| Konu: | YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 113 |
| Tarih: | 30.05.2013 |
BDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, ben de kanun tasarısı üzerine partimiz adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında bu konu, üzerinde böyle çok da uzun çalışmaya mecbur bıraktırmadan gelip çokça şey söylenebilecek bir durum. Üniversitelerin sorununu konuşuyorsak eğer Türkiye'de, uzun uzadıya gidip çalışmanın, veri toplamanın bir anlamı yok. Bir tek cümle sarf ettiğiniz zaman aslında durumu özetlemiş oluyorsunuz, geriye kalan, söylediğiniz her şey teferruattan ibarettir. "Türkiye'de üniversitelerin hâli berbattır." dersiniz. Bunu söylediğiniz zaman Türkiye'de üniversitelerin durumunu özetlemiş olursunuz.
Sayın Bakana bilmiyorum, yüklensek hakkı mıdır? Yeni Bakan oldu ama en azından söyleyeceklerimizi not alırsa, en azından söyleyeceklerimizi dinler ve "Bizim ülkemizde üniversitelerimizin bu sorunları var." deyip not alırsa, üzerinde durursa galiba faydalı bir iş yapmış olacağız. Üniversitelerin isim değişikliği vesaire sorunları var, bu konuya hiç girmeyelim, dilediğiniz ismi verebilirsiniz. Hatta ben bir örnekle konuşmamın başında ifade edeyim. Mesela, sorduklarında, şu anda okullarda çocuklarımıza sorduklarında, "Robotu kim icat etti?" dendiğinde Uzak Asya ülkeleri hemen çocuklarımızın aklına gelir çünkü eğitim kurumlarımızda "Robotu onlar icat etti." diye söylenir, ezberletilir ama bugün, buradaki hazırunda veya üniversite camiası içerisindeki pek çok öğretim görevlisi -bakın "öğrenci" demiyorum- sibernetik biliminin atasını sorsak cevabını veremeyecektir çünkü sibernetik biliminin atasının bu coğrafyadan bir insan olduğunu bilse, bugüne kadar öğretilen birçok şeyin yanlış olduğunu fark etmiş olacak ya da eksik olduğunu fark etmiş olacak.
Öneriyorum Sayın Bakana, üniversitelerin isimlerini değiştiriyorsanız Şırnak Üniversitesine de sibernetik biliminin atası olan Cizrelinin isminin verilmesini öneriyorum. Bilince çıkaralım, tarihimizi bilince çıkaralım. Eğer ki kendi değerlerimize sahip çıkarsak, kendi tarihimizi ötelemezsek, kendi değerlerimizi ötelemezsek, yok saymazsak çok daha yararlı bir şey yapmış oluruz.
Hayatımda yediğim bir tokadı hiç unutmam. Polisten vesaire nezarethanelerde gördüğüm işkencelerden söz etmeyeceğim ama hayatımda yediğim bir tokadı asla ve asla unutmuyorum, o da ilkokulda okurken din bilgisi öğretmenimin bana attığı tokattır. Neyi sormuştu biliyor musunuz, tokat atmanın, yediğim tokadın sebebi neydi biliyor musunuz? Bana Hazreti Peygamberimizin annesinin adını sordu, ben de "Zübeyde Hanım" dedim. Sen misin bunu söyleyen, tokat attı bana. E şaşırdım. Günün yarısında Zübeyde Hanım ezberletiliyordu, günün diğer yarısında Amine Hanım ezberletiliyordu. Günün hangi yarısında olduğumu karıştırdım, yanlışlıkla "Zübeyde Hanım" dedim Sayın Bakanım, tokadı yedim, o tokadı hiç unutmadım.
Bir tokat daha yedim, o da beni devlete muhalif duruma getirdi. Neydi o tokat? Ben 9 yaşında bir köylü çocuğu olarak okula gittim ve Türkçe bilmiyordum. Kendimi Türkçe ifade edemediğim için okul müdürümden tokat yedim, o tokadı da unutmuyorum. Ama bir kelimeyi o tokat bana öğretti, muhalif olmak durumundasınız, bir şeyleri değiştirebilmeniz için muhalefet etmek durumundasınız, dik durmak durumundasınız. O tokadın bana öyle bir faydası oldu.
Bir acı gerçekliğe parmak basmak için ifade ediyorum. Bizim coğrafyadan, bizim memleketten çocuklar, bizler, sizlerin çocuklarınıza nazaran beş yıl dezavantajla eğitime başlıyoruz. Biz beş yıl boyunca Türkçeyi öğrenmekle meşgul kaldık, biz Türkçeyi öğrendiğimizde, sizin çocuklarınız yani batıda ana dili Türkçe olan çocuklar pozitif bilimleri öğrenmeye başladılar. O nedenle, tesadüf değil, her yıl üniversite sınavları açıklandığında son sıradaki 20 il hiçbir zaman değişmez, değişmemiştir ve biz birinci kim olur, onu merak ederiz ama esasında sonuncunun kim olduğunu önceden biliyoruz; geçen sene de öyleydi, bir önceki sene de öyleydi, ondan önceki sene de öyleydi, yirmi sene öncesinde de öyleydi.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Biz de sizin gibiyiz.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Hakkâri de öyledir.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Kocaeli de öyle vallaha.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Kafanız çalışmıyorsa ne yapalım.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Kocaeli de öyle vallaha. En çok parayı biz veriyoruz, en sonlardayız.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Hiç mesele öyle değil, hiç mesele öyle değil.
Bakınız, şimdi, eğer gerçekten Türkiye'de eğitim sorununu örnekleriyle masaya yatırırsanız, bu konuda evet siyaset mekanizmasının dışına taşılarak, bir uzlaşı konsensüsüne oturtularak Türkiye'de eğitim sorununu bir bütün olarak baştan aşağı gözden geçirip nereden başlayacağımıza birlikte karar verirsek iyi şeyler yapmış oluruz.
Mevcut durumda, sizlerin daha önce yaptığınız düzenlemelerin ve sizden önceki düzenlemelerin hiçbiri Türkiye'de eğitim sorununun çözümüne katkı sunmuyor; 4+4+4 de çözüm sunmadı, önceki 8+4 de sunmadı, ondan önceki de? Çünkü sorun, sayıları peş peşe dizip arasına çarpı mı, bölü mü, artı mı koyacağınız şekliyle çözümlenmiyor, maalesef öyle çözümlenmiyor. Sorun, zihniyet sorunudur, tekçi zihniyet sorunudur; sorun, bu coğrafyada yaşayan farklı dil ve kültürleri yok sayma sorunudur.
Şimdi, kimi üniversitelerimizde çalışmalar yapılıyor. Mesela, adına Kürtçe denmemesi için Artuklu Üniversitesinde kurulacak kürsüye isim bulmak için kırk dereden su getirildi, kırk takla atıldı ve sonunda "Yaşayan Diller ve Lehçeler" adı keşfedildi.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Süryanice de var.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Öneriyoruz: Hiç böyle dolanmanıza gerek yok, o üniversitenin o birimine "Yaşayan Diller ve Lehçeler" ismini koymanıza gerek yok.
Evet, Sayın Bakanım, Süryanice de vardır. O nedenle, önerim çok önemlidir, önerimi dikkate alın lütfen: Adını "Öldüremediğimiz diller ve lehçeler" diye koyarsanız, doğru iş yapmış olursunuz, "Yok edemediğimiz diller ve lehçeler" diye koyarsanız doğru iş yapmış olursunuz.
Çok uğraşıldı; yok etmek için, bitirmek için çok uğraşıldı ama amacına ulaşılamadı. Şimdi, "Yaşayan Diller ve Lehçeler" demenize gerek yok, "Öldüremediğimiz diller ve lehçeler" deyin, amaca hizmet etmiş olursunuz.
Bugün üniversitelerden mezun olmuş öğrencilerin büyük çoğunluğundan, -hatta "öğrenci" demeyelim, yetişkinlerin; artık çoğu çoluk çocuğa karışmış- iş bulma umudunu bile yitirmiş insanlardan söz ediyoruz. Ki Türkiye'de hep işsizlik verileri ifade ediliyor, sıralanıyor. Türkiye'de artık iş bulma umudunu yitirmiş yaklaşık 1 milyon insan var. Bu nedenle de herhangi bir kuruma iş bulmak amacıyla başvurmadığı için işsiz sayılmıyor artık. 1 milyon insan ve bunların büyük çoğunluğu üniversite mezunlarıdır ve bu insanların tamamı şimdi icralık duruma düşmüşler. Siz, sözüm ona, okuyabilsinler diye burs vermişsiniz ama o bursu bir şekilde tahsil edeceksiniz. Çalışamadığı için, istihdam edilemediği için devlet şimdi ödediği bursu onlardan istiyor. Ödeme gücü olmayınca bu insanların kapısına icra memurları gönderiyor. Böyle şikâyetler size geliyordur Sayın Bakanım, biliyorsunuz bunları.
Ne ile övüneceğiz? Üniversite sayılarının artırılması ne yazık ki marifet değil. Üniversitelerin düzeyi liselerin altına indi. Hiç olmazsa liselerin tabelası var, hiç olmazsa liselerin binası var. Bu ülkede binası olmayan üniversite var. Örnek mi istiyorsunuz? Hakkâri Üniversitesini söyleyeyim size. Mutlaka YÖK'ten arkadaşlarımız vardır burada, Hakkâri Üniversitesinin adresini bana bir söylesinler. Lütfen, bir tanesi çıksın söylesin; Hakkâri Üniversitesine mektup göndermek istiyorum, bana adresini versin. Yok, ha, derseniz ki: "Depin'deki polis noktasına mektubu teslim ederseniz?" Olur, biz de öyle tercih ediyoruz zaten. Binası olmayan üniversite olur mu? İşin daha garibini söyleyeyim size: Hakkâri Üniversitesine kendi mülkünü kiraya veren vatandaş "Vay, sen misin üniversiteye mülkünü kiraya veren?" denilip cezaevine atılmış. Usulsüzlük yapılmış yani üniversiteye kendi binasını kiraya vermiş, devlet bunu araştırtmış, haksız mal edinmeden dolayı o vatandaşı, o Hakkârili garibimi de cezaevine atmış. Dolayısıyla, vatandaş da artık kiraya vermiyor mülkünü.
Üniversitenin yeri yok, rektörün oturacağı odası yok. Üç yıldır bir zemin etüdü yapılamadı Hakkâri'de.
Hakkâri'den Van'a geçeyim. Geçenlerde Plan ve Bütçe Komisyonunun iktidar partisi mensupları rüyalarında Van Üniversitesini görmüşlerdi. Demişlerdi ki: "Van Üniversitesinin kadro eksiği var." Ertesi gün tasarıya "Van Üniversitesine 300 kadro tahsisi" diye bir madde koydular, getirdiler, biz de komisyonda tartışıyoruz. Saf saf "Van'a bir pozitif ayrımcılık yapmış, bunlar rüyalarında görmüş, hayatlarında bir tane doğru iş yapacaklar." diye sevinirken, destek verirken, gene aynı milletvekilleri bir önerge veriyorlar, önergeyle bu maddeyi geri çekiyorlar. Niye geri çekiyorsunuz? "Efendim, biz bunu koyduk ama ben Türkiye'nin başka yerlerindeki illerin aynı zamanda milletvekiliyim, benim ilimdeki üniversite de benden kadro istiyor, ben bu sorunun cevabını veremiyorum." Emin olun -Plan ve Bütçe Komisyonunun tutanaklarında vardır- aynen savunma bu şekildedir, hem alt komisyonda hem üst komisyonda aynen önerge sahipleri bu savunmayı yapmışlardır. Sözüm ona Van'a bir pozitif ayrımcılık yapacaklardı. "Çok tahrip ettik, üniversiteyi biraz ayağa kaldıralım, kalkındıralım, kadro gitsin, çalışsın, oradaki öğrenciler de eğitimden nasiplensin." demişlerdi, kafalarına ne düşmüşse önceki gün, o şokun etkisinden, o rüyanın etkisinden kurtuldukları andan itibaren önergeyi geri çektiler.
Devam edelim. Bitlis'teki üniversitenin, Muş'taki üniversitenin, Mardin'deki üniversitenin durumu bunlardan farklı mıdır? Hayır, farklı değil. Zaten bu eşitsiz eğitim koşullarından dolayı sürekli problemli alanlar oluşuyor.
Bakın, biraz önce, birkaç saat önce burada bir tartışma yapıldı. Esasında o tartışmanın kökenine inerseniz, temellerine inerseniz eğitim sorununu bulursunuz. Eğer bu ülkede hâlâ milletvekilliği yapıp, bakanlık yapıp Zerdüştlük konusunda en ufak bir bilgiye sahip değilse insanlar, eğitimimizi sorgulamak durumundayız. Eğer hâlâ Zerdüştlüğe hakaret edilebiliyorsa, kendi eğitimimizi gözden geçirmek durumundayız. "Hangi koşullarda insanları yetiştirdik, insanlarımızın beyinlerini nasıl şekillendirdik?" diye kendimize sormamız gerekiyor. Kendisinden olmayana rahatlıkla hakaret edebilen bir insan profili eğer ortaya çıkarabilmişsek, elbette ki eğitimsel sorunlarımızdan kaynaklıdır. Kendimizden olmayana, bizim gibi düşünmeyene, bizim gibi inanmayana çok rahatlıkla burada hakaret edilebiliyor. İşte, kökeni burasıdır; bu tekçi, faşizan zihniyetin ürünüdür.
Bir başka milletvekili çıkıyor diyor ki: "Efendim, herkesin kimliği kendi şerefidir." Bir başkasının kimliğini, etnik yapısını şeref addetmek faşizmin daniskasıdır. Siz kim oluyorsunuz benim kimliğimi şeref addedeceksiniz? Ama, bunu yapan var, bu oluyor. Bu faşizan zihniyetin temelinde işte eğitim vardır. Bu handikaptan gerçekten kurtulmak istiyorsak, bu handikabı bertaraf etmek istiyorsak, sil baştan eğitim sistemimizi gözden geçirmek durumundayız.
Bu coğrafyada yıllarca, on yıllarca yok edilmek için, bitirilmek için? Dilleri yeniden yaşatmak için, devlet o dillere karşı pozitif davranmak durumundadır. Bu devletin borcudur, yarattığı tahribatı tolere etmek bu devletin borcudur. Bu nedenle, siz gerçekten üniversitelerde yararlı bir şey yapmak istiyorsanız, üniversitelerde herkesin kendi ana dilinde eğitim yapabilmenin koşullarını, altyapısını hazırlamak için üniversitelerden başlamanız gerekiyor, fakülteleri buna göre dizayn etmek durumundasınız. Bu coğrafyada yaşayan bütün dillerin, bu coğrafyada yaşayıp kendi ana dilleriyle eğitim görmek isteyen tüm vatandaşların ihtiyaçlarına cevap verebilecek, bu talebine cevap verebilecek bir altyapı hazırlığına başlamanız gerekir. Fakülteleri buna göre dizayn etmeniz gerekir ve eğitimi yeniden kurgulamak, özgürlükçü bir yapıya kavuşturmak gerekiyor.
Bakınız, neredeyse yirmi dakika konuştum üniversite öğrencilerinin sorunlarına, üniversitelerdeki şiddete hiç değinemedim bile. Daha dün Burdur'da, öğrenciler tek gitse dayak yiyor, grup hâlinde gitse polis müdahale ediyor. İlgili mekanizmalara, mercilere bildirimde bulunuyoruz, bu öğrencilerin sorunlarını aktarıyoruz, ilgilenen birini bulamıyoruz. Niye? Çünkü, biz, üniversitelerimizi karşı karşıya getirdik, kamplaşma merkezlerine dönüştürdük. İnsanlar birbirini hazmedemiyor, birbirini kabul edemeyecek pozisyonlar yarattık, bunun sorumlusu biziz. Üniversitelerde birbirine taş atan, birbirinin kafasını kıran öğrencilerin, gençlerin hiçbir suçu yok, suç bizde, suç bu mekanizmayı koruyanda. Bu mekanizmayı siz korudukça üniversitelerde öğrenciler birbirinin kafalarını kıracaklar ne yazık ki.
Buradaki ayrımcılık, yönetim erki itibarıyla bir kez daha açığa çıkıyor, mazluma "Sen niye mazlumsun? Senin mazlum olman kabahattir." denip
ikinci defa cezalandırılıyor. Zaten üniversiteden öteleniyor, zaten eğitimden öteleniyor; zar zor kazanmış, gitmiş, oralarda okumuş. Hadi, ayrımcılık meselesini, tekrar onu, bugün yeniden bir kez daha dillendirmemek için "Kürt" demeyeyim, "Kürt öğrenci" demeyeyim ama kendi kimliğinden kaynaklı olarak ötelenen insan, hem saldırıya maruz kalıyor, üstüne üstlük polis de saldırganla birlikte saf tutuyor, ikinci bir defa onları cezalandırıyor.
İşte, böyle koşullarda, üniversiteleri konuşunca, eğitimi konuşunca, esasında, burayı, bu kürsüyü biraz dertleşme faslına da dönüştürmek gerekiyor, kendimizle yüzleşmek gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Sıkıntının kaynağına inmek lazım. Sıkıntının kaynağına inmeden de bu sorunları çözme şansına sahip değilsiniz.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Zozani.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Sayın Başkan, sabrınıza sığındım, teşekkür ediyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)