GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ORTA ASYA VE KAFKASLAR BÖLGESEL BALIKÇILIK VE SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİ KOMİSYONU ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
Yasama Yılı:3
Birleşim:120
Tarih:13.06.2013

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 173 sıra sayılı Kanun Tasarısı -uluslararası sözleşme- hakkında grubum adına söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce şunu ifade etmek istiyorum: Ülkenin yararına olan, halkımızın yararına olan uluslararası anlaşmalarla ilgili partimizin destekleyici bir pozisyonda olduğunu, bunlarla ilgili, ortaklaşmak koşuluyla, her zaman gereken desteği sunmaya hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Tabii, bu görüşülen tasarıyla ilgili ben farklı bir konuda Genel Kurulu biraz bilgilendirmek istiyorum. Aslında uzun süredir dikkatinizi çekmeye çalıştığımız Suriye'de yaşanan bir insanlık dramıyla ilgili, insani dramla ilgili, maalesef, bugüne kadar Genel Kurul olarak, siyasi partiler olarak yeterli bir duyarlılık göstermediğimiz gibi bir gerçeklik var önümüzde.

Başından beri AK PARTİ Hükûmetinin Suriye politikasında çok ciddi yanlışlar yaptığını, Orta Doğu politikasında çok ciddi yanlışlar yaptığını, Orta Doğu politikasının ve Suriye politikasının bir bütün olarak çöktüğünü buradan ifade etmiştik. Bu yanlış politikaların ileride başımıza bela olacağını da söylemiştik. Maalesef ki, geçen süreç, ilerleyen zaman bizi doğrular nitelikte; Orta Doğu ve Suriye'de işlerin kötüye gitmesine, Türkiye'nin de hemen yanı başındaki bu yangından etkilenmesine neden olmuştu.

Yine bu kürsüden Suriye politikasını eleştirirken yapılan tek şeyin, tek doğru şeyin ve bizce de en önemli şeyin Suriye'den gelen, insani yardıma ihtiyacı olan mültecilerle ilgili Hükûmetin yaklaşımı olduğunu söylemiştik. İnsani bir yaklaşımla bu mültecilere sahip çıkmak, bu mültecilerin zor gününde onları sahiplenmenin onurlu bir sosyal devletin görevi olduğunu da defalarca bu kürsüden dile getirmiştik. Her ne kadar o kamplarda yaşanan bazı sıkıntılar, mültecilere yaklaşımla ilgili genel bazı sıkıntılar olsa bile, biz Hükûmetin bu konuda yapmış olduğu insani davranışın, insani tutumun ve bunun için geliştirmiş olduğu politikanın Suriye politikasında tek doğru nokta olduğunu söylemiştik.

Tabii, bunu söylerken bir noktaya da mümkün olduğunca dikkat çekmeye çalışmıştık. Özellikle, "Rojava" dediğimiz Suriye Kürdistan'ında, Batı Kürdistan'da tam bir insanlık dramının yaşandığını, Batı Kürdistan'a yönelik ambargonun, ekonomik ambargonun, insani yardım ambargosunun her geçen gün halkın, çocukların, kadınların sağlığını tehdit edecek şekilde, yaşam hakkını tehdit edecek şekilde dramatik bir boyuta doğru gittiğini de ifade etmiştik. Ben, bu Genel Kuruldan -çok iyi hatırlıyorum- bu kürsüden orada en temel gıda malzemesinden çocuk mamasına, ilaçtan, aşıdan kadın kullanım malzemelerine kadar bazı ihtiyaçların ivedilikle karşılanması gerektiğini, Türkiye Hükûmetinin tıpkı mültecilere uzatmış olduğu el gibi Rojava'da yaşayan Kürtlere de, savaş bölgesinin ağır koşullarını ensesinde hisseden Kürtlere de bu yardımları ulaştırması gerektiğini söylemiştim. Bu konuda Hükûmet yetkilileriyle zaman zaman bazı temaslarımız da oldu, Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle bazı temaslarımız da oldu. Özellikle, ilaç yardımı ve aşı yardımı konusunda bir an önce adım atılmasını, yine, orada, savaş koşullarından dolayı verilemeyen belediye hizmetlerinin ve koruyucu sağlık hizmetlerinin salgın hastalıklar riski barındırdığını, bu yönüyle büyük bir ölümcül dalganın hemen sınır hattının diğer tarafında olduğunu ve orada bir problem başlarsa sınırın bu tarafında kendi vatandaşlarımızı etkileyeceğini de ifade etmiştik. Ancak, bugüne kadar bu konuda yapmış olduğumuz bütün görüşmelere rağmen, AK PARTİ Hükûmetinin Rojava Kürtlerine, Suriye Kürtlerine karşı bahsetmiş olduğumuz ilaç, aşı, koruyucu sağlık hizmetlerinde kullanılan malzemeler, kan ürünleri ve benzeri gibi konularda herhangi bir yardımının olmadığını, yine bu belediye hizmetleriyle ilgili, koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgili herhangi bir yardımının olmadığını üzülerek buradan belirtmek istiyoruz.

Şimdi, geçen haftalarda bölgeyi ziyaret eden DTK, bölge tabip odaları, sendikalar, özellikle SES Genel Merkezi ve SES Diyarbakır Şubesi, Diyarbakır Eczacılar Odası ve yine, diş hekimlerinden oluşan bir heyet 26-29 Mayıs 2013 tarihinde "Rojava" dediğimiz Batı Kürdistan'da bazı gözlemlerde bulundular. Bu gözlemleri ben sizlerle paylaşmak istiyorum:

Heyet incelemeye önce Afrin'den başlamış. Afrin'de savaş öncesi nüfus 700 bin iken şu anda nüfus 2 milyona varmış ve orada, insani yardım götüren tek kuruluş olan Heyva Sor a Kurd'un tespitlerine göre, sadece son birkaç ay içerisinde, 500 binin üzerinde bir nüfus, güvenli olduğu için, Afrin'e gelmiş, Afrin'e göç etmiş.

Heyet, sağlık hizmetleriyle ilgili özgün ve spesifik bir çalışma yapıyor. Yapmış olduğu çalışmada, birinci basamak sağlık hizmetinin tamamen çöktüğünü, savaş koşullarından dolayı, şu anda, birinci basamak sağlık hizmetlerinin verilmediğini, savaş öncesi faal durumda olan 24 sağlık ocağından sadece 2 tanesinin, hem tıbbi açıdan hem de personel açısından büyük yetersizlikler içerisinde hizmet vermeye çalıştığını tespit etmiş. Diğer sağlık kuruluşlarının neredeyse tamamı, şu anda, orada işlev göremiyor, sağlık hizmeti veremiyor bir hâlde.

Aşılar olmadığı için, çocukların özellikle bazı bulaşıcı hastalıklardan korunmasına yönelik aşılar olmadığı için, bulaşıcı hastalıklar savaş öncesi en asgari düzeydeyken savaş sonrasında hızla arttığını tespit etmiş. Bu artan bulaşıcı hastalıkların başında, Şark çıbanı, tifo, brusella, kolera, kızamık ve hepatit olduğunu, heyet, orada yapmış olduğu çalışmalarda tespit etmiş.

Yine, heyetin yapmış olduğu çalışmalara göre, ikinci basamak sağlık hizmetlerine ulaşım konusunda da yine Afrin'de çok ciddi, çok önemli sıkıntılar var. Afrin'e hizmet veren devlet hastanesi Afrin'in 35 kilometre dışında kurulmuş normalde ve orada hizmet veriyormuş. Ancak, bu devlet hastanesi şu anda tamamen Özgür Suriye Ordusu tarafından bir savaş mevzisi olarak kullanılıyor ve dolayısıyla, Afrin'de yaşayan halka yönelik sağlık hizmeti veren tam teşekküllü bir devlet hastanesi, ikinci basamak bir sağlık tesisi şu anda bulunmuyor.

Heyetin yapmış olduğu incelemelere göre, savaş öncesinde 4 olan özel hastanelerde büyük bir hekim sıkıntısı yaşanmaya başlanmış, personeller savaş tehdidi nedeniyle göç etmek zorunda kalmış ve bu özel hastaneler devlet hastanesinin yokluğunda oradaki halka sağlık hizmeti vermeye çalışan bazı çalışmaları yürütmeye çalışmıştır.

Yine, üçüncü basamak sağlık hizmetinde ise, Afrin'de yaşayan halk daha çok Halep'teki üniversiteden bu ihtiyacı karşılayacak şekilde hizmet görmüş. Ancak, şu anda Halep'te de yoğun çatışmalı bir süreç olduğu için, üniversite hastanesinin tedavisini gerektiren hastalar üçüncü basamak sağlık hizmetlerinden de hiçbir şekilde faydalanamaz duruma gelmişler.

Demin özetlediğim tablo içerisinde, belediye hizmetleri savaş koşullarından dolayı aksadığı için çöplerin toplanması, suların klorlanması, bu mevcut non-hijyenik koşullarda, özellikle haşerelerle, böceklerle mücadele konusunda ciddi birtakım sıkıntıların olduğunu heyet tespit etmiş.

Yine, sık elektrik kesintileri nedeniyle, sık olarak kullanılan jeneratörler nedeniyle yoğun bir karbonmonoksit salınımının insan hayatını tehdit edecek düzeyde Afrin'de sürekli gündemde olduğunu tespit etmiş.

Kamışlı'da ve yine Kobani bölgesinde de heyetin yapmış olduğu incelemelerde aşağı yukarı benzer tablolar var, yani tam bir insani dramı anlatan bir tablo. Giden bağımsız heyet bu insani dramın Türkiye kamuoyunda bilinmesi, bir farkındalık yaratılması ve Hükûmet nezdinde de gerekli olan insani yardımın yapılması amacıyla bu çalışmayı yapmış.

Zamanımız olursa diğer şehirlerdeki ayrıntılarla ilgili de ben bilgi vereceğim ancak konuşmamın başında özellikle Suriye politikasıyla ilgili bazı konulara değinmiştim.

Hatırlarsanız,  o dönem, Suriye politikasıyla ilgili partimiz dışında konuşan neredeyse her siyasi partinin temsilcisi Suriye'deki yeni durumda en büyük tehlikenin Türkiye'nin güneyinde oluşan 900 kilometrelik bir sınır hattı olduğunu, bu Kürt bölgesinin, bu bölgenin Kürtlerin eline geçmesinin Türkiye'nin egemenliği açısından ciddi bir risk oluşturduğunu söylemişti. Bu şekilde oluşan bir yapay korku üzerinden Hükûmet de bugüne kadar aslında Rojava Kürtlerine, Suriye Kürtlerine yapması gereken yardımı yapmamıştı.

Bakın, o dönemden bugüne kadar uzun bir süre geçti. Bu yaratılan korku imparatorluğunun, yaratılan korku sınırı paranoyasının ne kadar boş ve anlamsız olduğu ortaya çıktı çünkü oradaki Kürtlerin Türkiye halkıyla, Türklerle herhangi bir sorunu olmadığını, tarihten gelen ortak bir kaderin belirlemiş olduğu kardeşlik kültürü dışında herhangi bir düşmanlığın olmasının mümkün olmadığını da bizler defalarca burada dile getirmiştik.

Bakın, geçen süreç içerisinde Suriye sınırında Akçakale'de maalesef sınırın bu tarafına yapılan top atışları neticesinde vatandaşlarımız yaşamını yitirdi.

Yine sınırın değişik noktalarında ve en son olarak da Reyhanlı'da yapılan saldırılarda 50'ye yakın insanımız, 50'ye yakın vatandaşımız hayatını yitirdi. Ancak, bu süreç içerisinde özerkliğe doğru giden Kürt bölgesinden, bu 900 kilometrelik sınır hattından Türkiye sınırına yapılmış olan tek bir fiilî saldırıyı ve bu saldırıların neticesinde yaşamını yitirmiş tek bir vatandaşı hiçbir milletvekili buradan gösteremez ancak o dönemde oluşturulan korku algısı, oluşturulan bir paranoid ruh hâli o kadar belirgin ki, biz hâlâ oradan gelecek bir potansiyel tehlike üzerinden Suriye Kürtlerini, Rojava Kürtlerini bahsetmiş olduğum bu yetersizlikler üzerinden terbiye etmeye çalışıyoruz. Bu yaklaşımı kabul etmemiz mümkün değildir. Türklerle Kürtler arasında tarihin hiçbir döneminde bir düşman hukuku olmamıştır, bundan sonra da olmaması gerektiği inancındayız.

Suriye'de gelişen denklem içerisinde Kürtler ne Esad'dan yana ne Özgür Suriye Ordusu'ndan yana bir tavır göstermeyerek kendi öz örgütlülükleriyle, öz güçleriyle özerk bir yapılanmayı, özgür bir yaşamı hedefleyen bir çalışma ortaya koymuşlardır ve bu özerk yaşamı oluştururken de bütün bahsetmiş olduğumuz şehirlerde Asuri, Süryani halkından tutalım da gayrimüslimlere kadar, Sünni Araplardan tutalım da Şii Müslümanlara kadar tamamının halk meclislerinde söz sahibi olduğu bir yönetim modelini ortaya çıkarmayı başarmışlardır. Bu, son derece saygı duyulması gereken bir noktadır. Ekonomik ambargolarla bu kazanımı geriye çevirmeye çalışmak, insani yardım koşullarını esirgeyerek oradaki halkı iradesi kırılacak şekilde bir izolasyona tabi tutmak, her şeyden önce, yapılabilecek en büyük yanlıştır.

Bakın, demin, bu illerin tamamında nüfusun arttığından bahsettim çünkü burada Kürtler kendi öz güçleriyle ne Esad'ın katliam yapmasına izin veriyorlar ne de halka karşı Özgür Suriye Ordusu'nun bu katliamları hayata geçirmesine izin veriyorlar ancak hâlâ insani yardım konusunda uluslararası bir desteğe ve en önemlisi de hemen yanı başında olan tarihî kardeşlik hukukunun olduğu Türkiye devletinin desteğine şiddetle ve ivedilikle ihtiyaç duymaktadırlar. Aşının, ilacın, insani yardımın milliyeti olmaz.

Değerli milletvekilleri, Suriye'deki Kürt çocuklarının aşı yokluğundan dolayı bulaşıcı hastalıklardan ölmesi hiçbir milliyetçilik duygusunu tatmin etmez, herhangi bir ülkenin güvenliğiyle ilgili herhangi bir sonucu da açığa çıkarmaz. Daha önce yapmış olduğumuz görüşmelerde de bunları defaatle belirtmemize rağmen, hâlâ ilaç konusunda, aşı temini konusunda, Türkiye, Suriye'den gelen mültecilere gösterdiği doğru tutumu ortaya koyacak şekilde bir insani yardım elini uzatmamıştır.

Ben, buradan, hem Dışişleri Bakanına hem de Sayın Sağlık Bakanımıza sesleniyorum, Afrin'de, Kobani'de, Kamışlı'da, bir bütün olarak Rojava'da yaşayan Kürtlerin tamamının yaşamış olduğu bu insanlık dramına artık kayıtsız kalmayın diyorum. Özellikle ilaç konusu ve aşı konusunun bir an önce çözülmesi gerektiği, bu konuda Hükûmetin sorumlu yaklaşması gerektiği çağrısını yinelemek istiyorum.

Bakın, değerli milletvekilleri, sınır bölgesinin diğer tarafında oluşacak bir salgın hastalık riski bu tarafı da etkiliyor. Örneğin Ceylânpınar'ın karşısında, Serekaniye dediğimiz, Resulayn dediğimiz şehirde, şu anda bu belediye hizmetlerinin eksik yapılmasından dolayı ciddi düzeyde artan bir böcek popülasyonu, sinek popülasyonu var ve Ceylânpınar Belediyemiz, ilk defa "Biz bu yaz boyunca ilaçlama yapmamıza rağmen, Ceylânpınar'da bu sineklerle, bu böceklerle baş edemeyecek bir noktaya geldik." diyor.

Şimdi, biz Hükûmetle yapmış olduğumuz görüşmelerde şunu da söyledik: "Siz yapmıyorsanız bizim yapmamıza izin verin. Olabilir yani, milliyetçilik duygularınız insani bakış açısının önüne geçebilir, bu anlatmış olduğumuz hususlara güvenmeyebilirsiniz, yapmak istemeyebilirsiniz, ama izin verin, oradaki çöpleri bizim belediyelerimiz, Ceylânpınar'daki, Nusaybin'deki, Kızıltepe'deki, Suruç'taki belediyelerimiz gidip toplasın, orada gerekli ilaçlamaları yapsın, orada suların gerekli klorizasyonunu yapsın, bu şekilde Ceylânpınar'da, Kızıltepe'de, Nusaybin'de yaşanan sorunun da önüne geçmiş oluruz dedik." Ancak, maalesef bugüne kadar belediyelerimizin yapmak istediği bu hizmetlere yönelik de herhangi bir müsaade yine AK PARTİ Hükûmeti tarafından verilmemiştir. Dolayısıyla da, oradaki tablo her geçen gün ağırlaşmakta, her geçen gün sınırın bu tarafını da etkileyecek şekilde hepimizin sağlığını, hepimizin geleceğini tehdit edecek bir düzeye varmaktadır.

Bakın, Suriye Kürdistan'ında yılan sokması ve akrep sokması neticesinde yaşamını yitiren pek çok vatandaş oldu. Çünkü bu iki olguya karşı, iki vakaya karşı kullanılması gereken panzehirler şu anda o coğrafyada bulunmuyor. Bunun için defalarca yine girişimler yapmamıza rağmen bu konuyla ilgili yine AK PARTİ Hükûmeti bugüne kadar kendi üzerine düşen insani sorumluluğun gereğini yerine getirme noktasında maalesef sınıfta kaldı.

Biz, tabii, bu konuşmayı yaparken, burada bu bilgilendirmeyi yaparken birilerini suçlama, işte Hükûmeti mahkûm etme amacıyla bunları yapmıyoruz; var olan yanlıştan bir an önce geri dönülmesi ve bu konuda bir insani duyarlılık, bir insani erdemin gösterilmesi amacıyla bunları Genel Kurulun bilgisine sunuyoruz. Özellikle yürüyen çözüm süreci, yürüyen yeni süreçle beraber bir bütün olarak Orta Doğu'daki Kürtlerle ilgili algınızın da artık değişmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Sınırın diğer tarafında size düşmanlık besleyen bir halk yoktur ve olmayacaktır ancak şu anda insani yardımınıza ihtiyacı olan bir halk vardır ve tarih önünde bu insani yardımı yapmanız bizce bin yıllık kardeşlik hukukunun gereğidir diyoruz.

Ben, bu bilgilerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum, sağ olun.