GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:27
Tarih:10.12.2013

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 merkezî yönetim bütçe tasarısı hakkında Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de sözlerime başlamadan önce, cuma günü Yükseova'da polis kurşunuyla katledilen Mehmet İşbilir ve Veysel İşbilir'i saygıyla ve rahmetle anmak istiyorum. Gever'de ulu orta 2 esnafı üzerinde iş elbiseleri varken katledip daha sonra çatışma süsü verme çabalarıyla olayı başka bir şekilde göstermek isteyen zihniyeti buradan kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Bu tür katliam girişimleriyle, bu tür politikalarla Kürt halkını inandığı değerlerden, onurlu mücadelesinden, kimliğinden ve özgürlük yürüyüşünden asla geri adım attıramayacaklarını buradan ifade etmek istiyorum. Bu katliamla birlikte bizler gerek Kürdistan'da gerek Türkiye'de işlenmiş olan bütün katliamların halka ve tarihe karşı hesabını sorma sözünü burada bütün halklarımıza veriyoruz.

Değerli milletvekili arkadaşım demin belirtti, bugün tahliye edilen Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Sayın Mustafa Balbay'a ve ailesine geçmiş olsun diyoruz. Bu tahliye de göstermiştir ki Türkiye'de artık, tutuklu vekiller, tutuklu belediye başkanları, tutuklu seçilmişler ve siyasetçiler ayıbından bir an önce kurtulmanın zamanı gelmiştir. Bildiğimiz gibi, KCK operasyonları bir dönem AKP Hükûmeti tarafından entegre Bakanlar Kurulu projesi olarak, siyasal soykırım operasyonlarının bir parçası olarak devreye konulmuştu. Ancak, Kürt halkının bu siyasal soykırım operasyonlarına karşı direnişi ve bu direnişin getirmiş olduğu çözüm süreciyle beraber artık bu konseptin iflas ettiğini buradan tekrar hatırlatmak istiyoruz. Bu nedenle, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ekseninde yapmış olduğu siyasi çalışmalardan dolayı şu anda cezaevlerinde bulunan tüm siyasetçilerin bir an önce tahliye edilmesi gerektiğini ifade etmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye için gerek iç politikada gerekse dış politikada tarihsel olarak çok önemli bir süreçten, çok tarihî bir kavşaktan geçiyoruz. Kürt sorununun çözüm aşamasına gelmesi, inanç ve cinsiyet temelli özgürlük taleplerinin Türkiye'de artık devlet zihniyetinin değişmesi gerektiğini dayattığı bir süreci birlikte yaşıyoruz. Hakeza, bölgemizde de artık yapay sınırların kaldırılması gerektiği, halkların birbirleriyle kucaklaşma dışında herhangi bir çözüm ve barış şansının olmadığı bir dönemden geçiyoruz. Yani küresel güvenlik ve baskıcı anlayışlar iflas etmiş, yerine, halkların özgürlük ve demokrasi talepleri günbegün kendini dünya siyasetine dayatmıştır. İşte, böylesi bir ortamda, Türkiye'nin demokratikleşmesi, özgürlüklerin artırılması, adil ve eşitlikçi bir hukuk düzenine geçmenin zamanı gelmiştir.

Yıllardır bu ülkede barışı, eşitliği, demokrasiyi ve özgürlüğü Türkiye halklarından esirgeyen iktidarlar, halkların artı değerinden kazanmış oldukları gelirleri kendi iktidarlarını güçlendirmek ve Türkiye'deki bütün farklılıkları tek bir potada eritecek şekilde, maalesef, baskı ve zor politikalarını oluşturacak şekilde harcamışlardır. Yıllardır Türkiye'de bütçeler bu mantıkla hazırlanıyor. Önümüze gelen bu bütçe kanun tasarısında da aynı mantığın olduğunu ifade etmek istiyoruz. Çalışanların, işçilerin, emekçilerin emekleriyle ortaya çıkan değerlerin maalesef güvenlik politikalarına ve askerî harcamalara ayrıldığı bir bütçe kanun tasarısıyla karşı karşıyayız.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarı, eşit ve onurlu bir yaşam mücadelesi veren Kürt halkına; eşitlik, demokrasi ve daha fazla özgürlük talep eden Alevilere; emekçilere, öğrencilere, kadınlara ve tüm demokrasi güçlerine karşı iktidarını mutlaklaştırmak istediği için güvenliğe ayırdığı bir bütçeyi yine önümüze getirmiş bulunmaktadır. Bu bütçede de gördüğümüz şey, daha fazla silah, daha fazla bomba, tank, uçak, TOMA, gaz ve cop şeklinde halka geri yansıyacaktır. Her yıl AKP iktidarının hazırlamış olduğu bu bütçe ile daha fazla polis istihdamı Türkiye halkının önüne gelecektir.

Bakın, sadece birkaç rakamı paylaşmak istiyorum: Çevre Bakanlığına ayrılan pay binde 3 iken güvenlik politikaları ve askerî harcamalara ayrılan pay yüzde 13'ün üzerindedir. Yine, kamu emekçileri sözleşmeli bir hâle getirilirken, taşeronlaştırılırken, yüz binlerce öğretmen atama için gün beklerken polis sayısı şimdiden 300 binin üzerine çıkmaktadır. Bu anlayış, başlı başına güvenlik ve askerî harcamaları önceleyen polis devleti anlayışını halkın karşısına çıkaran bir iktidarın anlayışıdır. Bizler Diyarbakır meydanında barışı dilinden düşürmeyenlerin bu bütçe ile barışa katkı sağlamadıklarını düşünüyoruz. Bu bütçenin mantığının sadece Kürdistan'la sınırlı değil, ODTÜ'den Kızılay'a, Taksim'den bütün Türkiye meydanlarına kadar, emekçiye ve hak arayan bütün kesimlere gaz fişeği, polis copu ve tazyikli su olarak döneceğine inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hazırlanmış olan bu bütçe metinlerinde güvenlikçi yaklaşıma ek olarak beş yüz yıldır insanlığı sömüren, insanlığın bütün değerlerini talan eden kapitalist modernitenin mantığını da burada halkımızla paylaşmak istiyoruz. Tabii ki iktidar partisi milletvekilleri ve muhtemelen, biraz sonra konuşmaya gelecek Sayın Başbakan da yine rakamlar üzerinde oynayarak, rakamlara takla attırarak tozpembe bazı tabloları ortaya çıkaracaklardır. Tıpkı, Orwell'in 1984 romanındaki Büyük Birader'in sürekli rakamlar üzerinden güzel tablolar çizip halkı yoksulluğa iten, halkı köleleştiren bir tablosuyla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Oysaki bütçelerde mantık çok basittir. Aldığınız ekmek, içtiğiniz su, yolda giderken ödediğiniz vergilerle oluşturulmuş olan bütçe halka geri dönüyor mu, dönmüyor mu? Halkın ekonomik refah düzeyinde herhangi bir iyileşme oluyor mu, olmuyor mu? Gelir dağılımı adaletsizliğinde iyiye doğru bir gidiş oluyor mu, olmuyor mu? Bu kadar kolay bir tablodan anlayabileceğimiz bütçe kanun tasarılarına biraz sonra buraya gelip sihirli formüllerle, büyük rakamlarla tozpembe tablolar yaratma çabasının bir algı şeklinde halkımıza yutturulmaya çalışıldığına tanıklık edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, 2014 bütçesi de deminden beri ifade ettiğim gibi sırtını bu ülkenin işçilerine, emekçilerine ve yoksullarına bizce çoktan dönmüştür. Şimdi, buradan iktidar vekillerine seslenmek istiyoruz. 2014 bütçesinde istihdam yaratacak bütün kalemleri azalttınız, kamusal hizmet sunumlarını daha fazla düşürdünüz, ücret artışlarını enflasyonun altında bıraktınız, kamuya yeni personel alımını yarı yarıya indirdiniz, sırtınızı yoksullara dönerken yüzünüzü de rantiyeye ve finans kapital çevrelerine döndünüz. Sermayeye dönük teşvikleriniz bütçenin yüzde 15'ine ulaşmış durumda, bütçenin bütün yükünü ÖTV ve KDV vergileri üzerinden halkın, emekçinin sırtına yüklediniz. Sosyal güvenliğe sermayenin güvenliği olarak yaklaştınız, bir taraftan "Sosyal güvenlik sisteminde açık var." deyip diğer taraftan yapılan yasal değişiklikler ve teşvik uygulamalarıyla işverenlerin ödediği primlerden yüzde 25 oranında indirim yaptınız. Son on bir yıllık iktidarınız döneminde halk yoksullaşırken AKP ise daha fazla zenginleşti, yeni bir yandaş zengin sınıfı yarattınız. Şimdi, böylesi bir bütçeye onay vermemizi mi bekliyorsunuz? Siz, tıpkı kendiniz gibi, halkın siyasetini değil rantın siyasetini esas aldığımızı mı sanıyorsunuz? Barış ve Demokrasi Partisi olarak, sırtını emekçilere, halka dönmüş, yüzünü sermayeye, finans kapitale dönmüş böyle bir bütçeye onay vermemizin mümkün olmadığını vurgulamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bakın, sağlıkla ilgili bir masalın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Burada, sadece birkaç hususla sağlıktaki tabloyu açmaya çalışacağım. Bildiğimiz gibi, "SGK'lılara özel hastaneler açtık." üzerinden yoğun bir propaganda yaptınız ve halktan bu propaganda üzerine, sağlıkta yapmış olduğunuz uygulama üzerine de çok büyük oylar aldınız ama bakın, sadece özel hastanelerde vatandaşın vermiş olduğu katkı paylarında tabloyu nereye getirdiniz: 2008 yılında vatandaşın özel hastanelere vermiş olduğu miktarlar yüzde 30 oranında iken 2010'da bu miktarlar yüzde 90'a, 2013'te ise yüzde 200'e çıkmış durumda. Yani vatandaşın cebinden özel hastaneye aktarılan paraların miktarı yüzde 700 oranında sadece son dört yılda artmış durumda. Sağlığı özelleştiren, sağlığı ticarileştiren bir mantıkla sizler özel hastanelere ayrılan, özel hastanelere aktarılan para miktarlarını sadece son on yılda 16,5 kat artırdınız. Sağlıkta özellikle özel sektörün almış olduğu pay yüzde 6'dan iktidarınız döneminde yüzde 30'un üstünde bir orana gelmiş durumda. Özel hastane sayısında ise tam bir patlama yaşanmış durumda. Yani sağlıkta bilinçli bir özelleştirmenin fotoğrafını sadece bu tabloya bakarak görebilirsiniz.

Bakın, şimdi, sağlıkta bakanlıklarınız yeni bir çalışma üzerine şu anda çalışıyorlar, çalışma yürütüyorlar. "Sağlıkta temel teminat paketi" dediğimiz yeni bir uygulama gelecek. Burada, temel teminat paketi ile SGK kapsamı dışında kalan hizmetler için de vatandaşa özel sağlık sigortası getirme gibi bir yükümlülüğü getiriyorsunuz.

Kısacası, sağlıkta sosyal devlet olmanın ilkesi gereği herkese eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir, ana dilde sağlık hizmetini rafa kaldırdınız; özel hastanelere, özel sektörlere alan açan, para kazandıran ticari bir mantığı bugün devreye koydunuz. Sadece sizin iktidarınız döneminde sağlık alanında çalışan taşeron işçi sayısı 11 bin iken bugün 150 bine çıkmış durumda. Böylesi bir tablo bile sosyal devlet olmanın gereğinin ne kadar ihlal edildiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Eğitimde tablo yine aynı şekilde, tam bir fecaat. AKP iktidarları boyunca eğitime yapılan yatırım harcamaları yaklaşık yüzde 10 oranında azalmış durumda. Kuşkusuz, bu uygulamalarda da tıpkı sağlıkta olduğu gibi eğitimi ticarileştirme, eğitimi özelleştirme, yeni bir pazar alanı yaratma gibi bir mantığın yattığını biliyoruz. Getirmiş olduğunuz sistemle yoksulun yoksul kalmasının, yoksul çocuğun eğitim hizmetlerinden faydalanmamasının, parası olanın ise daha iyi, daha nitelikli bir eğitim almasının yollarını ortaya koydunuz. Eğitim sisteminde özel okullardan bahsedenler, teşvik sözleri verenler tıpkı sağlık alanında olduğu gibi kamusal alanı giderek daraltacak ve eğitimin tüm yükünü de topluma ve halka dayatacaktır.

Burada mutlaka değinmemiz gereken önemli bir konu ise bu bütçede azınlık okullarına tek bir kuruş pay bile ayrılmamıştır. Bu ülkenin vatandaşları olan azınlık okullarına ayrımcı, ötekileştiren bir yaklaşımla yine bu bütçeden tek bir kuruşun aktarılmadığını ifade etmek istiyoruz.

Bakın, eğitimde özellikle yaşadığınız en büyük sıkıntı, Kürt halkını bir halk olarak kabul edip Kürt halkının eşit yaşam talebini içselleştiremediğiniz için ana dilde eğitim talebini bile paraya, ticari mantığa bağladınız. Üstelik, ana dilde eğitimi Kürt çocuklarına yabancı diller statüsünde getirdiniz. Biz buradan size bu uyarımızı tekrarlayalım: Kürtçe, Kürt dili Kürt çocukları için yabancı bir dil değildir; Kürt çocuklarının öz dili, ana dilidir ve ana dilde eğitim almak tıpkı hava almak, tıpkı nefes almak kadar kutsal ve meşru bir haktır. Nasıl ki hava almayı, nefes almayı siz paraya, ticari bir mantığa bağlayamazsanız ana dilde eğitim hakkını da paraya bağlayan bir zihniyetten bir an önce kurtulmalısınız diyoruz.

Değerli milletvekilleri, hazırlanan 2014 bütçesi tam bir erkek bütçesidir, toplumsal cinsiyete duyarlı hazırlanmamıştır. Burada, kadınlar yok sayılmış, kadınlarla ilgili bütün düzenlemeler aile içerisine sıkıştırılmış ve kadınlar sosyal yardımların âdeta bir nesnesi hâline getirilmiştir. Kadın katliamlarına karşı mücadele, kadın istihdamıyla ilgili bütçe ayırma, kadının toplumsal ve siyasal yaşama dâhil edilmesiyle ilgili maalesef bir düzenleme bu bütçe düzenlemesinde görülmemektedir. Kadın politikalarıyla ilgili bütün düzenlemeleri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı üzerinden değerlendiren bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu zihniyeti kabul etmediğimizi ifade etmek istiyoruz. Bütün bakanlıkların kendi bütçelerinde kadınlarla ilgili, kamusal yaşama, toplumsal yaşama katılma ile ilgili pay almaları gerektiğini buradan tekrar vurgulamak istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, içinden geçtiğimiz süreç, kuşkusuz, gerek Türkiye gerekse Orta Doğu halkları açısından son derece önemlidir. Özellikle Kürt sorunuyla ilgili içeride ve dışarıda yaşanan gelişmeler hem Türkiye'nin hem de Orta Doğu'nun gelişmesi açısından son derece önemlidir. Otuz yıllık bir çatışmalı sürecin ardından, bugün Kürt sorununun demokratik, siyasi çözümüyle ilgili çok önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Bugüne kadar yürütülen ret ve inkâr politikalarının, çatışma siyasetlerinin, güvenlik konseptlerinin Kürt sorununu çözemeyeceği anlaşılmış, Mezopotamya ve Orta Doğu'nun en kadim halkı olan Kürt halkının demokratik, ulusal taleplerinin zor yöntemiyle bastırılamayacağı bütün politik aktörler tarafından bugün kabul edilmiştir; dolayısıyla demokratik yollar dışında Kürt sorununa çözüm üretilebilecek başka bir yol ve başka bir yöntem kalmamıştır. Bugüne kadar demokratik siyaset dışında Kürt meselesini çözmek için uygulanmış olan bütün yol ve yöntemler bu coğrafyaya acı, kan ve gözyaşı dışında hiçbir şey kazandırmamıştır. On binlerce insan yürütülen bu savaşta hayatını kaybetmiş, binlerce köy yakılıp yıkılmış, milyonlarca insan sürgünlere gönderilmiş, 17 bin faili meçhul cinayet ve yargısız infaz işlenmiştir. Demokrasi ve özgürlükler askıya alınmış, siyasi partiler ve gazeteler kapatılmış, Sivas'ta, Gazi'de, cezaevlerinde, Roboski'de gerekirse halk katliamları da yapabilirizin mesajı Türkiye halklarına ve Kürt halkına verilmiştir. Dolayısıyla demokratik çözümün dışındaki bütün yolların gittiği yer kandır, gözyaşıdır, acıdır, katliamdır. Biz bu nedenle bu politikalardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bakın sadece, çözümsüzlüğün bizi getireceği yolu ortaya koymak açısından Roboski katliamını tekrar hatırlatmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Roboski katliamında 2011 yılında F-16 savaş uçaklarıyla 34 yurttaşımızın paramparça edildiği o günlerde Sayın Başbakan çıkarak "Biz bu katliamın üzerini örtmeyecek, Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına müsaade etmeyeceğiz." demişti. Aradan iki yıl geçti, hâlâ, katliamla ilgili tek bir fail açığa çıkabilmiş değil. Hâlâ, bu katliamın sorumluluğundan dolaylı yargı önüne, adalet önüne çıkarabilmiş olduğunuz tek bir sorumlunun olmadığını ifade etmek istiyoruz. Bu Roboski yaklaşımı bile, Türkiye'nin bir hukuk devleti değil, bir kanun devleti olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer Türkiye bir hukuk devleti olsaydı, muhalefeti siyaset yaptığı için içeriye atan, öğrenciyi, işçiyi, emekçiyi cezaevine hak aradığı için gönderenler, 34 yurttaşımızı savaş uçaklarıyla paramparça edenleri de şimdiye kadar çoktan adalet önüne çıkarmışlardı. Maalesef, Roboski katliamına yaklaşımınız "dobrovski" ciddiyetsizliğinin ötesine geçememiştir.

Değerli milletvekilleri, bütün bu acılara rağmen Kürt halkı bağrına taş basarak barış için tarihin en güçlü, en kararlı adımını ortaya koymuştur. On dört yıldır tecrit altında tutulan, bir hücrede ağır bir işkence sistemine tabi tutulan, çatışmalı süreç içerisinde tecritle halkıyla bağı koparılmaya çalışılan Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan'ın devreye girmesi ve çözüm süreciyle ilgili kararlı bir irade ortaya koymasıyla beraber bugün yeni bir süreci tartışır, yeni bir sürecin kapısını aralar bir pozisyona gelmiş durumdayız. Bu diyalog süreci, halkların mücadelesi ve bir arada barış içinde yaşamaları için oldukça anlamlı ve tarihî bir süreçtir.

Tabii ki, bu barış ortamından rahatsız olan iç ve dış güçler vardır ve bu iç ve dış güçler bu çözüm sürecini provoke etmenin gayretini daha başladığı ilk günlerden itibaren ortaya koymaktadırlar. Bakın, bu güçlerin çözüm sürecine karşı ortaya koymuş olduğu ilk hamle 9 Ocakta Paris'in orta yerinde 3 Kürt kadın siyasetçinin Sakine Cansız'ın, Fidan Doğan'ın ve Leyla Söylemez'in suikast sonucu katledilmesi olmuştur. Tüm bu katliam zihniyetine rağmen gerek Sayın Öcalan gerekse de Kürt siyasi hareketi ve Kürt halkı bu sürece sahip çıktığını defalarca ortaya koymuştur. Özellikle Sayın Öcalan'ın Amed Nevroz'unda ortaya koymuş olduğu manifestoda kullanmış olduğu bu cümleler son derece önemlidir. "Binlerce yıllık bu medeniyeti farklı ırklarla birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ve Fırat Sakarya'nın kardeşidir. Horon ve zeybek halayla kardeş olur." cümlesi dönemin kardeşlik ruhunu, eşitlik hukukunu ortaya koymaktadır. Yine, Sayın Öcalan "Zaman, helalleşmenin zamanıdır. 1920'de ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek, geleceğimizi birlikte kurmamız gerektiği gerçeğidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşundaki ruh yeni dönemi aydınlatmalıdır. Kadınları, ezilen mezhepleri, kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfı temsilcileri ve herkesi çıkışın yeni seçeneği olan demokratik modernite sistemine yer tutmaya çağırıyorum." diyerek siyasi tarihi ve siyasi geleceğiyle ilgili Türkiye'de çok önemli bir tespiti Sayın Öcalan ortaya koymuştur.

Sayın Öcalan'ın bu tarihî çağrısıyla birlikte ilkbahar aylarında önce ateşkesin ilan edilmesi, daha sonra da gerillanın geri çekilme sürecini başlatması, Türkiye'de yüzyıllık sorunların konuşarak, tartışarak, müzakere yöntemleriyle çözülebileceğine dair güçlü bir umut oluşturmuştur ama maalesef bu dönemde AKP Hükûmeti yeterince cesur davranış ortaya koyamamış, demokratikleşmenin hızlı adımlarını atma noktasında çözüm sürecinin ruhuna denk düşen bir tutum ortaya koymamıştır.

Bizler, daha Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmasına başlamadan önce bir demokratikleşme, bir yol, alan temizliği önermiştik. O yol temizliği kapsamında özel mahkemelerin kaldırılması, Terörle Mücadele Kanunu'nun kaldırılması, Türk Ceza Kanunu'nun düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğü önündeki bütün antidemokratik yasaların kaldırılması, siyasi partilerin önündeki seçim barajının kaldırılması, hazine yardımları eşitsizliğinin ortadan kaldırılması, cemevlerine ibadethane statüsü tanınması, yerel yönetimlerin özerklik şartıyla ilgili Türkiye'nin ortaya koymuş olduğu çekincelerin kaldırılmasının son derece önemli olduğunu ifade etmiştik. Maalesef aradan geçen sürede bu konuda herhangi bir adım atılmamıştır.

Yine, adım atılmadığı gibi, başta cezaevlerinde şu anda ölümün kıyısında bulunan 168 ağır hasta tutuklu başta olmak üzere içerideki milletvekilleri, belediye başkanları ve siyasetçiler için demokratik siyasi çalışmaların içerisine dâhil olabilecek yasal çalışmalar ortaya konmamıştır. Tam tersine, bu çözüm sürecinde tel örgüler, utanç duvarları, mayınlı araziler, yeni karakollar, kalekollar, korucu kadrolarının yeniden bölgeye gönderilmesi, ölüm sınırındaki hasta tutsaklar üzerinde hâlâ bir baskı konseptinin uygulanması gibi vicdana ve insanlığa bile aykırı olan uygulamalar önümüze gelmiştir. Şimdi, bir demokratikleşme paketi önümüze getirilmiştir ama bu demokratikleşme paketinin demokratikleşmeyle uzaktan yakından alakası olmadığını buradan tekrar ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle bu çözüm sürecinde önemli bir rol üstlenmesi gereken Anayasa Uzlaşma Komisyonu da maalesef dağılma aşamasına gelmiştir. Çünkü bu komisyon, değişim ve dönüşümü ortaya çıkaracak, yeni bir Türkiye'yi inşa edecek bir ruhtan çok, Barış ve Demokrasi Partisi dışındaki diğer 3 siyasi partinin tekçilik ve milliyetçilik yarışına girmesinin maalesef kurbanı olmuştur ve dolayısıyla, 12 Eylül darbe anayasasının bütün uygulamaları bugün hâlâ yakıcı bir şekilde önümüzde durmaktadır. Yine, Mecliste kurulan Çözüm Komisyonu ve Akil İnsanlar Heyetinin yapmış olduğu çalışmalar da Hükûmet tarafından dikkate alınmadığı için, çözüm süreciyle ilgili demokratik, yasal ve anayasal düzenlemeler yapılması hususunda çok büyük eksiklikler yaşanmıştır.

Değerli milletvekilleri, özellikle dış politikayla ilgili birkaç hususu vurgulamak gerekiyor. Orta Doğu'da yüzyıllık bariyerlerin aşılmasına ayak uydurmanın bir şartının da değişim ve dönüşüme açık olmak, resmî ideolojinin zihniyetini taşımamaktan geçtiğini ifade etmek istiyoruz. Sıfır sorun diye yola çıkılan dış politikada bugün dost olan tek bir ülke bulmayacak bir noktaya AKP'nin dış politikası gelmiştir. Halkların ortak geleceğini, barış içerisindeki özgür geleceğini esas almak yerine, Orta Doğu'da iktidar kavgalarının bir parçası hâline gelen dış politikalarda ısrar ettiğiniz için bugün maalesef Orta Doğu'daki savaşın bir parçası hâline geldik. Buradan çıkışı da halkların iradesini boğmaya çalışan, özellikle Rojava devrimi üzerinde her türlü tasfiye konseptinde rol alan bir yaklaşım üzerinden Türkiye halklarına yutturmaya çalıştınız. Bizler şunu ifade etmek istiyoruz ki, Rojava'daki tüm saldırılarınıza rağmen, baskılara, ambargolara, ablukalara, kuşatmalara rağmen Rojava devrimi kararlı bir şekilde, kendinden emin, Orta Doğu'nun geleceğini değiştirecek bir misyon ve sorumlulukla Kürt halkı ve diğer kardeş halklar tarafından günbegün inşa edilmektedir. Kendi halkının öz gücüne dayanan demokratik devrim süreci bugün kendi kantonlarını oluşturmuş, geçici yönetimini oluşturmuş, bu yönüyle Orta Doğu'da demokratik barış içerisindeki bir geleceğin nasıl olması gerektiği noktasında bütün halklara bir siyasi laboratuvar görevi görecek şekilde ortaya çıkmıştır. Rojava'da Kürt halkının iradesine, Orta Doğu halklarının iradesine düşmanlık yapıp içeride çözüm sürecinin bir tarafı olamazsınız. Barış ve Demokrasi Partisi olarak açık bir şekilde ifade ediyoruz. İçeride yürüyen çözüm süreci Rojava'da gelişen devrim sürecinden bağımsız değildir. Bu süreçler iç içedir. Eğer tarihî bir Türk-Kürt ittifakını öngörüyorsanız, eğer tarihî bir Türk-Kürt barışından söz edecekseniz gerek içeride gerekse de Rojava'da Kürt halkının ortaya koyduğu iradeye saygı duymak zorundasınız. Çetelere vermiş olduğunuz desteği kaldırmak zorundasınız. Ambargoyla kapatmış olduğunuz sınır kapılarını her türlü ilaç ve tıbbi malzeme dâhil olmak üzere insani yardıma ve ticari ilişkilere açmak zorundasınız. Bu nedenle Rojava'daki gelişmeler ve AKP'nin Rojava politikaları içerideki çözüm sürecini de doğrudan ve bire bir etkileyen bazı sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bizler 1920'lerdeki ittifak ruhunun, Türk-Kürt kardeşlik ruhunun bu cumhuriyeti kurduğuna inanıyoruz. Dönemsel olarak yine böyle bir Türk-Kürt ittifakını, böyle bir barış ruhunu ortaya çıkarmanın koşullarını yakalamış durumdayız. Eğer bu şansı ıskalarsak, eğer yüzyıl önce bu cumhuriyetin kuruluşuyla taçlandırdığımız bu ruhu ıskalarsak korkarız ki Orta Doğu'daki kaos ve çatışma süreçlerini ülkemizin sınırları içerisine taşımak dışında hiçbir iş gerçekleştirmemiş oluruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Ek süre var mı Sayın Başkan?

BAŞKAN - Evet, ek süre veriyorum, son olarak ama.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bu nedenle bizler birlikte mücadele verdiğimiz bütün bölge halklarıyla Orta Doğu'nun özgürlüğü, demokrasisi ve barışı için yeni politikaları üretmekle yükümlüyüz düşüncesindeyiz. Duvar örmek yerine halklar arasına kardeşlik köprüleri kurmanın doğru politika olacağını ve hepimize kazandıracağını buradan tekrar ifade etmek istiyorum. Biz, özellikle içeride yürüyen bu diyalog süreciyle ilgili ifade ettiğimiz bütün önerilere Hükûmetin bir an önce yanıt vermesi gerektiğini, müzakere süreçlerinin yasal zemini ve hukuki statüsünün bir an önce oluşturulması gerektiğini, bu konuda gerek akil insanlardan gerekse de Türkiye'nin vicdan sahibi kanaat sahiplerinden süreci takip edecek üçüncü bir gözün, üçüncü bir heyetin bir an önce oluşturulması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Orta Doğu'da iflas noktasına gelmiş, içeride sıkıntı yaşayan dış ve iç politikalardan kurtulmanın yolunun tek reçetesinin bu olduğunu ifade etmek istiyoruz.

Yine, özellikle Hükûmetin dış politikalarda Avrupa Birliğine yönelik dar ideolojik yaklaşımı esas alması ve demokratik süreçleri yavaşlatmasıyla beraber Avrupa Birliğinden gittikçe uzaklaşan bir Türkiye pratiğinin büyük tehlikeler barındırdığını ifade etmek istiyoruz. Orta Doğu'da olduğu gibi Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde de insanlığı temele alarak, güç ilişkileri yerine halkların ortak geleceğini esas alan bir anlayışı ortaya koyarak bizler hem halklarımıza hem de bölgeye kazandırabileceğimize inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de yine, demokratikleşme süreçlerinin hızlandırılmamasının getirmiş olduğu acı tablolardan biri de Gezi direnişi sırasında ortaya çıkan tablodur. Gezi eylemleri sırasında daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi ve yerinden yönetim talebini dikkate alacağınıza, uygulamış olduğunuz polis zoruyla 6 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, 8 bine yakın yurttaşımızın yaralanmasına ve yine binlerce insanımızın gözaltına ve cezaevi süreçlerine tabi olmasına sebep oldunuz. Bütün bu yanlışların, bütün bu zor politikaların reçetesinin daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve daha fazla barış mücadelesi olduğunu ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)