GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:107
Tarih:21.05.2013

EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 460 sıra sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı görüşmelerinin ikinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, artık bir AK PARTİ klasiği hâline gelmiş yeni bir torba yasayla daha karşı karşıyayız. Birbiriyle herhangi bir ilgisi olmayan, görüşülmesi gereken, ilgili komisyonları da dikkate almayarak hazırlanan ve önümüze konulan torba yasa tasarısının, açıkça ifade etmek gerekiyor ki görüş ve öneriler dikkate alınmadığı için, yakın zamanda değişikliğe uğrama ihtimali oldukça yüksektir.

AK PARTİ Hükûmeti iktidara geldiğinden bu yana, çevre politikalarında, tüm resmî belgelerde ve yetkililerin söylemlerinde "sürdürülebilir kalkınma" lafının hatırı sayılır bir ağırlığı olduğunu görüyoruz. Dahası, "sürdürülebilir kalkınma" söyleminin sadece retorikte kalmadığını, AK PARTİ hükûmetleri dönemindeki son on yıllık süreçte uygulanagelen neoliberal politikalar ile çevre politikalarının bir nevi tamamlayıcısı olarak ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Hakkını teslim edelim, bu konuda AK PARTİ hükûmetleri çok tutarlı davranmışlardır. Neoliberalizm nasıl sorgulanamaz bir amentü olarak kabul edilmişse bu amentünün gereği olarak "sürdürülebilir kalkınma" söylemi de bu temel politikayı ve ideolojiyi destekleyen en önemli kaldıraç olarak görev yapmıştır. Bir çok çevreci grubun AK PARTİ'nin çevre politikalarını yeteri kadar sürdürülebilir kalkınmayı dikkate almadığı konusunda eleştirmelerine karşın, AK PARTİ Hükûmeti kadar Türkiye'de bu kavramı hakkıyla uygulayan başka bir hükûmet daha gelmemiştir.

Sürdürülebilir kalkınma, iki yüz yıllık ilerleme miti ve kapitalizmin başat rol oynadığı toplumsal ve iktisadi ilişkiler yumağından ibaret olmuştur. Sanayi Devrimi'nin ve kapitalizmin başat iktisadi yapı olmaya başlamasıyla ilk olarak İngiltere ve Avrupa'da başlayan kalkınmanın sosyal inşası, politik bir plana bağlı kalmıştır. Bu politik inşanın temelinde, ekonomik alanı toplumsal ve kültürel özelliklerden azade ve özerk, her türlü sorgulamanın ötesinde kendinden menkul bir alan olarak kabul eden iktisadi ideoloji yatmaktadır. Bu zihniyetten hareketle, AK PARTİ hükûmetlerinin neoliberal politikaları küresel ekonomiye eklemlenme ve ekonomik büyümeyi sağlamaya odaklandığından, yatırımları hızlandırma, yabancı sermayeyi çekme, piyasayı canlandırma amacının önündeki tüm engeller teker teker bertaraf edilmeye çalışılmış; bu bağlamda, doğal varlıkları bir an önce ekonominin işleyişine sokma düşüncesiyle çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) sisteminde müteakip kereler değişiklik yapılmıştır. İlk olarak daha önce yaklaşık 117 gün süren ÇED süreci 35 güne düşürülmüş, 2003 yılındaki yönetmelik değişikliğiyle ÇED ön araştırmasına bağlı tutulan projeler için rapor hazırlama yükümlülüğüne son verilmiş, bu kapsamdaki faaliyetler için yalnızca proje tanıtım dosyasının hazırlanması yeterli görülmüş, bunlar için öngörülen halkın bilgilendirilmesi toplantısı da kaldırılmıştır.

Tasarıda yapılan düzenlemeyle 2872 sayılı Çevre Kanunu'na geçici bir madde eklenmiştir. Bu geçici maddeye göre 23/6/1997'den önce yatırım programına alınmış ve maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren planlaması ve ihalesi yapılmış projelerden çevresel etki değerlendirme istenmesi zorunluluğu kaldırılmaktadır; yapılan düzenleme buna yöneliktir. Nereden bakarsanız bakın bir skandal olarak nitelendirilebilecek bu düzenlemeyle çevresel olarak olumsuz etkileri büyük olacak yatırımlar çevresel etki değerlendirmelerinin dışında tutulacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" başlıklı 56'ncı maddesinde "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." hükmüne yer verilmiştir.

2872 sayılı Çevre Kanunu, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin içeriği itibarıyla hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin bir alanda ıslahı, korunması ve geliştirilmesiyle sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına almaktadır. Aynı yasanın "Çevresel etki değerlendirmesi" başlıklı 10'uncu maddesinde "Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler." ifadesi yer almaktadır. Buna göre "Çevresel etki değerlendirmesi olumlu." kararı veya "Çevresel etki değerlendirmesi gerekli değil." kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Ama, şimdi, Gebze-İzmir otoban yolu, Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı, üçüncü köprü, Mersin Akkuyu nükleer santralı gibi çevresel olumsuz etkileri yoğun olan dev yatırımlar ÇED kapsamı dışına çıkartılmaya çalışılmaktadır. Doğamızın korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesi konusunda denetimsizlik yaratacak olan bir düzenlemenin yapılmış olmasını, çocuklarımıza miras bırakacağımız çevreye bir saygısızlık olarak görmekteyiz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı daha önceleri yönetmelik düzenlemeleriyle ÇED raporlarını bertaraf etmeye çalıştı ancak her seferinde Danıştay engeline takıldı. Şimdi yapılması planlanan yasal düzenlemeyle sorun tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu yaklaşımı ekolojik denge açısında son derece tehlikeli bulduğumuzu önemle ifade etmek isteriz.

Değerli milletvekilleri, tasarının 13'üncü maddesinde 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'na geçici madde eklenmek suretiyle bir değişiklik yapılmış ve yurt dışında bulunan gerçek ve tüzel kişilerce para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarıyla varlığı kanaat verici bir belgeyle ispat edilen taşınmazların 31/7/2013 tarihine kadar Türk lirası cinsinden rayiç bedelle, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu uyarınca faaliyette bulunan bankalara veya 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca faaliyette bulunan aracı kurumlara bildirilmesi ya da vergi dairelerine beyan edilmesi düzenlenmiştir. Yakın zamanda kamuoyuna "varlık barışı" şeklinde yansıyan bu düzenleme, AK PARTİ'nin ekonomi politikalarını ne şekilde yürüttüğünün ispatı niteliğindedir. On yıldır ülkemizi uluslararası piyasalara açarak sıcak para ile ülke ekonomisini yönetmeye çalışan AK PARTİ, bu düzenlemeyle bir sıkışmışlık yaşadığını alenen itiraf etmektedir. Nitekim, nitelikli bir ekonomi politikasının olmaması, cari açık gibi her an krize neden olacak büyük ekonomik sorunları dengelemek amacıyla AK PARTİ böyle bir düzenlemeye gitmiştir. Dolayısıyla bu düzenlemenin, ekonominin iyi gitmediğinin farkında olan AK PARTİ'nin geçici süreyle bir çıkış yakalama çabasından ibaret olduğunu belirtiyor, tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)