| Konu: | SÖZLEŞMELİ ERBAŞ VE ER KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUP BAŞKANVEKİLİ YALOVA MİLLETVEKİLİ MUHARREM İNCE'NİN; TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 139 |
| Tarih: | 13.07.2013 |
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 31'inci madde üzerine vermiş olduğumuz önerge üzerine söz almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
İktidara geldiği günden bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi, kamuoyuna sürekli olarak, kendilerine darbe yapılacağı, kendilerinin darbeye ve darbecilere karşı olduklarını hatta kendi yönetimleriyle beraber Türkiye'nin ileri demokrasiye geçtiğini iddia etmiştir. Bu anlayıştan hareketle de kamuoyunda ciddi sansasyonlar yaratan, aynı zamanda da kamu vicdanında da adalet hissinde de önemli yaralar açan darbe davaları ile yeni mağduriyetler de icat etmiştir.
İktidar partisi kendinden farklı düşünen herkesi darbeci olarak yaftalamaktan tereddüde düşmemiştir. Bu malum davalarla da darbeci anlayışın tasfiye edildiği gibi şehir efsaneleri yaratılmak istenmiştir. Ama ne yaman bir çelişkidir ki Hükûmet bir yandan darbeci anlayışı tasfiye ettiğini söylerken diğer yandan gençlerimizin demokratik haklarını kullanmalarına bile tahammül edememektedir. Demokrasimizi emanet edeceğimiz, demokrasimizin korunması ve kollanması görevini yükleyeceğimiz genç nesilleri kendi otoriter zihniyeti çerçevesinde mutlak itaate, iktidara, sorgulamaksızın, biat etmeye zorlamaktadır. Bunun için de herkesi darbeci olarak yaftalamakta, en ufak bir direniş emaresini dahi illegal örgüt faaliyeti olarak suçlayabilmektedir.
Kendi yaşadığı yerle ilgili merkezî hükûmetin değil, o beldede yaşayanların karar vermesi gerektiğini düşünen, kendi çevresini rant ve bina tapınıcılığından korumaya çalışan gençlerin çadırlarını "Yirmi dört saat içerisinde orası boşaltılacak dedim." deyip yaktırıp yıktıran, gencecik çocukları gaz manyağı yaptıran, kendi yapacakları ve edecekleri için "Dediğim dedik, çaldığım düdük." dayatması içerisinde olan bir iktidarın demokrasiden bahsetmesi, darbeleri önlemeden söz etmesi trajikomik bir durumdur.
Hükûmet yetkilileri, Mısır'da yaşanan dolaylı darbeyi eleştirirken, General Sisi'nin Mursi yanlısı televizyonları ve gazeteleri kapattığından, Mursi yanlısı siyasetçileri tutuklattırdığından, Adeviye Meydanı'nda toplanan Mursi taraftarlarını silahlı kuvvetleri kullanarak bastırdığından bahsederek bunun demokrasiyle bağdaşmadığını söylemekteler. Evet, bunlar demokrasiye ve insan haklarına aykırı tutum ve davranışlardır. Ancak Hükûmet yetkilileri Mısır için bunları söylerken biraz da dönüp kendilerine bakmalıdırlar. General Sisi süngüyle televizyonları kapatırken, bizde TMSF ve vergi daireleri eliyle aynı şeyler yapılmaktadır. Muhalif medya kuruluşlarının neredeyse tamamı Hükûmetin başının kontrolüne geçmiştir. General Sisi, siyasi muhaliflerini süngüyle hapishanelere tıkarken, bizde de özel yetkili mahkemeler eliyle farklı düşünceler cezaevlerine konmaktadır. General Sisi, halkı askerlerle baskı altına alırken, bizde de hukuk dışı davalar kullanılmaktadır.
Sonuçların antidemokratik olması bağlamında aynı ama aradaki fark sadece kullanılan enstrümanlardadır. Sisi süngüyü kullanmakta, bizde ise kanun kullanılmaktadır. Sisi yapınca darbeden, bizde yapılınca ileri demokrasiden bahsedilmektedir. Bu çifte standartlı, marazlı bir demokrasi anlayışıdır. Eylem ve tavırları demokratik yapan sadece kullanılan enstrümanların kanuni olması değildir; amaçlar da demokratik olmalıdır, kullanılan araçlar da. Onların kanuni olması yetmez, aynı zamanda hakkaniyetli ve hukuki de olmalıdır. Meşruiyeti toplum vicdanında tartışılmamalıdır. Şayet tartışılıyorsa, ortada bir demokrasi paradoksu yaşandığının göstergesidir.
Kanuni elbiselerin giydirildiği otoriter uygulamalar, Hükûmetin demokrasiye özde değil, söylemde bağlılığını ortaya koyar. Bugün müzakere ettiğimiz tasarı da Hükûmetin demokrasi konusunda ne kadar samimiyetsiz olduğunu göstermektedir. Hükûmet kendi komplekslerinin esiri olmuştur.
İstanbul ve Ankara'da bulduğu her yeşil alana AVM diktiren Başbakan, çevreci bir toplumsal muhalefetle karşılaştığında hemen Gezi Parkı'na ıhlamur fidanı dikmeye, çiçek ekmeye başlamıştır. "Ben çevrecinin daniskasıyım." demiştir. Bilinçaltında var olan mezhepçi anlayışı Suriye ve Reyhanlı olayları üzerinden ifşa olunca yeniden Alevi açılımı başlatmaktadır. Herkesi mezhep çatışması yaratmakla suçlamakta, faşizme varan otoriterliği ve yarattığı korku devleti deşifre olunca, ya askerleri tutuklatmakta ya da 27 Mayısa, 12 Eylüle, 28 Şubat kaldıraçlarına sarılmaktadır. Başbakan ve Hükûmeti bisikletten düşmemek için pedal çevirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla Hükümetin "demokrasi" diye bir kaygı ve önceliğinin olmadığı herkesin malumudur.
İç Hizmet Kanunu değişikliği tasarısının da demokrasiye Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden gelecek askerî müdahaleleri önlemek arzusundan kaynaklanmadığı izahtan varestedir.
Bu düşüncelerle önergemizin kabulünü diler, Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)