GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SURİYE'DEKİ DURUMUN OLUŞTURDUĞU TEHDİT VE RİSKLER ÇERÇEVESİNDE HUDUT, ŞÜMUL, MİKTAR VE ZAMANI HÜKÛMETÇE TAKDİR VE TAYİN OLUNACAK ŞEKİLDE, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN YABANCI ÜLKELERE GÖNDERİLMESİ VE GEREKLİ DÜZENLEMELERİN HÜKÛMET TARAFINDAN BELİRLENECEK ESASLARA GÖRE YAPILMASI İÇİN, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 4/10/2012 TARİHLİ VE 1025 SAYILI KARARIYLA HÜKÛMETE VERİLEN İZİN SÜRESİNİN ANAYASA'NIN 92'NCİ MADDESİ UYARINCA 4/10/2013 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL SÜREYLE UZATILMASINA DAİR TEZKERESİ (3/1284)
Yasama Yılı:4
Birleşim:3
Tarih:03.10.2013

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan savaş tezkeresi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle yeni bir yasama yılının tekrar bir savaş tezkeresiyle açılması talihsizliğini büyük bir kaygıyla karşıladığımızı; halkımızın, halklarımızın barış, demokrasi ve özgürlük taleplerine bu savaş tezkeresiyle Meclisin açılmasının denk düşmediğini ifade etmek istiyorum.

Bu kadar önemli bir konu görüşülürken gerek Meclis sıralarının gerekse Hükûmet sıralarının bu kadar boş olmasını da hiçbir şekilde kabul edilemez bulduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Yine konuşmama başlamadan önce, Gülsuyu'nda üç gündür rehin tutulan ve gömülmesine izin verilmeyen cenazeyle ilgili gelişmeleri büyük bir kaygı içerisinde takip ettiğimizi belirtmek istiyorum. Son dönemlerde özellikle cenazeler üzerinden, mezarlıklar üzerinden aileleri, halkımızı, deyim yerindeyse, cezalandırmaya çalışan bir zihniyetle Hükûmetin ortaya koymuş olduğu pratiğin hiçbir şekilde kabul edilemez olduğunu vurgulamak istiyorum.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, Suriye'yle ilgili görüşlerimizi ortaya koymak için öncelikle Orta Doğu penceresinden birkaç hususu ifade etmek istiyorum. Orta Doğu'da, bildiğimiz gibi, uzun süredir egemenlerin desteklediği otoriter yönetimler, diktatöryal rejimler ve tek adam yönetimleri yıllarca Orta Doğu halklarına her türlü baskı ve zulmü uyguladılar. En temel hak ve özgürlükler bile Orta Doğu coğrafyasında bu zalim diktatöryal yönetimler tarafından yasaklandı. Bu süren zulüm ve baskı politikası bir yönüyle bölgesel ve küresel hegemonik güçlerin çıkarlarını beslerken, diğer yönüyle halklar nezdinde büyük bir tepki, büyük bir öfke birikmesini de beraberinde getirdi. Bu öfke birikmesi Tunus'ta bir seyyar satıcının kendi bedenini ateşe vermesiyle başlayan çok büyük bir sosyal patlamayı ve yeni bir değişim ve dönüşüm sürecini Orta Doğu halklarının gündemine getirdi. Bu büyük değişim ve dönüşüm sürecinin halkların iradesi lehinde, halk iktidarlarının esas alınması doğrultusunda şekillenmesiyle ilgili sadece Orta Doğu'da değil, bütün dünyada insanlık adına mücadele yürütenlerde büyük bir toplumsal beklenti oluştu. Tunus'tan Mısır'a kadar devam eden bu büyük halk başkaldırısı dalgasının son örneği de Suriye'de kendini gösterdi. Özellikle bölgesel ve küresel gelişmelerde AKP İktidarı da bu gelişen yeni değişim ve dönüşüm süreciyle birlikte yumuşak güç pozisyonunu değiştirerek savaşı önceleyen birtakım politikaları kendi merkezî politikalarının merkezine aldı.

Bizler, Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu kürsüden veya görüşlerimizi ilettiğimiz bütün platformlardan seslenmiştik. Bu değişim ve dönüşüm süreci konjonktürel değil halklar açısından stratejiktir. Dolayısıyla, Hükûmetin belirlemesi gereken politikaların da konjonktürel değil, stratejik olarak halkların barış, demokrasi ve özgürlük taleplerine denk düşecek şekilde belirlenmesi gerektiğini sayısız defa ifade etmiştik.

Değerli milletvekilleri, Arap Baharı olarak nitelendirilen halkların başkaldırı süreçlerine gerek küresel emperyalist hegemonik güçler gerek Türkiye gerekse de Orta Doğu'daki diktatöryal rejimlerin tamamı çok büyük bir hazırlıksızlık içerisinde yakalanmışlardır. Özellikle Batılı güçler bu hazırlıksız yakalanma sürecini pervasız sürdürdükleri savaş politikaları ve saldırılarla dengelemeye çalışmış, Orta Doğu'daki hegemonik çıkarlarını sürdürmenin gayreti içerisinde olmuşlardır. Özellikle, Türkiye'de de AKP'de de bu sürecin Kaddafi'nin veya Mübarek'in kısa zamanda tahtından, koltuğundan olması üzerinden okuyan bir Suriye politikası üzerinden şekillendiğini ve dolayısıyla büyük yanlışlarla beraber ülkemizi, halklarımızı savaşın eşiğine getirdiğini buradan vurgulamak istiyoruz.

Bir bütün olarak Orta Doğu politikasının tamamı, Suriye politikasının tamamı, yapılan yanlış analizler, konjonktürel ortaya konan politikalar neticesinde bugün iflasın eşiğine gelmiş ve çökmenin eşiğine bugün itibarıyla gelmiştir.

Suriye'de ilk halk ayaklanmaları başladığı zaman tarih 15 Mart 2011'i gösteriyordu. O dönem Suriye'de değişim ve dönüşüm isteyen gençler Suriye'de Şam sokakları duvarlarına "Halk rejimin düşmesini istiyor." yazdıklarında AKP Hükûmeti tam yirmi gün sonra, 6 Nisanda Esad rejimiyle terör örgütleriyle mücadele sözleşmesi ve denizcilik iş birliği anlaşması imzalamakla meşguldü. Süreç içerisinde uluslararası terör örgütü listelerinde olan El Nusra ve Irak-Şam İslam Devleti'ne AKP Hükümetinin vermiş olduğu destek imzalamış olduğu bu sözleşmelere sadakat doğrultusunda bile ne kadar samimiyetsiz olduğunu ortaya koymuştur.

Bizler bugün görüşülen bu savaş tezkeresinin Parlamentonun onayını almak üzere burada yerine getirilmesi gereken bir prosedürün onayı olduğunu biliyoruz çünkü AKP Hükûmeti uyguladığı politikalarla zaten uzun bir süredir Suriye'de yürüyen savaş sürecinin aktif bir bileşeni, fiilî bir tarafı olmuş durumdadır. Suriye'deki iç çatışmalarda El Kaide bağlantılı, El Nusra bağlantılı çeteleri destekleyen bir anlayış maalesef ülkemizi Suriye'deki iç çatışmaların ve savaşın bir tarafı konumuna getirmiştir. Bırakalım bu iç çatışmayı ya da bu savaş müdahalesini, özellikle Akçakale'ye düşen top mermileri, Hatay'a düşen havan topları, Suriye tarafından düşürülen Türk savaş uçağı, Türk savaş uçakları tarafından düşürülen Suriye helikopteri tablosunun kendisi de zaten Türkiye'nin büyük bir oranda bu savaşa taraf olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, bugün yapılan şey, gayriresmî olarak başlatılmış olan, taraf olunan bir savaş sürecini resmiyete kavuşturmanın bir çabası, bir gayretidir.

Değerli milletvekilleri, buradan biz sayısız defa şunları söyledik: Orta Doğu'da yeniden şekillenme süreci olurken küresel anlamda iki hegemonik bloğun şekillendiğini ifade ettik. Amerika, Avrupa ülkeleri, Körfez ülkeleri Suudi Arabistan, Katar'ın başını çektiği bir blok -Sünni eksenli, mezhep eksenli bir blok- ve bu bloğun karşısında da Rusya'nın desteklediği, Çin'in, İran'ın, Lübnan'ın, Irak Şii yönetiminin olduğu bir Şii bloğun olduğunu, bu iki blok arasında hegemonik güç çatışmasının halklara kan, gözyaşı ve savaş dışında herhangi bir fayda getirmeyeceğini belirtmiştik. Bizler Türkiye'nin, AKP Hükûmetinin yapması gerekenin bu iki hegemonik blok arasında bir taraf olmak değil, bir üçüncü yol olarak Suriye halklarının, Orta Doğu halklarının özgürlüğünü, barış içerisindeki özgür geleceğini esas alan bir politika olması gerektiğini söylemiştik. Maalesef, AKP Hükûmeti başından beri Amerika'yla birlikte, hegemonik Avrupa ülkeleriyle birlikte, Suudi Arabistan ve Katar'la birlikte elleri kanlı olan bir hegemonik blokta kendi yerini, kendi bölgesel misyonuna denk düşecek pozisyonunu almıştır ve o günden bugüne de Türkiye'nin bütün Suriye politikası halkların iradesini esas alan, halkların özgürlüğünü, demokrasiyi, özgürlüklerin genişletilmesini, kardeşliği esas alan bir yörüngeden maalesef çıkmıştır.

Bizler bu yanlış politikaların herhangi bir sonuç vermeyeceğini ve bölgeye her geçen gün riski artacak bir mezhep ve etnik kökenli bölgesel savaş tehdidini getireceğini söylemiştik. Maalesef süreç bütün bu söylemlerimizi haklı çıkardı ve bugün büyük bir etnik ve mezhepsel, bölgesel bir savaşın ayak seslerini hemen yanı başımızda işitmek üzereyiz.

Değerli milletvekilleri, özellikle AKP Hükûmetinin "sıfır sorun politikası"yla başlamış olduğu bu dış politika serüveni, Orta Doğu'daki yeniden değişim, dönüşümü dengeleme süreci bugün sorunsuz herhangi bir ülkenin kalmaması neticesiyle sonuçlanmıştır. Başta dört parça Kürdistan'da yaşayan Kürtler olmak üzere Irak'la, İran'la, Suriye'yle diplomatik, bürokratik bütün ilişkilerin bitme noktasına gelmiş olduğu bir politik iflası burada görüyoruz. Özellikle Suriye politikasında yürütülen yanlış politikalarla kardeş Esad döneminden, ortak Bakanlar Kurulu toplantılarından düşman Esed dönemine geçilmiş ve bir bütün olarak savaşmaya hazır olan iki ülke pozisyonu önümüze gelmiştir. Neyse ki Amerika'nın, Rusya'nın ve Birleşmiş Milletlerin Suriye'deki çıkmaz üzerinden demokratik, siyasi bir çözümü önceleyen son diplomatik atağı büyük bir bölgesel savaşın en azından şu anda rafa kaldırılması, ertelenmesi sürecini beraberinde getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, Suriye'yle ilgili yürütülen dış politikanın ana merkezinde tarihî olarak Kürt karşıtlığı, anti Kürt politikaların AKP Hükûmeti tarafından devreye sokulma çabasıyla şekillendiğini buradan tekrar ifade etmek istiyoruz. Halk düzeyinde bir tabanı olmayan, Suriye halkları düzeyinde meşruiyeti olmayan El Kaide çetelerini ve El Nusra çetelerini Kürt halkına karşı savaştıran, Kürt halkının özgürlük iradesini teslim almaya çalışan bütün politikalar bu süreç içerisinde AKP Hükûmeti tarafından devreye konmuştur. Ceylânpınar, Kızıltepe, Viranşehir, Nusaybin ve Akçakale hattında sınır koridorları Kürtlere karşı savaşan bu El Nusra ve El Kaide çetelerine sonuna kadar aralanmış ve buradan âdeta Suriye'deki iç çatışmayı koordine eden bir savaş karargâhı pozisyonu bugün karşımıza gelmiştir.

Somut olarak Ceylânpınar'da şu anda Ceylânpınar halkının tamamının bilgi sahibi olduğu TİGEM arazilerini örnek vermek istiyorum.

1950 yılından beri devlet üretme çiftliği olarak kullanılmakta olan TİGEM arazileri, bu süreç başladığı günden bugüne kadar El Kaide ve El Nusra çetelerinin rahat bir şekilde kullandıkları, bütün lojistik desteklerini aldıkları iki kapıyla Kürtlerle savaşın en yoğun olduğu Til Xelef bölgesine geçtikleri ve orada savaşını yaptıktan sonra tekrar yaralarını sarmak üzere gelmiş oldukları bir bölge hâline gelmiştir. Bir hafta önce Ceylânpınar'daydım, bahsettiğim TİGEM tesisi şu anda sivil girişlere kapalıdır ve yüzlerce kamerayla bu TİGEM arazilerinin çevresi büyük bir güvenlik koridoru şeklinde korunmaktadır. Reyhanlı'da bombalardan kendi vatandaşını koruyamayan, Öncüpınar'da, Akçakale'de bombalardan kendi vatandaşını korumayan, koruyamayan AKP Hükûmeti, TİGEM arazileri üzerinde kurmuş olduğu güvenlik koridorlarıyla bu El Kaide ve El Nusra çetelerini bugüne kadar başarıyla korumaya devam etmektedir.

Yine, bu bölgeden gelen yaralıların tamamı, bu El Nusra çetecilerinin yaralılarının tamamı Urfa'daki, Ceylânpınar'daki, Viranşehir'deki hastanelerde tedavi altına alınmakta, yaralıların çok olduğu günlerde hastaneler sivil hastalara kapatılacak şekilde büyük yoğunluklarla karşılaşılmaktadır. Bizler bu durumun tarihî olarak anti Kürt politikalarını merkezine alan bir anlayışın devamı olarak okunması gerektiğini düşünüyoruz. Bizler buradan defalarca ifade ettik. Bu iki hegemonik bloğun çatışması sırasında Rojava Kürtleri hiçbir bloğa dahil olmadan, hiçbir küresel gücün denetiminde olmadan, kendi öz iradeleriyle birlikte, yaşadıkları kardeş halklarla birlikte kendi öz yönetimlerini açığa çıkarmanın çabası içerisinde olmuşlardı. PYD Eşbaşkanı Sayın Salih Müslim'in dediği gibi Kürtler yanlış yazılan bir tarihi düzeltmenin gayreti içerisinde olmuşlardı. Bu düzeyde kendi öz gücüyle sadece Kürtlere değil, Orta Doğu'daki bütün halklara bir üçüncü yolun, bir alternatif yolun mümkün olduğunu gösteren Rojava Kürtlerine karşı bu kadar düşman hukukuyla beslenen politikaların hiçbir şekilde kabul edilmediğini, bizim tarafımızdan edilmeyeceğini buradan tekrar vurgulamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 500 bini aşkın Suriyeli sığınmacı şu anda Türkiye sınırları içerisindedir. Resmî rakamlar 500 bindir ama gerçek rakamlar bunun çok daha ötesindedir. Bu mültecilerin yaşadığı sıkıntıları hepiniz biliyorsunuz. Büyükşehirlerde, metropollerde, sınır kentlerinde yatacak yer bile bulamayacak mağduriyeti yaşayan mültecilerle karşı karşıyayız. Suriye'de etnik kökenli, mezhep kökenli politikaların yansıması bu mültecilerin yaşamış oldukları dramlara da yansımaktadır. Suriye'den gelen mültecilerin Alevi olması ya da Kürt olması yaşanan mağduriyetlerin katbekat artması sonucunu beraberinde getirmektedir. İstanbul'a gelen Alevi mülteciler bir parkta yatacak bir zemini bile bulamayacak sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Sınır bölgelerine gelen Kürt mülteciler El Nusra üyelerinin örgütlendiği kamplarda kalmaya zorlanmışlardır. Dolayısıyla, bu yönüyle ayrımcı uygulanan, mezhepçi ve etnisite kökenli ayrımcı uygulanan politikalar maalesef mültecilere yaklaşımlarda da AKP Hükûmeti tarafından devreye konmuştur.

Özellikle Rojava'ya yönelik, Batı Kürdistan'a yönelik uygulanan ekonomik ambargo ise tarihe utanç sayfası olarak geçecek büyük dramları beraberinde getirmiştir. Daha bir ay öncesine kadar çok katı bir şekilde, en insani yardım malzemelerinin, bebek maması, çocuk bezi, ilaçların, aşıların bile geçmesine AKP Hükûmeti müsaade etmemiş, Rojava Kürtlerini açlıkla, hastalıkla, ölümle terbiye edecek bir politikayı izlemiştir. Bu süreç içerisinde yapılan yanlışlardan geri dönülmek zorunda kalınmış, nispi olarak PYD eş başkanının Türkiye'ye gelişi ve Türkiye'de yaşayan Kürtlerin ortaya koyduğu tepkilerle Kızıltepe'de Şenyurt Kapısı'nda, Suruç'ta Mürşitpınar Sınır Kapısı'nda bu insani yardım malzemelerinin geçişine kısmen izin verilmiştir. Ancak her insani yardım geçişinde de bizler günlerce telefon diplomasisi yapacak şekilde yerelde ortaya konan çok güçlü bir dirençle karşı karşıyayız.

Yine, büyük bir mağduriyet içerisinde olan Afrin'le ilgili yaşanan dram ise tam bir içler acısı durumu yansıtmaktadır. Afrin'de savaşın başladığı günden bu güne kadar ilaç sıkıntısından, aşı sıkıntısından, açlıktan dolayı ölen onlarca çocuğun olduğunu biliyoruz. Aylardır yaptığımız görüşmelere rağmen Afrin'e bir insani yardım koridoru açmayan, Afrin'de ihtiyacı olan çevrelere yardımı ulaştıracak bir kapıyı açmayan Hükûmet pratiğiyle karşı karşıyayız. Bu yanlıştan bir an önce vazgeçilmelidir. Afrin'e bir an önce insani yardım koridoru ve sınır kapısı açılmalıdır. Mürşitpınar ve Şenyurt sınır kapılarında başta Urfa Valisi olmak üzere, yerel, askerî, mülki, idari yöneticilerin uygulamış olduğu keyfiyetin bir an önce ortadan kaldırılması gerekmektedir. Öyle ki Urfa Valisi toplanan insani yardımların Rojava'da savaşın bir tarafı hâline gelmiş olan kişilere ve kurumlara iletilmesi için özel ve özgün bir çaba içerisinde bütün bu çalışmaları engellemeye devam etmektedir. İsteğimiz şudur: Rojava'da halk meclisleri sadece Kürtlerden değil, o bölgedeki Araplardan, Nusayrilerden, Ermenilerden, gayri Müslimlerden, Türkmenlerden oluşmaktadır. Rojava'ya gidecek insani yardımlar halk meclisleri ve insan hakları kurumları eliyle Rojava halkına ulaştırılmalıdır. Tam beş aydır iki ambulans ve iki değirmeni Rojava'ya ulaştırmayan bir Hükûmet pratiğiyle karşı karşıyayız. Eğer bu düşmanlık hukuku değilse bu iki ambulans ve iki değirmenin beş aydır neden Rojava'ya ulaştırılmadığını Sayın Bakan buraya gelip açıklamak zorundadır. O ambulanslar ve o değirmenlerin oraya ulaşması onlarca çocuğun hayatını kurtarabilecek önemli birtakım sonuçları ortaya çıkarabilirdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Ek süremiz var mı Sayın Başkanım bir iki dakika?

BAŞKAN - Hayır, yok. Diğer konuşmacılara vermedim, siz de lütfen aynı kurala uyun.

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, belirtmiş olduğum çerçevede Türkiye'nin ve AKP Hükûmetinin bugüne kadar uygulamış olduğu Rojava ve Suriye politikasının halklara herhangi bir faydası olmayacağını; barışı, özgürlüğü, demokrasiyi, kardeşliği esas alan politikalara ihtiyaç olduğunu; Suriye halklarına, Kürtlere ve Türkiye halklarına kazandıracak olanın da savaş tezkeresi değil barış politikaları olduğunu tekrar vurgulayarak bu tezkereye "hayır" oyu kullanacağımızı ifade etmek istiyorum. (BDP sıralarından alkışlar)