| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 68 |
| Tarih: | 20.02.2013 |
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun yargı erkinin, birinci derece ve yüksek mahkemelerin ve yargının diğer bütünleyici unsurlarının Anayasa'mız ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi'nde belirtilen standartlarda hizmet vermesinin sağlanması ile yaşadığı sorunların belirlenerek çözüm yollarının saptanması amacıyla vermiş olduğu önerge hakkında grubum adına söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Önergenin veriliş gayesine baktığımızda, hakikaten desteklenmemesi mümkün olmayacak bir önerge. İnsan haklarına ve adalete, işleyişe uygun, Meclisin inisiyatif almasını isteyen bir önerge. Peki, bu önergeden kaçılabilir mi veya kaçılırsa hangi sebeplerle kaçılabilir? Hele Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartlarda böyle bir şey gerekli midir?
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin inisiyatif alması bir mutlak durumuna gelmiştir. Çünkü eğer bir ülkede "Adalet mülkün temelidir." diye bir söz adliyelerde klişe hâlinde yazılır hâle gelmişse bu mantığın, bu felsefenin işler durumda mı, işlemez durumda mı olduğunu yüce Meclisin öncelikle teferruatlı tartışması lazım. Bugün baktığımızda, "Adalet mülkün temelidir." acaba geçerliliğini koruyor mu Türkiye'de? Ben yaşayan birisi olarak ifade ediyorum: Hayır, korumuyor değerli arkadaşlar. Adalet mülkün, devletin temeli olmaktan çıkmış, asli görevi olmaktan çıkmış; Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve denetim faaliyetlerinde çoğunluğun mahkûmu durumuna getirilmiş ve bu ülkede böyle bir mantık içerisinde yönetmek, âdeta bir padişahlık hâlini almıştır.
Değerli milletvekilleri, Meclis inisiyatif almalıdır. Neden? Bakın, problemin kaynağını tespit etmek için sizlerle bir fıkra paylaşmak istiyorum: Bekri Mustafa Sultanahmet'e imam olmuş. Cuma namazı kılınmış. Cemaat çok kalabalık, ortada bir cenaze var. Bekri Mustafa, cenaze namazını kıldırdıktan sonra eğilmiş cenazenin kulağına bir şeyler söylemiş. Cemaat merak etmiş, demiş ki: "Bekri Mustafa, ne söyledin? Ölüyle de konuşuyorsun artık." Bekri Mustafa demiş ki: "Mevta öbür dünyaya gittiğinde `Öbür dünyada ne var ne yok.' diye sorarlarsa, Bekri Mustafa Sultanahmet'e imam oldu, varın düşünün siz o ülkenin hâli ne diye..." Evet, bugün, bilginin yönetmediği, kuralların yönetmediği, samimiyetin yönetmediği, siyasetin bir şov sanatına dönüştürüldüğü, yalanın, riyanın, iftiranın hâkim olduğu bir Türkiye yaşıyoruz. Türkiye'de adalet hüküm sürmüyor, gücü yeten gücü yetene. Paşalar atılıyor, suçsuz vatandaşlar atılıyor ve her şey ama her şey kontrol edilmek isteniyor.
Değerli milletvekilleri, adaletin olmadığı bir ülkede başka şeylerin olması mümkün değil. İnsanlığın var oluşundan bugüne kadar peşinde koştuğu iki duygu vardır ve bu iki duygu hiçbir yerde, ister Kuzey Kutbu'nda, ister Güney Kutbu'nda ister Ekvator'da değişmez. Adalet ve refah, insanlık bu ikisinin peşinde koşmuştur. İktidarların, yönetimlerin en önemli görevi insanlar için başta adalet ve ikinci olarak da refahı temin etmek olmalıdır. Eğer bir iktidar bunları yalanla dolanla temin ettiğini zannediyorsa o iktidarın baki olması mümkün değildir. Güneş balçıkla sıvanmaz. Elbette ki bugün basına hâkim olabilirler, yürütme erki birçok alana hâkim olabilir ama güneşin balçıkla sıvanamayacağı günler de gelecektir.
Bakın, değerli milletvekilleri, Sayın Başbakana, aldığım milliyetçilik terbiyesi onun işgal ettiği makama söyleyeceğim sözler açısından birtakım şeylerimi sınırlandırıyor ama Sayın Başbakanın son günlerde söylediği milliyetçiliği ayaklar altına alma lafzından hareketle AKP'nin içerisinde şayet kendisini milliyetçi tanımlayan arkadaşlarımız ve dünü beraber paylaştığımız arkadaşlarımız varsa, onların vicdanlarına ve inisiyatiflerine bazı şeyleri emanet etmek istiyorum. Sayın Başbakanın, kavmiyetçilikle, ırkçılıkla milliyetçiliği karıştırarak, bir terkip gibi sunarak milliyetçiliği suçlaması bir devlet adamına hiç ama hiç yakışmayacak bir edadır, bir tavırdır; bilgisizlik, cahillik değilse bir kasıttır değerli arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, Sayın Genel Başkanımızın ve ülkücülerin üzerinden "Türkiye'nin belli bölgelerine gidememek." gibi birtakım şeyleri Sayın Başbakan ifade etmektedir ve Sayın Başbakan -ne duruma düştüğünü anlayabilmesi için- yakın tarihi bile bilmemektedir. Elimde 12 Eylül mahkemelerinin Milliyetçi Hareket Partisi hakkındaki iddianamesi var; elimde 12 Eylülde rahmetli Alparslan Türkeş Beyefendi'nin devrin Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e yazdığı, milliyetçiliğin nasıl suçlandığını ifade eden, neden suçlandığını ve kimlerin suçlayacağını ifade eden mektup var. Ve elimde, Milliyetçi Hareket Partisi kadrolarında Türk milliyetçiliği uğruna şehit olmuş, Bingöl Belediye Başkanımız Hikmet Tekin (1979), Ağrı İl Başkanımız Hacı Mustafa Kılıçaslan (1980), Doğubeyazıt-Mustafa Yardımcı (1977), Ata Pehlivanoğlu-Mardin (1978), İbrahim Bayoğlu-Urfa, Cengiz Baktemur -idam edildi- Malatya (1982), Metin Olgaç-Mardin (1977), Mustafa Kuşaslan-Diyarbakır (1977)?
Şimdi, Sayın Başbakan, sen Türkiye'nin belli bir bölgesini bir başbakan olarak nasıl ifade edebilirsin? Bu hareket, Türk milliyetçileri, Milliyetçi Hareket Partisi buralarda şehit vermiş; bunları bilmeden, bunları görmeden Milliyetçi Hareket Partisini nelerle itham ediyorsun?
Değerli milletvekilleri, bir ülkede milliyetçilik ne zaman, kimler tarafından suçlanır? Bu soruyu, bütün samimi, Türk vatandaşlığını taşıyan ve Türkiye Cumhuriyeti'ne mensubiyet duyan vatandaşlarımızın sorması gerekir, başta siz değerli milletvekillerinin sorması gerekir. "Türk milliyetçiliği ne zaman ve kimler tarafından suçlanır?" diye sorduğumuzda alacağımız bir tek cevap vardır: "İşgalciler tarafından işgal edilmiş bir ülkede milliyetçilik suçlanır veya başka ülkelerin beşinci kolu durumuna gelmiş, o ülke vatandaşlığını taşıyan gafiller tarafından suçlanır." Şimdi Sonuç: Sayın Başbakan, işgal ettiğin makam hassasiyetiyle, benim bir Türk milliyetçisi olarak seni ne ile itham etmem lazım? Bunu siz değerli arkadaşlarımın vicdanlarına emanet ediyorum.
Değerli arkadaşlar, milliyetçilik nedir? Tanımları, tarifleri, kavramları doğru algılamadan, bilimi, hukuku esas almadan tanımladığınız tanımlamalarla her şeyi bertaraf etmeniz mümkün. Milliyetçilik, her şeyden önce, bir milleti meydana getiren ve bir milletin meydana getirdiği değerlerin yanlısı olmaktır, millî olmaktır, millî değerler yanlısı olmaktır.
Peki, Sayın Başbakan, "etnik milliyetçilik" diyorsun, "etnik milliyetçilik" diye bir şey olmaz. Millet bütünlüğünü kavrayan, millet bütünlüğünü kucaklayandır milliyetçilik; millî olan, millete mal olandır.
Peki, Sayın Başbakan "bölgesel milliyetçilik" diyorsun, böyle bir milliyetçilik var mı? Hem Türk milliyetçiliğini savunacaksın hem de bir bölgeyi diğer bir bölgeye karşı savunacaksın. Milliyetçilik, millet bütününü kavrayan bir terimdir.
Peki "dinsel milliyetçilik" diyor Sayın Başbakan. Zaten zurnanın zırt dediği yer de burası. Sayın Başbakan "dinsel milliyetçilik" diye bir şey olmaz. Din, bir milleti meydana getiren değerlerden birisidir. Eğer "millet" derken "ümmet"i kastediyorsan sen ancak siyasi ümmetçi olabilirsin. Onu gizleyebilmek için de milliyetçiliği mahkûm etmek için, milliyetçiliğin önüne "dinsel" takısını takarak "Dinsel milliyetçiliğe karşıyım." demek yalanın, yalancılığın daniskasıdır. Dolayısıyla, bir fikir sistemini hele ki "ayaklar altına alıyorum" demek bir Başbakana, bir fikir insanına hiç mi hiç yakışmayacak bir tavırdır, yakışmayacak bir davranıştır. Bir ülkenin Başbakanı kendi ülkesinin milliyetçiliğini fikir sistemi olarak suçlayamaz. Milliyetçilik mücadelesi verenlerin belki hata yaptıklarını dile getirebilir ama bir fikri suçlamak bir Başbakana yakışmayan bir tavırdır. AKP'deki milliyetçilere ithaf olunur.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.