GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: KIRIKKALE MİLLETVEKİLİ RAMAZAN CAN VE 20 MİLLETVEKİLİNİN, TOPLUMSAL BARIŞI BOZAN OLAYLARI ARAŞTIRMAK VE ÇÖZÜM YOLLARI BULMAK AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİ, ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GRUP BAŞKANVEKİLLERİ KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİ MAHİR ÜNAL, GİRESUN MİLLETVEKİLİ NURETTİN CANİKLİ, KAYSERİ MİLLETVEKİLİ MUSTAFA ELİTAŞ, İSTANBUL MİLLETVEKİLİ AYŞENUR BAHÇEKAPILI, ADIYAMAN MİLLETVEKİLİ AHMET AYDIN VE 187 MİLLETVEKİLİNİN, TERÖR SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK SÜRECİN BÜTÜN BOYUTLARIYLA DEĞERLENDİRİLMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİ VE BDP GRUBU ADINA GRUP BAŞKANVEKİLİ BİNGÖL MİLLETVEKİLİ İDRİS BALUKEN'İN, KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜLMESİ, DEMOKRATİKLEŞMENİN GELİŞTİRİLMESİ, TOPLUMSAL BARIŞIN TESİSİ VE ÖZGÜRLÜKLERİN GENİŞLETİLMESİ AMACIYLA MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİNİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:89
Tarih:09.04.2013

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kürt sorununun demokratik, siyasi yollarla çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi üzerine partimizin vermiş olduğu önerge üzerine söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu, konuşmama başlamadan önce bugünkü Meclis tablosundan hicap duyduğumu, halkın beklentisinin ne kadar gerisinde bir siyasi tabloyla karşı karşıya olduğumuzu Genel Kurulla paylaşmak istiyorum. Burada bağırıp çağıranların çoğunun, aslında korktukları ortamlarda yüksek sesle ıslık çalan insanların psikolojisinde olduğunu belirtmek istiyorum. Ama bu ıslığın sesi, bu bağırmanın sesi onların korkularına yetmeyecek. Çünkü, bu süreç; halkların kardeşliğini esas alan, halkların eşitliğini, özgürlüğünü, demokrasiyi, barışı esas alan bu süreç, 75 milyonun ortak isteğiyle -inancımız odur ki- yürümeye devam edecek. Bu nedenle, önümüzdeki süreçlerde de bu Meclis kürsüsüne gelip içerisinde fikir olmayan, içerisinde düşünce olmayan boş bağırmalarla siyasi şov yapacak konuşmacılara, konuşmalara tanıklık edeceğiz. Ben, her hâlükârda, doksan yıldır yaşanan böylesi bir sorunun çözümüne yönelik Meclisin ilk defa inisiyatif alması ile ilgili, böylesi talihsiz bir tabloyla karşılaşmanın üzüntüsünü tekrar Genel Kurulla paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak sağlıklı projelerle ilgili konuşmak için sanırım sorunun nereden kaynaklandığına biraz inmek gerekiyor. Aslında, genel olarak Orta Doğu'da şekillenen süreçlerin, ulus devlet yapılarının Kürt sorunun açığa çıkması ile direkt ilişkisini hemen burada koymamız gerekiyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ile birlikte dünyanın neredeyse -başta Orta Doğu olmak üzere- her tarafında belirlenen haritalar, bugüne kadarki tarihî süreci şekillendirmiştir. Yine, Türkiye Cumhuriyeti de bu şekillenme süreci içerisinde Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra temelleri atılan ve 1923 yılında da ilanı gerçekleştirilen bir ulus devlet olarak tarih sayfasındaki yerini almıştır.

Türkiye'nin bu süreçteki özgün yanı, bin yıllık bir geçmişteki çoğulculuğu, farklılığı inkârı, reddi ve asimilasyonu; tekçiliği esas alan yeni bir anlayışla pozitivist, tekçi ve determinist anlayışı ile inşa çalışmasını, aslında hem Kürt sorununun hem de genel olarak yaşadığımız bütün özgürlükler sorununun temeline oturtabiliriz diye düşünüyoruz.

Millî Mücadele Dönemi'nde, Türkler ve Kürtler ortak vatan perspektifiyle omuz omuza çarpışarak bu cumhuriyeti kurduklarında, aslında, bugünkü Meclis tablosunda dökülen sözlerin hiçbir tanesini tahayyül etmemişlerdi. O zaman ortaya çıkan kurucu irade ve kurucu ruh, 21 Anayasası'nda net bir şekilde ifade edilmişti. 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi açılırken Mustafa Kemal, Misakımillî için "Kardeş milletlerin millî sınırı." diyecekti. Yine, Büyük Millet Meclisinde Mustafa Kemal "Bu sınır içerisinde Türk olduğu kadar Kürt de vardır. Bu unsurlar birbirinin haklarına daima saygılıdır." ifadelerini kullanmıştır. 21 Anayasası'nda, 1 Mart 1921 Teşkilat-ı Esasiye görüşmesinde, yine, Mustafa Kemal, bu Mecliste yaptığı konuşmada "Türkiye halkı" kavramına ilişkin olarak "Efendiler, Türkiye halkı, ırken ve dinen ve harsen birlik hâlinde, birbirine karşı karşılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu ve kaderleri ve çıkarları ortak olan bir sosyal topluluktur. Bu toplulukta etnik haklar ve yöresel koşullara saygı iç siyasetimizin esaslı noktalarındandır." diyerek "Türkiye halkı" kavramına da açıklık getirmiştir.

Ancak, kurucu iradenin sahip olduğu bu ruh, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanıyla beraber -deyim yerindeyse- tam bir reddimirasa uğramıştır. 1923 yılında tek partili sisteme geçişle beraber aşırı ulusalcı ve totaliter söylemler ve bunların yansıtmış olduğu politikalar, Kürt sorunu başta olmak üzere, bu ülkedeki pek çok özgürlük sorununu da beraberinde getirmiştir. Osmanlıdaki çoğulcu toplum gerçekliğinden oluşan Türkiye halklarının tekçi bir zihniyet içerisinde eritilmeye çalışılması bugün hâlâ yaşamış olduğumuz sorunların kökenini teşkil etmektedir. Bu inkâr, ret ve asimilasyon politikalarına karşı, başta Kürtler olmak üzere, bu coğrafyada yaşayan halkların tamamı hiçbir zaman baş eğmemiş, boyun eğmemiş ve diz çökmemiştir. Kürtler açısından 1925'te Şeyh Said öncülüğünde başlayan başkaldırı ve ayaklanma tarihi, Ağrı'da, Zilan'da ve Dersim'de Seyit Rıza öncülüğünde devam etmiştir. Bütün bu başkaldırılara, hak talepli, özgürlük talepli bu başkaldırılara karşı devletin askerî müdahalelerle yaklaşması, devletin zor ve sindirme yöntemleriyle, konseptleriyle yaklaşması bu ülke tarihinde tanımı zor acıları da beraberinde getirmiştir. Özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde devreye konan toplum mühendisliği sonucu binlerce, on binlerce Kürt, kendi doğduğu topraklardan çok uzaklara, sürgünlere gönderilmiştir.

Aslında, baktığımızda, bölgenin genelinde, Orta Doğu coğrafyasında o süreçlerde benzer inkâr, ret ve asimilasyon süreçleri bu temelde yaşanmıştır. Ancak, insanlık tarihi ve dünya tarihi İkinci Dünya Savaşı'yla beraber demokrasiye, özgürlüğe, farklı kimliklere saygıya yelken açan, bu kapıyı aralayan yeni siyasetlerin arayışına girmiştir. İkinci Dünya Savaşı'ndaki tekçi zihniyeti yansıtan Hitler ve Mussolini gibi felaketler, insanlığı böyle bir arayışa yöneltmiştir. Maalesef, insanlık ve dünya tarihi bu arayıştayken ülkemizde aynı tekçi zihniyet devam etmiştir.

 Kürt halkının özgürlük talepleri bu süreç içerisinde de devam etmiş, ancak Kürtleri reddeden, inkâr eden politikalar, bahsettiğimiz bütün bu süreçlerde aynı şiddet yöntemleriyle uygulanagelmiştir. Çünkü, devlet, Kürtleri tarihsel bir belleğin yıkımı üzerinden yok saymıştır. Kürtlerin 1924'te başlayan bu baş eğmeme, diz çökmeme ve kendi hak ve özgürlük taleplerini dile getirme sürecine cumhuriyet tarihinin bütün evrelerinde rastlanabilir.

Son otuz yıllık çatışmalı süreçte yaşamış olduğumuz bütün sürecin özetini aslında bu tarihsel perspektifte görebiliriz. Son otuz yıllık süreçte 50 binin üzerinde insanımızın toprağa gömüldüğü, 20 bine yakın insanımızın faili belli cinayetlere kurban gittiği, binlerce köyün boşaltıldığı, milyonlarca insanımızın sürgünlere gönderildiği ve bir bütün olarak doğanın talan edildiği ve bir coğrafyanın, deyim yerindeyse bir toplu mezar tarlası hâline geldiği acı bir deneyimi herhâlde burada bilmeyenimiz yoktur. Burada, özellikle bu acı süreçler yaşanırken aynı zamanda bir bütün olarak Türkiye toplumunun tamamında demokrasiyle ilgili süreçlerin kesintiye uğradığı, ekonomiyle ilgili, özgürlük alanlarıyla ilgili çok ağır bedellerin ödendiğini de yine ısrarla vurgulamamız gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, bu çatışmalı sürecin sürmesini isteyen devlet içerisindeki karanlık birtakım güçler de bu çatışma sürecinin devam etmesi için tarih boyunca kendi üzerine düşen rolleri günümüze kadar oynamanın gayreti içerisinde olmuşlardır. Hatta öyle bir aşamaya gelmiştir ki, bu karanlık güçler, bu ülkede Cumhurbaşkanlığı görevini yapan rahmetli Sayın Turgut Özal'ın vefatıyla ilgili birtakım süreçlerin içerisinde de yer almışlardır. Ortaya çıkan tarihsel gerçeklik, herhâlde rahmetli Sayın Özal'ın ölümüyle ilgili ortada olan tabloyu artık net bir şekilde, kuşkuları net bir şekilde ortaya çıkarmıştır.

Biz, bütün bu farklılıkları inkâr eden, kimlikleri, kültürleri, inançları inkâr eden ve teklik potası altında eritmeye çalışan zihniyetin bu ülkede yaratmış olduğu travmaların artık bitmesi gerektiği inancındayız. Bu ülkedeki bütün farklılıkların, bütün kimliklerin, bütün kültürlerin, bütün inançların bu ülkenin bir zenginliği olarak algılanacağı yeni bir sürecin başlamasının heyecanını taşımanın bütün toplum tarafından, bütün toplumu temsil eden siyasi parti ve kurumlar tarafından da sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle Kürt halkı ve onun siyasi temsilcileri bu Meclis kürsüsünde defalarca barışla ilgili, demokrasiyle ilgili, özgürlükle ilgili taleplerini net olarak ortaya koymuşlardır. Öyle bir çerçeve buradan çizilmiştir ki, Kürt meselesinin çözümü bütün Türkiye'de özgürlüklerin kapısını aralayacak yepyeni bir sürecin tanımı olarak ortaya konmuştur. Bugüne kadar, bu noktadan uzakta olan devlet aklı, özellikle 2012'nin son aylarında, son günlerinde İmralı Adası'nda Sayın Öcalan ile birlikte başlayan görüşme süreçleriyle beraber "Yeni bir tarihsel çıkış yapabilir miyim?"in de arayışına girmiştir. Burada ortaya konan bu devlet aklının Hükûmet tarafından sahiplenilmesiyle ilgili zaman zaman yetersizlikler yaşandığı, zaman zaman bu süreci sahiplenme noktasında yeterince cesur davranılmadığı eleştirilerimizi de vurgulamak istiyoruz. Özellikle, bu süreçler, sadece 2012'nin son aylarında olmamıştır, doksan yıldır bu çatışmalı süreçten, inkar, ret ve asimilasyon politikalarından çözüm üretemeyeceğini anlayan devlet aklı, aslında, 1999 yılında da, 2004 yılında da yine bu tarz görüşmelerle birtakım yeni süreçlerin arayışı içerisine girmiştir ama ne yazık ki, hükûmetlerin yeterince cesur davranmaması bütün bu süreçlerin heba edilmesine ve mevcut sorunun çözümsüzlüğe doğru ilerlemesine hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramamıştır.

Değerli milletvekilleri, içinde bulunduğumuz coğrafyada küresel hegemonyanın kendini var etmeye yönelik, yeni dizaynını inşa etmeye yönelik yeni bir kaotik süreçiyle de karşı karşıyayız. Kuzey Afrika'dan başlayıp Arap ülkelerine kadar gelen ve en son Suriye'de artık, kendisini dayatan halk ayaklanmaları, bu yeni süreçte hiçbir şeyin yüz yıl önceki gibi düşünülmeyeceğini, hiçbir politikanın yüz yıl önceki zihniyetle devam edemeyeceğini açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur. Bölgede büyük bir dönüşüm ve değişim yaşanıyorken ülkemizin de bu değişim ve dönüşüme ayak uydurması bizce kaçınılmaz olarak gündemleşmesi gereken bir konudur. Bu değişim ve dönüşümün demokratik, siyasi yollarla olması, bugüne kadar var olan acı deneyimlerin, kan ile ilgili, göz yaşıyla ilgili süreçlerin bitmesiyle şekillenmesi ise bizce bütün toplumsal kesimlerin temennisi olması gerekir.

Bakın, burada değişim ve dönüşümden bahsederken çok ciddi siyasal taleplerden bahsetmediğimizi açıklıkla vurgulamak istiyorum. Değişim ve dönüşümü yaratacak olan iki şey vardır: Biri adalet, ikincisi eşitliktir. Adalet ve eşitlik temelinde geliştirilecek özgürlükler ve demokrasi anlayışı, bu ülkedeki değişim ve dönüşümü ortaya koyacaktır. Bunun için siyaset kurumuna başvurmaya gerek yok; inancımız gereği, kültürümüz gereği bugüne kadar yoğrulduğumuz bu coğrafyanın tarihsel, kadim kardeşlik hukuku gereğini eğer yerine getirirsek bu eşitlik ve adalet duygusunu ortaya koyabiliriz inancındayız.

Bakın, Hazret-i Ali'nin "Adalet ve eşitliği gözetmek siyasetlerin en iyisidir, adilane davranış yönetimlerin en iyisidir." sözüne, vecizine herhâlde bu Mecliste katılmayan yoktur.

Yine, farklılıklarımızla ilgili kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in Hucurât suresinde belirtilen "Muhakkak ki biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki birbirinizi (soyunuzu) tanıyasınız." belirlemesi bizce referans alınması gereken önemli kaynaklardır.

Yine, tarihsel, kültürel, inançsal dünyamıza baktığımızda, helalleşme süreçleriyle ilgili, yeni sayfaların açılmasıyla ilgili çok net kaynaklara ulaşabiliriz'i burada ben vurgulamak istiyorum.

Özellikle Hazret-i Muhammed'in "Birbirinizle münasebeti kesmeyin. birbirinize arka çevirmeyin, birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman'ın diğer kardeşine darılarak üç günden çok uzaklaşması helal değildir." belirlemesinin de bizce önemsenmesi gereken, inancımız gereği mutlaka kendi siyasal perspektifimize yansıtmamız gereken önemli belirlemeler olduğunu vurgulamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, yeni süreçle ilgili, sürecin yürümesiyle ilgili Hükûmet kanadının yetersizlikleriyle ilgili eleştirilerimizi hep dile getiriyoruz. Hükûmet kanadının mevcut sorunu çözme konusundaki yetersizlikleri bu sürece devam konusunda hiçbir zaman bizde bir kuşkuya mahal vermemiştir. Biz, bu sürecin yürümesi gerektiğini, yetersizliklerin de süreç içerisinde mutlaka kapatılması gerektiği inancımızı tekrar buradan vurgulamak istiyoruz. Çünkü, Kürt meselesinin inkârının çözümüyle birlikte, bu ülkedeki Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, gayrimüslimlerin, kısacası bütün farklı inanç ve kimliklerin özgürlükle ilgili yaşamış olduğu sorunların çözüleceğine inanıyoruz.

Yine, daha özgür bir yaşam için, ekolojik ve ekonomik olarak yeni bir perspektife sahip olabilmek için bu cesur adımların atılması gerektiğini tekrar buradan vurgulamak istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, aslında bugün siyasi parti gruplarına yönelik konuşmak istemem ben, ancak özellikle sosyal demokrat hareketin, sosyal demokrasi geleneğinin Türkiye'deki Kürt sorunu başta olmak üzere farklı kimlik sorunlarının çözümüne yönelik ortaya koyduğu perspektifi tekrar buradan hatırlatmayı bir görev olarak biliyorum.

Aslında, bu ülkedeki en cesur tespitleri Türkiye'deki sol hareketler, sosyal demokrasi hareketleri ortaya koymuştur. 1989 yılında, sosyal demokrat olan SHP'nin yazmış olduğu rapordaki şu cümlelere dikkatinizi çekmek istiyorum: "İnsan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan demokrasi dışı baskıcı uygulamalar, büyüyen ekonomik ve toplumsal sorunlar nedeniyle halk, köylerini terk etmeye, toplu göçlere yöneltilmiştir. Kürt kimliğini kabul ederek kendine `Kürt kökenliyim.' diyen yurttaşlara bu kişiliklerini hayatın her alanında belirtme hakkına sahip olma olanağı sağlanacaktır."

Yine, SHP geleneğinin devamı olan Cumhuriyet Halk Partisinin 1998 raporunda "Kürt sorunu, etnik duyarlılıklarla, demokratik çözümlerle çözülür." denilmiştir.

2002 CHP raporunda, yine "Devletin ırkı olmaz". anlayışı, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı üzerinden ortaya konan çözüm perspektifi aslında bugüne kadar devreye konmuş olsaydı, bugüne kadar hayata geçirilmiş olsaydı biz, bugün Kürt sorunun çözümünü değil, bu sorununu çözmüş bir ülkenin farklı sorunlarını konuşur olarak bu kürsüden sesleniyor olacaktık. Ama maalesef, bugün, bu sosyal demokrat ilkelerin, bu sosyal demokrat belirlemelerin yeterince dikkate alınmadığını, hâlâ bunun için geç olmadığını çünkü bu araştırma komisyonu kurulmasının Kürt sorununun çözümü anlamına gelmeyeceğini hatırlatmak istiyorum. Bu, olsa olsa Meclisin bu konuyla ilgili atmış olduğu bir ilk adım olabilir. Bu süreç uzun soluklu yürümemiz gereken, sorumluluğunu almamız gereken bir süreçtir. Bu nedenle, sosyal demokrasi ilkelerine bağlı olan bütün milletvekili arkadaşlarımızın, bu uzun süreçte, kendi geçmişlerine ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine uygun bir şekilde kendi tutumlarını tekrar gözden geçirmelerinin önemli olduğu kanaatindeyim.

"Gelişen süreçle ne oluyor, buradan niye bu kadar bağırıp çağırıyoruz?" diye bakınca da hayretler içerisinde kalıyorum. İlk defa, belki de son yıllarda ilk defa, yaklaşık üç aydır, her gün bu ülkede genç bedenler toprağa düşmüyor, her gün güne kendi evladının ölüm haberiyle başlayan analar gözyaşı dökmüyor. İlk defa, 75 milyonda, akan kanın durmasıyla ilgili bu düzeyde yoğun bir istek, yoğun bir talep şekilleniyor. Dolayısıyla, buradan bu sürece karşı çıkarken mevcut tabloyu vicdani muhasebeyle de mutlaka göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Biz Meclisin bütün bu süreç içerisinde kendi sorumluluklarını layıkıyla yerine getirmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Türk'ünden, Kürt'ünden, Laz'ından, Çerkez'inden, Alevi'sinden Sünni'sine kadar bu ülkedeki bütün zenginliklerin sorunlarını çözmek en başta bu Parlamentonun, bu Meclisin görevidir. Bu Meclisin bu sorumluluktan kaçmayacak şekilde, bu sorumluluğa cesaretle yürüyecek şekilde bir süreç yürütmesi gerçekliğini buradan vurgulamak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Dünyadaki bütün ülkelerde, benzer sorunların yaşandığı bütün coğrafyalarda, Venezuela'dan tutun Şili'ye kadar, Nikaragua'dan Güney Afrika'ya kadar, bu sorunun çözüm yöntemiyle ilgili, bu Meclisin, uluslararası evrensel örnekleri kendi önüne koyması gerektiğini hatırlatıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.