GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:33
Tarih:04.12.2012

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sözlerime başlamadan önce size ve ailenize başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü nedeniyle aslında, engellilerin sorunlarını konuşmaya başladık. Bu, ciddi bir problem. Aslında, yaşamımızın her alanında, sadece bir günde değil, yaşamımızda engellilerin olduğunu ve engellilerin yaşamını da düşünerek onların yaşamını kolaylaştıracak bir politikadan bakmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isteriz ama ne yazık ki bu Parlamentoda, ne yazık ki toplumda her zaman için sadece gününde, 8 Martta kadınları konuşuyoruz, 3 Aralıkta engellileri konuşuyoruz, işte 4 Aralıkta maden işçilerini konuşuyoruz; bu gelenekten vazgeçilmeli. Toplum bir bütün, yaşam düzenini buna göre kurmak durumunda.

Bugün, günümüzde, dünyada engellilerin oranı yüzde 15. Bu, Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre yüzde 15 oranında. 1970'lerde bu oran yüzde 10'du. Türkiye'de ise nüfusun yüzde 12,29'u yani yaklaşık 8,5 milyonuna yakını engelli. Erkeklerin oranı burada yüzde 11,10; kadınların oranı ise yüzde 13,45. Türkiye'de engellilerin devlet imkânlarından yararlanması için sağlık kurumlarının yüzde 40 engelli olduğuna dair kendisini belgelemesi gerekiyor, aksi takdirde devlet olanaklarından faydalanmıyor. Oysa ILO Sözleşmesi'ne göre bu oran yüzde 11 noktasında.

Değerli milletvekilleri, aslında engellilere ilişkin yaklaşımın temeli, biraz bizim zihniyetimizden, bakış açımızdan kaynaklanıyor, çünkü biz engellileri genelde zavallı, zayıf olarak görüyoruz ve yaşamımızda da, ailede olsun, toplumsal yaşamda olsun, her yerde onların yaşamı daha kolay sahiplenmesi, yaşamda iş sahibi olması ya da birey olarak daha etkin olması yerine, daha çok onlara "zavallı olan, yardıma muhtaç olan" gibi bir yaklaşım üzerinden bakıyoruz. O yüzden kullandığımız dil de buna göre oluyor, çoğu zaman "engelli" demiyoruz, "özürlü" diyoruz, yani bu dilin kendisi bile nasıl yaklaştığımızla alakalı bir durum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan yasalar da böyle. Mesela diyelim ki yine İŞKUR'a göre ya da yapılan düzenlemelere göre, biz özürlülere yönelik bir engelleme yapıyoruz ve özürlüler "nasıl daha etkin yaşama katılır" üzerinden değil, onları, işte, bu dezavantajlı olma durumuyla ilgili bir yaklaşım üzerinden geliştiriyoruz, bir defa bu zihniyetin değişmesi gerekiyor.

İkincisi, engellilerin istihdam meselesi ciddi bir problem ve Türkiye'de iş yerlerinde yüzde 3'lük bir kota uygulanıyor, ama bu kota şimdiye kadar hiç uygulanmamış. İŞKUR verilerine göre bile kamu kurumunda 12 bin 326, özel sektörde ise 73 bin 719 uygulanıyor, buna karşılık 4857 sayılı İş Kanunu'nun 30'uncu maddesine istinaden, kamuda 1.232, özel sektörde 23 bin 526 olmak üzere, toplam 24 bin 758 boş engelli kotası var, yani buraya kota alınmıyor.

Bu konuda bazı yaptırımlar var. Burada denilebilir ki bazı yaptırımlar var, bu konuda nasıl şey yapılabilir diye, ama bu yaptırımlar engelleyici olmuyor, o yüzden tersi bir politika izlemek önemli, belki de teşvik eden, yani engellilerin çalışması konusunda, hem özel sektörü hem kamu sektörünü teşvik eden bir politika izlemek daha doğru olacaktır, çünkü ceza, ne yazık ki şimdiye kadar bu meselenin giderilmesini gerektirmiyor.

Yine engellilerin aldığı maaş ciddi anlamda sorun bu ülkede, üç ayda bir alıyorlar, 243 ile 365 TL arasında değişiyor, asgari ücret bile değil. Bu Meclisin yapması gereken şey, eğer engellilere dair bir iş yapmak istiyorsa, bunun en azından asgari ücret üzerinden değerlendirilmesi.

Diğer bir konu, değerli milletvekilleri, aslında, bu rehabilitasyon merkezleri, engellilerin eğitimi meselesi. Burada da çok ciddi bir sorun var. Rehabilitasyon merkezleri daha çok rant alanına dönüşmüş durumda. Türkiye'de o kadar çok rehabilitasyon merkezi var ki bu rehabilitasyon merkezleri denetlenmiyor; gerçekten amacına uygun mu, orada ne yaşanıyor, engellilerin gerçekten yaşamını kolaylaştırıyor mu, hiçbir şey yok. Oysa burada çok ciddi hak ihlalleri var, ciddi anlamda sorunlar var. Mesela, Batman'da bir sorun yaşanmıştı, bu kurumda çalışanların engellilere yönelik tacizi kamuoyuna yansıdı. Bu nasıl denetleniyor, bu denetimde ortaya çıkan sonuç ne, hiçbir zaman yapılmış durumda değil. Biz, Barış ve Demokrasi Partisi blok vekilleri olarak, özellikle engellilerin daha yaşanabilir bir toplumda yaşayabilmesinin koşullarının araştırılması gerektiğini düşünüyoruz,.Yine, bu rehabilitasyon merkezlerinin mutlaka araştırılması, denetlenmesi ve burada yeni bir düzenleme, ranta dayalı değil, gerçekten engellilerin önündeki engelleri kaldıracak bir yaklaşım içerisinde olmasını önemsiyoruz. Aksi takdirde, sadece engellileri burada anmış olacağız, ona yönelik yaklaşımlar içerisinde olacağız. Bu, değişmez ve bunun için de öncelikle zihniyetten başlayacağız; bu zihniyette engelleri kaldıracağız çünkü bu ülkede sorun olan engelliler değil, engellilere yaklaşım. Bu, değişmediği sürece Türkiye'de ciddi anlamda bir sorun.

Yine, değerli milletvekilleri, savaş veya çatışma dönemlerinde özellikle engelli olanlar var. Türkiye'de de bu ciddi bir sorun. Özellikle mayın patlaması sonucu ciddi anlamda yaralananlar var, bunların sakat kalması durumu var. Mesela, bu konuda hiçbir adım atılmış durumda değil, Türkiye'de bunun ciddi anlamda değiştirilmesi gerekiyor.

Sonuç itibarıyla, bu konuya ilişkin Türkiye'de özellikle engellilerin, hem çalışma yaşamında iş kazası nedeniyle engelli olanlar, savaş, çatışma nedeniyle engele maruz kalanlar? Bir de bu engelleri gidermesi konusunda rehabilitasyon merkezlerinin gerçekten doğru çalışıp çalışmadığı konusunda bir araştırmanın yapılması önemli. Umuyorum, siyasi parti grupları engellilerin yaşamını kolaylaştıracak bir yerden bakarlar.

Değerli milletvekilleri, 3 Aralığın başka bir önemi de var. Bugün BDP Grubunda da ifade edildi, 3 Aralık aynı zamanda Özgür Ülke gazetesinin bombalanmasının yıl dönümü -1994'te- ve burada Ersin Yıldız adlı bir basın emekçisi yaşamını yitirdi. Biz, bir kez daha, bu arkadaşımızın şahsında tüm basın emekçilerini selamlıyoruz; bunu ifade etmek istiyorum. Bu ciddi anlamda bir problem. Hâlâ Türkiye'de Kürt sorunu yaşanıyor, belki gazete binaları bombalanmıyor ama hâlâ gazeteciler tutuklanmaya devam ediliyor, basın hâlâ özgür değil, basının üzerinde ciddi bir ambargo var, siyasi ambargo var. 1990'lı yıllarda da benzer bir durum vardı. 1990'lı yıllarda da siyasi iktidar, aslında, Kürt sorunu konusunda söz söyleyeni, Kürt sorununun çözümü konusunda söz söyleyeni, "Kürtler vardır, dili, kimliği, kültürü vardır." diyeni ya işte böyle bombalayarak susturmaya çalışıyordu ya da işte o zaman da Terörle Mücadele Yasası'ndan, yardım, yataklık yapmaktan tutukluyordu. Bugün 2012'de ne yazık ki aynı zihniyet devam ediyor, belki gazete binaları bombalanmıyor ama gazeteciler tutuklanmaya devam ediliyor. Bunun temel nedeni Kürt sorunu, bu ülkede çözülmeyen Kürt sorunu. Bu konuda AKP, CHP, MHP ne yazık ki aynı noktada duruyor ve ciddi anlamda bir devlet refleksi üzerinden... Bugün Kürt sorunu konusu, özellikle ana dilde eğitim, ana dilde savunma ve Kürtlerin kimlik haklarının tanınması meselesi hâlâ burada yasaklı bir konu, bunları biz konuşamıyoruz.

Özellikle ben burada ana muhalefet partisine bir şey ifade etmek istiyorum. Eğer gerçekten 90'lı yılların bir daha yaşanmasını istemiyorsak, bu ülkede Kürt sorununun çözülmesini istiyorsak, o zaman Kürt sorununa ilişkin yaklaşımımızı ifade edeceğiz. "Ana dilde savunmaya hayır." diyen bir sosyal demokrasinin, aslında, bu savaşı, çatışmayı da devam ettirdiği anlamına gelecektir.

İktidarın bu konudaki yaklaşımı çok net zaten. Yani bu konuda özellikle muhalif kesimleri, KCK adı altında yürütülen siyasi operasyonlarla herkesi tutuklayıp sesini kısma yaklaşımının olduğunu düşünüyoruz. İşte KCK'nin basın davası var, KCK'nin öğrenci davası var, KCK'nin bilmem neyi var.

Mesela bugün CHP'den bir milletvekili arkadaşımız tıp öğrencilerinin yarınki davası için bir basın açıklaması yaptı ama CHP'li arkadaşlarımız acaba şunu düşünüyor mu: Tıp öğrencileri niye yargılanıyorlar? KCK davasından. Niye? Bunlar Kürt. Ne savunuyorlar bu Kürtler? Diyorlar ki: "Ana dilde eğitim istiyoruz. Ana dilde savunma istiyoruz. Demokratik özerklik istiyoruz." Peki, buna dair Cumhuriyet Halk Partisinin bir tane sözü var mı? Yok. Ana dilde savunma meselesine gelince "Üniter yapısı bozulur." diye bunun üzerinden yaklaşım?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sebahat Hanım, onlara yardım etmek suç mu? Öğrenciye yardım etmek suç mu? Yapmayın Allah aşkına ya!

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Öğrenciye yardım etmek suç değil ama o öğrencilerin neden yargılandığını ifade etmek gerekir. Dolayısıyla, gerçekten Cumhuriyet Halk Partisi eğer öğrencilerin yanındaysa, basın davasında yargılananların yanındaysa yapması gereken şey şu: "Evet, bu ülkede Kürt halkı vardır, Kürt halkının hakları vardır. Dolayısıyla, bu halkın ana dilde eğitim hakkı, ana dilde savunma hakkı temel haktır. AKP Hükûmeti buna gelmelidir." diye bir yaklaşım üzerinde olmalıdır. Ama ne yazık ki AKP'nin "tek dil, tek millet, tek din, tek inanç" yaklaşımına yönelik değerlendirmelerini CHP de soldan destekleyerek, aslında ciddi anlamda AKP'nin bu politikasını devam ettiren, savaşta ısrar eden politikasını soldan destekleyerek yaklaşım ifade etmektedir.

Biz buradan bu Parlamentoya bir kez daha çağrıda bulunuyoruz: Bu ülkenin bir sorunu var, Kürt sorunu. Bu sorunun çözümü konusunda herkes kendi yaklaşımını bir kez daha gözden geçirmek durumundadır. Aksi takdirde, sadece iktidarı eleştirerek bu iş olmaz. Bunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Eğer bir daha gerçekten basın özgürlüğü ortadan kalkmasın istiyorsak? Eğer 3 Aralıkta Özgür Ülke gazetesini bombalama emrini kimin verdiği açığa çıkmıyorsa?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - ?Roboski katliamında da kimin emir verdiği ortaya çıkmayacaktır.

Ben bir kez daha bu önergemizin dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.