GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BİR ÜNİVERSİTE ADI İLE BİR İLÇE ADININ DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA
Yasama Yılı:4
Birleşim:10
Tarih:30.10.2013

MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bir Üniversite Adı ile Bir İlçe Adının Değiştirilmesi Hakkında 1783 esas numaralı Kanun Teklifi'nin 2'nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Önce şunu söyleyeyim: Eğer söylenenleri yargılama amacıyla dinlerseniz algılama imkânınız olmaz. O bakımdan, yargılamaktan daha çok algılamaya, anlamlamaya ve anlamlandırmaya yönelik bir bakış açısı bizi doğru bir istikamete götürecektir.

Demin "millî" ile ilgili bir tartışma aramızda geçti. Onu kısaca bir açıklamak istiyorum. Nedir bu? Niçin dünya üzerinde herkes kendisinden başlayan çıkarlarının savunucusudur? Bu, eşyanın doğası ve tabiatı gereğidir. Hatta bilimi de bu anlamda değerlendirmek gerekiyor. Yunus Emre "İlim, ilim bilmektir; ilim kendin bilmektir; sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır." diyor. Dolayısıyla, kendinizi bilmeden Allah'ı da bilemezsiniz, başkasını da tanıyamazsınız. İşe kendimizi bilmekten başlamamız gerekiyor.

"Eğitimde yakından uzağa, eğitimde somuttan soyuta" diye ifade edilen ilke de aslında bunu anlatıyor ve bunu aktarıyor. Yakınınızdakini bilmezseniz uzağı anlayamazsınız. Siz eğer somutu bilmezseniz soyutu kavrayamazsınız. İşin doğasında bu vardır, eğitim, pedagojik sistem de zaten bunun üzerine oturmaktadır.

Ulusların çıkarları da, aynı şekilde, aynı biçimde değerlendirilir. Kendi çıkarını savunmayan, kendi çıkarından yola çıkmayan, kendi bastığı dalı, yattığı toprağı, tuttuğu bayrağı tanımayanın, başkasının toprağını, başkasının bayrağını, başkasının değerlerini algılama ve anlaması da söz konusu olmaz. Böyle insanlar aslında kişilik geliştiremezler, tabir yerindeyse bir maymun psikolojisi içerisinde bir o daldan bir bu dala atlar giderler.

Dolayısıyla, dünyada kendi kökleri üzerinden başlamayan hiçbir olgu yok. Anadolu'da bir söz vardır, "Evinden başla mahalleni yen, mahallenle bir ol kentini yen, kentinle bir ol ülkeni yen, ülkenle bir ol dünyanı yen." şeklinde söylenir. Burada da aynı şey söz konusudur ve aynı mantıkla hareket edilir. Onun için "Ben evrenselim..." Sen millî olmadan, sen yerel olmadan, sen bölgesel olmadan evrensel olamazsın. Evrensel olanlar hep kendi ayakları üzerinde yükselen, kendi özgürlükleri üzerinden özgürlüğü yakalayanlar olmuştur. Mevlâna'ya bakın, Yunus'a bakın, Cizreli Ebul İz'e bakın, bunların hepsi, biraz önce de ifade ettiğim gibi, yerel, bölgesel, ulusal, evrensel bir seyir izlemiştir. Onun için, bu sistemi, şu veya bu demagojik veya güncel ihtiyaçlar için değiştirip dönüştürerek açıklama imkânına sahip olamazsınız.

Bunu söyledikten sonra şunu ifade edelim: Millî Edebiyat'ın ortaya çıkmasında "Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken/ Söylenmemiş bir masal gibi Anadolu'muz/ Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken/ Sana uğurlar olsun, ayrılıyor yolumuz." diyor şair. Dolayısıyla kendi şarkısını, kendi türküsünü, kendi kimliğini, kendi yer altı kaynağını, kendi yer üstü kaynağını, kendi değerlerini içselleştirmeyen ve onun farkında olmayan, ondan aldığı güçle dünyayı yeniden şekillendirmeyen, bakmayan bir anlayış hasarlı bir anlayıştır; bunun özellikle altını çiziyorum.

MEHMET METİNER (Adıyaman) - Bizi mi işaret ediyorsun?

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - Herhâlde seni değil.

Şimdi şunu söylemek istiyorum: "Türk" kelimesine inatla ve ısrarla ırki bir anlam yükleyerek onun üzerinden hesap yapanlar bu ülkeye ihanet edenlerdir, bu ülkeye bölücülük yapanlardır. Ben size şunu söylüyorum: Irkçı olsak çıkar buradan ırkçıyız deriz kardeşim, hiç kimseden de korkmayız. Biz "Türk" kavramını, sizin kafanızdan geçirdiğiniz ya da tasarladığınız şekilde anlamak ya da anlamlandırmak zorunda değiliz. "Türk" kavramı kültürel bir kavramdır ve bu kavram, bu milletin tamamını içselleştiren bir noktada ve durumdadır. Bakın, "Türk" kelimesi...

METİN KÜLÜNK (İstanbul) - Kimin tarif ettiği "Türk" kavramı?

ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - Bir defa imparatorluk bakiyesi olan bir ülkeden ırkçılık çıkmaz, Müslüman olan bir ülkeden ırkçılık çıkmaz. Bir toplum eğer İslam inancına sahipse Arap'ın Fars'a üstün olmadığını bilir ve dolayısıyla hem "Müslüman'ım." diyen hem de dar bir etnik kavram içerisinde kendisini sıkıştırarak bu kavramla kendini ifade eden bir kişi olamaz; bu, kendi kendisiyle çelişir. Ve bu tarihî müktesebata baktığınız zaman, Türkler kurduğu bütün tarihî yapılarda, organizasyonlarda etraflarına aldıkları onlarca, yüzlerce aşireti, farklı etnik yapıları, farklı mezhep yapılarını, hatta farklı dinleri bir araya toplayarak onlarla beraber hareket etmişlerdir, onlara da "milletimiz" demişlerdir ve kendilerinden farklı saymamışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu'na bakın. Benim oturduğum mahalle Sokullu Mehmet Paşa Mahallesi ve biz Sokullu Mehmet Paşa Mahallesi'nde oturmaktan hiç rahatsız değiliz. Şuralara bir bakın, Abdullah Cevdet'iniz var, Ziya Gökalp'iniz var, var da var. Bunların içerisinde hangisi soyutlanmış, "Sen falanca etnik yapıdansın." diye devre dışı bırakılmış? Bunların hiçbiri yok. Ufak tefek bir iki sloganı veya tarihin bazı dönemlerinde bazı şartların dayatmasıyla ifade edilen bazı talihsiz söz ve söylemleri bir kuralmış gibi, bir yasaymış gibi, uzun süre uygulanmış bir yöntemmiş gibi esas alarak bunların üzerinden "'Türk milleti' ırki bir kavram ifade ediyor ve dolayısıyla da 'Ben niye Türk varlığına armağan edeyim?'" şeklinde bir anlayış içerisinde âdeta bir eleştiri getiriliyor. Yok böyle bir şey.

Bir millet hiçbir zaman bir başka grubun, bir başka toplumun dayatması altında, tehdidi altında, blöfü altında, şantajı altında varlığını sürdüremez. Milletin varlığını sürdürmesi kendi iradesini, kendi düşünce ve kültürel altyapısını sağlıklı bir biçimde oturtarak ve onun üzerinden hareket ederek bir hedefe varması söz konusu olmaktadır.

Demokrasi, halkların kaderlerini tayin etmenin adıdır. Demokrasi, zaten halkın kendi kendini yönetmesi demektir. Dolayısıyla, ne halkın kendi kaderini tayin etme hakkından bahsediyorsunuz. Zaten halk kendi kaderini tayin etmiş, zaten halk kendi kendini yönetiyor. Şimdi bunun içerisinde devlet içinde devlet, millet içerisinde millet, dil içerisinde dil, sınır içerisinde sınır koyamazsınız, böyle bir şey düşünemezsiniz. Çıkıp buraya sabahtan akşama kadar bölücülük veyahut o anlama gelen yaklaşımlar içerisinde hareket ederek birtakım değerlendirmeler yapmanın yalnızca o değerlendirmeleri yapanları bağladığını buradan özellikle yüksek sesle ifade etmek istiyorum.

Hacı Bektaşi Veli konusuna geldiğimizde şunu söylemem lazım: Biraz önce de ifade etmiştim, madden fethettikleriniz tarafından manen fethedilmemek için Hacı Bektaşi Veli gibi, Yunus Emre gibi, Satuk Buğra Han gibi birtakım "kutb" dediğimiz, "hünkâr" dediğimiz, "veli" dediğimiz insanlara ihtiyaç vardır ve bu insanlar da tarihî süreç içerisinde gerçekten bu görevleri yerine getirmişlerdir.

Bakın, Hacı Bektaşi Veli'den birkaç şey size söylemek istiyorum. Diyor ki: "İncinsen de incitme." Şu sözdeki asalete bakın, derinliğe bakın, fedakârlığa ve feragate bakın.

Diyor ki: "Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değildir."

Yine diyor ki: "Marifet ehlinin ilk makamı edeptir." Hani "Edep ya Hu!" diyoruz ya, işte onu söylüyor.

Yine o "Benim üç iyi dostum vardır. Ben bu dünyadan göçünce biri evde kalır, biri yolda kalır, biri de benimle gelir. Evde kalan malımdır, yolda kalan hısımlarımdır, benimle gelen de iyiliğimdir." der.

Allah sevgisi, insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım, toplumsal barış, dürüstlük Hacı Bektaşi Veli'nin temel aldığı ilkelerdendir. Dolayısıyla, onun bir üniversiteye isminin verilmesi doğru yolda atılmış bir adımdır ama bunu getirip "demokratik" diye, demo amaçlı paketin içerisine koymak ise talihsizliktir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)