| Konu: | YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 116 |
| Tarih: | 05.06.2013 |
MHP GRUBU ADINA D. ALİ TORLAK (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tarsısı üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi selamlıyorum.
İstanbul'da kurulan Esenyurt Üniversitesinin hayırlı olmasını diliyor, mübarek Miraç Kandilinizi kutluyor, ülkemize, milletimize bereket, huzur ve sabır getirmesini Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.
Değerli milletvekilleri, eğitimden söz ettiğimizde, aynı zamanda, nesillerin devamından da, kültürden de söz ettiğimizi biliyoruz. Eğitim, bir fidanın uygun toprağa yerleştirilmesi gibi, salt biyolojik varlığıyla dünyaya gelen insan yavrusunun bir kültürün içine yerleştirilmesi işidir.
Eğitim, beşerin olgunlaşma sürecidir. İnsan başarılarının belli bir toplumsal bağlamda ortaya çıkabilmesi, başarılarıyla tanımlanan insan ile kültürü birbirine bağlar. Felsefeyi, sanatı ve bilimi yaratabilmesinin koşulları bu bağa işaret eder. Eğitim imkânlarını sağlamak ve eğitimi sunmak devletin en asli görevlerinden bir tanesidir. Bunu sadece okullar açıp donatmakla sınırlı görmemek gerekir. Esas olan, eğitim yoluyla kültürün nesilden nesile intikalini sağlayabilmektir. Eğitim, öğretimin mümkün olmasını sağlayan vasatı teşkil eder. Devlet, eğitim yoluyla topluma dâhil edebildiği kimseye karşı öğretim sorumluluğu taşır.
Eğitim, insana kültürle şekil vermek demektir. Dil, tecrübe birikimini0 insan hafızasıyla kıyaslanmayacak oranda uzun süre muhafaza eder. Eğitimin zemini kültürdür, kültürü taşıyan da dildir. Bu açıdan, eğitimin Türkçe olarak verilmesi önemlidir.
Ne yazık ki, başta siyasi partiler olmak üzere zihinlerin çoğunda "Eğitim politikaları" ifadesinden anlaşılan öğretimin şartları olmuştur. Artık bundan vazgeçilmelidir. Türkiye'nin en önemli sorunlarının çözümünün eğitim kavramı üzerinde yeniden düşünmekten geçeceğini unutmamalıyız. Elbette, öğretim de eğitim konusunun ana başlıklarından biridir ve gerçekleşmesi maddi koşulların da varlığına bağlıdır. Elbette, devletin tüm yurttaşlarına sunması gereken hizmetin maddi koşulları önemlidir ancak onun kadar da içeriği önemlidir. Adı Millî Eğitim olan bir bakanlık bugüne dek eğitim kavramında çağın gerektirdiği varsayılan ve bilimsel öncelikli kabul edilen bilgilerin sistematik aktarımını anlamamakta ısrar etmiştir. Elbette, eğitim öğretilir, ne var ki burada tartışılan eğitimin ve öğretimin içeriğidir. Eğitim, öncelikle ve özellikle bir değer aktarımı işidir. Eğitim terbiyedir. Devlet iki şeyi tekelinde bulundurur, bunlardan bir tanesi eğitim, ikincisi ise cezadır. Devletin öncelikli ödevi ise herkesin eğitim almasını ve bu eğitimin verilmesinin sağlandığı ortamı temin etmektir.
Sayın milletvekilleri, bilgi toplumunun gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatılmış, uluslararası rekabet yeteneğine sahip, teknoloji kültürü gelişmiş insan gücünün yetiştirilmesini sağlamak ve ana okulundan üniversiteye dek bütün eğitim, öğretim kurumlarını ve kütüphaneleri İnternet ağıyla örmek, çocukları ve gençleri İnternet kullanır ve yabancı dil konuşur hâle getirmek, bugünün Türkiye'sinde eğitim öğretim üzerine söz söylemeye yeltenen herkesin âdeta amentüsü olmuş durumdadır. Oysa, devlet nesillere yatırımını sadece onları bilgi sahibi kılmak için yapmaz. Burada asıl olan, onları gerçekten eğitmeyi isteyip istemediğine karar vermelidir. Devlet, eğitimi herkese ve aynı şekilde vermeli, belli okulların sağladığı kimi imkânları onlara da sağlamalıdır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin gerçek ihtiyaçları göz önünde bulundurularak üniversite kapısı önünde birikmeyi mutlaka çözmemiz gerekmektedir. Bunun en önemli ve uygulanabilir çarelerinden biri ise mesleki ve teknik eğitime yönlendirmektir. Ancak bu yönde gösterilen çabalar, her zaman, arzulanan sonucu vermemektedir. Bunun en önemli etkenlerinden biri de psikolojik ve ideolojik yaklaşımdır. Toplumda bazı mesleklerin diğerlerinden daha üstün olduğu kanaati hâkim olmuştur, oysa mesleklerin birbirine üstünlüğü yoktur. Hayatımızı devam ettirebilmek için hekime, mühendise olduğa kadar fırıncıya ve çiftçiye de ihtiyacımız vardır. Ülkemizde yaşanan bu sorunun çözümlerinden biri olarak mesleklerin toplumsal statü kazandırmadaki rolleri, en azından devlet eliyle, abartılmamalıdır. Mesleklere psikolojik şartlanmayla değil de yeteneğe uygunlukla yönlendirilebilmenin sağlanabilmesi için her mesleğin meslek olmak bakımından eşit olduğu işlenmelidir ve durumu uygun olanlar bu psikolojik desteğin de yardımıyla ilk ve ortaöğretimde yönlendirilmelidirler.
Sayın milletvekilleri, 6 Kasım 1981'de kurulan ve kurulduğundan bugüne dönemin siyasi iklimine göre farklı tartışmalara konu olan YÖK, yetkileri ve temsil ettiği zihniyet bakımından henüz ciddi bir değişime uğramadığı görülmektedir. Darbe koşullarında üniversiteleri zapturapt altına almak amacıyla kurulmuş bir kurum olma özelliklerini, üzerinden çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen bünyesinde barındırabilmesi "demokratik özerk üniversite" söyleminde ne kadar yol katettiğimizin bir göstergesidir. YÖK Kanunu'nda bazı değişiklikler yapıldıysa da kanunun ruhu hiçbir zaman değiştirilememiştir. Üniversitelere siyasi müdahale bir türlü engellenememiştir. Buna göre, üniversitede üniversitenin sorununa dair dahi olsa bildiri dağıtmak yasaktır. Bunu her gün yaşıyoruz. Üniversite gençliğine büyük önem atfettiklerini söylüyorlar ama gençliğin siyasetten uzak olması için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, bunun dışında güncel olarak, öncelikle, kadrolaşmayı görüyoruz. Mevcut iktidar siyasi geçmişinde YÖK karşıtlığını ve düşmanlığını her fırsatta dile getiriyordu, şimdi ise YÖK'ü arka bahçe yapmak için hamleler yapılmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi ordu, yargı ve üniversite üzerinden düzeni kaydırmaya çalışmaktadır. Daha dün, Türkiye'nin değişik üniversitelerinden toplam 389 öğretim üyesi ortak bir bildiriye imza atarak, iktidarın arka bahçesi hâline gelen YÖK'le ilgili tespitlerde bulundular. Bilim insanlarımızın ortaya koyduğu şu tespitler durumun vahametini gözler önüne sermektedir.
Bilimi ve özgür düşünceyi baskı altına almayı amaçlayan uygulamalar son yıllarda giderek yoğunlaşmıştır. Akademik özgürlüğün ön koşulu olan iş güvencesinin yokluğu ise, tasfiyeci eğilim ve uygulamaların önünü de bütünüyle açmaktadır. Üniversitelerde iş güvencesinden yoksun olarak çalıştırılan öğretim elemanlarından, üniversite yönetimlerince eleştirilen ve özgür düşünceli oldukları için sakıncalı görülen öğretim elemanlarının görevine son verilmekte, atamaları yenilenmemekte ve üniversiteden uzaklaştırılması sağlanmaktadır. Bu anlamda, üniversite yönetimleri, yıllık atamalarla çalıştırılan araştırma görevlilerinin atamalarını yapmayarak üniversiteden uzaklaştırabilecekleri gibi, türlü yollarla araştırma görevlilerini üniversiteden ayrılmaya da zorlayabilmektedirler. Araştırma görevlilerinin yanı sıra süreli atamalarla çalıştırılan diğer öğretim elemanları, okutmanlar, öğretim görevlileri ve yardımcı doçentler de atamalarının yenilenmemesine ilişkin sürekli bir endişe içerisinde bulunmaktadır. Bu eğitimcilere sistemli ve sürekli bir baskı yapılmaktadır.
Hayatın her alanına müdahale ederek tek renk isteyen Adalet ve Kalkınma Partisi, bilimin merkezi üniversitelerimizde de aynı mantıkla hareket etmektedir. Farklı düşüncelere, farklı fikirlere tahammülü olmayan bu zihniyetin üniversitelerimize verdiği zarar da her geçen gün artmaktadır.
O nedenle, eğitimin temel gayesine uygun olarak bilim adamı yetiştirmekle görevli öğretim üyelerinin, araştırma görevlisi ve elemanlarının, her önüne konulanı evetçi zihniyete sahip olmayan, kişiliği gelişmiş, sağlıklı düşünen genç ve zinde beyinler olması üniversitelerimizin geleceği açısından çok önemlidir.
Çağın gereklerine göre yetişmiş, kendi kendine öğrenme kapasitesi yüksek elemanların yetiştirilebilmesi ve bunların içinden en dinamik ve yaratıcı olanlarını seçmek, üniversite yönetiminin en önemli görevi ve tarihsel bir sorumluluğudur. Aksi takdirde yarın tarihe karşı nasıl hesap vereceğimizi unutmamalıyız. Dünün hesabını veremediğimiz gibi yarının hesabını verememek gibi bir duruma düşmek bizler için iyi olmayacaktır. Bu nedenle, özgür düşünen, işinde başarılı, ileri görüş sahibi öğretim elemanlarımızı farklı dünya görüşü nedeniyle yargılamamalıyız, ötekileştirmemeliyiz diye düşünüyorum.