| Konu: | BDP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 19.02.2013 |
ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biliyorsunuz, dün gece Sinop'ta müessif bir olay meydana geldi. Bugün de benzer hadiseler Samsun'da sergilendi. Bunlara kafayı takmayın, üç-beş tane serseri, soytarı her yerde bulunur; memleketi karıştırmak isteyen tahrikçiler, her zaman devrede olabilirler diyebilirsiniz. Keşke mesele böyle olsaydı. Biz de barışı aradığımız...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... Genel Kurulda uğultu var.
ALTAN TAN (Devamla) - Efendim, bir şey olmaz, zaten dinleyen yok.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Dinliyoruz.
ALTAN TAN (Devamla) - Ben de Genel Kurula söylüyorum, kayıtlara geçsin. Zaten dinleseler bir şey öğrenirler, boş verin.
BAŞKAN - Buyurun.
ALTAN TAN (Devamla) - Çok önemli değil Sayın Başkan.
Keşke mesele -biraz evvel de söylediğim gibi- bu kadar basit olsaydı, şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirdik: "Türkiye'nin barışı aradığı, çözümü aradığı, tarihî bir kavşakta bulunduğu bu dönemde, bütün bir Orta Doğu'nun yeniden şekillendiği, haritaların, siyasal sistemlerin, ekonomik gelecek yüzyılın dizayn edildiği bu dönemde birileri ülkeye çomak sokabilir, karıştırabilir, barış ve huzur hesabına gelmeyebilir. Dolayısıyla, bu tip hadiseler de örgütlenebilir. Kafaya takmayın, fazla da büyütmeyin, geçin gidin, gülebiliyorsanız gülün geçin." diyebilirdik, eğer böyle olsaydı.
Peki, böyle olmadığını nereden anlıyoruz? Böyle olmadığını bu olayların seyrinden ve olayların meydana geliş anından itibaren devletin, Hükûmetin, siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının davranışlarından anlıyoruz. Tekrar ediyorum, tıpkı Sivas Madımak hadisesini tertip edenler gibi, derin bazı güçler bir tahrik içine girmiş olabilirlerdi. Peki, ne yapılırdı? Bu tahrikin içinde olmayan, aklı başında olan bir devlet, Hükûmet, Hükûmetin ve devletin yerel temsilcileri, Vali, Emniyet Müdürü ilk dakikalardan itibaren gereğini yapardı, tedbirini alırdı, provokatörleri, tahrikçileri, kışkırtıcıları derdest ederdi ve bu mevzuyu kapatırdı.
Peki, böyle mi olmuştur? Hayır. İşte, görüntüler televizyonlarda çok açık ve net. Arabalar dakikalarca parçalanıyor, neredeyse saatlerce bu insanlar oradan dağıtılmıyor, bu güruhun tezviratlarına göz yumuluyor. "Vali nerede?" diyoruz. Vali izinde, kaçmış, yok. "Hükûmet nerede?" Hükûmet yok. "Devlet nerede?" Devlet de izinde. Peki, devlet izinde olur mu? Vali yok. Valinin yerine görev yapacak devletin vali vekili, emniyet müdürü, sorumluları yok mu? Bunların hepsi var.
Değerli arkadaşlar, bakınız, buralardan bir şey çıkmaz. Bu tahrikler, birliği, bütünlüğü, çözümü, kardeşliği berhava eder. Birileri zannetmesin ki bunlardan da, bu tip olaylardan da Kürtler zarar görür ve özür dileneceğine, bu mevzularla ilgili açık ve net bir tavır sergileneceğine, çıkıyor bazı iktidar milletvekilleri televizyonda "Efendim, bu adamların bu sırât-ı müstakimde orada ne işleri var?" E peki, Bodrum'a, Marmaris'e gidiyorsun, Antalya'ya gidiyorsun, "Ne işin var?" diyorlar. İç Anadolu'ya gidiyorsun, "Ne işin var?" diyorlar. "Akdeniz, Ege, Marmara'da ne işin var?" diyorlar. Karadeniz'e çıkıyorsun, "Ne işin var?" diyorlar. Peki, ne yapacak BDP milletvekilleri? Değerli arkadaşlar, "Evli evine, köylü köyüne." mi demek istiyorsunuz? Yoksa, bu ülkeyi siz mi bölmek istiyorsunuz?
Birileri çıkıp şunu söyleyebilir: "Sen şuraya git, sen şuraya gitme." Neye göre söyler bunu? Hangi kurala göre, hangi şartlara göre, hangi ahvale göre söyleyebilir? Sayın Kılıçdaroğlu Hakkâri'ye gitti, gidecek tabii. Sayın Bahçeli Diyarbakır'a gitti. Sayın Başbakan daha bu hafta sonu onlarca PKK'li gerillanın öldürüldüğü Midyat'a, Mardin'e, Kızıltepe'ye gitti. Peki, bu tahrikler, olaylar, karşılıklı gösteriler her yerde meydana gelse bu ülke nereye gider, ne olur? Değerli arkadaşlar, buradan ve bu mantıktan bir şey çıkmaz.
Dediğim gibi, keşke bu mesele üç beş tahrikçinin bir kışkırtması olsaydı. Bunu nereden anlıyoruz? Olayların üzerinden yirmi dört saat geçti, Sayın Cumhurbaşkanından bir açıklama yok; Başbakanımızdan, Meclis Başkanımızdan ciddi bir tavır yok. Özellikle Sayın Meclis Başkanımız nerede, ben merak ediyorum. Türkiye'nin bir dönemi için "diktatörlük" dedim, dört saat boyunca bu Meclis açıldı kapandı, daha biz Meclisin dışına çıkmadan, Sayın Meclis Başkanının etekleri tutuştu -sanki memleket yanıyor, ne söyledik, ne oldu? Hâlâ da o sözümün arkasındayım- kalktı açıklama yaptı; daha ben Meclisten çıkmadan. Peki, yirmi dört saattir, Sayın Meclis Başkanı, 4 tane milletvekilin linç ediliyor, sen neredesin?
Değerli arkadaşlar, bu yol bir yere çıkmaz ve oradaki tahrikçilerden ziyade, günler öncesinden buna zemin hazırlayan Sinop'un CHP'li Belediye Başkanı, iktidarın, devletin Valisi, ondan sonra da buradaki sorumlular akıllarını başlarına almak zorundadır. Alınmazsa ne olur? Vallahi, alınmazsa yazık olur, herkese yazık olur. Bu tahrik, bu kışkırtma kimseye bir şey sağlamaz.
Değerli arkadaşlar, geçen hafta Diyarbakır'da 19 yaşında bir genç, Şahin Öner, lise son sınıf öğrencisi, başarılı bir öğrenci, panzer altında ezilerek öldürüldü ve yine Diyarbakır Valisi daha hiçbir şey belli değilken -"hiçbir şey" derken otopsi raporunu söylüyorum, tespit tutanaklarını söylüyorum, hastane kayıtlarını söylüyorum- çıkıp dedi ki: "Bu gencin elinde bomba vardı, bombayı atarken patladı ve öldü." Yirmi dört saat sonra bütün bu raporlar geldi, otopsi raporları vesaire aslı astarı yok, üzerinden panzer geçmiş ve öldürülmüş, bütün kaburga kemikleri kırılmış. Valiye açtım, sordum -evlere şenlik bir Vali- on beş dakika konuştu, makineli tüfek gibi, bir suçlunun psikolojisiyle. "Tek bir polis gözaltına aldın mı?" Yok. "Tahkikat yaptırdın mı?" Yok. "Tespit yaptın mı?" Yok. "Peki, Allah'tan korkmadın mı? Panzerin ezdiği çocuğu aldın, götürdün karakolun bahçesine -hastaneye götüreceğine- yarım saat can çekişti. Sen orada bostan korkuluğu musun?" Buna da cevap yok.
Değerli arkadaşlar, bu skandalların üstü örtülemez. Bugün Sinop'ta da Diyarbakır'da da failler bellidir, panzeri kullanan da bellidir, o genci karakolun bahçesinde yarım saat bekleten, can çekişirken parmak izini alan alçaklar da bellidir -kimse bu alçaklar- ama devlet bunları ortaya çıkaramıyorsa, üstünü örtüyorsa bu çok daha büyük bir rezalettir. Ben Altan Tan olarak, seçim döneminde 10 bin kişinin katıldığı bir yürüyüşte giderken savcı benim fotoğrafımı çıkarıp hakkımda dava açabiliyor "Bu yürüyüşe katıldın." diye ama devlet, bütün bu kamera kayıtlarına göre, bütün bu tespitlere rağmen bunu yapamıyorsa, yardım yataklıktan öte, suçluyu teşvik ve suçu örtme suçlarından töhmet altındadır.
Değerli arkadaşlar, acilen cevap bekliyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)