında yine bir hak ihlalidir, Anayasa'ya aykırılık teşkil etmektedir.
Yine, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, bu madde, madde 9'la birlikte değerlendirildiğinde, tasarı sadece 23 Eylül 2012 tarihine kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvurular hakkında uygulanacak, bu tarihten sonra kanunun kapsamına giren konulardaki hak ihlalleri ile ilgili başvurular kabul edilmeyecektir. 23 Eylül 2012 tarihinden sonra uzun yargılamalarla ilgili hak ihlallerine ilişkin Anayasa Mahkemesi de olağan kanun yolları tüketilmediği için, kararlar kesinleşmediği için başvuruları kabul etmeyecektir. Peki, bu durumda ne olacak sevgili arkadaşlar? Uzun yargılamalarla ilgili insanların başvurabilecekleri etkin bir başvuru yolu olmadığı takdirde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden yine hak ihlaline dönük kararlar çıkmayacak mıdır? Yani, bu tasarı, bugün, günü kurtarmaya yöneliktir ama gerçek anlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ülkemizden istediği yükümlülükleri yerine getirmemektedir.
Tasarının 2'nci maddesinin 2'nci fıkrasında, "Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir." şeklinde düzenleme, Bakanlar Kuruluna yargıyı ilgilendiren bir alanda kapsamı ve sınırları belli olmayan bir yetki verilmesi mahiyetindedir. Bu yetkinin hangi amaçlarla kullanılacağı açık olmadığı gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'den beklentilerinin oldukça dışına taşınmaktadır. Verilen yetkilerin kapsam ve sınırlarının açıkça kanunla belirlenmesi, hukuk devletinin ve hukuki güvenlik ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. Bakanlar Kuruluna verilen yetki hukuk devletinin temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Tasarının madde 2/3 fıkrası açısından konuya baktığımızda, "İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu kanun hükümleri uygulanmaz." ibaresinin pratikte hangi hâlleri kapsayacağı da belirsizdir. Bu durum, mağdur kişi aleyhine tesis edilen ve kaynağında bir idari soruşturma bulunan her kararın ya da eylemin ya da işlemin başvuru kapsamının dışında tutulmasına neden olabilir. Bu nedenle, bu maddeyle ilgili değişiklik önergemizin kabul edilmesini sizlerden talep ediyoruz.
Tasarının 4'üncü maddesinde, kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere, Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak 4 kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak 1 kişiden oluşan 5 kişilik bir komisyon kurulacağı, komisyon başkanının üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçileceği ifade edilmiştir. İşte, biraz önce arkadaşlarımızın da bahsetmiş olduğu Anayasa'ya aykırılık burada söz konusudur sevgili arkadaşlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargılama hakkına ilişkin böylesi bir konuda bizden etkin bir iç hukuk yolu düzenlememizi istemiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de adil yargılanmayı gerektiren bir şekilde bu kurulun oluşturulmasını istemiştir. Pek çok ülkede olduğu gibi, İtalya'da Pinto Yasası'nda belli olduğu gibi, Moldova örneğinde olduğu gibi oralarda bu türden tazminat talepleriyle ilgili mahkemeler karar vermektedir ama ne yazık ki bizim ülkemizde yargılama hakkına ilişkin yani neredeyse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkilerini de içinde barındıran bu mahkeme değil, bir kurul oluşturma konusunda tasarıda bir madde vardır ki bu gerçekten Anayasa'ya aykırıdır. Bu konudan geri dönülmelidir. Yargıtayda ya da Danıştayda -idari davalar için Danıştayda, adli ve cezai davalar için Yargıtayda- olmak üzere belirlenecek, yetkilendirilecek bir dairenin bu davalara bakması gereklidir. İşte, o zaman söz konusu Anayasa'ya aykırılık ortadan kaldırılabilir. (CHP sıralarından alkışlar)
Bunun dışında, sevgili arkadaşlar, "Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir." demektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi bu kurul mahkeme yetkisini taşıyacaktır. O zaman yani bizim, mahkeme yetkisini taşıyacak böylesi bir kurulun kesinlikle oluşturulmaması konusunda önerilerimize dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Onun dışında, bu kurulun vereceği kararlara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesinin itiraz mercisi olacağı belirtilmiştir. Şimdi, Yargıtaydan geçmiş, Danıştaydan geçmiş bir kararın nasıl, bu şekilde bölge idare mahkemesi tarafından verilebileceğini, kontrol edilebileceğini, itirazen kontrol edilebileceğini düşünebiliriz? Bu konuda, Yargıtaydan gelen arkadaşlarımız da Komisyonda görüşlerini belirtmişlerdi. Yargıtayda ya da Danıştayda oluşturulacak bir özel birim ya da dairelerden oluşturulacak bir birimin bu konuda temyiz mercisi olması konusundaki görüşlerine biz de katılıyoruz ve bu konuda uygulayıcıların görüşlerine dikkat edilmesi gerektiğini, onlara bu konuda saygı gösterilmesi gerektiğini, önergelerimizin dikkate alınması gerektiğini sizlere belirtiyoruz.
Arkadaşlar, en önemli konulardan bir tanesi de, bu konuda örnek yasa olabilecek Pinto Yasası ve Moldova yasasında uzun yargılamalara neden olabilecek nitelikte kararlar veren yargıçların sorumlulukları söz konusu olduğunda, onlarla ilgili, sorumluluklarıyla ilgili soruşturma açılabilmesi ya da haklarında tazminatların rücu edilebilmesi için, belli konularda onlara yaptırım uygulayabilecek, soruşturma açabilecek birimlere bu konuda ihbarda bulunma hakkı verilmektedir ama bizde ne yazık ki verilen kararı o birimlere bildireceğimiz belirtilmekte, başkaca bir yaptırım söz konusu olmamaktadır. Ama bir yaptırım olmadan, uzun yargılamalara neden olan yargıçlar buna devam etmeyecekler midir? O zaman, bu yasa tasarısının bir anlamı kalacak mıdır? Öncelikle?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Çok teşekkür ederim.
Saygılar sunuyorum hepinize. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.