GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:117
Tarih:06.06.2013

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Görüşülen kanun tasarısı üzerine grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yasayla ilgili görüşlerimi belirtmeden önce yaklaşık on gündür ülkemizde yaşanan sorunlarla ilgili birkaç hususu belirtmek istiyorum. Bu sorunun, bütün bu yaşananların temel kaynağının aslında sistemle ilgili bir sorun olduğunu burada masaya yatırmaya çalıştık hep. Başından beri Barış ve Demokrasi Partisi olarak Türkiye'deki mevcut idari sistemin artık Türkiye halklarına dar geldiğini, bununla ilgili mutlaka ciddi birtakım reformların yapılması, birtakım kararların alınması gerektiğini söyledik. Bu kürsüden defalarca yerinden yönetim modeli, ademimerkeziyetçi yönetim modeli, katılımcı halk demokrasisinin işletilmesiyle ilgili görüşlerimizi dile getirdik. Yetkinin merkezden alınarak yerele dağıtılmasının ne kadar önemli olduğunu, bunlarla ilgili adımlar atılmazsa ileride doksan yıldır yaşadığımız sıkıntıların çok daha fazlasını yaşayacağımızı defalarca dile getirdik ancak biz hep dile getirdiğimizde burada şöyle bir korku empoze edildi yani, yerinden yönetim, özerklik, işte, yetki genişlemesi, ademimerkeziyetçi yapı her denildiğinde, burada, acaba ülke bölünecek mi, acaba Kürtler ne istiyorlar gibi bir tartışmaya maalesef bütün söylemlerimiz hapsedilmek istendi ve maalesef, bugün yaşamış olduğumuz sorunların tamamının da buradan kaynaklandığını, bu aşırı merkeziyetçi yapının yerelle ilgili bütün karar süreçleri üzerinde tahakküm kurma hakkını kendinde görmesinden kaynaklandığını tekrar vurgulamak istiyoruz.

Bakın, şöyle birkaç dakika Kürtleri bir kenara bırakalım, bu söylemleri söylerken bizi burada başka bir şekilde tasavvur edin. İstanbul'la ilgili durumu bir gözlerinizin önüne getirin. 15 milyona yakın nüfusu olan bir şehir, neredeyse dünyadaki pek çok ülkeden, devletten daha büyük bir şehir ancak bu şehrin yönetilmesiyle ilgili bütün karar süreçleri Ankara'dan belirleniyor. Şimdi bu işte bir tuhaflık yok mu? Yani "Özerk İstanbul" dediğimiz zaman, biz, bu sefer ülkeyi bir başka kenarından bölmek için mi burada görüşlerimizi dile getiriyoruz? Bu merkeziyetçi yapının sonucu değil midir ki Başbakan Taksim'deki bir park hakkında görüş bildirme, karar alma, karar dayatma noktasında kendisini yetkili görüyor. AVM yapılıp yapılmaması, AKM'nin yıkılıp yıkılmaması bir ülkenin başbakanının uğraşacağı şeyler midir? Bunların tamamının İstanbul halkı tarafından, orada yaşayan yereldeki halk tarafından belirlenmesi doğru olan yöntem değil midir?

Geçen, yine bu yasa tasarısıyla ilgili görüşülürken, İstanbul'daki Yavuz Sultan Selim köprüsüyle ilgili yapılan yanlışa dikkat çektik. Geri adım atılmasının, buradaki toplumsal hassasiyetin göz önünde bulundurulmasının ne kadar önemli olduğunu dile getirdik. Çünkü, İstanbul'daki halk, eğer bu sizin vermiş olduğunuz kararla ilgili rahatsızlık duyuyorsa, bunu dikkate almak zorundasınız. İstanbul'da kaç milyon Alevi vatandaş yaşıyor, kaç milyon Alevi vatandaş bu vermiş olduğunuz karardan memnundur, bunu dikkate almayacak mısınız? Böyle bir yönetim anlayışı olduğu zaman, böyle bir dayatmacı, halkın önüne sürekli kendisini dayatan bir yönetim anlayışı olduğu zaman, maalesef, bu sorunların yaşanması da kaçınılmaz oluyor.

Valilerle ilgili mesele? Şimdi, bir valinin, İstanbul Valisinin durumunu düşünün. Kıyamet kopuyor, Taksim'de yüz binler alana çıkmış, İstanbul Valisi ortalıkta yok çünkü halkın içerisine giremiyor çünkü valiyi halk seçmiyor. Vali, atanmış bir vali. Valinin kendi geleceğiyle ilgili bütün yaptığı şey, Hükûmetin ağzının içine bakmak, Başbakanın söyleyeceği cümlelere bakmak. Halkla ilgili bir kaygısı yok çünkü halka hesap vermiyor.

Bakın, İstanbul Valisi de İzmir Valisi de Diyarbakır'dan gönderildi. Diyarbakır'dan sonra İstanbul'a atandı, İzmir'e atandı. Diyarbakır'da çalıştıkları dönemin sonunda bir sandık kurup bu 2 vali hakkında oylama yapsaydınız Diyarbakır halkı her 2 valiyi de o sandığa gömecekti ve Türkiye'nin başına yeniden böylesi bir felaket getirmeyecekti. Ama siz ne yaptınız? Diyarbakır halkına kan kusturan valileri ödüllendirip İzmir'e, İstanbul'a atadınız, şimdi onlar da "Nasıl olsa biz buradaki görevimiz bittiği zaman da halka hesap vermeyeceğiz." diyerek, böyle bir anlayış içerisinde, halka karşı her türlü sorumsuzluğu gösteriyorlar. Bir şehri, bir kenti, kent yaşamını idare edecek bir valiyi belirlerken niye halkın kararından korkuyoruz? Seçilmiş bir valinin olması, o valinin halkın bütün taleplerinden haberdar olması, o kentin tarihî, kültürel, sosyal dokusunu bilmesinden kim zarar görebilir?

Bakın, seçilmiş belediye meclisinin, belediye başkanının kararı da kâr etmiyor zaten. Yani, bugün bakıyoruz, Belediye Başkanı Taksim'de farklı bir şey söylüyor Taksim planlaması için; işte, okuyoruz, Sayın Başbakan birkaç saat önce basın açıklaması yapmış, Belediye Başkanının tam tersi görüşler söylüyor. Belediye meclisinin karar alma yetkisi, karar alma iradesi zaten hiçe sayılıyor. Yani bir Başbakan kendisini belediye meclisinin yerine koyabilir mi, belediye meclisinin yetkisi dâhilinde olan süreçlerle ilgili karar verme durumunda, pozisyonunda görür mü? Görürse de böyle olur işte.

Şimdi, bu tansiyonu düşürmek için, bu yaşanan hadiselerin tekrarlanmaması için siyaset kurumunun şapkasını tekrar önüne alıp bir düşünmesi gerekiyor. Hepimizin, bütün siyasi partilerin bu yaşananlardan ders çıkarması gerekiyor.

Sayın Başbakanın yapmış olduğu açıklamalar kaygıları artıran açıklamalardır. Umarız ki Türkiye'ye döndüğünde, buradaki gerçek bilgiler kendisine aktarıldığında bu yapmış olduğu açıklamalardan bir an önce geri adım atılır.

Şimdi üniversitelerde de durum aynı. Bakın, üniversiteler sadece dekanların, rektörlerin ya da Hükûmet çevrelerinin üniversiteleri değildir. Üniversitelerin gerçek sahipleri öğrencilerdir, öğretim görevlileridir. Ancak karar alma süreçlerine baktığınız zaman, örneğin hiçbir yerinde öğrencileri görmezsiniz. Dekanlık seçimleri yapılır, öğrenciler o sürecin içerisinde yoktur. Sonra, seçilen dekanlarla ilgili son karar verilir, onu belirleyen de yine rektörün kendisidir. Rektörlük seçimleri yapılır, üniversite çalışanlarının ya da öğrencilerin söz hakkı yoktur. Böyle bir şey olabilir mi? Öğrencileri sürecin içerisine katmadan, karar alma süreçleri içerisine katmadan gerçek anlamda demokratik bir akademik yapı inşa etmek mümkün müdür?

Yani öyle bir noktaya geldi ki üniversite şenlikleriyle ilgili son kararı bile dekanlar veriyor. Hangi sanatçının gelip gelmeyeceği, hangi dilde şarkıyı söyleyip söylemeyeceği, hangi şarkının sakıncalı olup olmadığı son tahlilde dekanın, rektörün belirleyeceği bir husus. Böyle bir anlayış olabilir mi? Bugün bu anlayışı değiştirmeden üniversitedeki gerçek sorunlara da bir çözüm getirmenin, gerçek sorunları masaya yatırmanın mümkün olmadığını vurgulamak istiyoruz.

Bakın, bugün, ana dilde eğitim isteyen, parasız eğitim isteyen demokratik, özerk, bilimsel bir üniversite isteyen öğrencilerin tamamı şöyle bir şiddet dalgasından geçiyor: Ya cezaevlerine atılıyor ya bir copla, gazla terbiye edilmeye çalışılıyor. Böyle, tek tipçi, tornadan çıkan bir öğrenci modeli, bir öğrenci zihniyeti isteniyor. Buradan, akademik olarak farklı fikirlerin tartışıldığı, farklı fikirlerin zenginleştirildiği bilimsel bir üretimin çıkması mümkün değil.

Bugün, baktığımız zaman, üniversitelerimizde pek çok sorun yaşanıyor. Sadece bir tanesine değineyim: Bu, öğrencilere öğrenimleri sırasında verilen katkı kredileri var. Bu katkı kredilerini devlet, Hükûmet, neyse, öğrenciler okulu bitirdikten sonra faiziyle birlikte geri istiyor. Yani, bu öğrencilerin istihdam edilip edilmediği, işe girip girmediği göz önünde bulundurulmuyor. Üç yıldır, dört yıldır üniversiteyi bitirmiş işe giremeyenler var ama ha bire bu katkı kredisinin faizleriyle üniversite öğrencileri bir bunalımın içerisine atılıyor; 90 bin öğrenci var bu şekilde, intihar edenler var, bunalımın eşiğine gelenler var. Bununla ilgili, öğrencilerin yaşamış olduğu sıkıntılarla ilgili öğrencilerle konuşmadan, öğrencileri karar süreçlerine dâhil etmeden hangi yasayı getirirseniz getirin bir çözüm üretemezsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Tabii ki, Konya'ya yeni bir üniversite kurulmasını biz de buradan kutluyoruz, hayırlı olsun diyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)