| Konu: | ÜLKEMİZİN ULUSAL GÜVENLİĞİNİ YENİ TEHLİKELERE MARUZ BIRAKAN, SİYASİ VE EKONOMİK ÇIKARLARINA ZARAR VEREN, DÜNYADAKİ KONUMUNU GİDEREK AŞAĞI ÇEKEN HATALI DIŞ POLİTİKA İCRA ETTİĞİ İDDİASIYLA DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİ NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 26 |
| Tarih: | 09.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Sayın Başkan, konuşmama başlamadan önce, dünyadaki bütün ezilenlerin, özgürlüklerinden yoksun bırakılan bütün halkların parlayan güneşi, parlayan yıldızı Madiba'nın, büyük anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Kabilesi ona "Madiba" ismini takmıştı, Nelson Mandela. O, bütün halkların, özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren dünyadaki herkesin ilham kaynağıydı, aramızdan ayrıldı ama onun mücadelesi bizlerin mücadelesinde yaşayacak.
Çok değil... Sayın Mandela, Atatürk Barış Ödülü kendisine tevdi edilirken Türkiye'de Kürtlerin ve diğer bütün ezilenlerin, demokrasi güçlerinin karşılaştığı baskıya karşı, bu baskıcı tutumlar nedeniyle bu ödülü reddetmişti ama ertesi gün, Türkiye'nin ulusal basını, dünyada örneği görülmeyecek kadar büyük bir ırkçılıkla, şovenizmle Mandela'ya saldırmıştı, onun mücadelesine saldırmıştı. Ölümüyle birlikte aynı basın şimdi övgüler düzüyor; bunu da halkımızın, Türkiye kamuoyunun, dünya kamuoyunun vicdanına sunuyorum bu tutumu.
Değerli arkadaşlar, içerideki tutumunuz ne ise, içeride güttüğünüz politikalar ne ise dışarıda da aşağı yukarı aynı politikayı güdüyorsunuz, aynı politikaları yaşama geçiriyorsunuz. Tabii, iktidar partisi olarak bu politikaları belirlemek, hayata geçirmek sizin göreviniz, bizim bu konuda bir itirazımız yok. Bizim itirazımız, sizin politikalarınıza karşı muhalefetin eleştirilerine kulağınızı kapatmanızadır.
Bakın, bizi bir aile olarak görüyorsunuz. Biz de hasbelkader -biz Kürtler- bu Parlamentoda Kürtler adına temsilini bulan BDP'liler ve ona bağlı olarak burada bulunan bloku hep küçümsediniz, her fırsatta enseye tokat yapmaya çalıştınız ve dışladınız, dışlamaya da çalışıyorsunuz yani aile içi şiddet uyguluyorsunuz aslında. Biraz önce 3 kardeş nasıl birleştiniz, BDP'nin görüşünün raporda yer almaması için nasıl bir araya geldiniz, nasıl bir şiddet uyguladınız. Evet, şiddetti. Nasıl bir şiddet uyguladınız 3 kardeş. 3 büyük kardeş yine üzerimize geldiniz ve hukuka, Anayasa'ya, İç Tüzük'e aykırı bir karar aldınız. Oysa gündemde olmayan bir işi ve işlemi Başkan Vekilinin zoruyla, dayatmayla, AKP'nin dayatmasıyla -hangi korkularla tabii biz bunu AKP'nin getirdiğini iyi biliyoruz, anlıyoruz da- bir aile içi şiddet uyguladınız ve muhalefet şerhimizin raporda yer almaması için karar çıkardınız. Bizim açımızdan ve Türkiye'deki demokrasi güçleri açısından, sizin aldığınız bu karar yok hükmündedir ve biliyor musunuz ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bu Parlamentonun tarihinde bir muhalefet partisinin yazdığı bir şerhi çıkardınız. Hepiniz aslında, yarın İnsan Hakları Günü, 10 Aralık İnsan Hakları Günü ve 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde, o günü kutlarken, onun arifesinde düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırdınız, fikir özgürlüğünü ortadan kaldırdınız. Oysa bizim şerhimiz, bizim partimizin politikalarını, bizim partimizin parti programını, bizim partimizin fikirlerini yansıtır. Hiç kimsenin haddine değildir onları yasaklamak, onları çıkarmak. Siz çıkarsanız bile o fikirler, o düşünceler bizim partimizin mücadelesi ile bütün halklarımıza, Türkiye halklarına zaten mal olacak. Temel problem de budur, sizin bu davranış tarzınızdır. Evde aile içi şiddet uygulayacaksınız, dışarıda demokrat görüneceksiniz! Evde bu kadar aile içi şiddet uygularken, bu kadar insan öldürürken, işkence yaparken, temel özgürlükleri yok sayarken komşularınızın bunu duymazlıktan geldiğini, dünyanın bunu duymayacağını düşünmeniz ise büyük bir aldatmacadır.
Bakın, aile içi şiddete bir örnek daha verelim: Birkaç gün önce Yüksekova'da, bizim "Gever" dediğimiz Yüksekova'da Reşit ve Veysel İşbilir isimli 2 yurttaşımız, 2 sivil insan polis kurşunuyla -biri alnından, biri de tam göğsünden- vuruldu ve yaşamlarını kaybettiler. Hükûmetten uygulanan bu şiddete karşı tek bir açıklama, tek bir soruşturma, bunun yanlışlığını dile getiren tek bir açıklama duymadık değerli arkadaşlar. Şimdi, Bemal Topçu, yine bu cenazeler kaldırılırken polisin silahlı saldırısı sonucu yaşamını kaybetmek üzere, bugün Van'da ölümle mücadele ediyor. Belki, biz konuşurken burada o insan orada ölecek. Oysa yaptığı şey, hakları ve özgürlükleri için yürümekti, demokratik bir hakkı kullanmaktı. Şimdi, Hükûmetin bu konuda bize cevap vermesi gerekiyor. Gerçekten, Yüksekova olayını biz demokratikleşme ve çözüm sürecine yönelik büyük bir provokasyon olarak değerlendiriyoruz. Bu provokasyonu gerçekleştirenleri siz hâkim önüne, yargı önüne çıkaracak mısınız, yoksa üstünü örtecek misiniz? Üstünün örtülmemesi için biz elimizden geleni yapacağız, halkımızla bunun hesabını soracağız ama üstünü örterseniz bunu sizden bileceğiz, üstünü örtmezseniz demek ki siz o polisin kime bağlı olduğunu, o polisin kimden talimat aldığını, o polisin nerelerden etkilendiğini bilerek kamuoyuna açıklarsınız ve böylece hem süreç karşısında hem de o ölen 2 yurttaşımızın hakkı açısından samimi davranmış olursunuz.
Değerli arkadaşlar, 25 Şubat 2005'te, Sayın Başbakan Ulusa Sesleniş konuşmasında Türkiye'nin yeni dış politika konseptini kamuoyuna açıkladı, kamuoyuyla paylaştı ve bu konsepti 3 ayak üzerine oturttu; tekrar hatırlatalım size. Başbakan şöyle diyordu: "Stratejik derinlik yani tarihsel ve coğrafi olarak, çok boyutlu dış politika ve merkez ülke olma vizyonu." Bu 3 temel kavram üzerinden dış politikasını açıklıyordu. Tabii, bu konsepte göre, "Avrasya yani Asya ve Avrupa'nın ve kısmen de Kuzey Afrika'nın merkezinde yer alan Türkiye, bölgeyle olan tarihsel bağları etkin bir diplomasi ve çok boyutlu ilişkiler ağıyla birleştirilebileceği takdirde küresel bir güç olma imkânına sahiptir." diyordu Sayın Başbakan. Türkiye'nin bu dış politikayla hem kendi bölgesinde... Hem de bölgesindeki güç olursa küresel düzeyde de güç olur perspektifini ortaya koymuştu.
Devam ediyoruz. Bu konsepte göre, Dışişleri Bakanlığı Türkiye'nin yeni bir dış politika vizyonu olduğunu 2 temel tespite dayanarak ortaya koyuyordu. Bir: "Türkiye, Avrupa Birliği, Orta Doğu ya da Orta Asya'nın çevre ülkesi değildir, bu coğrafyanın periferisinde yer alamaz; 3 kıtaya yayılan geniş bir coğrafyayı etkileme gücüne sahiptir, Türkiye merkez ülkedir." saptamasında bulunuyordu.
Yine, devam edelim değerli arkadaşlar. Yukarıda bahsedilen bütün bu konular Sayın Ahmet Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" kitabında yer alıyor; bütün bu ilkeler, bu yaklaşımlar. Bunu, bu kitabı okuyanlar bilirler. Sayın Ahmet Davutoğlu'nun teorize ettiği, "Stratejik Derinlik" isimli kitabında ortaya koyduğu bu yaklaşımı Türkiye bir dış politika yaklaşımı olarak, stratejik bir değişim ve dönüşüm olarak algıladı ve yeni bir dış politika uygulamaya başladı.
Yine, Sayın Davutoğlu'nun kişisel akademik kariyerine, onun dış politikaya yaklaşımlarına elbette saygı duyuyoruz. Bir akademisyen olarak kendisi iyi bir teorisyen olabilir ama -Sayın Davutoğlu, lütfen bizi affedin ama- dış politika için çizdiğiniz bu stratejik yaklaşım, yine, Türkiye dış politikası için öngördüğünüz bu ilkesel yaklaşımlar maalesef sizin dış politika pratiğinize yansımıyor. Sizin çerçevesini çizdiğiniz, hayal gücünüzü zorlayan, hepimizin hayal gücünü zorlayan dış politika yaklaşımınız ile dünya gerçekliği farklıdır. Dünya farklı yöne koşuyor, dünyada farklı gelişmeler, farklı yaklaşımlar var ve bu yönüyle maalesef Türkiye dış politikası maceracı, müdahaleci ve kendi uyguladığı politikalarla çelişen, ortaya koydukları stratejiyle çelişen bir yaklaşım, bir pratik sergilemesi tabii ki bizim ve muhalefet partilerinin de tepkisini, eleştirilerini alıyor.
Değerli arkadaşlar, isterseniz tek tek, sırayla gidelim. Örneğin -benden önceki hatipler de dile getirdi- Türkiye'nin sıfır sorun politikası... Bu politika, komşularıyla barış içinde yaşama, komşularla var olan sorunları konuşarak, diplomasi yöntemiyle giderme yaklaşımı elbette ki hepimizin arzu ettiği bir yaklaşımdır. Biz, hiçbirimiz Türkiye'nin komşularıyla savaş hâli yaşamasını, Türkiye'nin saldırgan, askerî bir politikayla komşularıyla savaşın eşiğine gelmesini istemeyiz. Türkiye'nin kendi bölgesinde bir barış adası olmasını savunuruz. Dış politikanın, esasında bu ilkeler etrafında oluşturulmasını isteriz, arzularız. Bizim dış politikaya ilişkin önerilerimizde, yaklaşımlarımızda, Türkiye'nin kendi bölgesinde elbette ki bir güç olması, elbette ki Türkiye'nin kendi bölgesini etkilemesi gereğini vurguluyoruz ama saldırganlıkla, zaman zaman fırsatçılıkla, zaman zaman yanlış uygulanan politikalarla Türkiye'nin konumunu sıradan bir Orta Doğu ülkesine dönüştüren şekilde değil.
Türkiye neyiyle güç olabilir? Türkiye içeride sağlayacağı barışla güç olabilir. Türkiye neyiyle örnek olabilir? Türkiye Avrupa Birliği standartlarında, evrensel hukukun öngördüğü çerçevede bir demokrasiye, eşitliğe ve özgürlüğe kavuşursa ancak kendi bölgesinde güç olabilir. Türkiye nasıl güç olabilir? Türkiye uygulayacağı demokratik ekonomik politikalarla kendi bölgesinde güç olabilir. Yoksa fırsatçı yaklaşımlarla, kimi pragmatik yaklaşımlarla Türkiye kendi bölgesinde güç olamaz.
Bu nedenle "sıfır sorun" politikası elbette ki çökmüş, deyim yerindeyse romantik bir düşünce olarak kalmaktan başka bir işe yaramadı. İşte Suriye'yle olan ilişkiler ortada, Irak'la olan ilişkiler ortada, İran'la olan ilişkiler ortada.
Eğer bugün Orta Doğu'da bölgesel bir güçten söz edeceksek, emin olun, bölgesel güç İran'dır. Bu kadar çelişki ve bu kadar çatışmanıza rağmen İran'ın bugün özellikle nükleer programıyla ilgili olarak 5+1 ülkeleriyle yani Batılı ülkelerle gerçekleştirdiği görüşmeleri de İran açısından diplomatik bir zafer olarak değerlendirebilirsiniz. Sizin bundan pay çıkarmanız, İran'la ilişkilerinizin iyileştirilmesi anlamına da gelmez.
Rusya'yla hakeza öyle. Rusya'yla ne kadar tek taraflı, bağımlı bir ilişkimiz olduğunu biliyoruz hepimiz. Bugün Rusya gazı kestiğinde, bu ülkenin her yurttaşının nasıl üşüyeceğini herhâlde en çok Sayın Davutoğlu ve Hükûmet biliyor. Bu nedenle, örneğin Rusya'yla kişilikli, gerçekten eşit düzeyde yürütülen bir dış politikanın olmadığını da iyi biliyoruz. Bunu, özellikle Rusya, İran ve Çin üçlüsünün Suriye konusundaki politikalarının etkinliğini de göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye'nin bu konuda dış politika açısından sınıfta kaldığını söyleyebiliriz.
Yine, değerli arkadaşlar, bir Medeniyetler İttifakı vardı, bilmiyorum ne oldu. Sayın Bakan bize bu konuda bilgi verirse çok seviniriz. Sahi, Medeniyetler İttifakı ne oldu? Medeniyetler İttifakı bir taraftan sürdürülürken öte yandan Suriye'deki gelişmelere sadece Sünni eksenden yaklaşırsanız, ihvan penceresinden bakarsanız ve bu konuda yaşanan bütün sorunları bu eksende ele alırsanız elbette ki Medeniyetler İttifakı politikanızın da yine burada -kusura bakmayın ama- romantik bir düşünceden öteye gitmediğini söylemek zorundayız.
Değerli arkadaşlar, Arap Baharı sonucu oluşan denklem, stratejik olarak aktif dış politika uygulaması konusunda, Dışişleri Bakanlığının ve Sayın Davutoğlu'nun sürdürdüğü bu aktif stratejik dış politika, bunda da inandırıcılıktan uzak bir dış politika uygulanıyor bugün. Çünkü özellikle Suriye konusundaki müdahaleci yaklaşımları, ayrımcı yaklaşımları, Suriye'nin Kürtlerine farklı yaklaşım, Suriye'nin Sünnilerine farklı yaklaşım, Suriye'nin Şiilerine farklı yaklaşım, Suriye'nin diğer bütün halklarını oluşturan halklara mesafeli yaklaşım, bunun yerine kimi El Kaide bağlantılı örgütlerle ilişki içinde olmak, diyalog içinde olmak Türkiye'ye kazandırmaz, ancak uzun vadede kaybettirir.
Özellikle, Rojava Kürdistan konusunda bizim ısrarlı olarak yaklaşımlarımız, eleştirilerimiz vardı. Biz bu inancımızı yeniden dile getirmek istiyoruz. Bakın, değerli arkadaşlar, Kürtler ne Esed'den yana tavır aldılar... Çünkü eğer Suriye'de bir başkaldırı, bir direniş varsa bunu ilk başlatan, ta 94'lerde ilk başlatan Kürtlerdir, eğer bu rejimin bir kurbanı varsa bunun ilk kurbanlarından birisi de Kürtlerdir, bunu unutmayın. Ve Kürtler orada birliklerini sağladılar, "Yüksek Kürt Konseyi" adı altında bir üst birlik kurdular; kendi topraklarını, evet, kendi topraklarını korumaya aldılar. Bugün kadınlı erkekli bir şekilde Rojava Kürdistan'da kendi topraklarını, kendi insanlarını, kendi namuslarını korumak için canla başla mücadele ediyorlar ama siz ne yaptınız? Ceylânpınar'da El Kaide güçlerini, El Nusra güçlerini Kürtlere saldırttınız. Kürtler büyük bir direnişle, tarihî bir direnişle, belki bütün Batılı değerler adına bu saldırıları defetti, bu saldırılara nihayet verdi çünkü orada haklı bir mücadele vardı çünkü orada hakkı için ayağa kalkmış bir halk gerçeği vardı ve bu halk gerçeğini sizin durdurmanızın imkânı yoktur.
Bizim söylediğimiz şey şudur: Eğer Türkiye gerçekten Suriye halklarına eşit davranırsa, Suriye'deki bütün inançlara eşit davranırsa ve Suriye'deki uyguladığı ayrımcı politikalarına son verirse, Kürtlerin orada kurmak istediği otonomi, öz yönetim bütün Suriye için bir örnek teşkil edebilir, Suriye sorununun çözümü için gerçekten iyi bir başlangıç olabilir ve Türkiye açısından da aslında 900 küsur kilometrelik sınırlarının gerçek güvencesi, güvenliği olabilir. Yani Kürtlerin orada oluşturduğu yönetim, esasında Türkiye için güvenlik yönetimidir. Sizin için iyi bir komşu olma adına Suriye Kürtleri her zaman sizden yana tavır koydular, diyalog ve iletişim içinde olmayı istediler. İşte Sayın Salih Müslim birkaç kez Türkiye'ye geldi, birkaç kez Suriye'den gelen heyetler Türkiye Dışişleri Bakanıyla ve diğer yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdiler. Bütün bu görüşmelerde söylediği şey şudur: "Bizim Türkiye'ye ilişkin karşı bir tutumumuz söz konusu değildir. Biz, Türkiye'yle iyi komşuluk ilişkileri geliştirmek istiyoruz. Biz örneğin, Türkiye'nin, insani yardımın Kürdistan bölgesine, Rojava Kürdistanı'na girmesi için yardımcı olmasını, kapılar açmasını istiyoruz." dediler. Doğrudur, sınırda uygulanan sıfır nokta politikasıyla BDP'nin belediyeleri aracılığıyla halkımızın topladığı kimi yardımlar sınırlı da olsa bu bölgeye ulaştırıldı ve bu konuda Hükûmet gerçekten olumlu bir tavır sergiledi. Sayın Dışişleri Bakanı olumlu bir tavır sergiledi, teşekkür ediyoruz. "Bu yetmez." diyoruz ama. "O bölgedeki sınırların -çünkü Kürt bölgeleri de bir bütün oluşturmuyor orada, birbirinden ayrı, izole edilmiş durumdalar- hiç olmazsa Türkiye'ye denk düşen bölümlerinde insani yardımların oralara ulaştırılması için yardımcı olun." dedik çünkü oradaki insanlar size düşman değil, kurdukları yeni yönetimle Türkiye'ye bir hasmane tutum içinde değiller. Bunun için bizler elimizden gelen çalışmaları yapacağız, bu konuda çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Bir de Cenevre-2'ye Kürtler katılmak istiyor, kendi adlarına katılmak istiyorlar.
Şimdi, biz insani yardım talebinde bulunduğumuzda hem Türkiye Dışişleri Bakanlığı hem de uluslararası güçler, bizde merkezi Gaziantep'te olan bir yardım kuruluşuna, ÖSO'ya bağlı, Suriye muhalefetine bağlı bir büroya yönlendiriyorlar. Ama, emin olun arkadaşlar, Sayın Bakan da burada, o büro şu ana kadar bütün Kürtlerin, Suriye Kürtlerinin hiçbir yardım talebini kabul etmedi, bir tek çöp bile Kürdistan bölgesine gitmiş değil, bu yardımlar ulaşmış değil. Bir an önce bu yardımların ulaştırılabilmesi için biz Sayın Bakanlığa yeniden burada çağrıda bulunuyoruz. Bu ayrımcı politikalara son vermeniz gerekiyor. Özellikle Suriye halklarının insani yardımdan eşit yararlanabilmesi için önlem almanız gerekiyor.
Son olarak şunu söyleyelim: Sizler belki bizim muhalefet şerhimizi rapordan çıkardınız ama emin olun, Kürdistan'ı, Kürdistan fikrini ne kalbimizden ne yüreğimizden çıkarmaya gücünüz yetmez, üçünüz birleşseniz de yetmez.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)